Özelleştirme fırtınası geliyor (SOL-Özel)
Seçimlerden sonra Erdoğan gitse de kalsa da özelleştirme tam hız sürecek. Düzen partileri ekonominin uğradığı yıkımdan yerli ve yabancı patronlara daha fazla kaynak aktararak çıkmayı vaat ediyorlar.
Ekonomide uygulanan yanlış politikalar sonucu giderek büyüyen finansman ihtiyacı, seçimlerden sonra işbaşına gelen hükümeti kaynak sorunu ile karşı karşıya bırakacak. Bir yanda piyasa ekonomisi tercihi nedeniyle ülkenin kaynaklarının yerli ve yabancı sermayeye aktarılırken diğer yanda bu ekonomide çarkların dönmesi açısından mahkûm hale gelinen bu mekanizmanın sürmesi gerekecek.
Yıllarca ülkeye sermaye çekmek için sanayinin belkemiği niteliğinde olan kamu kuruluşlarını satan AKP, Cumhur İttifakı seçimi kazandığı takdirde en iyi bildiği “kaynak çekme” yöntemi olan özelleştirmelere devam etmek durumunda kalacak. Halihazırda Körfez sermayesi ve Rusya ile ikili anlaşmalar yoluyla ülkeye para girişini sağlayarak ekonomiyi tutmaya çalışan AKP hükümeti, bu çabaların “yapısal” bir nitelik kazanamayacağını ve ancak seçimlere kadar idare edeceğini biliyor. Finansal piyasaların ve sermaye çevrelerinin tanıdığı Mehmet Şimşek’in yeniden ekonominin başına getirilmek istenmesi, bu gerçeğin farkında olduklarını gösterirken seçim sonrası ekonomi politikaları tercihlerine dair de güçlü bir ipucu veriyor.
İktidar alternatifi olan Millet İttifakı ise deprem öncesinde ilan ettiği programla tüm hesaplarını yurtdışından ciddi ölçüde sermaye çekmek üzerine yaptıklarını ortaya koymuş oldu. Dünya ekonomisindeki konjonktür düşünüldüğünde, bu tür bir hesabın hem ekonominin birçok alanında daha fazla serbestleştirmeye hem de yeni özelleştirme planlarına dayandığı anlaşılıyor.
Yaptıkları yapacaklarının teminatı
AKP iktidarı boyunca gerçekleştirdiği özelleştirmelerle ülke tarihinin en fazla satış yapan iktidar partisi unvanına sahip bulunuyor. Türkiye’de başından bu yana yapılan özelleştirme tutarı 71,4 milyar dolara ulaşıyor. Bu meblağın 63,3 milyar dolarlık kısmını yani yüzde 89’u AKP döneminde gerçekleştirilen özelleştirmelerden oluşuyor.
AKP döneminde birçok stratejik sektörde kamu varlığı tasfiye edilirken, ülke sanayisinin lokomotifi olan kuruluşlar özel sektöre devredildi, cumhuriyeti sırtlayan fabrikalar yok edildi. AKP döneminde ülkenin en önemli kuruluşları, yok pahasına ya da birkaç yıllık gelirleri karşılığında patronlara devredildi. Erdemir, Telekom, Tüpraş, Petkim ve Tekel satıldı, devlet birçok sektörden çekildi. Rafinaj, gübre, telekomünikasyon, demir-çelik gibi sektörlerde yatırım ve üretim kararları, tamamen yerli ve yabancı sermayeye bırakıldı. Enerji sektöründe elektrik dağıtımı tümüyle özel sektöre devredildi. Bu özelleştirmelerden, Koç, Sabancı, OYAK gibi büyük gruplar alabildiğine yararlanırken, bazı gruplar da bu özelleştirmeler sayesinde hızla büyüdü.
Son dönemde özelleştirmelerde ivme kaybı yaşanıyor görünmesinin temel nedeni, AKP’nin içeride ve dışarıdaki şartlar nedeniyle geleneksel özelleştirme yöntemleri yerine farklı yöntemlerle yoluna devam etmesi.
Son yıllarda özelleştirme yöntemleri arasında sayılan ve çoğu yap-işlet-devret biçiminde düzenlenen kamu-özel işbirliği projelerine ağırlık veren AKP hükümeti, bu projelerle “Beşli Çete” olarak adlandırılan sermaye gruplarını ihya etmişti. Ancak ihya olan sadece bu beş grup değil. Tüm inşaat sektörü ve bağlantılı olarak diğer sektörlere kaynak aktarmayı hedefleyen bu projeler çarkların dönmesi için tercih edilmişti.
Programda özelleştirmeler var
Kasım ayında ilan edilen 2023 yılı Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı’nda bir yandan özelleştirme hedefleri korunurken bir yandan da halen Türkiye Varlık Fonu’nda yer alan stratejik KİT’lere sermaye aktarımı yapılması hedeflendi. soL yazarı Kadir Sev, bu aktarımların ileride özel tekellere devredilecek KİT’lerin yeniden yapılandırılması hedefiyle ilişkilendirmişti.
Öte yandan, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’nın (ÖİB) 2022 yılı faaliyet raporunda 2023 yılında gündeme geleceği belirtilen özelleştirmeler şöyle sıralandı.
Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi (TEİAŞ), 2021 yılında Cumhurbaşkanı kararı ile özelleştirme kapsamına alınmıştı. Bu karar çerçevesinde TEİAŞ’ın halka arz yoluyla özelleştirilmesi için çalışmalar sürdürülüyor. ÖİB, bu özelleştirme uygulamasına ilişkin “bu halka arz işleminin ülkemiz adına değerli bir hikâyeye dönüşmesi amacıyla” çalıştıklarını ifade ediyor.
2023 yılı ikinci çeyreğinde Fenerbahçe-Kalamış Yat Limanı için “işletme hakkının verilmesi” yoluyla özelleştirme ihalesine çıkılacağı duyuruldu.
Tekirdağ Çeşmeli Limanı için imar planı hazırlıkları yapıldı ve burasının karma yük limanı olarak projelendirilmesi işlemleri sonuçlandırıldı. Potansiyel alıcılarla tanıtım toplantıları yapıldı. Limanın 2023 yılında özelleştirilmesi planlanıyor.
2018 yılında yeterli teklif alınamadığı için ihalesi iptal edilen Çanakkale Gökçeada Kuzu Limanı’nda 2023 yılında yeniden özelleştirme ihalesine çıkılması hedefleniyor. Yine Çanakkale Kabatepe Limanı’nın özelleştirilmesi için hazırlıklar sürüyor.
Millet İttifakı da özelleştirme yapacak
Korkut Boratav soL’da, Millet İttifakı’nın programını ortaya koyan Mutabakat Metni’ni ele almış ve bu programın Türkiye’ye önemli bir sermaye girişi beklentisine dayandığını yazmıştı. Yüksek ölçekte ve iyimser beklentilerle hedeflenen sermaye girişinin en kolay yolunun özelleştirme ve serbestleştirmeler olduğu düşünülürse Millet İttifakı’nın açık ve örtük bir özelleştirmecilik yapacağının işaretleri mevcut.
Millet İttifakı'nın, söz konusu metninde “sermayenin tabana yayılması” amacıyla kamunun kontrol ettiği şirketlerin ve kamu bankalarının halka arz edileceği belirtiliyor. Yani özellikle finans ve bankacılık alanında özelleştirmelere “halka arz” yoluyla devam etmeyi hedefliyor.
Ayrıca, yine metinde “KİT yönetişim reformu” gerçekleştirileceği de belirtiliyor. Söz konusu reform, ayrıntısı verilmemekle birlikte KİT’lerin yeniden yapılandırılması anlamına gelecek ve AKP’nin bir süredir KİT’lerin “özel sektör mantığıyla” yönetilmesi için gündeme getirdiği uygulamalarla bir süreklilik taşıyor. Nitekim 20 yıl boyunca AKP, KİT’leri satışa çıkarmanın yanı sıra KİT’leri yeniden yapılandırıp bu kuruluşların faaliyet gösterdiği alanları serbestleştiren düzenlemelere imza atmıştı. Millet İttifakı bu politikaya devam edeceklerini beyan etmiş oluyor.
Millet İttifakı’nın ekonomi politikalarının dümenine uzun süre DEVA Partisi lideri Ali Babacan’ın geçeceği belirtiliyordu. Her ne kadar İYİP’li Bilge Yılmaz’ın ismi de geçmeye başlamış olsa da, gerek ittifakın mutabakat metni gerek de ismi geçen Babacan ve Yılmaz’ın profili iktidar değişirse özelleştirmelerin süreceğini gösteriyor. Ali Babacan, AKP hükümetinin yıllık özelleştirme rekorları kırdığı yıllarda o hükümetlerin ekonomiden sorumlu bakanı konumundaydı. Geçtiğimiz günlerde elektrik sektöründeki özelleştirmelerin yanlış olduğunu kabul edip pişmanlığını ortaya koysa da Babacan’ın bu pişmanlığı, kamuoyunda büyük tepkiye yol açan faturalar nedeniyle oluşan tepkiden kaçınmak için bir manevra niteliğini taşımaktan öteye geçmiyor.
/././
Özelleştirmeye ret - Ali Rıza Aydın / SOL
Bağımsızlık, laiklik, kamuculuk diyen komünistler özelleştirmeyi şiddetle reddediyor, sömürüsüz düzen için emekçileri örgütlü siyasete çağırıyor.
“Seçimlerden sonra Erdoğan gitse de kalsa da özelleştirme tam hız sürecek. Düzen partileri ekonominin uğradığı yıkımdan yerli ve yabancı patronlara daha fazla kaynak aktararak çıkmayı vaat ediyorlar.”
Girişteki spotu alıntıladığımız, soL’da yayımlanan “Özelleştirme fırtınası geliyor” başlıklı haber, seçimler öncesi düzen partilerinin ortak noktalarından birine, özelleştirmeye dikkat çekiyor. Seçmeni siyasetin isimlerle değil ideoloji, siyaset ve programlarla ilkeli olarak yapılması gerektiği konusunda uyarıyor.
Haberdeki “Yıllar İçerisinde Özelleştirme Uygulamaları” grafiğinde de görüldüğü gibi 1986-2022 döneminde AKP ağırlığı büyük. Bir yandan da AKP’nin Özelleştirme İdaresi kayıtlarına girmeyen çeşitlilikte özelleştirme yöntemleri kullandığını unutmamak gerekiyor.
Kabaca özetlersek;
- Kamusal olanın özele aktarılması ya da kamu hizmetinin özel tarafından yerine getirilmesi ne AKP’nin, ne de 12 Eylül 1980 darbesi sonrası siyasi iktidarların başlattığı bir uygulama. Ağırlığı bu dönemlere yığılsa da Türkiye’deki burjuva iktidarlar, merkezi veya yereliyle, kapitalizmin özüne uygun olarak özelleştirmeyi kullandı.
- Özel tarafından ya da aracılığıyla yapma işinin kamu hizmeti/özel, kamu yararı/kâr, kamu mülkiyeti/özel ayrımlarıyla, kamu işletmeciliğinin tasfiyesiyle, verimlilik kıyaslamalarıyla, devlet yapamaz özel yapar önyargılarıyla açıklanması ve tartışmaların buralara sıkıştırılması eksik kalır. İşgücünü piyasa olarak görenlerin, bu piyasayı hukukun da kuşatmasıyla “emek karşıtı” olarak düzenlemesinde, çalışma hukukunun biçimlendirilmesinde kapitalizmin istek ve gereksinmelerine uygunluk özelle/özelleştirmeyle koşut olarak planlandı.
- Konu ulusal alanlarla sınırlı değil. Emperyalizmin etkisi yüksek. Kamuculuğun alaycı tavırlarla kötülenmesi ve reddi, 24 Ocak 1980 kararları, 12 Eylül darbesi ve yönetimi, 1982 Anayasası ve değişiklikleri, parlamentonun işlevsizleştirilmesi, güçlü yürütme modeli, yakın tarihli başkanlı/başkancı rejim geçiş, hukuk ile keyfiliğin bir arada yürütülmesi, başta yargı olmak üzere onay denetimi ya da denetimsizliği, Dünya Bankası ve IMF bağlantıları bütünsel olarak okunmalı. Düzen siyasetinin (CHP/DP kökenli) geleneksel iki partisinin milliyetçi ve dinci partilerle, sendikalarla, dernek ve vakıflarla, hukuk dışı tarikat ve cemaatlerle dallanıp budaklanması, “Türk-İslam”, “Kürt-İslam”, “ılımlı İslam” sentezleri de buraya eklenmeli.
- Sermayenin saldırısı bir yandan ilerici, aydınlanmacı Cumhuriyetin “devletçi” politikalarına, diğer yandan emekçilere yönelirken hukukun desteğine, bu hukuka göre karar veren yargıya gereksinmeleri de vurgulanmalı. 1982 Anayasası sözünde olmasa da özünde buna uygundu. Özelleştirme yasalarla yürütüldü. Ancak Anayasa Mahkemesinin kısmi denetimleri/önermeleri engel olarak görüldü. Sonuçta, AYM’nin “Anayasada devletleştirme var, karşıtı olarak özelleştirmenin varlığı da kabuldür” görüşü, özelleştirmeyi Anayasaya yerleştirmenin dayanağı olarak kullanıldı. 1999’un Ağustosunda, DSP-MHP-ANAP Koalisyonu döneminde “özelleştirme” anayasal güvenceye kavuşturuldu.
- 1999 Anayasal düzenlemelerinde “özelleştirme”, kamu yatırım ve hizmetlerinin “özel”e yaptırılması ve “tahkim” olmak üzere üç konuya yer verildi.
- Devletin, kamu iktisadi teşebbüslerinin ve diğer kamu tüzelkişilerinin mülkiyetinde bulunan işletme ve varlıkların özelleştirilmesine ilişkin esas ve usuller yasa koyucuya, yasaya bırakıldı. Bu düzenlemeyle ilkesiz, belirsiz, sınırsız bir yetki devrinin yolu açıldı.
- İkinci olarak daha geniş bir alana girildi. Devlet, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişileri tarafından yürütülen yatırım ve hizmetlerin özel hukuk sözleşmeleri ile gerçek ve tüzelkişilere yaptırılmasının veya devredilmesinin yolu açıldı. Burada da kamu yatırım ve hizmetlerinden hangilerinin bu yöntemle yürütülebileceği yine ilkesiz, belirsiz, sınırsız olarak yasa koyucuya, yasaya bırakıldı.
- Yetmezdi. Anayasaya göre “idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açık”tı. Bunun da aşılması gerekiyordu. Yargının özelleştirilmesi diye tanımlayacağımız bir yöntem Anayasaya yerleştirildi. Kamu hizmetleriyle ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinde bunlardan doğan uyuşmazlıkların ulusal ve uluslararası tahkim yoluyla çözülmesi, uluslararası tahkime ancak yabancılık unsuru taşıyan uyuşmazlıklar için gidilmesi öngörüldü.
- Özelleştirmeler konusunda Özelleştirme İdaresi Başkanlığının görev ve yetkilerine, istatistiklerine bakmak yeterli olmuyor. ÖİB bu konuda tek yetkili değil. Bir örnek, 15 Temmuz 2016 sonrası OHAL döneminde el konulan kurum ve kuruluşlar için Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun (TMSF) devreye sokulması. FETÖ/PDY terör örgütlerine aidiyeti, iltisakı veya irtibatı nedeniyle Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 133’üncü maddesi uyarınca kayyım atanan/atanacak olan şirketlerdeki kayyımlık görev ve yetkileri TMSF’ye devredildi, söz konusu şirket ve varlıkların satış ve tasfiyesine ilişkin özel hükümler getirildi. Bir başka örnek, Türkiye Varlık Fonu Yönetimi Anonim Şirketi.
Devletin kurum ve kuruluşlarının şirketler gibi stratejik yönetime geçirilmesi, piyasalaştırılması, ticarileştirilmesi de yukarıdaki değinmelerle birlikte analiz edilmesi gereken konuların başında yer alıyor.
Özelleştirme konusunda Dayanışma Meclisi üyelerinin çalışmalarının yer aldığı Dayanışma Meclisi Forum Dergisinin, “özel güzeldir’den çökme’ye: özelleştirmeler ve yağma ekonomisi” konulu 2. sayısı önemli bir kaynak. Dergideki yazımda da vurguladığım gibi, özelleştirme yasal ya da yasadışı olması fark etmeden aynı kapıya çıkıyor: yağma ve sömürü.
Düzen siyaseti özelleştirme konusunda ortak. Farklı siyasi partiler aynı siyaseti savunuyor. Bağımlılığa, yağma ve sömürüye, sermayenin emekçiler üzerindeki baskı ve denetimine devam diyorlar, emekçilerin genel oy hakkını çalmaya yelteniyorlar. Bağımsızlık, laiklik, kamuculuk diyen komünistler özelleştirmeyi şiddetle reddediyor, sömürüsüz düzen için emekçileri örgütlü siyasete çağırıyor.
Ali Rıza Aydın / SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder