'Türkiye eğer tek ülkede sosyalizm dönemi yaşarsa içine kapanmanın ve sadece kendi sosyalizmini korumanın mutlak olmadığını bilecek ve kanalları zorlayacaktır.'
Bu yazı Dayanışma Meclisi'nin yayını Dayanışma Forumu'nun 7. sayısında yayınlanmıştır.
Türkiye Komünist Partisi 2022’nin sonunda Çözüm Belgeleri yayınlamaya başladı.1 Ekonomi, tarım, dış politika, sağlık, adalet, kadın, gençlik gibi birçok alanda yayınlanan belgeler Parti’nin iktidara geldiğinde ilk elden güncel sorunları nasıl çözeceğini mümkün olduğu kadar somut bir şekilde ele alıyordu. Böylece Türkiye’de sosyalist çözüm daha yakın kılınıyor ve emekçi halkımızın tartışabileceği bir somutlukta sunuluyordu.
Dayanışma Meclisi ise Türkiye’nin içinden geçtiği koşullarda Türkiye’de sosyalizmin güncelliği tartışmasına katkı yapmaya karar verdi. Forum’un bu sayısı da Türkiye’de sosyalizmin güncelliğine adandı.
Çözüm Belgeleri’nin somutluğu ve cesareti ister istemez Türkiye’de “Tek ülkede sosyalizm” deneyimini de akla getiriyordu. Bu deneme niteliğindeki yazıda Türkiye için “Tek ülkede sosyalizm”in mümkün olup olmadığını tartışmaya açacağız.
Öncelikle “Tek ülkede sosyalizm”i tanımlayalım: Bir ülkede sosyalist devrim sonrasında o ülkenin emperyalist dünyada kuşatılmış olarak kalması, kendi gücüne dayanarak sosyalizmi inşa etmesi ve koruması olarak tanımlanabilir. Tek ülkede sosyalizm, daha sonra bahsedeceğiz, Sovyetler Birliği örneğinde olduğu gibi kuruluşundan itibaren ortaya çıkabilir veya dünya sosyalizminin karşı-devrime mağlup olmasıyla Küba sosyalizminin yalnız kalması gibi sonradan da belirebilir.
Ülkeler düzeyinde nesnel durum ve özneye ait koşullar öylesine bir eşitsiz gelişime tabi olmuştur ki bir ülkede işçi sınıfı iktidara gelirken dünya devriminden uzak düşülmüştür. Sosyalist iktidarın önünde dünya devrimine karşı sorumlulukla ülkede kurulan sosyalizme karşı sorumluluk arasındaki açının arttığı bir dönem açılır.
Türkiye’de tek ülkede sosyalizm olasılığı
Türkiye’de tek ülkede sosyalizm deneyimi yaşanıp yaşanmayacağı bugünden bilinmesi olanaksız bir tahmindir. Çözüm Belgeleri’ndeki dil böyle bir deneyimin yaşanıp yaşanmayacağının bilinmesini değil, önümüzdeki dönem dünyada ilk ipi göğüsleyen ülke olsak bile sosyalizmi kurar ve koruruz kararlılığını yansıtmaktadır.
Ayrıca bu kararlılık, içinden geçtiğimiz 30 yılı aşan, devrimci durumun değil, karşı-devrimin hâkim olduğu dönemde Türkiyeli devrimcilerin dünya çapında bir öncülük yapabileceği ve ilk ipi göğüsleyen ülke olabileceğine ilişkin bir özgüveni de kapsamaktadır. Kendi yaratıcılığına, kuramsal ve örgütsel gücüne güvenmenin yanı sıra emekçi halkın cesaret ve aklına güvenen bir iyimserliği de içerir. Devrim coğrafyası gezinir dünyada ve zamanı gelince her halkın rolünü oynayabileceği bir pencere açılır.2
Dolayısıyla yakın gelecekte tam olarak ne olacağını bilemesek de olasılıklardan biri henüz dünya devrimine giden yolun başında Türkiye sosyalizminin bir süreliğine tekliğini korumasıdır ve Türkiyeli devrimci özne bu olasılığı cesaretle ve kıvançla karşılamaya hazır olduğunu bildirmiştir.
Diğer bir olasılık ise Türkiye’nin öncülüğünden sonra kısa bir zaman dilimi içinde arka arkaya, yakın çevredeki işçi sınıflarının başını çektiği devrimlerle bir sosyalist dünya sistemine doğru gidilmesidir. Emperyalizmin tam anlamıyla gücü kırılmasa da birbiriyle yardımlaşan, işbirliği yapan, kendi içinde bir sistem kurmaya başlayan ve uluslararası ortamda birlikte karar alarak davranan yeni bir işçi sınıfı pratiği, içinden geçtiğimiz dönemde hiç de olasılık dışı gözükmemektedir.
Dünyamız geçen yüzyıla benzemiyor: Dünya, köylü nüfusun ağırlıkta olduğu bir çağdan işçi sınıfının ağırlığını toplumsal dokuya kazıdığı bir çağa geçti. Buna karşılık kentlerde tekeller karşısında küçük burjuvazi de eridi ve iki temel sınıf, asalak ve toplumun küçük bir nüfusunu oluşturan sermaye sınıfı ve dev gövdesi ile işçi sınıfı uçurumlaşan bir çelişkiyle bir arada bulunuyor.
Ve tüm dünyada üretim ulusal sınırlar ötesinde toplumsallaşıyor. Dünyayı bütünleştiren tedarik zincirleri toplumsallaşmanın boyutunu bize gösteriyor. Bu toplumsallaşmaya karşın üretim araçlarının özel mülkiyeti aşılması gereken büyük bunalımın özünü oluşturuyor ve dünya, devrimi hak ediyor. Bunalım ayrıca dünya üretim ve pazarları bütünleşmiş olmasına karşın bir emperyalist paylaşım savaşı ile boyutlanıyor. Emperyalist rekabet, sermaye birikiminin rakip coğrafyada kalan kısmını yok etmeyi amaçlıyor. Dünya emekçilerine ait özneler bir yanardağ volkanının kenarlarında gezindiklerinin farkındalar ama öte yandan insanın insanı sömürüsüne son vermek için çok uygun koşullar oluştuğunu da görüyorlar.
ABD hegemonya mücadelesinde Çin ve Rusya’ya karşı bir jeopolitik savaşı örüyor bir yandan. Öte yandan ABD ve hegemonyasındaki ülkelerde işçi sınıfını düzen içinde tutan mekanizmalar eskisi gibi çalışmıyor. “Orta sınıflar” eriyor, kapitalizm güzellemesi yapılamıyor, kentli emekçi sınıflar paylaşım savaşına katılmak istemiyorlar. İşçi sınıfı kapitalizmin yapısal bunalımının ürünü olan sektörlerde bunalımı daha da kötüleştiren bir ekonomik mücadele veriyor, özelleştirmeye karşı devletleştirme ideolojisi öne çıkmaya başlıyor ve sınıfın içinde bağımsız siyasi öznelere beliriyor.
Bütün bu gelişmeler 21. yüzyılda tek ülkede sosyalizme uzun süreli olarak izin vermeyecek ve devrimlerin birbirini takip ederek bütünleşeceği bir sürece işaret ediyor.
Son olasılıksa Türkiye’nin ilk ipi göğüsleyen ülke olmasa da devrimci zincirin bir halkası olarak sürece katılmasıdır.
Zorunluluk ve rastlantısallık kategorisi üzerinden tanımlarsak, 21. yüzyılda bu asalak ve aklını yitirmiş sermaye sınıfının dünyayı yok etmesine izin vermezsek devrimlerin bir zorunluluk olduğudur. Geçen yüzyıldakinden çok daha güçlü bir sosyalizm dalgasının dünyayı kaplaması beklenir. Eşitsiz gelişim boyunca bu dalganın hangi ülkeden başlayacağı ise rastlantısallıkla ilişkilidir. Hem kontrolümüz dışında olan nesnellik hem öznenin cesareti, aklı ve ataklığı ile ilgili karmaşık bir örüntüden bahsediyoruz.
'Tek ülkede sosyalizm' Türkiye’de yaşayabilir mi?
Öncelikle bir ülkede işçi sınıfı iktidarının emperyalist dünyada bir ada gibi kalarak yaşaması için işçi sınıfının üst düzeyde örgütlü olması ve diğer emekçi sınıfları yanında tutabilmesi gerekir. İktidar bir kez ele geçirilmiş olabilir ancak onu emperyalist devletlerin desteklediği karşı-devrimci güçlerden koruması en az iktidara gelmek kadar zor ve hünerli bir iş olacaktır. Bu konuda bugünden ancak tahminlerde bulunulabilir. Öte yandan örnek olarak inceleyeceğimiz iki ülke olan Sovyetler Birliği’nde ve Küba’da halkın örgütlü gücüne dayanan komünist partiler öncülüğünde iktidarın nasıl korunduğu tarihsel olarak çok iyi belgelenmiştir. 1990 sonrası ABD’nin burnunun dibindeki sosyalizm Küba halkının yurtseverliği ve devrime bağlılığı ile yaşatılmış ve savunulmuştur.
İkincisi, tek ülkede sosyalizm için bir ülkenin bir düzeyde iktisadi yeterliliğinin olmasıdır. 1917’de Bolşevikler iktidara geldiğinde Rus İmparatorluğu dünyanın yüzölçümü en büyük ülkesiydi. Doğal kaynakları, savunma olanakları, insan gücüyle “tek ülkede sosyalizm”in yaşaması için eşsiz olanaklara sahipti. Sovyetler Birliği deneyimi “Tek ülkede sosyalizm”in devrimin yeni dinamiklerle devam etmesi anlamına geldiğini kanıtladı. İç savaştan sonra yaraları saran bir toparlanma dönemini takip eden yıllarda Ekim Devrimi sosyalizmi inşa etmeye dönük dev bir atılım gerçekleştirdi. 1929’da başlayan hamle hem karşı-devrimin ve gericiliğin potansiyel gücünü kırıyor hem tarımda kolektivizasyonu sağlıyor hem de büyük bir hızla ülkeyi sanayileştiriyordu. On milyonların büyük bir coşku ile katıldığı bu inşa süreci ülkenin olanaklarıyla birleşince dünyayı değiştiren bir sürece dönüştü.3
Buna karşılık Küba 1990’lara vardığında 30 yıldır kurulmaya devam eden sosyalizmi ile başta Sovyetler Birliği olmak üzere sosyalist devletlerin desteğini yitirdi ve gayri safi milli hâsılası bir anda %40’lık bir düşüş gösterdi.4 Küba ne çeşitliliğe dayanan bir tarım ülkesiydi ne de çok yönlü bir sanayiye sahipti. Buna rağmen sosyalizmini korudu ve yaşamaya devam etti. Bunun nasıl gerçekleştiğini daha sonra kısaca ele alacağız.
Sosyalist Türkiye, Sovyetler Birliği’nin zengin potansiyeline sahip olmayacak, ama bir Küba da değil kesinlikle. Türkiye tarımsal olanaklarının yanı sıra bir sanayi ülkesi haline gelmiş durumda. Dünya GSMH karşılaştırmasında Türkiye ilk 20’ye, hatta farklı hesaplama yöntemleri ile ilk 15’e giriyor. 85 milyonu bulan nüfusu da dikkat çekiyor.
Şunları hesaba katmaya daha çok alışığız: Örneğin Türkiye artık irice bir kapitalist ülke haline geldi ama buna rağmen iktisadi kırılganlıkları ile devrime nesnel olanaklar sunuyor. Veya Türkiye’de sermaye iktidarını haklı olarak son dönemdeki yayılmacı uluslararası pozisyonundan dolayı eleştiriyoruz ama bir yandan bu yayılmacılık Türkiye’de bir devrimin kapısını aralayabilecek, başı belaya sokma riskini de taşıyor.
Ancak Türkiye’de tek ülkede sosyalizm deneyimi yaşanması durumunda; büyük emekçi sınıfların varlığını, sanayi gücünü ve özellikle silah sanayisi, burada çalışan teknik donanıma sahip kadroların varlığını, ne kadar yıpratılsa ve küçülse de geniş tarımsal toprakların kentleri besleme potansiyelini, bilimsel üretim kapasitesini ve buna benzer olumlu koşulları daha az dikkate alıyoruz.
Başlıca bir iktisadi analiz, gerekli olmasına rağmen bu denemenin kapsamına girmeyecektir.
Öte yandan bir diğer önemli başlık, tek ülkede sosyalizmin yaşaması açısından her zaman emperyalist dünyanın hava deliklerine olanak vermesidir. Bu olanak hiçbir zaman emperyalist düzenin bir bütün içinde olmaması, her zaman iç rekabete bağlı kamplaşma ve siyasi dinamiklerin getirdiği çelişkilerle dolu olmasından kaynaklanır.
Örneğin, Ekim Devrimi’nin bir süre sonra dünya devrimine açılmayacağı anlaşıldığında tek ülkede sosyalizmin inşası başatlık kazanmıştır. Bu koşullarda Sovyetler Birliği hızlı kalkınması için gereksinim duyduğu makine ve teçhizatı Naziler iktidara gelene kadar Almanya’dan temin etme şansı bulmuştur.5 Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan Alman burjuvazisi Versay Anlaşması’nın haksız yere yükledikleri karşısında emperyalizmin diğer cephesine tavır aldığı bir dönemdeydi. Yine Sovyetler Birliği eski sömürge olan ulusların burjuva devrimleriyle gelen bağımsızlık mücadelesine verdiği destek ile de kendine müttefikler bulabilmişti.
Küba sosyalizminin 1990’larda “özel dönem” diye tanımlanan ve ekonomisinin önemli bir kısmını yitirerek küçüldüğü bir döneme girdiğini söylemiştik. Sosyalist devletlerin desteğinin çekilmesi ile ABD ablukası altında ezilen Küba halkı bu yıllarda acıyla test edildi. Büyük bir döviz ve gıda güvenliği sorunu yaşandı.6Ancak Küba merkezi planlamayla hızlıca yeni duruma uyum sağladı; yeni tarım yöntemleri, turizme açılınması, bilgiye dayalı teknolojilerin geliştirilmesi, uluslararası ortak ticari kurumların yaratılması vb. gibi adımlarla Küba, 1990’ların ortasına gelindiğinde tekrar büyümeye başlamıştı.7
Bu toparlanışta devrimci liderliğin de büyük payı vardı. Daha önce Bilim ve Aydınlanma Akademisi tarafından yayınlanan ve 1993’te çekilen videoda Fidel açılışı yapılan bilim merkezinde “Bilgiye dayalı teknoloji geliştireceğiz. Bunun dışında dünyada yerimiz yok. Almanya ve Japonya ile rekabet edebiliriz” diyordu.8 Gerçekten Küba’nın bugün biyoteknoloji alanında kazandığı şaşırtıcı üstünlük biliniyor.
Ayrıca Küba ABD ablukası altında o kadar da yalnız kalmamayı başardı. 2000’lerin başından itibaren Latin Amerika’da yükselen ABD karşıtı, bağımsızlıkçı, halkçı, anayasacı demokrat hareketler, Venezuela’da olduğu gibi başarı kazandıkça Küba’ya destek olarak ekonomisini rahatlattılar. Latin Amerika’daki hareket işçi sınıfı öncülüğüne dayanmıyordu ancak çok önemli bir hava deliği sundu.
Küba’ya. 2008’den sonra ise dünyada baş gösteren emperyalist hegemonya krizi esnasında Rusya ve Çin’in desteğini alabildi Küba.
Bu örnekler, Türkiye çapında bir ülkenin bir süre “tek ülkede sosyalizmi” kurmak zorunda kalsa bile mutlak bir yalnızlık içinde olmayacağını telkin ediyor.
Öte yandan unutmamamız gereken önemli bir başlık daha var: İşçi sınıfı dünyanın geri kalanında henüz iktidara gelememiş olabilir, ama bu sosyalist devrimine kavuşan ülke ile dayanışmayacakları anlamına gelmez. Örneğin, Türkiye işçi sınıfının Küba ile kararlı bir şekilde dayanışması kayda değer bir olaydır. Türkiye işçi sınıfı iktidarını kurduğunda bütün dünyadaki işçi sınıfı partilerinin desteğini kendine çekecektir. Bu, maddi desteğin yanı sıra sosyalist Türkiye’ye karşı açılacak bir savaşın önlenmesi şeklinde de olabilir.
Tek ülkede sosyalizmin dünya devrimi ile arasındaki açı sorunu
Uzamış bir “tek ülkede sosyalizm” ile ulusal düzeydeki işçi sınıfı siyasetinin dünya devrimine karşı sorumluluk alışında bir azalma olabileceği biliniyor. Hatta bu durumun mutlaklaştırılmasının Sovyetler Birliği’nde karşı-devrimi güçlendirdiğine ilişkin geniş tartışmalara bakılabilir.9
Küba örneğinde ise sosyalizmin dünya ölçeğinde devletli bir güç olduğu dönemde Küba enternasyonalist dayanışmada da oldukça cesurdu. Angola Halk Cumhuriyeti’nin ırkçı Güney Afrika saldırısına maruz kaldığı 1970’li yıllarda Küba on binlerce asker göndererek dayanışmasını göstermişti.10
1990’dan sonra böylesi bir askeri desteğin ne zemini ne olanağı kalmıştı Küba için. Ancak Küba bu geri çekilmeye karşın her zaman dünya halkları ile dayanışmak için kanallar buldu. Bugün dünyanın neresinde olursa olsun felakete uğrayan halkların yardımına Kübalı sağlıkçıların koşması gibi.
Türkiye de eğer tek ülkede sosyalizm dönemi yaşarsa içine kapanmanın ve sadece kendi sosyalizmini korumanın mutlak olmadığını bilecek ve kanalları zorlayacaktır.
Öte yandan Küba’nın içinden geçtiğimiz bu karanlık dönemde sosyalizmde ısrarı ve sosyalizmin başarıları dünya devrim sürecine başlıca katkı olmuştur. Türkiye de sosyalizmini koruyarak ve geliştirerek yeri geldiğinde cesaretle katkısını yapacaktır.
Erhan Nalçacı / Dayanışma Forumu - SOL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder