14 Nisan 2023 Cuma

AKP iktidarı ve öncesi: Ekonomik bir bilanço - Korkut Boratav / SOL

 

İktidar büyüme temposunu sürdürebildi: Geleneksel neoliberalizmin dahi emekçilere verdiği 'teselli armağanları' olan tüketim ve reel ücret artışlarını koruyamadan; kronik işsizliği de tırmandırarak…

Yazarın 15 Nisan 2023’te TMMOB’nin 'AKP İktidarının 20 Yılı' etkinliğinde sunulacak olan konuşma metnidir.

Yirmi yıllık AKP iktidarı son bulmak üzeredir. Kuşbakışı da olsa ekonomik bir bilanço çıkarma zamanı geldi. 

1989-2022: Neoliberalizmin üç dönemi ve büyüme göstergeleri

AKP 1998-2002 yıllarında uygulanan IMF programını olduğu gibi devraldı; neoliberal ilkeleri 2015’e kadar sadakatle sürdürdü. Ekonomi politikaları bakımından da AKP iktidarının ilk on üç yılını önceki beş yılla (1998-2025) birleştirmek uygundur. 

1998’de IMF programına geçişe yol açan etkenler ayrıca önem taşıyor. 1990’lı yılların büyük bölümü (1989-1997) Türkiye’nin ilk ve sonraki neoliberal dönemlerden farklılıklar gösteriyor. Bu yazıdaki incelemeyi de bu dönemle başlatacağız. 

AKP’nin son döneminde (2016-2022) ise neoliberal istikrar kuralları çiğnendi; bölüşüm ilişkilerinde önceki dönemdeki eğilimler daha da yoğunlaştı. 

Ekonomik bilançoyu bu üç dönemin büyüme ortalamalarını karşılaştırarak başlatalım; bölüşüm ilişkilerini izleyerek sürdürelim.

Bu üç dönemin sabit fiyatlarla ortalama büyüme oranları aşağıdaki tabloda yer alıyor.


Politika değişiklikleri ortalama büyüme temposunu etkilememiştir: Ekonomi otuz üç yılda yüzde 4’ü biraz aşan bir büyüme eğilimini sürdürmüştür. 

Bu üç dönemi biraz daha yakından izleyelim. 

1989-1997: Yüksek enflasyon ortamında emek 

1980’li yılların neoliberal dönüşümü, bu dönemde sürdürüldü; hatta bir adım daha atıldı:  1989’da sermaye hareketleri  serbestleştirildi. 

Tamamen dışa açık bir ekonomide neoliberal doktrin henüz yerleşmemiştir. TCMB bu yıllarda döviz kurunu reel olarak sabitleştirmeyi hedefleyecektir.  

Başarılı olur; TL’nin reel olarak değerlenmesi (“ucuzlayan döviz”) önlenir. Yüzde 4’ü aşkın büyüme temposuna rağmen cari açık/GSYH oranı yüzde 1’in altında (% 0,7) kalır. Ekonomi (kabaca) dış denge içindedir. 

Önceki dönemden farklılaşma, sınıf mücadelelerinin siyasete yansımasından kaynaklanır: İşçi sınıfının “bahar eylemleri” sonrasında tek parti (ANAP) iktidarı son bulur; koalisyon hükümetleri “popülist” bölüşüm politikalarına yönelir. IMF’nin emek-karşıtı yapısal uyum reçeteleri askıya alınacaktır. 

1994’teki finansal krize rağmen reel ücretler dönem boyunca % 60 artmıştır. Çiftçinin eline geçen ve ödediği fiyatlar arasındaki makas (“tarımın ticaret hadleri”) %80 düzelmiştir. 

Tarımsal destekleme, asgari ücretler, emekli aylıkları, memur maaşları geçmiş enflasyona endekslenmiştir. Sendikalar güçlüdür; toplu sözleşmeler, önemli “refah payları” da içerir. 

Burjuvazi tedirgindir; 12 Eylül disiplini, en azından ANAP’ın tek parti iktidarı özlenmektedir. Bu kolektif özleme Mesut Yılmaz’ın koalisyon hükümeti karşılık verir: Haziran 1998’de IMF ile Yakın Gözetim Anlaşması imzalanır. Ekonominin IMF denetimi altına girdiği on yıllık bir dönem böyle başlar. 

1989-1997 yılları, “emeğin kazançlı çıktığı” yüksek enflasyon ile dış denge koşullarını uzlaştıran istisnaî bir dönemdir. 

1998-2015’te geleneksel neoliberalizm: Emek kaybediyor, 'farkında değil' 

1998-2015 döneminin yüzde 4,1’lik büyüme ortalaması, iki karşıt eğilimin bileşkesidir. AKP öncesindeki ilk 5 yıl (1998-2002), sabit fiyatlarla kişi başına millî gelirin (GSYH’nin) küçüldüğü bir dönemdir. 2002 düzeyi beş yıl öncesinin %2,8 gerisindedir. Toplam GSYH büyüme ortalaması yüzde 1’e ancak ulaşmıştır.  

Yoksullaşmanın yaygınlaştığı bu yılları izleyen AKP iktidarının ilk on iki yılında (2003-2015’te) ortalama büyüme hızı %4.5’e çıkar. Seçim başarılarının ekonomik dayanağı buradadır.

Yabancı sermaye hareketlerinin genellikle canlı seyrettiği bir dönem söz konusudur. Dış kaynak / GSYH oranı %7, cari işlem açıklarının oranı ise %5 civarında seyreder. Reel olarak değerlenen TL (ucuzlayan döviz), ekonominin ithalata bağımlılığını yoğunlaştırır. 

Bu tespitleri, bölüşüm bilançosu ile birleştirelim. Bağımsız Sosyal Bilimciler olarak, AKP’li Yıllarda Emeğin Durumu başlıklı kitapta 2003-2014 bilançosunu çıkarmıştık. Bulguları 1998’e taşıyarak özetleyelim.

Canlı dış kaynak girişleri cari işlem açığı/GSYH oranını beş puan yukarı çekmiş; bu artış sermaye birikimine değil, özel + kamusal tüketim artışlarına katkı yapmıştır. 

Sınıfsal bölüşüm ilişkilerini iki büyük emekçi sınıfın (çiftçi ve işçilerin) kişi başına gelirlerini izleyerek çözümleyelim. Kişi başına tüketimin, millî gelirin, çiftçi gelirinin, işçi ücretinin ortalama büyüme oranlarını aynı sırayla g(C), g(Y), g(K), g(W) olarak ifade edelim. Bu 13 yılın nicel gelişmeleri g(C) > g(Y) > g(K) > g(W) olarak hesaplanıyor.

Neoliberal dönem boyunca ortalama ücretler ve çiftçi gelirleri millî gelir hareketlerinin gerisinde kalmış; ama pozitif seyretmiştir. İki büyük emekçi sınıfın kişi başına millî gelirdeki (Y’deki) payları aşınmış; ama bu kayıp mutlak yoksullaşmaya yol açmamıştır. Ücretli istihdamın artış temposu tarımsal istihdamı aşmıştır. Ortalama işçi gelirleri bu nedenle de frenlenmiştir. 

Bölüşüm ilişkileri, bu dönemde neoliberal modelin hedefleri doğrultusunda seyretti. Sermayenin payı yükseldi; işçi ve köylü sınıflarının payları geriledi. İki emekçi sınıfta reel gelir kayıpları (mutlak yoksullaşma) ise gerçekleşmedi. 

Toplumsal refahı tüketim ile ölçersek, göreli gelir kayıpları ayrıca da telafi edildi: Köylü ve işçi sınıflarının kişi başına tüketim artışları, yani  g(C), gelir artışları olan g(K) ve g(W)’nin üzerinde seyretti. Bu olanak, GSYH’nin yüzde 5’i oranında seyreden cari işlem açıkları sayesinde gerçekleşti. Bu artışı mümkün kılan emekçi sınıfların artan borçlanmasıdır. Nitekim tüketim harcamaları/GSYH oranında kredilerin payı, dönem başı ile sonu arasında %2’den %17’ye sıçrayacaktır. 

Neoliberalizmin emekçi sınıflara “armağanı veya afyonu” finansallaşmadır. Emekçilerin sömürü oranlarında yoğunlaşma, borç tuzağının mümkün kıldığı tüketim artışları sayesinde perdelenebilmiştir.

2016-2022:  Sermayeyi ihya eden benzersiz bir bölüşüm şoku…  

Neoliberal enflasyon hedeflemesi politikası ve IMF/DB’nin bölüşüm ilişkilerini belirleyen yapısal uyum ilkeleri, AKP iktidarınca 2015’e kadar özenle sürdürüldü.

2015’de AKP iki etkenden ötürü bir dönüm noktasına girdi: (a) Batı merkez bankalarından uluslararası piyasalara akan likidite daraldı. AKP’nin büyüme ivmesini besleyen yabancı sermaye girişleri 2015’i izleyen yıllarda yarıya indi. (b) İktidar, Haziran genel seçimlerinde ilk kez azınlığa düştü. Sonrasında “ne pahasına olursa olsun iktidarı korumak” AKP’nin stratejik hedefi oldu. Bu hedefi gerçekleştirmekte izlenen ekonomi politikalarına odaklaşalım. 

IMF yıllık Türkiye raporlarında parasal daralma, yüksek faiz önermekteydi. Saray bu ilkeyi reddetti. Büyüme ivmesinin sürdürülmesini zorunlu gördü. Şirketlere ölçüsüz, ucuz kredi pompalamasına yöneldi.  Erdoğan Kasım 2021’de TÜSİAD’ı eleştirirken yeni politika çizgisini şöyle açıklıyordu: “Düşük faizle kredi istiyordunuz; işte size düşük faizle kredi. Ben sizden yatırım, ihracat istiyorum. Siz de bunları yapın…”

Bu yöneliş, kaynak tahsisi ve bölüşüm mekanizmalarını tümüyle bankaların ve dev şirketlerin denetimine verir. İç talebi besleyen kredi genişlemesinin boyutu “yükselen ekonomiler” arasında zirvededir. Krediler (KGF gibi) merkezî bütçe kaynaklarıyla da desteklenmekte; kamu kaynakları (salgın sırasında dahi) emekçilerden esirgenmektedir. 

Birleşmiş Milletler ve IMF Türkiye için sürdürülebilir büyüme potansiyelini yüzde 2,5-3 civarında öngörmektedir. Bu sınırları zorlayan talep genişlemesi dış açıkları ve enflasyonu tetiklemektedir. Sendikalaşmanın, emek örgütlerinin tarihsel olarak en zayıf olduğu dönemdeyiz. 1989 sonrasında enflasyona karşı emek gelirlerini koruyan araçlar artık felce uğramıştır.  

2016-2022’de bölüşüm göstergelerinin seyrini özetleyelim: Sermayenin net hasıladan payı 10,6 puan sıçramıştır. Ücretlerin payında da paralel bir gerileme gözleniyor. Türkiye sermayenin ölçüsüzce nemalandığı benzersiz bir dönemden geçmektedir. 

Ücretlerin payı erirken ücretli istihdam 3,2 milyon artmıştır. 2022’de işçi başına (ortalama) reel ücret 2016’daki düzeyin %15 veya %25 gerisindedir. Yüzde 4,3’lük büyüme temposuna rağmen tipik bir işçi yedi yılda önemli boyutta yoksullaşmıştır. 

Aynı dönemde çalışma yaşındaki nüfus 6,8 milyon kişi, toplam istihdam ise sadece 4,2 milyon artmıştır. Yüzde 4,3’lük büyüme yetersiz kalmış, faal nüfus artışını tümüyle istihdama çekememiştir. AKP’nin son yedi yılında atıl işgücü oranı %17’den %24’e (Şubat 2023) çıkmıştır. 

Saray iktidarı, neoliberal makro-ekonomik politikaları çiğneyerek büyüme temposunu sürdürebildi. Ama geleneksel neoliberalizmin dahi emekçilere verdiği “teselli armağanları” olan tüketim ve reel ücret artışlarını koruyamadan; kronik işsizliği de tırmandırarak… 

Korkut Boratav / SOL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder