(I)
Ortaokul ikinci sınıftaydım yanılmıyorsam; ders arasında kızlar tuvaletinin önündeki kalabalıktan lisede okuyan kızlardan birinin intihar girişiminde bulunduğunu öğreniyoruz. Okulun güzel kızlarından olan Ayşen, sevgilisinden hamile kaldığı için intihar girişiminde bulunmuş, ölmek istemişti. Onu daha sonraki günlerde okulda görmedik.
Yıllar sonra Ayşen çok daha acımasız bir sömürü çarkının dişlileri arasında hard-seks filmlerinin yıldızlarından biri olarak çıkıyordu karşımıza.
Yaşanan bütün dramlara rağmen hayat akıp gidiyordu. Aradan yıllar geçti. İlk gençliğimi yaşadığım günlerde hayatımızın akışı da değişmeye başlıyordu yavaş yavaş. Bugünlerde özlemini daha çok çektiğimiz değerler, erdemler, yaşam biçimleri hayattan el çekmeye başlamışlardı birer birer. Tramvaylar, troleybüsler, bahçe içindeki evler, boş yeşil alanlar, çocukluk oyunlarımız; mendil kapmacalar, köşe kapmacalar, saklambaçlar ve aç kapıyı bezirganbaşılar, gazoz kapakları, hatta gazozlar, tahta bacak canbazlar, misketler, macuncular ve pamuk helvacılar, cikletlerden çıkan artist resimleri... Her biri birer birer çekiliyordu hayatımızdan. “Benim balonlarım vardı, onları kimler aldı” gibi şarkılar yapılıyordu artık.
Biz de misketlerimizi, balonlarımızı, uçurtmalarımızı arıyorduk, geri istiyorduk. Fakat artık yoktular... Tıpkı çocukluk-gençlik idollerimiz gibi... Onları beyaz perdesinde izlediğimiz sinema salonları gibi... O sinemalar da yerlerini apartmanlara, iş hanlarına bırakmışlardı. Her şey değişiyordu...
’70’li yılların ortalarına geldiğimizde Ayhan Işık’lı, Cüneyt Arkın’lı, Yılmaz Güney’li, Ediz Hun’lu, Türkan Şoray’lı, Fatma Girik’li, Hülya Koçyiğit’li filmleri izleyeceğimiz salonlar kalmamıştı artık. Ülke çalkantılı günler yaşıyor, aileler evlerine çekiliyordu... Yeşilçam’ın idolleri de kopmuşlardı çok sevdikleri sinemadan. İşte o günlerde krizi çok derin yaşayan Yeşilçam yeni arayışlara girmiş, televizyonun da etkisiyle eve kapanan ailenin yerine “sokaktaki adama”, “lümpen” seyirciye film yapmaya başlamıştı. Önceleri seks-komedi diye başlayan bu furya zamanla pornoya kadar uzandı.
Filmlerin masum kızları, örnekse Arzu Okay soyunmaya başlamıştı fakat hiçbir zaman seks filmlerinde oynamadı, seks yıldızı olmadı. Fakat toplumsal riya (ikiyüzlülük), işi Yeşilçam’ın bu masum güzelinden “seks yıldızı efsanesi” yaratmaya kadar vardırdı. Masum güzeli acımasızca “lanetli kadın”a dönüştürdü. Oysa Arzu Okay ’80’lerde yapılan “kadın filmlerinde”, cinsellik içeren filmlerde oynayan kadın oyuncular kadar bile soyunmamış, çıplak olmamıştı filmlerinde.
***
İlk iki kitabımı Parantez Yayınları’ndan yayımlayan Metin Celal bir “Arzu Okay kitabı” yazmamı istemişti. Daha önce neredeyse bütün filmlerini izlediğim, Uç’ta bağlantılı bir arkadaş sayesinde şiirlerini yayımladığım Arzu Okay’la tanıştığımda, kendisiyle ilgili bir kitap hazırlamak istediğimi söylediğimde son derece olgun, kendini korumuş ve iyi yetiştirip dönüştürmüş, birikimli ve entelektüel arkadaş çevresi olan, mütevazı, olabildiğince sade, “sıradan” biri vardı karşımda. Sık sık görüştüğü sohbet ettiği arkadaşları arsında Ömer Laçiner, Mehmet Güreli, Oyuncu Görkem Yeltan gibi sanatçılar vardı. ‘Yaratılan, dayatılan’ imajın, algının, toplumsal riyanın oluşturduğu algının çok ötesindeydi.
Arzu Okay ve Mesut Kara / Fotoğraf: Mesut Kara'nın kişisel arşiviİsteğimi olumlu karşıladıktan sonra sabahları Nişantaşı’da Sezer Sezin’in evinin karşısındaki evine gidip çalışmaya, söyleşiler yapmaya başlamıştık. Kitap bir nehir söyleşi olacaktı ya da söyleşilerden yola çıkarak yazacağım bir portre, yaşam öyküsü olacaktı.
Fakat Arzu Hanım’ın yaşamını sürdürdüğü Paris’e dönme zamanı gelmişti, “Geldiğimde sürdürürüz” diyerek Paris’e gitmişti. Fakat Arzu Okay beni tekrar aramadı ve kitap çalışmasını sürdüremedik. Tamamlanamayan bir çalışma olarak kalmış olması beni hep üzdü.
Yıllar Sonra (2021) Gazeteci Türey Köse’nin Arzu Hanım’la birlikte çalışarak hazırladığı farklı zamanlarda farklı yerlerde yaptıkları nehir söyleşiden (söyleşilerden) oluşan “Arzu Okay- Keşkesiz Bir Kadın”(1) kitabı yayımlandı. Geçtiğimiz yıl Arzu Okay ve Türey Köse söyleşi ve kitap imzası için Kuşadası’ya geldiklerinde Arzu ablayla kısa da olsa yeniden sohbet edebilme olanağı bulabilmiştim.
Bu kitap dışında Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam Film Merkezinin, “Türkiye Sineması Görsel Hafıza Projesi” kapsamında kayda aldıkları sinemacılardan biri de Arzu Okay’dı. O kayıtta da yaşam öyküsünü, sinema serüvenini ayrıntılı biçimde anlatıyordu Arzu Okay. Ayrıca kendisiyle yapılmış önemli belge içeriğinde söyleşiler de var: Fatih Türkmenoğlu’nun 15 Nisan 2007 tarihli söyleşisi gibi
ORTA HALLİ MÜTEVAZI BİR AİLEDEN MÜTEVAZI BİR ‘YILDIZ’A UZANAN HAYAT YOLCULUĞU
Açık sözlü, dürüst, sade, birikimli ve kendi tanımıyla “sıradan”, kendini yetiştirmiş, yaptığı işlerde başarılı bir kadındı Arzu Okay. Üstelik bütün bunları erkek egemen bir sinema ortamında, erkek egemen bir ticaret dünyasında “yalnız bir kadın” olarak başarmıştı.
2000 yılında 12 sayı yayımladığımız UÇ adlı dergide şiirlerini yayımladığım Arzu Okay iyi ve yaratıcı bir kitap okuruydu…
Nüfusunda İzmir yazıyor olsa da 1955 yılında İstanbul’da Bomonti’de bir apartmanda doğmuş, sonra Şişli’de Perihan Sokak’ta Perihan Apartmanı’nda oturmuşlar bir süre.
O günleri şöyle anlatır Arzu Okay: “Bizim evin kapısının önünde oturunca karşıda bir sinema vardı, Arzu Sineması. Çocukken arkamdan ‘Arzu Sineması’ diye bağırıyorlardı. Ortalık sessiz, aşağısı tamamen dutluk, yukarıda Arzu Sinemasını görüyorduk tamamen. Oturup oradan gece film seyrediyorduk, filmin sesi de geliyordu. Başka yazlık sinemalar vardı, onlar da çok güzeldi. Bir tanesi kovboy filmleri oynatıyordu, bir tanesi yabancı filmler, haftanın bilmem kaç günü yazlık sinemaya gidilir, çekirdek çitlenir, gazozlar alınırdı.”(*)
“15 yaşında sinema güzeli seçildik, bu hayata düştük!” diye espriyle söz ettiği günlerde 14 yaşındayken Zeki Müren’le bir fotoromanda oynamıştır. Saklambaç gazetesi fotoromanları için “Bir kız arıyordur”, yarışmaya girip kazanır. Daha sonra başka fotoromanlarda da oynar böylece. Gazetenin reklamlarında modellik yapar.
(1) Arzu Okay- Keşkesiz Bir Kadın, Söyleşi Türey Köse, İletişim Yayınları
(*) “Türkiye Sineması Görsel Hafıza Projesi”, Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam Film Merkezi
(II)
Mecidiyeköy’ün dut bahçelerinde çocukluk günlerini geçirirken, çocukluğunu yaşayamadan geçinmekte zorlanan ailesine destek olmak için çalışmak zorunda hisseder kendini Arzu Okay.
Arzu Okay’ın gerçek doğum tarihi 1 Ekim’dir, nüfusa 23 Nisan olarak kaydedilir. Anne anneanne ve Arzu Okay’dan oluşan, çok fazla eşi dostu, akrabası olmayan üç kişilik bir ailedir ailesi. Zamanının çoğunu birlikte sinemaya, at yarışlarına gittiği, toto oynayan, mahallelinin göz bebeği olan ve “totocu anne” dediği anneannesiyle geçirir.
2000’lerin başında yaptığımız söyleşilerin kayıtlarından,(1), Türey Köse’yle hazırladıkları “Keşkesiz Bir Kadın”(2) kitabından yararlanarak Arzu Okay’ın yaşam öyküsünü, sinema serüvenini yazmayı sürdürelim.
Hayatındaki en önemli insan öğretmen olan, ilk eğitimini aldığı ve elinde büyüdüğü anneannesidir. 4-4.5 yaşında okumaya yazmaya başlar Arzu Okay.
Okulda çok çalışkan ve okul birincisi olacak kadar başarılıdır. Okumaktan başka seçeneği olmadığını, kurtuluşunun buna bağlı olduğunu düşünüyordur. Fakat hayat ona başka bir gelecek hazırlıyordur.
Saklambaç için Zeki Müren’le bir fotoroman çekilecektir, birlikte oynayacağı kadın oyuncu aranıyordur. Annesi isteklidir Arzu Okay’ın resmini gönderirler. Okulda çevrede çok bilinmesin diye Gaye Oktay adını kullanırlar. Seçilir ve ilk fotoromanında da Zeki Müren gibi bir yıldızla oynar. Gazetede de çok sevmişlerdir Arzu Okay’ı, Günaydın’ın reklamlarında da modellik yaptırırlar. Kadir İnanır da fotoromanlarda oynuyordur o sıralar. Maaşlı elemanlarla sıraya girip gişeden oynadıkları fotoromanların parasını alıyorlardır.
Kışın anneannesiyle birlikte Pangaltı’da İnci Sinemasına gidiyorlardır. Belgin Doruk’lu, Ayhan Işık’lı “Küçük Hanımefendi” günleridir. O günlerde hayal bile edemeyeceği, kısa bir süre sonra birlikte daha ilk filmde başrolde oynayacağı Ayhan Işık’lı filmleri izliyordur.
Geçimlerine katkı sağlamak için fotoromanlarda oynamaya başladığında hayatındaki köklü değişimin kapılarını araladığının da farkında değildir.
Sinemaya yeni yüzler kazandırmak için yapılan “Sinema Güzeli” yarışmasında15 yaşında “Sinema Güzeli” seçilince İtalya’daki yarışmaya da gönderilir, orada da dünya dördüncüsü olur Arzu Okay.
Döndüğünde hemen 10 filmlik kontrat yapılır, böylece daha önce filmlerde izlediği Ayhan Işık’la başrolde oynadığı ilk filmi “Ölünceye Kadar”la sinema serüveni başlar. “Yeterli bir oyunculuk altyapısı yokken zor bir iş” diyen Fatih Türkmenoğlu’nu şöyle yanıtlar; “Vardı… Babam şoför, annem ev kadınıdır, bu durumda ‘Sanatçı bir aileden geliyorum’ deme şansım yok ya! Lisede tiyatroyla çok ilgiliydim. Ruhumuzda vardı hayatım… Hah hah! Mecidiyeköy Lisesinin o zamanlar çok iyi bir tiyatro grubu vardı. Profesyonel oyuncular çalıştırırdı. Turnelere falan bile gittik, yarışmalara katıldık.”(*)Bütün amacı hedefi okuyup, başarılı olup kariyer yapmak olsa da sinema oyunculuğuna başlayınca başarılı olduğu okulunu bırakmak zorunda kalır. Sonraki yıllarda tam bir kitap kurdu olan Arzu Okay’ın İlk okuduğu kitaplardan biri Ergin Konuksever’in hediye ettiği “Demir Ökçe”dir. (Jack London) ’70’li yıllarda politik yaşam içinde solda duruyor, sol-devrimci bir yapıya sempati duyuyordur Arzu Okay. Kendini geliştirmek için sürekli kitap okuyordur.
Travmalara maruz kalmayı çok küçük yaşlarda yaşamaya başlamış Arzu Okay; annesiyle babası o henüz on aylıkken ayrılmışlar. Taksi şoförü babası kızını arayıp sormuyordur.
Oyuncu olduktan sonra bindiği taksilerde bazen “Arzu Hanım, bu sizin babanızın arabası, sizden para alamayız” diyen şoförlere denk gelir.
“Seni çalıştırmam” diyen annesiyle tartışıp babasının peşine düşer. 17 yaşındadır ve çalışabilmek için bir veliye ihtiyacı vardır. Mis Sokağı’nda çalıştığı taksi durağında bulur babasını, konuşurlar, buluşup birlikte yemek yerler fakat baba sonra “Onu evlatlıktan reddediyorum” diye gazetelere açıklamalar yapar.
Yıllar sonra sinemayı, sahneyi bırakıp, İngiltere’ye gitmiş, ticaret hayatı başlamıştır Arzu Okay’ın. İstanbul’a geldiği bir gün Sıraselviler’de denk geldiği babasının arabasının önünü keser. 27 yaşındadır artık;” “İstersen görüşelim” diyerek evine yemeğe davet eder.
Güzel bir rakı sofrası kurmuştur baş başa içip konuşup güzel bir gün geçirirler, iyi bir dostluk yakalarlar. Sonrasında iyi arkadaş olurlar, annesiyle de barıştırmıştır. Üç sene sonra da kaybeder babasını.
Babasıyla yüzleşmesini şöyle anlatır Arzu Okay kitabında Türey Köse’ye: “Suçlamanın anlamı yok ya olduğu gibi kabul edeceksin ya da görüşmeyeceksin. ‘Sen bana bunu yaptın, ben sana bunu yaptım’la başlarsan yürütemezsin. Babam, ‘Bunları seninle konuşmak istiyorum’ dedi. ‘Ben istemiyorum’ dedim. Ne konuşacağım, bir çocuğu on aylıkken bırakıp gidip onca sene aramamanın nasıl bir açıklaması olabilir ki? Hiçbir mazereti olamaz. İlişkimizi devam ettirmek istiyorsak, bugünden başlayacağız. Geriye dönmeyeceğiz. O hesap kapanmaz!” (Keşkesiz Bir Kadın s.20)
Henüz genç sayılacağı bir yaşta babası ve onun yaşattığı travmayla böylesine olgun ve örnek bir tavırla hesaplaşmıştır Arzu Okay.
SİNEMANIN MASUM KIZI
Ayhan Işık’la başrolde oynadığı ilk filmi “Ölünceye Kadar”ın (1970) yönetmeni, senaryosunu da yazan Safa Önal, yapımcı Berker İnanoğlu’dur. Filmde Ayhan Işık ve Arzu Okay’a Salih Güney, Hayal Sirer’in yanı sıra Yılmaz Gruda, Feridun Çölgeçen, Nevzat Okçugil, Özcan Özgür, Muammer Gözalan, Mahmure Handan, Müşerref Çapın gibi oyuncular eşlik eder. İlk filminde Nesrin rolüyle oldukça başarılıdır Arzu Okay, devamı da gelir…
Not: Haftaya Arzu Okay’ın sinema serüveniyle sürdüreceğiz yazımızı
(1) Mesut Kara Arzu Okay nehir söyleşiler, 2004
(2) Arzu Okay- Keşkesiz Bir Kadın, Söyleşi Türey Köse, İletişim Yayınları
(*) Fatih Türkmenoğlu söyleşisi, 15 Nisan 2007
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder