Fransa’da eylemlerin niteliği, sürekliliği ve bileşimi temel bir toplumsal gerçeği gösteriyor: Bu mücadele, bir emeklilik tasarısının sınırlarını aşan bir sosyal ve tarihsel derinliğe sahip.
“Cumhuriyet bir aldatmaca olurdu, eğer, bir hükümet biçimi yerine bir başkasını koymaktan başka bir şey olmasaydı. Sözcükleri değiştirmek yetmez, durumları değiştirmek gerekir.
Cumhuriyet demek, emekçilerin özgürlüğe kavuşması demektir; sömürü saltanatının sonu, emeği sermayenin zorbalığından kurtaracak yeni bir düzenin ortaya çıkışı demektir.
Özgürlük! Eşitlik! Kardeşlik! Büyük yapıların alınlıklarında parıldayan bu sözcükler boş bir opera dekoru olmamalıdır.
Oyuncağa gerek yok. Çocuk değiliz artık. İnsanın ekmeği olmazsa özgürlüğü de yoktur. Aşırı yoksulluğun yanı başında bolluk bir rezalet halini alırsa, eşitlik diye bir şey de yoktur.
İşçi kadınlar, çocuklarıyla birlikte, aç susuz, sarayların kapılarında sürünürse, kardeşlik diye de bir şey yoktur.”
Louis August Blanqui1
Tarihin devindirici gücünün sınıf mücadelesi olduğu düşüncesi, son 30 yıldır tarihçiler ve toplum teorisyenleri tarafından pek rağbet görmez oldu. Komünist Manifesto’nun sınıf mücadelesine dayanan toplum tasavvuru, ne yazık ki sosyalistler arasında da devrimci içeriğinden koparılmış olarak ele alınıyor. Toplumu oluşturan sınıf ve katmanların ilişkisine yüklenen liberal içerik, cumhuriyet, demokrasi, laiklik, özgürlük, eşitlik ve benzeri kavramların sınıfsal içeriğinin üzerine bir örtü çekiyor. Bu örtünün gizlediği en temel gerçeklik, burjuva egemenliği koşullarında cumhuriyetin esasında başta işçi sınıfı olmak üzere toplum karşıtı niteliği ve oligarşik karakteridir. Sözde egemenliğin kaynağını yurttaşlar olarak gören bu devlet ve toplum biçimi, kapitalizm koşullarında üretim araçlarını elinde bulunduran sınıfın, üretim araçlarından yoksun sınıfı sömürmesine ve bütün toplum üzerinde bir diktatörlüğe dönüşüyor.
Emeklilik sistemi üzerinden süren sınıf mücadelesi
Fransa’da 19 Ocak 2023’ten beri yaşanan olaylarda bu siyasal gerçekliği açıkça görüyoruz. Bu ülke 3 aydır milyonlarca emekçi ve halkın geniş katmanlarının içinde yer aldığı eylemlerle sarsılmakta. Fransa halkı, kapitalizm koşullarındaki modern tarihinin bütün keskin uğraklarında yaptığı gibi, üretim araçlarının sahipliğini elinde bulunduran burjuvaziyle sert bir çatışma içinde bulunuyor. Çatışmanın görünür nedeni, hükümetin emeklilik yaşını artıran ve işçilerden daha fazla ekonomik katkıyı öngören yeni emeklilik sistemi.
Fakat eylemlerin kitlesel boyutu, ulusal düzeyde her yerleşim birimine sıçraması, polisle yaşanan çatışmaların sertliği, eylemlerin sürekliliği ve işçi sınıfının yoğun grevleri, temel bir toplumsal gerçeği gösteriyor: Bu mücadele, bir emeklilik tasarısının sınırlarını aşan bir sosyal ve tarihsel derinliğe sahip.
Bize yürüyüşler, eylemler, çağrılar, oylamalar, çatışmalar grevler, yangınlar biçiminde dolaysız olarak bir karmaşıklık içinde görünen ve doğrudan doğruya kavranamayan olayların arkasında bütün gelişmeyi açıklayan bir neden bulunmaktadır. Bu neden, içinde ulusun bütün sınıflarının mevzilendiği bir sınıf savaşıdır.
Başbakan Elisabeth Born, 10 Ocak’ta yaptığı bir basın toplantısında, emeklilik sisteminde yapacakları “reform”ları açıklayınca, işçi sınıfı birleşik sendikaların çağrısıyla 19 Ocak’ta ilk protesto gösterisinde bulundu. Fransa’nın belirleyici 8 sendikasının ortak çağrısıyla gerçekleşen gösterilere 200 yerleşim yerinde, içişleri bakanlığına göre, 1 milyon 200 bin kişi, sendikalara göre ise 2 milyon kişi katıldı. Kamuoyundan yüksek bir destek alan bu protesto eylemleri, hükümet üzerinde bir caydırıcılık yaratmayınca, sendikalar ikinci kez eylem çağrısında bulundular. İkinci gösteriye 3 milyona yakın insan katıldı.
Patronların isteğine göre düzenlenmiş yeni emeklilik sistemine yönelik tasarının parlamentodan geçmeyeceği anlaşılınca, Devlet Başkanı Emmanuel Macron, istisnai bir şekilde hükümet üyelerini toplayarak anayasanın 49. maddesinin 3. paragrafının (“49/3”) kullanılmasını istedi. Anayasanın bu paragrafı hükümetlere, mali ve sosyal güvenlikle ilgili konularda bir tasarıyı Ulusal Meclis’e sunmadan yürürlüğe koyma yetkisi veriyor. Macron’un sözüm ona ulusal egemenliğin meşruiyetini sağlayan parlamentoyu hiçe sayması ve yıllardır her gündeme gelişinde milyonlarca emekçinin karşı çıktığı yasayı bir oldubittiye getirmesi, işçilerin yanı sıra halkın öfkesinin taşmasına yol açtı. Halkın uzun bir tarihsel sürece yayılan ve kanlı mücadelelerle kazandığı sosyal haklara yapılan saldırıya bir de siyasal diktatörlük inşa etme girişimi eklenince, Fransa emekçileri kendine özgü bir devrimci coşkuyla ayağa kalktı.
“49/3”ün açıklandığı güne kadar, birleşik sendikal önderliğin çağrısıyla nispeten barışçıl geçen eylemlerin şiddetlenmesi, grevlerin sertleşmesi, geniş halk kesimlerinin katılım gösterdiği polisle çatışmalar, polis araçlarının yakılması, meydanların işgali, ulaşım ve eğitimin yüksek katılımlı grevlerle aksatılması ve benzeri eylemler biçimini aldı. Beşinci Cumhuriyet’in sermayenin arzusunu yerine getirmek için emeklilik tasarısını “Bonapartist” bir yolla yürürlüğe koymak istemesi, işçi sınıfı ve halk hareketini hem büyüttü hem de radikal biçimlere taşıdı.
23 Mart’ta düzenlenen gösteri ve çatışmalar İçişleri Bakanlığı’nın yaptığı açıklamayla 300 değişik yerleşim yerine sıçradı. O gün yapılan eylemlere sadece Paris’te 800 bin, ulusal ölçekte 3,5 milyon insan katıldı. Bu katılım Fransa’nın bütün tarihinin en büyük kitle eylemi oldu.
Polisle olan çatışmalardan biri Sainte Solin kasabasında yaşandı. 25 bin göstericinin katıldığı yürüyüşe 3 bin jandarmanın gaz bombaları ve diğer şiddet araçlarıyla saldırması sonucu 40’ı ağır olmak üzere 200 gösterici yaralandı. Yaralanan göstericilerden ikisi uzun süre komada kalırken bir gösterici de gözünü kaybetti. Jandarmanın bir yasal gösteriyi şiddete boğan davranışına kızan göstericiler, molotof kokteyli kullanarak kendini savundu ve jandarmanın araçlarını ateşe verdi. Yine her defasında katılımın çok yüksek olduğu Bordeaux şehrinde 23 Mart’ta dokuzuncusu düzenlenen protesto gösterilerinde polisin şiddetine maruz kalan göstericiler belediye binasını yaktılar. Polis gösteriler sırasında yüzlerce insanı gözaltına aldığı gibi, gösterilerden sonra da evlere baskın yaparak katılan insanları tutuklamaktadır. İktidarın bütün baskısına ve kamuoyunu çarpıtılmış bilgilerle manipüle etmeye çalışmasına rağmen, eylemler ulusal düzeyde bir direniş biçiminde sürmektedir. Sermayenin önceliklerine göre düzenlenmiş yeni emeklilik tasarısına ve 49/3’e karşı süregiden gösteri ve eylemlerin 12’incisi 13 Nisan’da yapılacak.
Halkın kararlılığı ve önderliğin zayıflığı
İşçi sınıfı ve halkın çoğunluğunun katıldığı ve ocak ayından bu yana süren eylemler, 19’uncu yüzyıl Fransa’sının yaşadığı sınıf çatışmalarını andırmaktadır. Halkın eylem coşkusu ve militanlığı bu direnişi yönlendiren sendika önderlerinde de olsa, olaylar Fransa’yı devrimci bir kriz durumuna doğru sürükleyecek potansiyele sahip. İşçi sınıfının büyük bölümü gözlerini ve kulaklarını onlara kapatan yönetime karşı kısmi olarak süren grevlerini bir genel greve dönüştürmek için hazır. Eylemlere milyonlar halinde katılan halk, kamuoyu anketlerinin açığa çıkardığı gibi, direnişin sertleşmesine güçlü bir destek sunuyor.
Devletin ve sermayenin denetimindeki kitle iletişim araçlarının bıktırıcı beyin yıkama taarruzuna rağmen, yapılan bütün anketler de halk, direnişin yanında olduğunu belirtiyor. Tasarının topluma duyurulduğu 10 Ocaktan bir gün sonra yapılan ankette halkın yüzde 59’u yeni emeklilik sistemine karşıtlığını açıklarken bu oran 28 Mart’ta yüzde 72’ye çıktı. Bu oran Bonapartizm’i hatırlatan “49/3”de daha da yüksek: Halkın yüzde yüzde 82’si anayasanın 49’uncu maddesinin 3’üncü paragrafının kullanılmasına karşı. Fransız halkının yüzde 74’ü hükümetin düşürülmesi için parlamentoda verilen gensoruyu (Motion de Censure) desteklediğini belirtti. Yine halkın çoğunluğu sendika liderlerini devlet başkanından daha güvenilir buluyor. Macron’un toplumdan aldığı destek sadece yüzde 21. Daha da önemlisi nüfusun yüzde 67’si ülkenin ve ekonominin bloke edilmesinden yana.2 Halkın yüzde 83’ü Fransız toplumunun köklü bir değişimini istiyor. Bu oran 60 yaş üstü insanlarda yüzde 91,3.
Fakat bu güçlü halk katılım ve desteğine rağmen, sendika ve toplumda güçlü bir desteğe sahip sol partilerin önderleri bir genel grev çağrısından kaçınıyorlar. Her gösteri ve eylemde milyonlardan yükselen kararlı çığlık Macron ve hükümetinin düşürülmesi. Sendika önderleri, sistemin ötesine geçmeyi bırakalım, hükümetin düşürülmesi için bile istekli değiller.
Durumun emeklilik sisteminin değiştirilmesini engellemek için Ocak ayından beri yapılan ve sendika önderleri tarafından yönetilebilen sınırların ötesine geçmesi, bu önderleri endişelendirdi. 9 Mart’ta Macron’a yazdıkları kamuoyuna açık mektupta, bir halk isyanından korktuklarını açıkça dile getirdiler: “Fransa’nın her yerinde, kamu ve özel sektörün tümünde gerçekleşen grev ve kitlesel seferberlik, Fransız halkının desteğini aldı. Buna rağmen siz ve hükümetiniz bu güçlü toplumsal hareketin karşısında sessiz kalıyorsunuz. Örgütlerimiz için bu tepkisizlik ciddi bir demokratik sorun teşkil etmesinin yanı sıra, kaçınılmaz olarak bir kitlesel patlamaya yol açabilir”. 4
Sınıf mücadelesinin keskin yasalarını bir kenara koyan uzlaşmacı işçi önderleri, çoğu zaman egemenlerden iyi niyet bekler. Tipik birer sosyal demokrat olan sendika liderlerinin bu uyarısı, Fransız sermayesinin işlerini yürüten Le Palais de L’Elysée’nin sakini üzerinde hiçbir iyi niyet yaratmadı. Çünkü sermaye ve kadroları, işçi sınıfının koşullarını dikkate alan hiçbir insancıl duygu taşımaz. Bu yaşamın bütününü çürüten sermaye düzeni, ancak her şeyi kaybetme tehlikesi kapıya dayandığında ezilen ve sömürülenlerin insani isteklerine kulaklarını açar.
Fransa’nın en büyük işçi sendikası olan CFDT’nin (Confédération Française Démocratique du Travail.) lideri Laurent Berger, petro-kimya tesislerinde grevi yöneten CGT (Confédération Générale du Travail) üyesi bir sendika liderinin, “Ekonomiye diz çöktürelim önerisi: CFDT için bunu yapmak söz konusu olamaz, bu bizim için çok açık, bu halihazırda zor durumda olan işçilerin durumunu daha da zorlaştırır”5 diye yanıtladığında, burjuvazi için kapıda bekleyen bir tehlike olmadığı belli oldu. Elbette Berger işçilerden çok kapitalist sistemi zora sokmak istemiyor. Bu gerçekliği Macron’un 22 Mart’ta yaptığı konuşmada gördük: “Sendikaların sorumluluk ruhundan memnunum.”
Gensorunun verildiği günlerde aynı sendikanın genel sekreteri Marylise Léon, basına yaptığı açıklamada, “Bu konuda bir pozisyon almıyoruz, amacımız hükümeti devirmek değil, reformun geri çekilmesidir”6 dedi.
Yeni Emeklilik Tasarısı’nın yasa olarak yürürlüğe girebilmesi için Anayasa Konseyi (Conseil Constitutionnel) tarafından onaylanması gerekiyor. Konsey 14 Nisan’da toplanacak. 6 Nisan’da yapılan eylemlerden sonra ülkenin en büyük haber kanalına çıkan CFDT Genel Sekreteri Berger kendisine “Bu tasarı onaylanırsa ne yapacaksınız?” diye sorulduğunda, “Ne düşündüğümüzü söylemeye devam edeceğiz, ama Anayasa Konseyi’nde yer alan bilge adamların meşruiyetini tartışma konusu yapmayacağız. Kararı tartışmayacağız,” diye yanıtlayarak grev ve gösterileri durduracaklarını ifade etti diyebiliriz.
İşçi sınıfının geleneksel ve ikinci büyük işçi sendikası olan CGT’nin yeni seçilen lideri Sophie Binet, “Bu reformun geri çekilmesinden başka bir çıkış yolu yok. 14 Nisan’dan sonra da seferberliğin devam etmesi gerekir” diye bir öneride bulunsa da, en büyük işçi sendikasının işçi sınıfı arasında yol açacağı bölünme, hareketin kararlılığı ve devamı üzerinde zayıflatıcı bir etki yaratacak.
Halkın direnişi sürdürme ve sertleştirme kararlılığına rağmen, en büyük işçi sendikasının liderlik katında ortaya çıkan çözülmenin, burjuvazinin siyasi dünyasındaki kaygılara denk düşmesi düşündürücü olmalı. Gensorunun mimarı kendisini merkezci olarak tanımlayan milletvekili Charles de Courson. Macron 49/3’ü kullanmalarını hükümetten isteyince o bile hazırladığı gensorunun kabul edilip edilmemesine bakmaksızın, krizin politik ve sosyal derinliğini şu endişe dolu sözlerle ilan etti: “Cumhurbaşkanı’nın kararının bütün sonuçlarını kavradığından emin değilim. Böyle giderse ülke daha yönetilemez bir hale gelecek. Bence mevcut hükümet ölüyor. Başbakanın değişmesinden bahsediyoruz: Bu bana çok açık görünüyor, ama bu, temel sorunu çözmeyecek. İşler Ulusal Meclis’te de, Senato ve sokakta da çok kötü gidecek7."
Courson’un krizin boyutlarını gözler önüne seren bu değerlendirmesini, yeni kurulacak hükümette bir bakanlık kapmak biçiminde algılamak eksik bir yaklaşım olur. O, Fransız tarihinin burjuvaziye yaşattığı bir tehlikeye işaret ediyor. Ezilen ve sömürülenler kararlı ve birleşik biçimde isyan ettiklerinde, en önemli görevi zenginlerin servetini korumak olan devleti paramparça ediyorlar. Komün bunu kanıtlamıştı.
Ayrıca egemen sınıfların, ezilen ve sömürülenler kararlıca karşılarına dikildiğinde, oluşan kriz durumunu, işbirlikçi halk önderlerinin her zaman yatıştırmada başarılı olamadığını, dünya devrimci deneylerinden öğrendiklerini bilmeliyiz.
Sınıf mücadelesinin birden fazla pratiğinde, halk muhalefetinin güçlü kesimleri tarafından pek de önemsenmeyen daha küçük örgütlerin, bütün zorluklara rağmen sürekli bir kararlılık içinde olduklarında, devrimci eylemlerle krizi derinleştirerek iktidarı ele geçirdiklerini burjuvazi de bilmektedir. Büyük Ekim ve Küba devrimleri bu gerçeği göstermişti.
Açık ki, sermaye düzeni için tehlike bir önceki Sarı Yelekliler hareketinden daha büyüktü. Düzen için kaygıların artmasına yol açan, bu sefer proletaryanın geniş katmanlarının ayağa kalkması, uzlaşmacı önderliğe rağmen alt düzey sendikacıların ve işçilerin radikal düşünce ve eylemlere yönelmesi ve bu durumun bir genel grev aracılığıyla ülkeyi tam bir sınıflar savaşına sürükleme potansiyeli taşımasıydı. Sarı Yelekliler hareketi yığınsallığı ve eylemleri bakımından günümüzün direnişiyle paralellik gösterse de, işçi sınıfının bütün toplumu ayağa kaldıran katılımından yoksundu.
Sosyalizmin güç kaybetmesi ve sermayenin emeğe saldırısı
Ocak ayından bu yana süregiden bir kararlılık içinde Fransız halkını sistemle yığınsal çatışmalara sürükleyen nedeni, sadece emeklilik yasasında yapılmak istenen emek karşıtı değişikliklerden ibaret görmemek gerekir. Emekçileri geniş bir yoğunlukta harekete geçiren neden, mücadeleyle kazanılmış sosyal haklara iktidarların 1990’lardan bu yana sermaye yararına yaptığı saldırılar.
Sovyetler Birliği’nin kendinden kaynaklı ideo-politik nedenlerden dolayı çökmesi, bütün dünyada olduğu gibi Fransa’ya da olumsuz yansıdı. Buna Fransız Komünist Partisi’nin tarihsel hataları da eklenince, işçi sınıfının örgütlü gücü zayıfladı. Dengenin burjuvaziden yana bozulması, sosyal hakları budamak için fırsat kollayan hükümetleri zaman kaybetmeden saldırmaya sevk etti.
Geniş bir çerçevede örülen saldırının merkezinde, daima çalışma hayatını ve emeklilik yasasını yeniden düzenleyen yasalar oldu, diyebiliriz. 1993’te Eduard Balladur’un başbakanlığındaki hükümetten bu yana istisnasız bütün iktidarlar bu sistemi reform sözcüğünün ardına gizlenerek yenilemeye uğraşıyor.
Fransa’da halkın sosyal ve siyasal haklarının kökeni 1789 Devrimi’ne kadar gider. Fakat işçi sınıfının emeklilik de içinde olmak üzere geniş bir çerçeve de sosyal haklara sahip olması, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra gerçekleşti. Nazilerin işgali kırıldıktan sonra kurulan ikinci hükümetin Komünist Çalışma Bakanı Ambroise Croizat, işçilerin ve çalışan herkesin yararlandığı sosyal hakları anayasal güvenceye kavuşturdu. 1945-47 arası görev yapan komünist bakan ilk defa 1982 yılında 60’a indirilen emeklilik yaşının ön koşullarının yaratılmasının da öncüsüdür.
Dünyada sosyalizmin güçlü, Fransa’da işçi hareketinin örgütlü olduğu yıllarda sosyal haklara saldırma cüreti gösteremeyen sermaye iktidarları, ilk saldırıyı 1993’te emeklilik yasasına yaptılar. Halk yığınsal eylemlerle karşı çıkmasına rağmen Balladur hükümeti çalışanların aleyhine üç önemli değişiklik yaptı.
Bir: Daha önce emekli olmak için, özel sektör de çalışan biri emeklilik kasasına 37,5 yıl katkı yapması gerekirken bu 40 yıla çıkarıldı. İki: Daha önce emekli maaşının tutarı çalışanın en yüksek 10 yıllık geliri üzerinden belirlenirken yeni yasayla bu 25 yıla çıkarıldı. Üç: Daha önce genel işçi ücretlerinin yükselmesine bağlı olarak değer kazanan emekli aylıkları, enflasyona endekslenerek düşürüldü.
Çalışma hayatı ve emeklilik sistemi üzerinden işçi sınıfının kazanılmış haklarına saldırı, bundan sonra da reform kavramı etrafında düzenlenen bir bilgi kirliğiyle gündeme getirildi. 1995’te Juppé, 2003’te Fillon, 2007-2008’de Sarkozy, 2010’da Woerth, 2014’de Touraine, 2017’de Macron reformları adı altında çalışma hayatı ve emeklilik sistemi sermayenin önceliklerine göre yeniden düzenledi. Her defasında işçi sınıfı bazı hakları kaybetti. Bunlardan biri 2010 yılında emeklilik yaşının 62’e çıkarılması oldu.
Sosyal haklara yapılan saldırılara karşı her defasında başta işçi sınıfı olmak üzere toplumsal bir direnişle karşı konuldu. Bütün Fransa tarihindeki en kitlesel gösteriler bu süreçte yapıldı. Fransa emekçilerinin neoliberal kapitalist politikalara hangi yoğunlukta karşı çıktığını göstermek için iki örnek verelim.
Kapitalizmin 2008 krizinde işten çıkarmalara ve satın alma gücünün düşmesine (Défense de l’emploi et du pouvoir d’achat menacés par la crise financiére) karşı sendikaların çağrısıyla yapılan eylemlere 29 Ocak 2009’da 2,5 milyon, aynı yıl 19 Mart’ta ise 3 milyon insan katıldı. 2010 yılında Çalışma ve Sosyal İşler Bakanı Eric Woerth emeklilik yaşını büyütmek istediğinde ardarda 6 büyük kitlesel gösteri düzenlendi. (Mouvement social contre le projet de loi Woerth sur les retraites) Bu katılımın miktarı 7 Eylül’de 2 milyon 5 yüz binle 3 milyon arası, 23 Eylül’de 3 milyon, 2 Ekim’de 3 milyon, 12 Ekim’de 3,5 milyon 16 Ekim’de 3 milyon 19 Ekim’de 3,5 milyon insan katıldı8. 19 Ocak’tan bu yana süren çatışmalı eylemleri, düzenlenen 10 yürüyüşün hepsine milyonların katılımını, grevleri ve bir yıldan fazla süren Sarı Yelekliler Hareketi’ni bu resme eklediğimizde Fransa’da olan bitenleri en kızgınından bir sınıf savaşı diye adlandırabiliriz.
İktidarın yalanları ve gerçekler
Toplumsal ilişkilerin güç dolayımıyla kurulduğu sınıflı toplumlarda, sunulan bilgiler tarafsız değildirler. Toplumsal ilişkiler eşitsizlik üzerine kurulduğu için bilgi biçimleri doğrudan bir ideolojik amaç taşımasa bile sonuçta bir toplumsal sınıf/katman yararına etki yaratır. Felsefe, iktisat, tarih, siyaset kuramları bu gerçeği yansıtırlar. Bu nedenle her bilgi biçimi yarar gözetilerek bir toplumsal sınıf tarafından sunulur ya da desteklenir. Toplumsal yaşamı düzenleyen devletin sunduğu bilgiler sınıflı toplumda üretim araçlarını elinde bulunduran sınıfın yararına göre düzenlenir. Bu düzenleme “ulusun ve devletin esenliği” örtüsü altında gizlenir.
İlk günden bu yana emeklilik sistemine ilişkin devlet katından topluma sunulan bilgi, gerçekleri gizleyen ve sermayenin yararını gözeten bir kurguya sahip. Bu kurgu, çarpıtılmış bilgilerin ürettiği bazı yalanlara dayanıyor. Emeklilik yaşını artırmak için hükümetin kamuoyuna açıkladığı bilgilerden biri, emeklilik sisteminin sürekli açık verdiği ve bu açığın büyüyerek devlet bütçesi için taşınamaz bir yük oluşturduğu... Hükümetin hazırladığı yeni sisteme göre, bu açığın kapanması için işçilerin 2 yıl daha çalışması lazım. Devlet başkanı, başbakan, bakanlar ve sermayenin kitle iletişim araçları bu bilgiyi başbakanlığa bağlı “Emeklileri Yönlendirme Kurumu”nun (Conseil d’orientation des retraites) yayınladığı 2022 raporuna dayandırıyorlar. Emeklilik sistemi, önce kapitalizmin 2008 krizinden daha sonra Covid salgınından dolayı zaman zaman açık verse de 2021 yılından itibaren fazla vermektedir. 2021 yılında 900 milyon Avro fazla veren sistem, 2022 yılında 3,2 milyar Avro fazla verdi.9 Emeklilik Konseyi Başkanı Pierre Louis Bras, 20 Ocak 2023’te milletvekillerine yaptığı bir sunumda hükümetin, kendi tasarısına uygun olarak kurumun verdiği bilgileri yanlış kullandığını, emeklilik harcamalarının nispeten kontrol edildiğini ve zamanla bu harcamaların azalacağını açıkladı.10
Çarpıtılmış bilginin bir diğer ayağı “daha uzun yaşıyoruz, daha uzun çalışmalıyız”. Eğer 64 yaşında emekli olma tasarısı yürürlüğe girerse, bir işçinin bu sistemden tam yararlanabilmesi için aralıksız 43 yıl çalışması gerek. Bu durumda zaten yoksulların üçte biri emekliliğini görmeden ölmüş olacak. Bu oran zenginlerde yüzde 6. Kaldı ki, zenginler yaşlandıklarında emekli aylığına muhtaç değil.
Fransa’da sağlıklı bir yaşam beklentisi erkekler için 64 kadınlar için 65. Çoğunlukla zor ve sağlığa elverişli olmayan koşullarda çalışan yoksulların yaşam süresi zenginlere göre 13 yıl daha az. Zengin ve yoksul yaşam karşısında eşit olmadığı gibi, ölüm karşısında da eşitlikten uzak.
Emeklilik yaş ve maaşının bir diğer yakıcı boyutu, işçi kadınlarla ilgili. Kadınlar Fransa’da erkeklere göre yüzde 40 oranında daha düşük maaş alıyor. Bunun birden fazla nedeni bulunuyor. En önemlilerini çocukların bakımından dolayı kadınların çalışma yaşamlarının kesintiye uğraması ya da tam zamanlı olmayan işlerde çalışması ve işçi kadınların genellikle düşük ücretli işler bulabilmesi olarak açıklayabiliriz.11
Yeni emeklilik yasasından kim memnun?
Politikanın tarihsel olarak ekonomiyle ayrılmaz bir bütün oluşturduğu çağımızın temel bir bilgisidir. Bu bilgi, bilimsel bir temele kavuştuğundan bu yana, siyasal çatışmaların kökeninde ekonomik çıkarların bulunduğunu gösteriyor.
Fransa’da emeklilik sistemi etrafında kristalize olan çatışma, temel olarak üretim araçlarından yoksun bırakılmış ve emeğinden başka hayata tutunma gücü olmayan yoksullarla, üretim araçlarının sahipliğini elinde bulunduran sınıf arasındadır. Çalışma koşullarını ve emeklilik sistemini yeniden düzenleme isteği burjuvaziden geliyor. İktidarın bütün gerekçeleri bu yalın gerçeği örtme amaçlıdır. Bütçenin denkleştirilmesi, Fransa’nın geleceği, ulusun çıkarları demagojiden öte bir şey değil. Yıllardır işçi sınıfının sosyal hakları elinden birer birer alınıp yoksullaştırılırken, kapitalistler servetini büyütmekteler.
Fransa’nın en büyük patron sendikası olan Médef’in (Mouvement des entreprise de France) başı Geoffroy Roux Bézieux, dünyaca ünlü Le Monde gazetesinin yorumuna göre, halkın tepkisinin artacağından çekindiği için açıktan söylemese de tasarıdan oldukça memnun: “Alınan kararlar önemli ve genel olarak tatmin edicidir. Emeklilik yaşının büyütülmesi maliyet ödemelerimizin dengeye kavuşmasına katkıda bulunacaktır”.12
Bu sözlerle memnuniyetini belirten patron sendikasının başı, yine de tasarının yaşlıların istihdamını öngören maddesinin kendileri için yaratacağı sorunlara değinmeden edemedi. Yine küçük ve orta ölçekli işletmelerin içinde yer aldığı konfederasyonun (CPME- Confedération des petites et moyennes entreprise) Yardımcı Başkanı Eric Cevée de tercihlerinin 65 olmasına rağmen tasarıdan hoşnut.
Zenginliğin bölüşümü ve yoksulluğun acı gerçeği
Kapitalist sistem, doğasına uygun olarak, zenginliğin eşitsiz dağılımından kaynaklanan sosyal kutuplaşmayı sürekli büyütür. Bu kutuplaşmayı ülkeler ve sınıflar arasında olarak iki başlık altında ele almak mümkün. Ülkeler arasındaki kutuplaşma, kapitalist metropol ülkelere, politik ve ekonomik olarak sömürgecilik ilişkileriyle güdümlenmiş olan ülkelerden servet transferi nedeniyle ortaya çıkıyor. “Centre de recherche appliquée de l’ecole norvégienne” adlı bağımsız kuruluşun verdiği nesnel bilgiyle 2012 yılında yoksul ülkelerden zenginlere akan servet 2 trilyon dolar. 1980’den 2012’e kadarki tutarı da 16,3 trilyon dolar. 1 Sömürgecilik yoluyla transfer edilen bu muazzam servet, yoksul ülkelerde yaşayan milyarlarca insanın açlık ve sefaletinin nedenidir.
İkinci kutuplaşma, bütün sınıflı toplumlarda sermaye sınıfıyla emekçiler arasında yaşanıyor. Ülkeler arası eşitsizliğe sömürgecilik yol açarken, sınıflar arasındaki eşitsizliğin kökeni özel mülkiyettir. Üretim araçlarına sahip bir avuç kapitalist, odağında devletin olduğu düzenlemelerle, toplumsal zenginliğin büyük kısmına sahip oluyor.
Fransa, kapitalizmin ilk egemen olduğu ülkelerden biri olarak, yoksullarla zenginlerin arasındaki gelir farkının uçurumlar düzeyinde olduğu bir ülkedir. 2022’deki 3 trilyon 140 milyar dolar Gayri Safi Yurt İçi Hasılası’yla dünyanın yedinci, Avrupa Birliği’nin ikinci büyük ekonomisine sahip olan Fransa’da emek yoluyla yaratılan zenginliğe bir avuç oligark sahip. Korona salgını ve Ukrayna savaşının yarattığı gaz, petrol, yiyecek krizi ve silah satışından da yararlanan bu oligarklar servetini katladı.
Her iki krizde en zengin 10 kişinin artan serveti 189 milyar Avro. Fransa’da bugün en zengin 42 kapitalistin sahip olduğu toplam servet 544,5 milyar Avro, en zengin 10 kişinin ise 435,4 milyar Avrodur. Bu en zenginlerin en zengini olan ve şimdilerde dünyanın da en zengini olan Bernard Arnault’un serveti, 20 milyon Fransızın sahip olduğu toplam zenginliğe eşit.13
Birkaç kişinin elinde toplanmış bu servete rağmen devlet her yıl, kamu bütçesinden bu ultra zenginlerin şirketlerine 157 milyar Avro yardım ve 15 milyar Avro vergi indirimi kolaylığı sağlıyor. Buna rağmen ülkede vergiden her yıl 80 milyar Avro vergi kaçırılmakta.
İktidarın her gün bir propaganda seliyle gündeme getirdiği sözüm ona emeklilik sisteminin açığı ise, (o da ileri yıllar için, kuşkulu bir öngörü) 12 milyar Avro. Yapılan hesaplamalarda eğer bu bir avuç multimilyarderin servetinin yüzde 2’si vergi yoluyla alınsa, öngörülen açık kapanıyor, yüzde 3’ü ise bütün yoksullar için asgari ücret olan 1200 Avro geliri garanti ediyor.
Fransa’da yoksulluk 1200 Avrodan az geliri olanları kapsıyor. Buna göre 9,2 milyon insan yoksul ve çoğunluğu kadın. Bu sayıya istatistiklerin dışında kalan 1,6 milyon insanı eklemek lazım. Yoksulluk oranı, Fransa’nın uzun sömürgecilik tarihinde zor yoluyla ilhak ettiği deniz aşırı yerlerde daha da yüksek. Yoksulların yarısı 885 euro veya daha az bir gelirle yaşıyor. Yoksulluğa en fazla işçi sınıfı arasında rastlanıyor. Uzun vadede bile yoksulluk çemberi kırılamıyor, her beş yoksuldan biri ömür boyu yoksul kalıyor. 2 milyon insan derin bir yoksulluk içinde yaşamaya çalışıyor, bunların 300 bini yaşayacakları sürekli bir konuttan yoksun (SDF-Sans Domicile Fixe). 7 milyon Fransız da yoksulluktan dolayı devlet ve sivil toplum kuruluşlarından gıda yardımı almaktadır.14
Cumhuriyetin oligarşik ve antidemokratik niteliği
Fransa, anayasaya göre, bir cumhuriyet. Bu cumhuriyet, sözüm ona köklü demokratik gelenekleri olan bir demokrasiye sahip diye bilinir. Bu, gerçeği yansıtan bir tanımlama değil. Dışarıda emperyalist karakterini hep sürdüren cumhuriyet, içerde bir avuç servet sahibinin oligarşik diktatörlüğüdür. Oligarşi siyasal iktidarın küçük bir azınlığın elinde olduğu rejimdir. Gerçekte Fransa’yı yönetenler, bütün medyayı, bankaları, sigorta şirketlerini ticareti kontrol eden bir avuç multimilyarder. Seçimler ve temsil yoluyla kendisine meşruiyet sağlayan “demokrasi” gerçekte bir avuç oligarkın çoğunluğun üzerindeki egemenliği.
Demokrasiyi ilke olarak halkın karar verdiği sistem olarak betimleyebiliriz. Örneğin Paris Komününde bütün kararlar ve onları uygulamayla görevli olanlar halk tarafından seçilir ve halk memnun olmadığı zaman görevden alınırdı.
Fransa Cumhuriyeti, Paris Komünü hariç hiçbir zaman halkın kendi kendini yönettiği bir demokratik sistem inşa etmedi. Monarşinin yerini alan cumhuriyete, halk demokratik bir karakter kazandırmak istediğinde, cumhuriyetin en önemli figürü Jakobenler yenildikten sonra Fransa’yı yöneten direktuvarın 5 üyesinden biri ve bütün tarihçilerin hem fikir olduğu, Napoléon Bonaparte’ın darbesinin hazırlayıcısı Joseph de Sieyés, halkın kendisini doğrudan değil temsilciler aracılığıyla ifade edeceğini ama yasaların yapımında halkın seçtiği temsilcilerin karar verici olamayacağını şu sözlerle belirtti: “Halk sadece temsilcileri aracılığıyla konuşabilir ve davranabilir”. Temsilciler kanun yapmayı kendileri kabul etmemelidir; onların bunu yapacak özelliği yok. Eğer iradelerini dayatırlarsa, Fransa temsili bir devlet olmaktan çıkar; demokratik bir devlet olur.”15
Okuyucu Sieyés’in görüşünü “234 yıl önceye ait” diye bir anlamda hoş görebilir. Halkın yasaların yapılmasında inisiyatif alması 14 Aralık 2017’de Fransız senatosu tarafından bir kez daha reddedildi: “Yurttaşların yasa yapma ve değiştirme hakkı yoktur. Onların temsilcisi olan biz milletvekilleri, biz temsilciler, yasa yapma inisiyatifi ve tekeline sahibiz.”16
Açıklandığı günden bu yana milyonların eylemleriyle karşı çıktığı, bütün kamuoyu araştırmalarında nüfusun çoğunluğunun geri çekilmesini istediği bir yasayı, bırakalım bir referandumla halkın oyuna sunmayı, parlamentodan kaçırıp “49/3”e dayanarak yasalaştıran cumhuriyet demokratik değil, azınlığın diktatörlüğüdür.
Unutmayalım: Fransız Cumhuriyeti onu demokratikleştiren Paris emekçilerinin mezarıdır da. Bu mezarda sadece 40 bin Komünar gömülüdür.
Türkiye sol ve sosyalist hareketlerinin, Fransa Cumhuriyeti’yle karşılaştırılamayacak kadar daha gerici olan Türkiye Cumhuriyeti’ni, bütün tarihi katliam yapmakla geçmiş burjuvazinin peşine takılarak demokratikleştirmeye çalıştığı bu günlerde, Cumhuriyet ya işçi sınıfının Sosyalist Cumhuriyeti’dir ya da onun mezarı.
AHMET GÜNEŞ / SOL-Görüş
- 1.August Blanqui, Seçme Yazılar, Çev.: Vedat Günyol. Birinci Baskı, s. 78.
- 2.Bu bilgilerin derlendiği kaynaklar: Elabe Etude&Sondage; Cluster 17; Harris İnteractive Sondag; İfop İnstitu d’Etude Opinion et Marketing.
- 3.İnstitu National de la statistique et dés études économiques.
- 4.Révolution Permanente L’Intersyndicale, entre absence de détermination et recherhe de compromis İmpossible.
- 5.TF 1 Info Mettre a genoux l’economie française? Hors de question 7 Mars 2023.
- 6.Bataille des retraites. Du moment Berger au moment pré révolutionnaire. 19 Mars.
- 7.İlyes Ramadani, Le coup de force de Macron, Mediapart 17 Mars 2023.
- 8.Liste des rassemblements les plus importants en France.
- 9.Conseil d’orientation des retraites.
- 10.L’insoumission retraites, Macron recadré par le président du conseil d’orientation des retraites.
- 11.Bu bilgiler OXFAM’dan alınmıştır. Reform des retraites: Une reform injuste, inutile, im populaire.
- 12.Le monde retraites, satisfait de la reforme, le patronat opposé a la mise en place d’un << index senior>>.
- 13.Oxfam , Réform de retraites. Une réform injuste, inutile, in populaire.
- 14.Oxfam,état des lieux de la pauvreté en France 2 Novembre 2022.
- 15.Joseph de Sieyés, Discours du 7 septembre 1789.
- 16.Philippe Bas, rapporteur de la commision des loi du Senat, 14 décembre 2017.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder