24 Nisan 2023 Pazartesi

Yüzüncü yılda 23 Nisan (1) - Bilsay Kuruç / Cumhuriyet

 

Yüzüncü yılda, üzerinde düşünülmesi kaçınılmaz olan bilgiler nelerdir? Özellikle neler? Öyle ki bakışımızı irdeleyelim. Bildiklerimize yeniden bakalım. Belki ufuk kazanırız.

YÜZYILIN TÜKENİŞİ

1914’te büyük kapitalizmler kapıştı. Büyük “insanlık krizi” yaratarak 19. yüzyıla son verdiler. “Son aşaması”nda kapitalizmin kendine özgü hastalıkları da artarken aradığı çarelerden biri yeni bir coğrafyaya, Ortadoğu’ya el koymaktı. İngiltere ile Fransa, 1915’te gizli anlaşma yaptı: Sykes-Picot. 1920’nin ağustosunda, “Büyük Savaş”ta yenilmişler safındaki Osmanlı Devleti’ne tükenmişliğinin belgesi olarak tebliğ edildi, imzalandı. Adı konuldu: Sevr. İngiliz resmi sözcüleri de “Türklerin Asya’ya geri gönderileceğini” dile getirdiler. Bu İngiltere’nin “Büyük Ortadoğu Projesi”ydi. Elbette işbirlikçileri vardı. Kapitalizmin 20. yüzyılı 1919’da savaş galiplerinin Paris Konferansı’nda başladı. İkinci “büyük insanlık krizi”ne kadar, 20 yıl çeşitli krizlerle sürdü. Kuzey komşumuz ise 1917 “Ekim”inde, devrimle, insanlık için yeni bir dönem açtı.

İLERİ HAREKET

1923’ün 29 Ekim’inde Cumhuriyet, devrim olarak, bağrında bir “ileri hareket” taşıyarak doğdu. Kendine özgü bir diyalektikle. 19 Mayıs 1919’da filizlendi, 23 Nisan 1920’de ilk zeminini buldu: TBMM. İleri hareketi yatağını bulup akmaya başladı. Bu, “Bizim de bir Meclisimiz olsun; hatta ona ‘parlamento’ diyelim!” makamında bir kuruluş değildi. Emperyalizmle mücadele etmek, kazanmak ve Cumhuriyete varmak için ilk  ciddi adımdı. Yani, herhangi bir Meclis değil, içinde mücadele ve kuruluş iradesi ile yaşayan bir “olağanüstü Meclis”ti. Kuruluşunda Cumhuriyetten söz edilmiyordu; hatta bundan ürken üyeleri, “tarafsızlar”ı da az değildi. 

İleri hareketin kurgusu Mustafa Kemal’indi. Bir adımla bir yeni hareket ve ikinci adımla onu perçinleyen ikinci ve sonraki hareketlerin kurgusu. 1920’nin ikinci yarısında Mustafa Kemal’in hazırladığı “Halkçılık Programı”ndan kalkıp 1921 Ocak ayında ilk anayasaya varışı. “Nutuk”ta (1927) vurgulandığı gibi, “Birinci madde: Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir. İdare usulü, halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına dayanır.” Böylece Mustafa Kemal, 1919 sonunda Ankara’ya getirdiği Misakı Milli’yi (Ulusal Ant) 1921 başında kuruluşun özü olan anayasaya yerleştiriyor. Ve ilk kez “millet” irade sahibi olarak sahneye çıkıyor. Bunu, İstanbul’a (Tevfik Paşa’ya) tebliğ ediyor. Siyasal meşruiyetin kaynağını bir devrim süreci içinde yaratıyor. Tarihin “zaman”ı artık buna göre akacaktır.

MUHAREBELER VE SONRA

Milli Mücadele’nin akışını ve sonucunu belirleyen muharebelerin tümü Batı Cephesi’nde oldu. Birinci ve İkinci İnönü, “Milletin makûs talihinin yenilişi” idi. Manevi dönüm noktasıydı: Kazanacağız! Ancak, maddi yokluğun büyüklüğü Eskişehir çatışmalarında ortaya çıktı. İngiltere’nin piyon olarak Anadolu’ya sevk ettiği Yunan işgal kuvvetinin büyük sayı ve donanım üstünlüğü önünde, Eskişehir’de 30 bin 809 er (hemen tamamı silahlarıyla) muharebe alanlarından kaçmışlardı. Ordu Sakarya’ya çekildi.

Dramı Sakarya’dan bakarak daha iyi kavrarız. Mustafa Kemal 1919’da Amasya’dan Erzurum’a hareketinde, yol üzerinde bir tarla kenarında durur. Tarlanın sahibine “Düşmanın işgalini anlatıp mücadeleye katılmasını” önerince köylü “Düşman benim şu tarlamın kenarına gelmedikçe kımıldamam!” der. Eskişehir’de kaçanlar da bu soğuk gerçeğin devamıdır. Fakat, Sakarya’da farklı bir tabloya geliyoruz. Bıçak kemiğe dayanmıştır. Meclis’in Mustafa Kemal’e tam yetki veren “Başkumandanlık” yasası “Tekalifi Milliye”yi (Ulusal Yükümlülüğü) getirmiştir. Ne demek oluyor? Tarihin Anadolu halkına emperyalizmin ne demek olduğunu öğrenme şansı vermesidir, diyelim. Birinci maddesi her hanenin birer kat çamaşır, birer çift çorap, birer çift çarık (evet, “çarık”!) vermesini istiyor! Emperyalizm (Yunan işgal gücü kılığında) “tarlanın kenarına” gelmiştir. Kıt kanaat sahip olduğun her şeyi almak için gelmiştir. Mücadeleye katılacak mısın, katılmayacak mısın? Tekalifi Milliye özetle budur. “Tekalifi Milliye”nin 1. maddesinden bakarsak bunun, anayasanın 1. maddesiyle nasıl özdeşleştiğini ve emperyalizmle mücadelenin ne demek olduğunu Milli Mücadele’nin süreci içinde görebiliriz, öğrenebiliriz. Bıçağın kemiğe dayandığı noktada öğrenmek.

“Nutuk”ta şöyle diyor: “Memleket müdafaasını başka bir tarzda ifade ve bunda ısrar ve şiddet göstermeyi faydalı ve tesirli buldum. Dedim ki ‘Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır.’” 100 km’lik bir cephede 22 gün ve gece süren Sakarya Savaşı Sykes-Picot’nun (ve Sevr’in) Anadolu’da en ileri noktaya erişerek yaptığı savaştı. Bıçağın kemiğe dayanışıyla büyüyen mücadele gücü, 1921 Eylül’ünde Batı Cephesi komutanının emrine yansıyor: “Kimse emir ve izin almadan geriye gelmeyecektir. İzinsiz ve emirsiz geri gelen kim olursa olsun idam edilecektir!” (Kemal Anadol, “Kulağım Karadeniz”de kitabı). Ve ağır insan kaybıyla kazanılan o savaş sonunda emperyalizmin Sykes-Picot’sunun (Sevr’in) işgal kuvveti 13 Eylül’de bozgunla çekildi, gitti.

TAM BAĞIMSIZLIK

Emperyalizmin öteki kolu olan diplomasisi 1921’in ilk aylarından başlayarak TBMM’de yerleşen kararlılığı zayıflatmaya girişmiştir: “Size bir ‘yumuşak Sevr’ verelim. Bir ‘barış’la rahatlarsınız!” öneri paketleri vardır. Nabız yoklamaları yapılır. Sakarya’dan sonra, 1922 baharında “Biraz daha yumuşak Sevr” paketi görünür. Unutmayalım, İngiltere başta olmak üzere “Büyük Savaş”ın galip devletleri sosyalist Rusya’da “Beyaz Ordular”ı örgütleyerek iç savaşı düzenlemişlerdi. Ancak  önce Kolçak’ın, sonra da öteki “beyaz” generallerin yenilip tasfiye olmasından sonra yeni değerlendirme yaptılar. 1920’de Lloyd George makas değiştirdi; Lenin ve çevresiyle temas aramaya başladı ve buldu. İngiliz diplomasisi 16 Mart 1921’de, Londra’da Sovyet yönetimiyle ilk ticaret anlaşmasını imzaladı. “Raslantı” bu ya, aynı gün Moskova’da Ankara Hükümeti ile Sovyet yönetimi ilk antlaşmayı imzalıyordu! Sovyet yardımı Anadolu’ya akıyordu ve 1922’den itibaren hızlanacaktır. Kısacası, Ankara’ya aralıklarla gösterilen “yumuşak Sevr” çizgisi de askeri işgalin arkasındaki İngiliz desteği gibi başarısızdır. Ankara’nın geniş bakış açısı bunu kolayca izler.

Sakarya’dan sonra şu berraktır: Herhangi bir “barış”a ulaşmak bize yeterli değildir. Mustafa Kemal’e göre, birkaç adım ile Cumhuriyet Devrimi’ne ulaşmanın yolu yaklaşmıştır. Askeri zafer, siyasal ve toplumsal hedefi somutlaştıran dönüm noktasını getirmiştir. Artık TBMM için benimsenen tek hedef “tam bağımsızlık”tır. Somutlaşmıştır. Tam bağımsızlık lafla değil, emperyalizmden söke söke alınabilir. Ve birkaç adım ile devrim noktasına varılabilir. Pratikle öğrenilmiştir. 1922’nin ağustosundaki Başkomutanlık (Afyon ve Dumlupınar) meydan muharebeleri ve İzmir’e giriş Milli Mücadele’nin askeri harekât dönemini kapatıyor. İç ve dış siyaset dönemini açıyor. Şöyle diyelim: “Mustafa Kemal yılı”nı başlatıyor. 9 Eylül 1922’de başlayıp 29 Ekim 1923’te tamamlanacak olan yıl.

MORAL HAKLILIK

Osmanlı Devleti sadece 19. yüzyılı değil, ondan önceki zamanın yaşamsal önemini tarih içinde kavrayamadı. Tükenmişliği o zamanın akışı içinde Osmanlılık hesabına acımazsızca ortaya çıktı. Kapitalizmin kendi içindeki büyük kapışmasında yutulması tarihin hükmü oldu. 20. yüzyılın yeni ufkunu kavrayabilmesi olanaksızdı. Milli Mücadele sayfası 20. yüzyılın devletine ve toplumuna kavuşmak için açıldı. Bu ciddi, ileri görüşün moral haklılığına dayanarak sürdürüldü ve başarıldı. Bunu hamasetle süslemek, esas meseleyi, değerlendirmemeye yol açar. Yüzyıl sonra hamaset gereksizdir, yanlıştır. 20. yüzyıl toplumunu ve devletini gelişme yoluna yerleştirebilmenin esasını, bunun 23 Nisan 1920’nin Meclis’inden başlayan süreçlerini yüzyılın birikimi içinde görebilmek, yeniden ve yeniden buna girişmek; araştırmacılarını bekliyor. 

İlk TBMM, yani “olağanüstü Meclis”in ilk döneminde son görev vakti “muharebeler”in bitişiyle başladı. Zaman şunu gösterdi: Meclis önce, saltanata son verecek (1 Kasım 1922). Sonra, Milli Mücadele’nin son, Cumhuriyetin ilk meydan muharebesi demek olan Lozan için emperyalizmle (ilk kez başa baş) bir masaya oturulacak. Mustafa Kemal Lozan’ın bu özelliğini (birçok şey gibi) çok iyi bilerek  Lozan’a “muharebeler”in tüm yükünü sırtlamış, tecrübesini kazanmış olan Batı Cephesi komutanını gönderecektir. Emperyalizm ile masaya eşitçe oturabilmek üzere sadece ona güvenecektir. 

Peki, ya Sykes-Picot (resmi deyişle, Sevr) ne oldu? Emperyalizm bundan, o günden bugüne geçen adıyla “Büyük Ortadoğu Projesi”nden vaz mı geçti? İşbirlikçilerini yoksulluğa mı terk etti? Koskoca emperyalizme, hele aradan yüz yıl geçtikten sonra haksızlık etmeyelim! Sabır ve dikkatle bakarak düşünelim, konuşalım, yazalım.

Bilsay Kuruç / Cumhuriyet

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder