24 Nisan 2023 Pazartesi

"Bir oldular Bolu Beyi’yle, kapattılar Köy Enstitülerini" - Tarık ÖZYILDIRIM / Evrensel

 

                                                                                                    Fotoğraf: Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği

Günün birinde bir köylü çocuğu okumak için Balkanlardan İstanbul’a gelir. Tanıdığı hiç kimse yok ne yapacağını bilemez. Aklına Koca Ragıp Paşa adlı bir tanıdığı gelir. Hemen İstanbul’da paşanın evine gider. Okumak istediğini, kimsesinin olmadığını söyler. Paşa çocuğun bu isteğine:

“İstanbul’da okumayı kolay mı sandın? Okumak zengin işidir” karşılığını verince çocuk yumruklarını sıkarak “Görürsün sen parası olmayan okur mu okumaz mı? Senin gibiler yüzünden babalarımız cahil kalmışlar, yoksul kalmışlar. Koca Ragıp Paşa, yaşarsan nasıl okuduğumu görürsün!” cevabını vererek oradan uzaklaşır.

Bu çıkışın sahibi köy enstitülerinin mimari olan İsmail Hakkı Tonguç’tu ve kavgasını hayatı boyunca Koca Ragıp Paşa gibi düşünenlere verir.

Okuyabilmek için çok sıkıntı çeker ama mücadeleyi hiç bırakmaz. Bu okuma azmi sayesinde parasız yatılı Kastamonu Muallim Mektebine gönderilir. Daha sonra nakil yoluyla İstanbul Muallim Mektebine gelir. Başarılı bir öğrenci olarak önce Almanya’ya sonra Fransa, İngiltere, İsviçre gibi ülkelere gönderilir. Buradaki okulları ve eğitim anlayışlarını inceler.

BU TOKADIN HESABI

Tonguç, Kurtuluş Savaşı öncesi işgal yıllarında 1919’da Eskişehir’de öğretmenlik yaptığı sırada dersine girdiği sınıfların birinde işgalden bahsederken sınıfa bir İngiliz subayı girer. Subay, bu genç öğretmene bir şeyler sorar. Cevap alamayınca genç öğretmeni kırbaçlar. Öğrenciler müdahale etmek isteyince Tonguç onları engeller ve “Biz bu tokadı hak ediyoruz “der. Bu tokadın hesabının ancak halkın, köylünün kalkınmasıyla verilebileceğini düşünür.

"SOLAN ÇİÇEK BIRAKMAYACAĞIZ"

Kültürel devrimlerin başında millet mektepleri ve halk evleri gelir. Bu devrimlerin tamamlayıcı unsuru köy enstitüleri olur.1930’lu yıllarda ülke nüfusunun yüzde 80’i köylerde yaşıyordu ve köyde yaşayan nüfusun da yüzde 90’ı okuma yazma bilmiyordu.

1935’lere kadar şehirden köye gönderilen öğretmenler hemen yer değişikliği istedikleri için köyde eğitim-öğretimde büyük aksaklıklar yaşanıyordu. Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan, Tonguç’u odasına çağırarak İlköğretim Genel Müdürlüğü başına getirir. Böylece köy enstitülerinin yolu açılmış olur.

1938’de Milli Eğitim Bakanlığı görevine Hasan Ali Yücel getirilir. Çocukların Tonguç Babası ile Hasan Ali Yücel, 1939’da düzenlenen “I. Maarif Şûrası”nda çok yönlü öğrenci yetiştirilebilecek köy enstitülerinden bahsederler. Amaç Tonguç’un da belirttiği gibi “…Mesele manalı ve şuurlu bir şekilde köyün içten canlandırılmasıdır.”

Hasan Ali Yücel de “Yurdun ücra köşelerinde kendi kendine açan solan çiçek bırakmayacağız.” diyerek Tonguç’la bu projenin hayata geçirilmesini sağlar.

1936-1937’de Eskişehir ve İzmir’de açılan öğretmen ve eğitmen okullarının faydaları da görülünce köy enstitülerinin önünde herhangi bir engel kalmaz Tonguç’un tek hedefi: “yaparak, yaşayarak, üreterek öğrenme”  

17 Nisan 1940’ta Mecliste, 3803 no’lu Köy Enstitüleri Yasası çıkarılırken Yücel’e yapılan en büyük eleştiri: Bu enstitülerin sınıf farkı yaratacağıydı. Yücel, buna cevap olarak “...Köylüye eğitim vermek sınıf ayırımı yaratmaz, var olan farklılığı ortadan kaldırır” der.

ENSTİTÜLER AÇILIYOR

Köy enstitülerinin açılmasıyla beraber okul yapım çalışması da başlar. Tonguç, köy köy gezerek İnönü’nün en büyük isteği olan kız çocuklarını okula kazandırma düşüncesini gerçekleştirmek ister. Tonguç, kendisi gibi parasız, yoksul olan çocukları, sen okuyamazsın denilen çocukları bulmak için Anadolu’yu karış karış gezer.

Öğrencilerin deyimiyle Tonguç Baba, enstitülerin 5 yıllık çalışma planını, derslerini, programını, her şeyi kafasında oluşturur. 5 yıl 260 hafta / 114 hafta kültür dersleri / 58 hafta tarım dersleri/  58 hafta teknik dersleri / 30 hafta dinlence şeklinde program hazırlanır.

Enstitülerde öğrencilere öğretilecek en önemli madde olarak programa “Sosyal adalet, insanlar için azık kadar gerekliydi” ibaresini ekler. Onun için sosyal adaleti köy enstitüleri getirecekti.  İlk etapta 14 sonra toplamda 21 enstitü açılır. Her enstitü çevresini kapsayacak şekilde sınıflandırılır. Örneğin, Kars Cılavuz Köy Enstitüsü için sadece Kars’tan değil Artvin, Ağrı gibi çevre illerden de öğrenci alınabilecekti.

 SİZİN TARLANIZ KARADENİZ’DİR

Yurdun her yerinde etkin bir şekilde eğitim veren köy enstitüleri, öğretmen-öğrenci iş birliğiyle tarım, hayvancılık ve teknik gibi birçok alanda üretim halindeydi. Kültür dersleri kadar tarım ve hayvancılığa büyük önem veriliyordu. Her bölgenin iklim tipine ve coğrafi koşullarına göre tarım yapılıyordu. Malatya Akçadağ Köy Enstitüsünde 17 bin meyve ağacı dikilir. (9 bin 500 kayısı), Konya İvriz’de buğday, nohut, mercimek elde edilir; Kars Cılavuz’da hayvancılık, Trabzon ve İzmit’te balıkçılık (2 ayda 3 bin ton balık tutuluyor halka dağıtılıyordu). Tonguç, Karadeniz’deki köy enstitülerinde okuyan çocuklara “Sizin tarlanız Karadeniz’dir.” der.

Köy enstitüleri sadece eğitim vermez, aynı zamanda üretim açısından önemli bir noktaya gelir. Bunun dışında, ürünlerin selden zarar görmemesi için sel kanalları yapılır ve ağaç dikimine önem verilir. Kayseri Pazarönü’de on binlerce kavak, binlerce söğüt ağacı dikilir. Ayrıca öğrencilerin doğayı tanıması için doğa gezileri gerçekleştirilir. Öğrencilerle beraber zararlı veya zararsız bitkiler üzerine incelemeler yapılır. Aşık Veysel’in de dediği gibi enstitüler kovan, öğrenciler arıydı.

BAŞKALARINA IRGATLIK YAPMADIK

Enstitülere yapılan en büyük eleştiri çocukların çok çalıştırılması, zor şartlarda eğitim görmesiydi. 2. Dünya Savaşı etkisi ve soğuk kış şartlarıyla beraber bazı çocuklar Talip Apaydın’ın anılarında anlattığı gibi zatürreye yakalanıp ölüyorlardı.

Bu ölümleri tamamen çocukların zorla çalıştırılmasına bağlayanlara (Kemal Tahir “Bozkırdaki Çekirdek” romanında enstitülerde sorgusuz sualsiz çalıştırılan çocuklardan bahseder) bu enstitülerden mezunun olan Yazar Talip Apaydın şöyle cevap verir:” Köy enstitülerinde başkalarına ırgatlık yapmadık, kendimiz için çalıştık. Kendi yaptığımız binalarda okuduk, yattık, dinlendik. Kendi diktiğimiz fidanların meyvesini yedik. Başkasına köle olmadık.”

Köy enstitüsü mezunu başka bir Yazar Ümit Kaftancıoğlu “Cılavuz Köy Enstitüsü bir cennettir, bir sıcak yuvadır, bir yaşamdır köy çocuklarına…” Şartlar çok zor olsa da onlar alın teriyle toprağı suluyorlardı.

ELLERİNDE CEPLERİNDE KİTAP

Köy enstitülerinde demokratik bir ortam vardı. 15 günde bir bütün öğretmen ve öğrenciler bir araya gelir, bir değerlendirme yapardı. Bu toplantılarda, eleştiri ve değerlendirmeye öğrencilerin de katılması önemsenirdi.

Enstitülerde her gün kitap okuma saati vardı. Bütün herkes, işi gücü bırakır, kitap okurdu. Öğrenciler istedikleri kitabı okuyabilirdi. Yılda en az 24 kitap okunur, daha sonra bu kitaplar üzerine tartışmalar yapılırdı.  1946’ya kadar süren bu demokratik ortam Hasan Ali Yücel’in görevden alınması ile sonlanır. Sabahattin Ali ve Nâzım Hikmet gibi yazarların kitapları kütüphaneden çıkarılır, bazı klasik eserler de yakılıp yok edilir.

Fakir Baykurt, enstitüde öğrenciyken bir arkadaşını ziyarete gider, evde kütüphaneden Nâzım Hikmet’in bazı kitaplarını ödünç alır. (Şeyh Bedrettin Destanı, Gece Gelen Telgraf…)  Bunları gizlice kopya ederek okuyordu. Baykurt “Yüksek köy enstitüsünden gelen öğretmenlerin ellerinde, ceplerinde kitap, otururlar kitap, kalkarlar kitap. Onlardan çok şey öğrendik.”

Montaigne’in dediği gibi “Ezbere bilmek, bilmek değildir.” Köy enstitüleri; okuyan, sorgulayan öğrenciler istiyordu. Osmanlıda olduğu gibi kul-halk ilişkisi kırılmaya çalışılıyordu. Bundan da bazı çevreler rahatsızdı.

YOLUN SONU

1946 Seçimleriyle beraber güç kaybeden CHP’de sağ tutucu kesim partiye egemen olmaya başlar, Yücel görevden alınır, Tonguç merkeze çekilmeye çalışılır. Özellikle Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsünün komünist yuvası olduğu propagandası yapılır. O dönem tutucu kesim; eğitimin millileştirilmesi, bu komünist eğitim okullarının kapatılması yönünde büyük baskılar yapar İnönü’ye.

Yatılı karma eğitim, kızların üniformaları, okuldaki her alanda yapılan iş birliğinin Sovyet rejimini andırdığını, okuyan sorgulayan köylü çocukların ileride sorun oluşturacağını, öğretmenlere ve köylüye verilecek topraklar… Bütün bunlar belli çevrelerde rahatsızlık uyandırır. Mecliste Hasan Ali Yücel’e “Hasan Ali! Hasan Ali! Bütün köy çocuklarını okutuyorsun, bizim tarlamızı bağımızı kim sürecek?” Aslında her şey bir yana, asıl mesele köylünün, köy çocuklarının bilinçlenmesini engellemekti. Yücel, sataşmaya karşılık “O köy çocukları sizin köleniz değil.”

"TÜRKİYE’NİN İNSANLIĞA EN BÜYÜK ARMAĞANLARINDAN BİRİ"

Tonguç Baba, kız çocukları için köy köy dolaşan, yoksulluktan gelmiş bir eğitimci, bir aydın. Sartre “Aydın, çabası hakim sınıfça suç sayılan kimse” der. İşte Tonguç Baba’nın çabası suç sayılır. Fakir Baykurt’un da dediği gibi “Rahmetli İsmail Hakkı Tonguç’u düşünüyorum. O büyük adama kan kus­turdular.”

Yücel ve Tonguç’tan sonra 1947’de enstitülerde yavaş yavaş ezberci sisteme dönüş başlar, öğrencilerin yönetimdeki sorumlulukları kaldırılır. Kız-erkek yatılı okulları ayrılır. Kitap okuma saatleri kısılır. Bunları yazınca Nâzım’ın bir mısrası gelir aklıma “Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim”.

Sabahattin Eyüboğlu “Toprak ağaları, hacılar- hocalar, gericiler bir de yarı aydınlar karşı geldi köy enstitülerine.” Yarı aydın olarak Kemal Tahir’i ve Attila İlhan’ı alabiliriz. Kemal Tahir çocukların zorla çalıştırılmasını (Bozkırdaki Çekirdek), Attila İlhan (Hangi Sol) köy romantizmi diye etiketler bu okulları. Bu eleştirilerinin en büyük nedeni köy ortamını bilmemeleri, orada yaşamamış olmalarıdır. Onlara en güzel yanıt Yaşar Kemal’den gelir “Türkiye’nin insanlığa en büyük armağanlarından biri köy enstitüleri” der. Uğur Mumcu da “Köy enstitüleri, kansız ve silahsız bir devrimdir”der.

Nihayetinde bütün bu baskılar sonucu 1954’te enstitüler kapatılır. Mehmet Başaran’ın dediği gibi “Bir oldular Bolu Beyi’yle, kapattılar köy enstitülerini.”

KÖY ENSTİTÜLERİ AYDINLAR KUŞAĞI

1954’te köy enstitüleri kapatıldı fakat buradan mezun olan ve burada öğretmenlik yapan birçok aydın ömür boyu takip edilir.Bu enstitülerde müzik öğretmenliği yapan Aşık Veysel’in hayatını anlatan “Karanlık Dünya” filmi halkı yoksul gösterdiği için yasaklanır. Kültür derslerine giren Sabahattin Eyüpoğlu ve yine müzik derslerine giren Ruhi Su da sürgün ve tutuklamalara maruz kalır.

Bu enstitülerden mezun olup öğretmenlik yapan Mahmut Makal’ın “Bir Köy Öğretmeninin Notları” 1950’de “Bizim Köy” adı altında yayımlanınca Makal, 19 yaşında tutuklanır. Suçu halkı yoksul göstermek ve komünist propaganda yapmaktı. Kitap, çok gerçekçi ve etkileyiciydi. Çobanın arkasından kışın ısınabilmek için hayvan tezeklerini toplamak için birbirleriyle mücadele eden kadınlar, hayvanlarıyla beraber ahırlarda kalan insanlar…

Fakir Baykurt’un “Yılanların Öcü” kitabının sinemaya aktarımında da büyük olaylar çıkar. Kitap hakkında müstehcenlik ve komünist propaganda yaptığı gerekçesiyle soruşturma açılır.  Bütün bu zorluklara rağmen köy enstitüsü aydınlar kuşağı denen bir kuşak oluşur: Mahmut Makal, Fakir Baykurt, Dursun Akçam, Talip Apaydın, Mehmet Başaran, Ümit Kaftancıoğlu…

Bu yazıyı hazırlayan bir eğitimci olarak bu enstitülerin kapatılması ile ülkenin can damarlarının kesildiğini fark ettim. Çok kısa bir sürede 17 bin öğretmen, 7 bin 300 sağlık memuru ve 8 bin 100 eğitmen yetiştirmiş, işleyişi İsviçre Pedagoji Ansiklopedisine girmiş, UNESCO tarafından örnek alınmış bir eğitim sistemini Mehmet Başaran’ın da dediği gibi Bolu Beylerine kurban etmişiz.

Tarık ÖZYILDIRIM / Evrensel


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder