27 Mayıs 2023 Cumartesi

Allende’yi mezarında ters döndüren liberal sol + ‘Müdahale, darbe, milliyetçilik, sol’… + Lula’nın gürlemesi…(Ceyda Karan-BİRGÜN)

 


Allende’yi mezarında ters döndüren liberal sol (27/05/2023)

Amerika’nın iki önemli ülkesi Meksika ve Kolombiya’nın sosyal demokrat liderinin başında dolaşan kara bulutları ve ABD’deki Biden yönetiminin uzun gölgesinin görünümünü geçen haftaki yazıda aktarmıştım. Amerikan tipinde liberal “sol” lider Gabriel Boric’in başa geçtiği Şili’de ise Meksika ve Kolombiya’daki türden müdahalelere hiç gerek yok. Salvador Allende’nin ülkesinde tam manasıyla bir dram yaşanıyor.

Sebastián Piñera’nın neoliberal modeline karşı görülmemiş protestoların patlak verdiği Ekim 2019 ve pandemi isyanlarıyla geçen 2020’nin ardından Şili solunun birleşmesi umut olmuştu. Ancak Boric’in başa geçmesinden bir yıl geçmeden aşırı sağ, Şili siyasetinde itici gücü haline geldi.

Gabriel Boric, “ilerlemeci” “Şili İçin Birlik” ittifakı desteğiyle girdiği seçimleri, Aralık 2021’deki ikinci turda yüzde 55,8 oranıyla kazanmış, 35 yaşında ülkenin en genç başkanı olmuştu. Rakibi aşırı sağcı Jose Antonio Kast yüzde 44,1’de kalmıştı.

2010’ların başında öğrenci protestolarında yer almış Boric’in vaatleri “ekonomik büyüme, sosyal haklar, kadınların özgürlüğü, huzurlu ve güvenli hayat” gibi temalar üzerineydi. Piñera’nın neoliberal modelini ne kadar zorlayabileceği baştan soru işaretiyken, ekonomik planda madenleri kamulaştırmama tutumu ile kıtanın diğer sol ve sosyal demokrat liderlerinden ayrıldığı söylenebilir.

BORIC’IN İLK ENGELİ

Boric, Mart 2022’de devlet başkanı olarak görevine başladı. Kendisini destekleyen “ilerlemeci” hareketin bir yıl bile geçmeden çarptığı ilk duvar, Eylül 2022’de ülkenin Pinochet diktatörlüğünden kalma 1980 Anayasası’nı değiştirme girişimi oldu. Amerikan tipinde “eko-feminist, yerlici” temalı Anayasa teklifi, yüzde 62 oranında oyla reddedildi. Aşırı sağ, “çok solcu, çok radikal” diyerek yürüttüğü ve ana akım medya ile sosyal ağlarda yer alan sahte haberlerden faydalandığı kampanyayla referandumdan galip çıktı.

Boric’in, içinde komünist ve sosyalistler bulunsa bile çerçevesini sosyal hareketlerin belirlediği koalisyonunu iktidara taşıyan; düşük ücretler, özelleştirilmiş sosyal güvenlik sistemi, çevre tahribatı, emek yerine sermayeyi kayıran düzenlemeler, Venezuelalı göçmenlerin yarattığı göç sorunu eşliğinde Piñera’nın neoliberal ekonomik modelinin krizi olmuştu. Ancak “sosyal haklar” ve “ilerlemecilik” iddiasındaki hareket, “toplumsal cinsiyet, çevre ve yerli hakları ile özerkliğe” odaklandı. Kimlik siyaseti yani... Kapitalizmin yapısal eşitsizliklerinin ülkedeki tezahürleri yerine “cumhuriyetçi eşitliğin” eleştirildiği tuhaf tartışmalar öne çıktı. Devlet ve cumhuriyetin egemenlerinin “baskıcı yapıları” nedeniyle “yerli atalardan miras kimlikleri daralttığı” iddiaları üzerinden ülkenin birliğini sorgulayan, “yerel halklar için ayrı ayrı adalet sistemleri” taleplerini yükselten temalara yöneldiler. Tabii yaşananlardan en fazla faydalanan aşırı sağ oldu.

Boric’in rakibi Kast, bu girişimleri “Kongre’yi itibarsızlaştırma” olarak sundu, ana akım ve sağcı medyaya “meze” yaptı. Kast ve Cumhuriyetçileri, Şili sermayesinin gerici kesimlerinden gelen cömert fonlarla “sosyal bozulma” temasını milyonlarca oya dönüştürmeyi başardı. Sadece Kast’ın temsil ettiği aşırı sağ ve geleneksel sağ güçlenmekle kalmadı, demagojik yanı güçlü sağ popülist Halk Partisi (PDG) de güçlendi.

SAĞIN HÂKİMİYETİ

Eylül 2022 anayasa referandumu yenilgisinin ardından Aralık 2022’de yeni anayasa taslağı anlaşması yapıldı. Buna göre yeni anayasayı seçilecek 51 kişilik Anayasa Konseyi grubu ile Kongre’nin atayacağı 24 uzman hazırlayacaktı.

İşte Anayasa Konseyi seçimleri bu aybaşında gerçekleştirildi. Ve 7 Mayıs’taki seçimlerde aşırı sağcılar büyük zaferle çıktı. “Şili’nin Bolsonaro’su” diye anılan Kast’ın Cumhuriyetçi Partisi oyların yüzde 34,3’ünü alırken, Boric’in “liberal solu” Şili İçin Birlik yüzde 27,7’de kaldı. Kast’ın tamamlayıcısı geleneksel sağ partilerin yer aldığı ve oy oranı yüzde 20,4’ü bulan “Güvenli Şili” oldu. Şimdi 51 kişilik Anayasa Konseyi’nde Cumhuriyetçi Parti 23 üyeyi, diğer sağ partiler 11 üyeyi belirleyecek, 16 sandalye Boric’in blokuna giderken bir de yerli listesi temsilcisi yer alacak. Uzmanlar Konseyi’ne ise şimdiden Pinochet diktatörlüğünü desteklemiş eski Naziler atanmış durumda. Konsey kasım ayına kadar çalışacak ve taslak 17 Aralık’ta referanduma sunulacak.

Konsey seçimleri Amerikan tipinde “ilerlemeci” liberalliğin ikinci şoku oldu. Oluşan bu tablo karşısında eleştirileri ne dersiniz? “Medyanın oynadığı sağcı rol”, “halkın anlayış eksikliği”, “halkın neyin kendi çıkarlarına olduğunu bilmemesi”…

Boric, Latin Amerika’da Banderacı Zelenski ile video konferansla düzenli iletişim kuran tek lider. Kaynaklar el vermediğinden Kiev’e askeri desteğe yanaşmıyor. Nikaragua’nın Amerikan baskısı ve sağcı çetelerle uğraşan lideri Ortega’ya saldırmayı ihmal etmiyor. Komşu Peru’da Aralık 2022’de demokratik yollarla seçilmiş solcu Devlet Başkanı Pedro Castillo bir kongre darbesiyle devrilip, ordu tarafından tutuklanıp yasal süreç bile olmadan mahkûm edildiğinde gıkı çıkmayan tek Latin lideri oldu. ABD, Kanada ve yabancı maden şirketlerinin desteklediği, onay oranı yüzde 15’i geçmeyen atanmış Dina Boluarte’le sorunu yok.

Unidad Popular demokratik-sosyalist hükümetini deviren darbenin 50’nci yıldönümünde Şili, Salvador Allende’yi mezarında ters döndürecek halde.

                                                                   /././

 ‘Müdahale, darbe, milliyetçilik, sol’…(19/05/2023)

Türkiye’deki gerilimli seçim süreci kimsede başını kaldırıp dünyaya bakacak hal bırakmadı. Mayıs ayında havalar hala soğuk ve ‘bahar’ da bir türlü gelmiyor. Ancak gündemde ‘dış müdahaleler’, ‘darbe söylemleri’, ‘aşırı sağcılık’, ‘milliyetçilik’ ve ‘sol’ tartışmaları’ havada uçuşunca, başımızı kaldırıp Latin Amerika’da olup bitenlere bakmakta fayda var. Meksika, Kolombiya ve Şili… Son yıllarda sosyal demokrat ağırlıklı liderlerin başa geçtiği üç ülkede yaşananlar değerlendirilmesi gereken ilginç örnekler sunuyor.

MEKSİKA:

Meksika’nın sosyal demokrat Başkanı Andres Manuel Lopez Obrador (AMLO) 2019’dan bu yana iktidarda. Meksika’nın uzun ve karanlık neoliberal sağcı dönemine son verme vaadiyle başa gelmişti. Obrador, Meksika’nın lityum rezervleri ve elektrik şebekesini kamulaştırdı, petrol endüstrisinin özelleştirmesini en azından tersine çevirdi. Sosyal harcamaları artırdı ve asgari ücreti yükseltti. Latin Amerika’nın diğer solcu yönetimleriyle dayanışmaya yöneldi. Sorunlarla yüklü ülkesinde genel olarak sosyal demokrat bir çizgi izledi. Bir yandan da tehditkar kuzey komşu ABD ile göçten uyuşturucuya uzanan meseleleri hassasiyetle ele almak durumunda.

Ancak ABD Kongresi’ndeki sağcıların saldırgan retoriği ve liberal medya eşliğinde Amerikan devlet aygıtının uzun kollarını Meksika üzerinden hiç çekilmedi. Son aylarda özellikle ABD’li Cumhuriyetçi Kongre üyeleri ‘uyuşturucu kartelleri’ gerekçesiyle alenen Meksika’yı işgal etme önerisinde bulundular. Hatta bu konuya yönelik bir yasa teklifi bile sundular! Liberal Amerikan medyası oxycontin gibi bağımlılık yaratan ilaçların ABD’deki yasal düzenlemelerdeki yerini anımsatmak yahut muazzam karlar elde eden Sackler ailesi ve Purdue Pharma şirketinin üzerine gitmek yerine Meksika’ya hücum korosuna katıldı.

Obrador 18 Mart’ta başkentteki mitinginde patladı: "Bu ikiyüzlü ve sorumsuz politikacılara Meksika'nın bağımsız ve özgür bir ülke olduğunu, ABD'nin bir sömürgesi olmadığını hatırlatıyoruz!" dedi. Öfkesini tweet’e döktü: “İşgal etmekle tehdit ediyorlar; pazarlarında yüksek güçlü silahlar satıyorlar; gençleri için hiçbir şey yapmıyorlar; korkunç ve ölümcül fentanil salgınından muzdaripler, ancak bunun nedenlerini ele almıyorlar. Refah umurlarında değil, sadece para.”

Obrador, mart başlarında başka ülkelerin iç işlerine karışmayı kendine doğal bir hak gören ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Meksika seçim reformuna eleştirilerini “Kendi işinize bakın” diye yanıtlamıştı. Hatta iğneleyici bir dille “Tüm saygımla, Bay Blinken’e Meksika’da şu anda ABD’den daha fazla demokrasi olduğunu söylüyorum” bile dedi.

Aralık ayında ABD, Peru oligarşisinin Pedro Castillo’ya darbesini alkışlayıp atanmış lideri tanırken, Obrador Castillo’nun meşru başkan olduğunu vurgulamıştı.

Bu meydan okumalardan bu yana ABD medyası artık sosyal demokrat liderden ‘otokrat’ ve ‘diktatör’ diye bahsetmekte. Yalnız anlaşılan o ki, mesele bunu aşıyor. Mayıs başında Obrador bu kez açık mektup taktiğini benimsedi, Biden’a bir kınama mektubu yazdı. 3 Mayıs’da basın toplantısı ile dünyaya ilan etti.

Mektupta seçilmiş hükümeti istikrarsızlaştırmaya çalışan sağcı grupların ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı USAID tarafından finanse edildiğini ve bunun ‘uluslararası hukuku ihlal eden bir müdahalecilik eylemi’ olduğunu belirtti. Yakın zamandaki ABD’nin bu konudaki bütçe artırımına atıf yapan Obrador, “Bunun çok küstahça, çok saldırgan olduğunu hissediyorum ve sessiz kalamam" dedi. İlişkilerin işbirliği ve dostluk temelinde olması gerektiğini belirtip, "Göç meselesi, uyuşturucu kaçakçılığı, özellikle fentanil gibi sorunlarla birlikte mücadele etmeliyiz" vurgusu yaptı.

Mevzu sadece Nikaragua’da ‘insani yardım’ kılıfıyla Contralara silah taşıdığı bilinen, Venezuela’da 2019’daki darbe girişimindeki rolünü BM ve Kızılhaç’ın bile kınadığı USAID değil. ABD, NED ve Ford Vakfı dahil STK’larla sağcı gruplara fonlar akıtıyor. Sadece bir örnek aşırı sağcı multimilyoner oligark Claduio X. Gonzales’in ‘Yolsuzluk ve Cezasızlığa Karşı Meksikalılar’a 2019-21 yıllarında tahsis edilen 2.8 milyar dolar.

Tabii Biden 9 Mayıs’ta Obrador’u aradı. Resmi açıklamada göç krizi dışında bir mevzuya yer verilmedi.

KOLOMBİYA…

Kolombiya ABD’nin Güney Amerika’daki sağcı kalesiydi. O kaleyi Haziran 2022’de yine sosyal demokrat Gustavo Petro devirdi. Henüz 9 aydır iktidarda ve şimdiden darbe söylemleriyle karşı karşıya.

ABD’de eski bir gerilladan ılımlı bir sosyal demokrata dönüşmüş Petro’dan daha seçilmeden önce rahatsızlık vardı. Şubat 2022’de ABD medyasında ‘Kolombiya seçimine Rus müdahalesi’ başlıkları görülürken ‘Putine’e dost olabilir’ temaları işlenmişti. Hatta hiçbir kanıta dayanmadan ‘Rusya’nın online operasyonlarla seçime müdahale edeceği’ bile öne sürüldü. Kendi hükümetlerinin ölüm mangalarını desteklediğini, Latin Amerika siyasetine mütemadiyen sağcı odaklar lehine müdahale ettiğini uçan kuşun bildiği ABD medyası ‘Rusya Güney Amerika’da huzursuzluk yaratabilir!’ görüşünü yazıyordu.

Fayda etmedi. Petro seçildi ve ağustosta göreve başlar başlamaz ülkesinde solcu gerilla örgütü ELN ile ateşkes görüşmeleri başlattı. Yüzünü Latin Amerika’daki sol eğilimli hükümetlere döndü. Sağcı selefi ABD kuklası Juan Guaido’yu desteklemiş, terörist kamplarına ev sahipliği yapmışken Pero işleri tersine çevirdi. Geçen eylülde Venezuela ile üç yıldır kapalı sınırı açtı. Kasım başında da Venezuela lideri Maduro’ya konuk oldu. Ziyaretinde "Kolombiya ve Venezuela'nın birbirinden ayrılması doğal değildir, daha insani bir tabirle tarihe aykırıdır” dedi, birlik sözü verdi.

Petro geçen hafta itibarıyla artık ordu ve askeri çevrelerin açık hedefi olmuş vaziyette. 10 Mayıs’ta 3 bin emekli ordu mensubu hükümetin barış politikasını protesto edip Petro’nun görevden alınması çağrısı yaptı. Ayrıca sağlık ve işgücü alanında reformlarını eleştirdiler. Ertesi günü emekli subaylar derneğinin eski başkanı John Marulanda bir radyo söyleşisinde Petro’yu ‘yolsuzlukla’ suçlayıp “Biz burada gerilla olan bir adamı devirmek için elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışacağız" dedi. Başsavcılık hakkında soruşturma açınca şimdilik çark ediverdi.

Petro altta kalmadı ve bir tweet attı: “Neden bir darbe için komplo kuruyorlar? Çünkü cezasızlığa son vereceğimizden korkuyorlar. Gerçekler onları o kadar korkutuyor ki umutsuzluğa kapılıyorlar. Toplumun zaten bildiği bir şeyi mahkemelerden saklıyorlar: devletteki muazzam yolsuzluk ile halka uygulanan soykırım, şiddet ve terör aynı madalyonun iki yüzüdür.”

Petro yaptığı açıklamada da, "İlk defa bir devlet başkanı toprağı köylülerin elinden almaya ya da arkadaşlarına vermeye çalışmak yerine toprağı geri vermeye çalışıyor. Ve şimdi eski bir albay bunun bir darbeyi hak ettiğini söylüyor... Bu darbelere karşı direnilir ve yurttaşların seferberliği ile üstesinden gelinir" yanıtını yapıştırdı.

Petro’un işi zor. ABD katkılarıyla yıllarca hegemonya kurmuş büyük toprak sahipleri, ordu, sigorta şirketlerinin çıkarları mevzu bahis.

ŞİLİ

Amerikan tipi liberal sol hareket ve lideri Gabriel Boric’in başa geçtiği Salvador Allende’nin ülkesinde ise bir dram yaşanıyor. Yine ‘tanıdık gelecek’ bu vakayı da gelecek haftaki yazıya bırakalım…      

                                                                     /././

Lula’nın gürlemesi…(21/04/2023)

Doğrusu bu kadarını beklemiyordum. Brezilya Devlet Başkanı Luiz Inácio Lula da Silva, ABD’nin ‘arka bahçesi’ gördüğü Latin Amerika’da ‘itaatkar kul’ olmayacağını dünyaya ilan etti. Hem de Biden yönetiminin Rusya’dan sonra yeni çatışma için kılıçları bilediği Çin’den...

Lula, 12-16 Nisan’daki ‘tarihi’ Çin ziyaretinde ‘çok kutupluluk’ eğilimi ile ‘Küresel Güney’in sesi oldu. ABD hegemonyası için dünya barışını riske atan Ukrayna çatışmasını, Avrupa’nın oynadığı rolle birlikte sorguladı. Ve herkesi şoke edecek şekilde ABD dolarına meydan okudu.

Lula sonbaharda sandıkta neofaşist Bolsonaro’nun bileğini bükmüş, ocakta göreve başlamıştı. Bir hafta sonra darbe girişimiyle karşılaştı. Rakibi, ABD’de ‘Trumpçılığa’ daha yakınken, yeni darbe Biden’ın ‘demokrasi’ resmine uymuyordu. Tabii Lula ‘ABD destekli darbe deneyimli’ bir lider. Obama döneminde, ABD Adalet Bakanlığı’nın önayak olduğu düzmece iddialarla hapis yattı. Elbette aklandı. Halefi Dilma Rousseff de ‘Wall Streetçilerin’ bile saçma bulduğu ve yalan çıkan ‘bütçe yamama’ ithamlarıyla devrilmişti. Dolayısıyla Lula’nın ‘ABD’nin suyuna gideceği’ beklentisi hakimdi.

Lula ocak sonunda ilk ziyaretini komşu Arjantin’e yaptığında, ABD dolarına bağımlılığını azaltma hedefli ‘Sur’ isimli Latin para birimi için planlar duyuruldu. Lula 9-10 Ocak’ta bir günlüğüne ABD’ye gitti, Biden’la görüşmesi sönük geçti. Mart sonunda ‘zatürre’ gerekçesiyle ertelenmiş Çin ziyaretinde ise ‘zımba gibiydi’.

YENİ DÜZEN KARŞILAMASI

Lula, Pekin’de Çin lideri Xi Jinping ile kırmızı halıda askeri bandonun 1980’lerin Brezilyası’nda ABD destekli diktatörlüklerine karşı protestolarla özdeşleşen 'Novo Tempo' (Yeni Düzen) şarkısıyla yürüdü. İki lider yoksullukla mücadeleden, araştırma-geliştirmeye ve gıda standartlarına, uydu inşasından yatırımlara uzanan 15 anlaşmaya imza attı. Ford fabrikası da Çin’in elektrikli otomobil üreticisi BYD’ye geçiyor. Lula "Hiç kimse Brezilya'nın Çin ile ilişkilerini geliştirmesini engelleyemez" vurgusu yaptı. Şanghay’da kurucusu olduğu ve artık başına Dilma’nın geçiği BRICS’in Yeni Kalkınma Bankası’ndaki (NDB) mesajları ‘afallatıcıydı’:

“Her gece kendime şu soruyu soruyorum: Neden tüm ülkeler ticaretlerini dolara dayandırmak zorunda? Neden kendi para birimimizle ticaret yapamıyoruz? Altın standardının kalkmasından sonra doların (rezerv) para birimi olduğuna kim karar verdi? BRICS bankası neden Brezilya ile Çin ve diğer üyeler arasında ticareti finanse edecek bir para birimine sahip olamıyor? Bugün ülkeler, ihracat için dolar peşinde koşmak zorunda kalıyor."

Lula, Arjantin gibi IMF ‘kurtarma kredileriyle boğulan’ ülkeleri andı. “Hiçbir lider ülkesi borçlu diye boğazına bıçak dayalı çalışamaz” dedi. 2008 mali krizinin ‘açgözlülük’ ve riskli mali spekülasyondan çıktığını belirtip NDB’nin dünya için ‘olağanüstü bir umut’ olduğunu söyledi. Asıl paraya en ihtiyacı olan ülkelere hizmet gerektiğini söyledi. “Küçük bir azınlığın sorumsuzluğu ve açgözlülüğünün gezegenin ve tüm insanlığın hayatta kalmasını tehlikeye atması kabul edilemez” vurgusu yaptı. “Brezilya geri döndü” dedi. "Yoldaş Dilma" dediği Rousseff’in 1970’lerde ‘daha iyi bir dünya hayalini için devrimci mücadelesine de selam durdu.

Siyasi mesajlarında ‘Çin ile birlikte dünya jeopolitiğini dengelemek’ yer aldı. Çin’in Latin Amerika yatırımları için "Dürüst olmak gerekirse bir sömürgecilik görmüyorum" dedi. BM’de Küresel Güney’i de kapsayan bir modelin vaktinin geldiğini söyledi. Ukrayna’da çatışmanın sebebinin NATO genişlemesi olduğu tespitini yaptı, ABD’nin savaşı teşvikini, Avrupa’nın da doğrudan müdahilliğini eleştirdi. ‘Barış klübü’ önerdi.

ABD’Yİ ÇOK ÖFKELENDİRDİ

Beyaz Saray Lula’yı ‘Rus ve Çin propagandasını tekrarlamakla’ suçladı. ABD diplomasisi Lula’nın dış politika danışmanı Celso Amorim’i ‘ulusal güvenlik danışmanı’ diye takdim edecek denli ‘afallamış’ göründü. Cumhuriyetçi Senatör Marco Rubio “Doların etrafından dolaşacaklar” deyip ‘yaptırım silahını yitireceklerinden’ yakındı!

Washington Post analizinde Lula ‘ABD’yi kışkırtmakla’ suçlandı. Gazete, "Batı Lula'nın ortak olacağını umdu. Onun kendi planları var' diye başlık attı. Brezilya’nın Amerikancı sağı da harekete geçti. ABD ile serbest ticaret anlaşmalarının alkışçıları, Çin’e gelince ‘tecritçi’ kesiliverdi. Bakalım ABD ‘arka bahçesinde’ demokrasiye ne kadar tahammül edecek…

(Ceyda Karan-BİRGÜN)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder