Suriye bölge ile normalleşirken, Türkiye'de tehlikeli 'mülteci gönderme oyunu' (İREM YILDIRIM -sol/SÖYLEŞİ)
Seçimin ana gündemi mülteciler haline geldi. soL'a konuyu ve Suriye'nin Arap Birliği'ne yeniden katılmasını değerlendiren gazeteci Musa Özuğurlu 'mülteci gönderme oyununun' tehlikelerine işaret etti.
Suudi Arabistan'ın Cidde kentinde düzenlenen 32. Arap Birliği Liderler Zirvesi'ne 12 yılın ardından Arap Birliği'ne yeniden davet edilen Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad da katıldı. Arap Birliği zirvesinde konuşan Suriye Devlet Başkanı Esad "Önümüzde ilişkilerimizi en az dış müdahaleyle yeniden düzenlemek için tarihsel bir fırsat var" dedi.
12 yıl sonra yeniden başlayan temas ve Ortadoğu'ya etkilerini gazeteci Musa Özuğurlu ile konuştuk. Zirveyi değerlendiren Özuğurlu Türkiye'de seçimler yaklaşırken ana gündem maddesine evrilen Suriye-mülteciler-Türkiye seçimleri üçgenini soL'a değerlendirdi, tehlikelere işaret etti.
Arap Birliği zirvesine 12 yıl sonra Suriye’nin dönüşü ve Ortadoğu bağlantılı yeni dinamikler nasıl okunmalı? Zirveyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Suriye’nin Arap Birliği’nden ve dolayısıyla Arap dünyasından dışlanması büyük bir boşluk doğurdu. Zira Ortadoğu siyaseti ve özellikle Filistin meselesi göz önüne alındığı zaman Suriye’nin merkez konumdaki ülkelerden biri olduğu aşikar. Suriye gerek Filistin-İsrail probleminde gerekse Lübnan politikasında her zaman Müslüman-Arap dünyasının sahada ihtiyaç duyduğu ülkelerden biriydi.
Hafız Esad döneminden bu yana Arap dünyasında etkin bir politika sürdüren Suriye’nin boşluğu diğer ülkeler tarafından doldurulamadı. Ancak son dönemde Ortadoğu’da Arap-İslam ülkeleri arasında yaşanan görece yumuşama yeni dengeler doğurdu. Hem bu yumuşamanın daha etkili olması hem de sürecin pratikte tamamlanabilmesi için tablonun Suriye ile tamamlanması gerekiyordu. Bir başka açıdan bakılacak olursa küresel siyasette yaşanan gelişmeler artık Ortadoğu’da sorunlu bölge olmasını kaldıramıyor. Yani klasik Amerikan müttefiki olan Arap ülkeleri de yeni dengelere göre hareket ediyor, bu da Suudi Arabistan gibi bölgesel aktörlerin Arap coğrafyasına daha etkili olmasını gerektiriyor. Sonuç itibari ile Suriye olmadan bu etki sağlanamaz. Diğer yandan Suriye sorunlu bir ülke olmaya devam ettiği sürece yumuşamaya zararı olacaktır. Bütün bunlar toparlandığında artık Suriye’de normale dönüş zaruri hale geldi ve Arap ülkeleri gereken yeniden üyelik adımını attı.
'Ortadoğu'da yeni bir 'Arap ruhu' canlanıyor'
Başta ABD olmak üzere Batı’nın Suriye ile normalleşme adımlarına karşı olduğunu açıkça ifade etmesine rağmen bu gelişmelerin yaşanması ABD’nin Ortadoğu’da artık istediği gibi politika yapıcı-uygulayıcı olmadığını da gösteriyor. Bu da Ortadoğu’da yeni bir “Arap ruhunun” canlandığı anlamına geliyor. Elbette Ortadoğu’da her an her şeyin değişebileceğini göz ardı edemeyiz. Ancak şu andaki durum devam ederse önümüzdeki yıllar barış ve görece huzurun geleceği yıllar olabilir. Filistin meselesine Arap ülkeleri bundan sonra daha konsantre yaklaşabilir. Lübnan’da da muhtemelen bir orta yol bulunacak ve siyasi kriz en aza indirgenecektir. Yani Suriye’nin normalleşmesi olumlu birçok süreci beraberinde getirecek gibi görünüyor. Sonuç itibari ile Suriye’nin diğerleri ile ve diğerlerinin de uzun yıllardır çözemedikleri problemler ile uğraştığı bir süreçten daha uyumlu hareket edilecek bir döneme girilmiş oluyor.
'Esad yıllar sonra meşruiyetini Arap ülkelerine tekrar kabul ettirdi'
Suriye açısından bakılacak olursa: Esad yıllar sonra meşruiyetini Arap ülkelerine tekrar kabul ettirdi. Bu kabulleniş Esad’ın zaferi olarak görülebilir. Deyim yerindeyse yedi düvele karşı savaşında -büyük yara aldı ancak- yenilmedi. Bundan sonra başta Suudi Arabistan ile olmak üzere Arap ülkeleri ile ilişkileri geliştirmesi Esad’ın işini daha da kolaylaştıracaktır. Suriye’de siyasi süreç de bundan sonra daha rahat ilerleyebilir. Ekonomik açıdan rahatlama yaşanabilir ki Suriye’nin en önemli sorunlarından biri de ekonominin çökmüş olması. Esad Arap ülkeleri ile bu adımları attıktan sonra muhtemelen Batı’ya da yönelecek ve normalleşme adımları atacak. Bu elbette kolay olmayacak ancak Ortadoğu’nun önde gelen ülkelerinin Suriye’nin yanında yer alması Şam yönetiminin işini kolaylaştırıcı bir etki yaratacaktır. Türkiye ile ilişkilerin düzeltilmesi sürecinde de Suriye’nin elini güçlendirecektir.
'Geri gönderilmeleri birçok açıdan neredeyse imkansız'
Suriyeli göçmenlerin Suriye'ye gönderilmesi konusu Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin 2. turunun ana gündemi oldu. Suriye'yi izleyen bir gazeteci olarak bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye hangi koşullarda göçmenleri Suriye'ye gönderebilir?
Mülteciler meselesi sanıldığından çok daha karmaşık. BM ve uluslararası hukuk, temel insan hakları çerçevelerine bakıldığı zaman mülteci konusunun “keyfi” yorumlanamayacağı görülür.
Türkiye’deki Suriyeliler ve Türkiye’nin doğusundan gelen diğerleri “sığınmacı” statüsünde değil “misafir” statüsünde ancak pratikte buradalar ve kendileri istemediği sürece geri gönderilmeleri birçok açıdan neredeyse imkansız.
'Politik malzeme olarak kullanılmak için getirilmişlerdi yine politik malzeme olarak kullanılmak isteniyor'
Zaten AKP tarafından politik malzeme olarak kullanılmak üzere getirilmişti ezici çoğunluğu. Şimdilerde yine politik malzeme olarak kullanılmak isteniyor. Öyle ki gönderilmeleri üzerinden oy isteniyor. İktidar “göndermek istemiyormuş gibi” yapsa da aslında onlar da durumun farkında ve bir çare bulmaya çalışıyorlar. CHP, Zafer Partisi ve iktidar arasındaki tek fark ilk ikisinin göndereceğini açıkça ilan etmesi.
Mültecilerin gönderilmesi ya da ülkelerine dönmeleri kendi ülkelerindeki şartlara da bağlı. Suriye’de ekonomi çökmüş durumda, mülteciler kendi evlerini, iş yerlerini, tarlalarını, mahallelerini terk edip geldiler. Geriye döndüklerinde ne ile karşılaşacaklarını onlar da bilmiyor. Diğer yandan siyasi baskıya maruz kalacaklarını düşünüyorlar. Suriye yönetimi bu konuda garanti verdi, af çıkardı ancak bu da yeterli görünmüyor.
'Toplu konut yapılması çözüm olamaz'
Ekonomik açıdan Arap ülkeleri yeni istihdam yaratacak bir yardımda bulunur ve bazı garantiler alınırsa elbette bir kısmı dönmek ister ama bu insanları zorla göndermeye çalışmak büyük problemlerin yaşanmasına neden olabilir. Kriminal bazı kişilerin de mülteciler arasına karıştığını ve bu gibi durumlarda reaksiyon göstereceklerini göz ardı edemeyiz. Bunlar azınlığı oluştursa da Suriyeli-Türkiyeli huzursuzluğu mutlaka yaşanacaktır.
Her ne olursa olsun insanların politik malzeme olarak kullanılması ise asla kabul edilecek bir durum olamaz ve bu Türkiye’de hangi hükümet olursa olsun uluslararası hukuk açısından sorun yaratacaktır.
Mülteciler için Türkiye’nin sınır bölgelerine yakın Suriye topraklarında toplu konut yapması da çözüm olamaz. Çünkü bu insanlar konutların yapıldığı yerlerden değil, çeşitli illerden geldiler ve kendi ilerinin dışında bir yere dönmek istemezler. Bu arada belli yerlerde demografik yapı ile oynanması kanlı süreçleri tetikleyebilir.
Bütün bu olası sorunlar nedeniyle “mülteci gönderme oyunu” birçok tehlikeyi barındırıyor.
/././
Göçmen politikasını belirleyen ama sesi çok duyulmayan bazı kesimler (EREN KORKMAZ-soL/görüş)
Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu'nun göçmenlerle ilgili açıklaması, göçmen tartışmasını sessizce izleyen ama politikaları belirleyen sermayenin çeşitli kesimlerinin varlığını bir kez daha hatırlattı.
Cumartesi günü “Göçmen işgücünü kim istiyor” başlıklı yazıda ülkemizde farklı sektörlerde kitlesel olarak çalışan ve onlarca ülkeden gelen göçmenlerden bahsetmiştim. Bu konuya dair tartışma genelde göçmen karşıtlığı veya göçmen haklarının tanınması arasında yaşansa da bu yazıda göçmenlerle ilgili tartışmalarda sesi pek çıkmayan kesimlere değineceğim. Bu kesimlerin sesinin çok duyulmaması mazlumluklarından değil. Tam tersine göç politikasının belirlenmesinde belirleyici bir konuma sahipler. Bu kesimler göçmenin gelmesini istiyorlar ama onların haklarını tanımıyorlar. Göçmenlerin ucuz işgücünü talep ediyorlar ama bunun yasal bir düzlemde, kapsayıcı bir politikayla olmasını istemiyorlar. Sektöre göre ülkeye izinli veya izinsiz gelmelerini ama çalışma izni olmadan çalışmalarını istiyorlar.
Bu kesimlerin sesini duymak her zaman mümkün olmuyor. Ancak Kılıçdaroğlu’nun ikinci tura hazırlık döneminde mültecileri gündeme alması ve önlem alınmazsa 20 milyon, 30 milyon göçmenin daha geleceğini öne sürmesi karşısında AKP’nin pek de panik olmamasında ve mülteci politikasını savunmasında bu kesimlerin çıkarlarına uygun hareket ettiğini görüyoruz.
'Göçmen olmazsa hayvanlara bakacak kimse yok'
Pazar günü Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun göçmen olmazsa hayvanlara bakacak kimse yok demesi buna bir örnek. Bu nedenle her ne kadar Kılıçdaroğlu ihtiyaç duyduğu 4 puan oy için mülteci konusunu gündeme getirse de acaba beklediği etkiyi yaratacak mı, yoksa farklı kesimlerde kaygı ve tepki yaratacak mı, bu vaatler nedeniyle Kılıçdaroğlu’ndan uzaklaşan bir kesim olur mu veya bu kesimler bunu sadece bir seçim vaadi olarak görüp somut bir sonucu olmayacağını mı düşünür, bu soruları seçim sonrasında incelemekte fayda var.
Çeşitli örneklerle açıklamak gerekirse;
Ülkemizde tarımsal üretim ve hayvancılıkta göçmen emeği oldukça yaygın kullanılıyor. Göçmen emeği olmasa neredeyse ürünlerin tarlada kalacağını, hayvanların bakılamayacağını öne sürmek mümkün. Tarımsal üretim ve hayvancılıkla geçinen köylüler ve buradan elde ettiği tedarikle faaliyetlerini yürüten gıda sektöründeki şirketler bu vaatlerden memnun olmayabilir.
Tekstil, deri, metal, gıda, kimya, otomotiv, turizm gibi ülke ekonomisinde önemli yeri olan sanayi ve hizmet sektörlerinde, özellikle tedarik sürecinin alt zincirlerinde yer alan, çoğunluğu küçük işletmelerde yüz binlerce göçmen işçi kayıtdışı çalışıyor. Bu ucuz işgücü sömürüsü ve TL’nin değer kaybı bu kesimlerin ihracat yapmasını kolaylaştırıyor. Göçmen ve yerli işçiler arasında sektörlerde bir işbölümünün yapıldığı görülüyor. Bu nedenle ekonominin zaten zor bir dönemden geçtiği bir ortamda yurtdışından siparişlerin sürmesini sağlayan, üretimi sürdüren ve ani kitlesel işsizliğin açığa çıkmasına engel olan bu üretim sürecinin sekteye uğramasını bu işletmelerin sahipleri ve buralarda çalışan yerli işçiler tercih etmeyebilir.
Bu aynı zamanda artan hayat pahalılığı ve hızlı şekilde düşen alım gücüne karşın ekonomi faaliyetlerini sürdürmek için uğraşan, bu nedenle yanında çırak ve yardımcı olarak göçmen çocuk çalıştıran esnafı, evinde çocuk ve yaşlı bakımı için göçmen kadınları düşük fiyata aralıksız çalıştıran küçük burjuvaziyi rahatsız edebilir.
Göçmen emeğinden yararlanan geniş kesim
Göçmen karşıtı söylemlerde sıkça dile getirilen ve sıkça dile getirilince doğru olduğu sanılan sayılar abartılı olsa da, örneğin 10 milyon, 13 milyon gibi sayıların karşılığı olmasa da, yine de 5 milyon göçmenden rahatlıkla bahsedebiliriz. Suriyeliler haricindeki göçmenlerin hemen hepsinin çalışma çağında olduğunu da tahmin etmek mümkün. Göçmenlerin hızlıca iş buldukları ve yoğun şekilde çalışma hayatına katıldıkları da biliniyor. Dolayısıyla milyonlarla ölçülen sayıda göçmenin emeğinden doğrudan ve dolaylı yararlananların sayısını da küçümsememek gerekiyor.
Göçmen açısından da Avrupa’ya geçişin oldukça zorlaştırılması ve tehlikeli hale gelmesi, sadece geri gönderme tehdidi de değil, Yunanistan’da mülteci kampına girmeyi başaranların oradan çıkmasının neredeyse imkansız hale gelmesi, Yunan veya Bulgar sınırını geçerken yakalananların işkence görmesi, botlarının motorlarının alınıp denizde sürüklenmesi, kara sınırından geçenlerin eşyalarının çalınıp çıplak şekilde geriye gönderilmesi gibi riskler göz önüne alındığında göçmenlerin Türkiye’de kalmaya mecbur kalması ve sunulan işleri ve çalışma şartlarını kabul etmesi şaşırtıcı değil.
Göçmen işgücüne yönelik politikadan farklı olsa da benzeri bir mantıkla, başta Araplar ve Ruslar olmak üzere yabancı zenginlere yönelik ayrıcalıklı teşvik politikaları ve ev karşılığı vatandaşlık verme de sadece bu kesimlere ev satan veya farklı hizmetler sunan şirketler için kâr getirmiyor. Genel olarak ev sahipleri açısından evlerinin satış ve kira değerinin kısa sürede astronomik düzeyde artmasına da neden oluyor. Kısa sürede evinin değeri 300-500 bin TL’den 10-15 milyon TL’ye çıkmasından memnun olan kesimler zaten bu politikaların hedef kitlesi.
Dolayısıyla mevcut göçmen politikası büyük ve küçük şehirlerde ve kırsal kesimlerde farklı toplumsal sınıf ve katmanların çıkarına uygun şekilleniyor. Turist olarak gelenlerin çalışmasına göz yumulması, sınırlardan binlerce gencin izinsiz şekilde geçmesine müdahale edilmemesi veya AB ile işbirliği yapılarak göçmenlerin Türkiye’den çıkışının engellenmesi beceriksizlik, kapasite eksikliği veya teslimiyetle ilgili değil. Türkiye’de büyük ve orta sermaye kesimleri başta olmak üzere, kent ve kır burjuvazinin bir kesiminin çıkarına işleyen bir politika. Bu kesimin göçmenleri çalıştırması, geri gönderilmelerini istememeleri onlara sempati duydukları için değil. Tam tersine onları sessizce, uzun saatler, çok ucuza çalıştırmak, sömürmek istemelerinden kaynaklanıyor.
Herhangi bir tartışmada veya şikayette göçmenlerin hızlıca deport edilmesi, sınırlardan geçişlerde müdahale edilmeyen binlerce göçmenin bir kısmının bir süre sonra yakalanıp geri gönderilmesi de göçmenlerin nezdinde ciddi bir tehdit anlamına geliyor. Bu sayede örneğin Zeytinburnu’nda deri fabrikalarında uzun saatler çalışan ve ilçe merkezinde bekar evlerinde kalan binlerce Afgan yılda 2 gün bayram izninde fabrikalarının biraz ilerisinde sahile veya turistik yerlere akın edince toplumun dikkatini ve tepkisini çekiyor. Ama bir sonraki bayrama kadar bu insanlar yeniden belirli bir hiyerarşi, disiplin ve korku altında çalışmaya devam ediyorlar.
Sermayenin açgözlülüğünün teşhir edilmesinin önemi
Burada sermayenin açgözlülüğünü teşhir etmek önem kazanıyor. Kötü şartlarda çalışmaya zorlanan göçmenlerin hak mücadelesi vermesi kolay değil, genellikle kendi aralarında iletişim kurarak maaşlarında artış sağlıyorlar, ancak toplumumuzu tanımaları, dil öğrenmeleri, birçoğunun benimsediği feodal, gerici yargıları yıkmaları, türlü zorluklarla ve bedellerle kazanılan ilerici kazanımları ve özgürlükleri benimsemeleri, çeşitli manipülasyonları ve yönlendirmeleri fark edip reddetmeleri, göçmen kadın işçilerin tacize ve baskıya karşı sesini yükseltmesi ve göçmen çocuk işçilerin okula gitmek istemesi de zor.
Seçim sonrasında da ülkemize göçmen işçiler gelmeye devam edecekler. Bu meselenin doğru bir zeminde tartışılmasını ise ancak sosyalistler başarabilir.
/././
Türkiye’de göçmen işgücünü kim istiyor?(EREN KORKMAZ-SOL/ÖZEL)
'Hem göçmen işçiler hem de göçmen burjuvalarla ilgili olarak Türkiye’de sermayenin çıkarları doğrultusunda politikalar izleniyor.'
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci tura kalmasıyla birlikte siyasetin gündeminde göç ve mülteci meselesi ön plana çıktı. AB ile imzalanan ve hiçbir meşruiyeti olmayan geri kabul anlaşması ve son 10 yılda göçmen sayısındaki hızlı artış birçok kaygıyı ve tartışmayı beraberinde getiriyor. Bu seçim dönemindeki tartışmalar ise bu sorunun çözülmesinden öte daha da derinleşmesine neden olacak.
Ancak seçim sonrasında kısmen zorlama kısmen de teşvik ile bazı geri dönüş programlarına hayat verilse dahi Türkiye’de artık göçmenlerin (geçici ve uluslararası koruma altında olanlar, kayıtdışı göçmenler ve kayıtlı-izinli gelenler de dahil) tamamen gitmesi mümkün değil. Türkiye hem göç veren hem de göç alan bir ülke olmaya devam edecek. Bunun sorumlusuna ise en basit şekilde sermaye düzeni diyebiliriz.
Türkiye’de göçmen emeğini istihdam etme konusunda talepkar bir sermaye sınıfı var
Türkiye’de savaştan kaçanlar da dahil olmak üzere göçmen emeğini istihdam etme konusunda deneyimli, istekli ve talepkar bir sermaye sınıfı var. Bu talep ve istek sürdüğü müddetçe ülkeye bir nedenle (mülteci veya ekonomik amaçlarla) ve bir şekilde (izinli ve izinsiz) gelen göçmenin ucuz işgücü olarak, genellikle de kayıtdışı şartlarda sömürülmesi devam edecektir. Göçmen istihdamı ülkemizden ürün ve hizmet alan yabancı tekellerden ve şirketlerden başlayarak Türkiye’deki büyük sermayeden tedarik zincirinde yer alan orta ve küçük işletmelere kadar birçok sektörde karşılığı olan bir uygulamadır. Ayrıca sadece bunlarla da sınırlı kalmamaktadır. Yanına çırak, çalışan arayan esnaf, evinde çocuk ve yaşlı bakımı ile inşaat-tamirat-hamallık gibi birçok iş için küçük burjuvazi ve küçük ve orta büyüklükte köylü üreticiler de göçmen emeğinden yaygın şekilde yararlanıyor, bu yönde talepleri artarak sürüyor.
Ülkemizde yasal, çalışma izni ile gelenler azınlıkta olsa da var. Örneğin tavukçuluk sektöründe Nepalli işçiler istihdam ediliyor. Ev içi çocuk ve yaşlı bakımında Filipinliler öne çıkıyor. Sağlıkta doktor ve hemşire olarak, eğitimde öğretmen, dil eğitmeni ve akademisyen olarak çok çeşitli Afrika ve Güney Asya ülkelerinden çalışanlar geliyor. Turizmde Rus turistlerin ağırlığının arttığı ve birçok sahil şehrine ciddi bir Rus nüfus yerleştiği için Orta Asyalı işçiler turizm sektöründe öne çıkıyor.
Göçmen çalışanların büyük çoğunluğunun çalışma izni yok
Göçmen çalışanların büyük çoğunluğunun kayıtdışı, çalışma izni olmadan çalıştığı biliniyor. Örneğin Türkiye’de başta tekstil olmak üzere birçok sektörde milyonlarca Suriyeli çalışıyor. Ülkenin dört bir yanında tekstil fabrikalarında Suriyeli, İranlı, Iraklı ve Afgan işçiler bir arada çalışıyor.
Deri sanayisinde, inşaat ve hamallık-nakliye gibi sektörlerde Afgan işçilerin öne çıktığı biliniyor. Tarım işçilerinin büyük kısmı artık göçmenlerden oluşuyor. Suriyeliler, farklı Afrika ülkelerinden gelenler ve Gürcüler Türkiye’nin dört bir yanında tarımsal ürünlerin hasadını yapıyorlar. Çobanların büyük kısmının Afgan olduğu medyaya yansıyor.
Ev içi çocuk ve yaşlı bakımında bir kısmı çalışma izni ile, bir kısmı da kayıtdışı çalışan, hemen hepsinin kadın olduğu göçmenler başta Türkmenistan ve Kırgızistan gibi Orta Asya ülkeleriyle Kafkasya ve Karadeniz’e kıyı devletlerden geliyorlar. Çoğunluğu ülkeye turist olarak yasal şekilde giriyor ama çalışma izni olmadan evlerde çalışıyor. Kaldıkları evlerde pasaportlarına el konulduğu için de istedikleri zaman işten ayrılmaları güç oluyor.
Onlarca ülkenin vatandaşı çalışmaya artık ülkemize geliyor
Özetle Türkiye ekonomisinin kilit, vazgeçilmez sektörleri olan ve küresel tedarik zincirine bağlı olan tekstil ve deri sektörlerinde, tarımda, turizmde, inşaatta ve çeşitli hizmet sektörlerinde ciddi bir göçmen nüfusu çalışıyor ve bu göçmen nüfus sadece ülkeye sığınanlardan oluşmuyor, ülkenin coğrafi konumunun ve THY’nin uçak seferlerinin sayesinde onlarca ülkenin vatandaşı çalışmaya artık ülkemize geliyor.
Ekonomik krize ve öncesinde pandemiye rağmen Türkiye’de sanayinin dur durak bilmeden çalışmasında göçmen emeğinin önemli bir yeri var. Gelenler izinli ve izinsiz şekilde sınırları geçse dahi çeşitli aracı kurumlar ve ağlar sayesinde hızlıca ülkenin farklı şehirlerinde iş bulup çalışmaya başlıyorlar. Sadece İstanbul’daki sanayi merkezlerinde değil, hiç akla gelmeyecek şehirlerde, köylerde tarım işçisi ve çoban olarak çalışıyorlar. Büyük şehirlerin zengin semtlerinde çocuk parklarında çocuklara bakan, köpekleri gezdiren göçmen işçilere rast gelmek hiç zor değil.
Bunun toplumun birçok kesiminde tepkiye ve kaygıya neden olması anlaşılır. Bunda sosyal, kültürel farklılıkların yanı sıra ücretlerin düşürülmesi, kayıtdışı çalışmanın yaygınlaşması, sosyal hak mücadelelerinin sekteye uğraması, kiraların artması gibi çok çeşitli etkileri oluyor. Kaydı olmayan çok sayıda göçmenin olması, bilinçli şekilde devletin kapsamlı bir göç politikasının olmaması ve aktif şekilde müdahale etmemesi de bu kaygıları arttırıyor. Ancak bu bir beceriksizlik veya cahillik değil, bilinçli bir politika ve esas sebebi de sermayenin çıkarları. Büyük fabrikalardan küçük tarlalara ve ev içi hizmet alan hanelere kadar göçmenin kayıtdışı koşullarda, savunmasız, herhangi bir hakkı olmadan, sürekli yakalanma ve sınırdışı edilme korkusu ile ve ailesine para gönderme mecburiyeti ile çalışması onların işgücünden yararlananların işine geliyor.
AB ile imzalanan geri kabul anlaşması: Sermayenin çıkarlarına gayet uygun
Bu nedenle AB ile imzalanan geri kabul anlaşması meşru olmayan bir anlaşma olmasına rağmen sadece AB’nin para vererek mültecileri Türkiye’de tutmasına neden olan, tek taraflı bir anlaşma değil. Bu anlaşma Türkiye’de sermayenin de çıkarlarına gayet uygun. Doğu sınırlarından kısmen rahatça geçebilen ama Batı sınırlarından geçmesinin neredeyse mümkün olmadığı şartlarda göçmenlerin hızlıca istihdam edilip para kazanması da sağlanınca Türkiye’nin transit ülke olmaktan çıkıp hedef ülke haline gelmesi, birçok milletten göçmenin Türkiye’ye belirli sektörlerde çalışmaya gelmesi mümkün oluyor.
Elbette Türkiye’de kapsayıcı bir göç politikasının olmasını talep etmek, sermayenin ve burjuvazinin açgözlülüğünün, sömürü iştihanın teşhirini öne çıkarmak, toplumun yaşadığı haklı kaygıları anlayıp önerilerde bulunmak, ırkçılığa ve şovenizme karşı çıkmak önem kazanıyor. Ayrıca sınıf ve sendikal çalışmalarda bahsi geçen sektörler artık ciddi bir göçmen işgücü çalıştığı için onları kapsamadan bir faaliyet yürütmek de mümkün olmayacaktır. Bu salt ideolojik ve enternasyonel bir yaklaşım değil, oldukça gündelik ve pratik bir görev halini alıyor, çünkü bu sektörlerde sendikalaşma, ücret artışı vb talepleri yükseltirken göçmen işçiler yokmuş gibi davranmak mümkün değil. Sınırdışı edilme ve diğer legal ve sosyal-kültürel kaygılardan dolayı göçmen işçilerin bu tür çalışmalara dahil edilmesi de ayrı bir zorluk oluyor.
Ancak bu mesele sadece Türkiye ile sınırlı değil. Kapitalizmin uluslararası işbölümüne uygun olarak işçileri bir ülkeden diğerine mobilize etme gücü bugün çok daha yüksek. Nepal’den Körfez ülkelerine inşaat işçisi; Türkiye’den Batı Avrupa’ya yazılımcı ve doktor, Rusya’ya mühendis ve inşaat işçisi; Filipinler’den Kuzey Amerika’ya ev içi çalışan; Orta Asya’dan Rusya’ya inşaat işçisi ve Türkiye’ye turizm işçisi olarak gelmek çok daha kolay. Yasal düzenlemeler, aracı şirketler, iletişim ve ulaşım teknolojileri, çeşitli vize türleri ile birçok ülkede işçi sınıfının bileşiminde hızlı değişimler yaşanıyor.
Ücretler düşürülüp sömürü artırılıyor
Ülkemiz açısından bir diğer mesele ise son yıllarda Rusya’dan Antalya’ya, İngiltere’den Muğla’ya ev alıp yerleşmek için gelenler ile ülke genelinde ev ve vatandaşlık almak için Arap ve Güney Asya ülkelerinden artan taleptir. Bu da ev fiyatları ve kiraları başta olmak üzere turizm ve hizmet sektörlerinde fiyatların hızlı ve anormal şekilde artışına neden oluyor.
Özetle hem göçmen işçiler hem de göçmen burjuvalarla ilgili olarak Türkiye’de sermayenin çıkarları doğrultusunda politikalar izleniyor. Bu sayede bir yandan ücretler düşürülüp sömürü oranları arttırılırken diğer yandan yabancıya yönelik hizmetlerle astronomik kârlar elde edilebiliyor. Ve bu gelişmelerden gündelik yaşamında kentli küçük burjuvazi ile kırsaldaki köylü üreticiler de yararlandığı için talep artmaya devam ediyor. Ancak mevcut seçim tartışmaları bu temel konulara değinmiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder