Haziran Dünya Çocuk Günü-Onlara reva görülen şiddet, hak ihlalleri ve sömürü (Nisa Sude DEMİREL)
Bugün 1 Haziran Dünya Çocuk Günü. Türkiye’de çocuklar 1 Haziran’ı politika eksikliği, yoksulluk ve ağır hak ihlalleriyle karşılıyor.
Fotoğraf: UnsplashBugün 1 Haziran Dünya Çocuk Günü. Türkiye’de çocuklar 1 Haziran’ı politika eksikliği, yoksulluk ve ağır hak ihlalleriyle karşılıyor. Gazetemize konuşan Fisa Çocuk Hakları Merkezinden Ezgi Koman, bir an önce bütüncül çocuk politikaları üretilmesi ve hak ihlalleri takip sistemi oluşturulması gerektiğini vurguladı.
Türkiye İstatistik Kurumunun (TÜİK) 2022’de yayımladığı “İstatistiklerle çocuk 2021” raporuna göre 2020 yılı itibarıyla yoksul çocuk sayısı 7 milyon 378 bin olarak belirtildi. Bu veri her 3 çocuktan birinin yoksullukla yüz yüze olduğu anlamına geliyor.
Fisa Çocuk Hakları Merkezinin 2022 yılına ilişkin verilere yer verdiği rapora geçen yıl 3 çocuk kamu görevlisinin açtığı ateş sonucu hayatını kaybetti. Kamu görevlilerinin ihmali sonucu ise en az 2 çocuk özgürlüğünden yoksun bırakıldığı sırada intihar etti. En az 64 çocuk ise sağlık hizmetlerindeki ihmaller sonucu hayatını kaybetti. En az 14 çocuk eğitim hizmeti alırken okul içindeki veya okul servislerindeki ihmaller sonucu yaşamını yitirdi. En az 1 çocuk ise devletin koruması altında bakım hizmeti alırken hayatını kaybetti.
Yine rapora göre 2022’de 81 çocuk iş cinayetlerinde, 62 çocuk intihar sonucu, 60 çocuk şiddet sebebiyle, 37 çocuk şüpheli şekilde, 30 çocuk bireysel silahlanma nedeniyle, 5 çocuk karşıt gruplar arasında çıkan çatışmalarda, 4 çocuk doğal afetlerde, 2 çocuk patlama/bombalı saldırılarda, 541 çocuk ihmal nedeniyle, en az 14 çocuk göçmen sınır geçişinde boğularak hayatını kaybetti.
‘BÜTÜNLÜKLÜ BİR ÇOCUK POLİTİKASI ÜRETİLMELİ’
Fisa Çocuk Hakları Merkezinden Ezgi Koman bugün açısından çocukların maruz kaldığı güncel hak ihlallerinin ise deprem odaklı olduğunu ifade etti. Tam sayı bilinmemekle birlikte çok fazla çocuğun hayatını kaybettiğini söyleyen Koman “Çok ciddi bir barınma sorunu söz konusu, zorunlu bir göç var. Çocuklar yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda kaldılar. Pek çok hak ihlali karşımıza çıkıyor, çıkmaya da devam edecek gibi. Bütüncül bir bakış açısıyla ciddi bir güçlendirme politikası oluşturulması gerekiyor” dedi.
Çocuğu bağımsız bir özne olarak gören bir politika eksikliği olduğunu vurgulayan Koman, “Eklektik çözümler işe yaramıyor. Çocuğu bir özne, hakları ve özgürlükleri olan bir birey olarak görmeyen bir yaklaşımla sorunların çözülmesinin imkanı yok. Bir an önce bununla ilgili adımlar atılmalı. Bugün 100 yıllık Cumhuriyet’in çocuklara reva gördüğü yoksulluk, hak ihlalleri, çocuk işçiliği, şiddet, sömürü oluyor” ifadelerini kullandı.
Hak ihlallerindeki seyri gözlemleyemediklerini söyleyen Koman bunun sebebini “BM Çocuk Hakları Komisyonu Türkiye’ye çocukların yaşadıklarını iyi takip edecek bir komisyon öneriyor. Ama Türkiye’de çocuğa özgü hak temelli bir veri takip sistemi yok. Çocuk yoksulluğu, çocuk gelinler artıyor mu bilemiyoruz. Veri sisteminiz yoksa buna yönelik bir politika da oluşturamazsınız. Böyle bir veri sistemi kurulmalı” diye açıkladı.
/././
Sütte artan maliyet hem üreticiyi hem de tüketiciyi vurdu(Ramis SAĞLAM)
1 Haziran Dünya Süt Günü’nde süt tüketimi artan fiyatlardan dolayı gerilerken süt üreticileri maliyetleri karşılayamadığı için hayvanlarını kesime gönderiyor.
Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) ve Uluslararası Sütçülük Federasyonu (IDF) tarafından 2001 yılında alınan kararla 1 Haziran “Dünya Süt Günü” ilan edildi. Hayvansal kaynaklı gıdalar arasında süt insanoğlunun beslenmesinde vazgeçilmez bir öneme sahip.
Süt özellikle bebeklerin, çocukların ve yaşlıların beslenmesinde içerdiği yeterli ve dengeli protein, yağ, karbonhidrat, vitamin ve mineraller nedeniyle temel gıda maddeleri içinde en ön sıralarda yer alıyor. 5 yaşındaki bir çocuğun içtiği bir bardak sütün (250 ml) günlük protein ihtiyacının yüzde 48’ini, kalori ihtiyacının yüzde 9’unu karşıladığı biliniyor.
‘SÜT ÜRETİMİ DE TÜKETİMİ DE DÜŞÜK’
Dünyada ve Türkiye’de süt üretimi ve tüketimi istatistiklerini değerlendiren Toprak, “FAO’nun 2019 yılı verilerine göre ülkemiz 20.8 milyon ton inek sütü üretimi ile dünyadaki sekizinci sırasını 9 yıldır korurken, Avrupa’da ise Almanya’nın (33.1 milyon ton) ve Fransa’nın ise (24.9 milyon ton) ardından üçüncü sırada yer alıyor. IDF verilerine göre kişi başı 100 litre üzerinde içme sütü tüketimi en yüksek olan ülkeler Avustralya, Yeni Zelanda ve Kuzey Avrupa ülkeleri. Bu ülkeleri yaklaşık 70 litre ile Kuzey Amerika ülkeleri takip ediyor. Aynı dönem içinde Türkiye’de içme sütü tüketimi miktarının kişi başı yaklaşık 41 litre olduğu tahmin edilirken, gelişmiş ülke oranlarına göre oldukça düşük” dedi.
‘OKUL SÜTÜ PROJESİ GÜNCELLENMELİ’
Yüksek enflasyondan dolayı süt fiyatlarının arttığını ve gelir düzeyi düşük ailelerin ulaşmakta zorlandığını ifade eden Toprak, “Süt tüketimi çocukların fiziksel ve zihinsel gelişimi için önemli. Bu yüzden her çocuğun süte erişim hakkı olmalı. Sağlıklı nesiller yetiştirilebilmesi için her çocuğun yeterli düzeyde süt tüketebilmesinde devletin sorumluluğu bulunuyor.2012-2019 yılları arasında uygulanan ‘okul sütü projesi’ güncellenerek yeniden devam ettirilmeli. Süt ve süt ürünleri fiyatlarının toplumun her kesiminin kolaylıkla ulaşabileceği seviyelerde tutulması sağlanmalı” diye konuştu.
Türkiye’deki süt tüketimi ile ilgili en büyük sorunlardan birinin bilgi kirliliği olduğunu belirten Toprak, “Bireylerin her konuda olduğu gibi süt ile ilgili olarak da doğru ve güncel bilgilere sahip olma hakları var. Bizler süt ve ürünlerinin tüketimini önermeye, üretimde sürdürülebilir ve güvenli mekanizmaların kurulmasını ve üreticinin hak ettiği refah seviyesine ulaşmasının sağlanmasını vurgulamaya devam edeceğiz. Süt ve ürünleri ile ilgili yanıltıcı ve hiçbir bilimsel dayanağı olmayan kampanyalara karşı durmaya devam edeceğiz” dedi.
SOKAKTA SATILAN SÜTE DİKKAT
Toprak, ambalajsız olarak satılan sütlerin dayanma süresinin uzatılması amacıyla kimyasal maddeler katılabildiğini ve yağı alınarak su ilave edilebildiğini veya değişik hileli işlemler uygulanabildiğini söyledi. Toprak, “Süt ve süt ürünlerindeki denetimler artırılmalı, sokak sütü ve kayıt dışı üretime izin verilmemelidir. Hem kalite hem de verimlilik açısından daha faydalı olduğu bilinen pastörize veya UHT (uzun ömürlü) süt tüketiminin yaygınlaşması için çaba gösterilmesi gereklidir” diye ekledi.
‘ARTAN MALİYETLERDEN DOLAYI HAYVANLARIMI KESİME GÖTÜRDÜM’
Foça’da 24 yıldır büyükbaş süt üreticiliği ile uğraşan İsmail Anlayışlıol, yem fiyatlarının devamlı zamlanmasından dolayı maliyetlerin arttığını söyledi. Anlayışlıol, “Daha önce 10 tane büyükbaş, 50 tane küçükbaş hayvanım vardı. Yüksek girdi maliyetlerinden dolayı hayvanlarımı azaltmak durumunda kaldım. Biz hayvan üreticileri olarak meraların azalması, tarım arazilerinin imara açılmasından dolayı hayvanlarımızı besleyecek yer bulamıyoruz ve kesime gönderip azaltmak zorunda kalıyoruz” dedi.
‘KESİME GİDEN HER HAYVAN SÜTÜ ZAMLANDIRIYOR’
24 Ocak 1980 kararlarıyla birlikte hayvancılığın bitmeye başladığını ifade eden Anlayışlıol, “Devlet hayvancılıktan elini çekerek üreticiyi piyasanın insafına bıraktı ve zorlaşan hayvancılık gitgide azaldı. Yem fiyatları pahalı, süt fiyatları ucuz olduğu için bakımı zorlaşan hayvanlar birçok besici tarafından kesime gönderiliyor” diye konuştu.
Kesime giden her hayvanın tüketiciye pahalı süt ve et demek olduğunu belirten Anlayışlıol, “Kesime giden her hayvanın yavrusunun da olmayacağı anlamına geliyor. Geçtiğimiz yıl sütü 7 liradan satarken bu yıl 9-10 liradan satabiliyoruz. Buna karşılık yem fiyatları 150 liradan 400 liraya yükseldi. Tüketici ise geçen yıl 12 liraya aldığı sütü bu yılın ilk altı ayında 16 liraya tüketmeye başladı. Daha iki gün önce süte zam geldi. Bugün besicilik yaparak geçimimi sağlayamam. O yüzden gece bekçiliği yapmak zorunda kalıyorum. Sadece ben değil birçok küçük besici artık yavaş yavaş bu işi ek iş olarak yapmak zorunda kalıyoruz” dedi.
/././
İklim değişikliği tarımı vuruyor: Gıda fiyatlarında sıçrama uyarısı!(Özer Akdemir)
Dr. Oğuz Tutal'ın araştırmasına göre Türkiye için en büyük tehlike kuraklık ve aşırı sıcaklar... Araştırma gıda enflasyonunun şiddetlenebileceği uyarısı yapıyor.
Çevre ve iklim ekonomisti Dr. Oğuz Tutal tarafından yapılan bir araştırmaya göre iklim değişikliği tarımı vurdu. İklim değişikliğinin Türkiye için önemli beş tarımsal ürünü nasıl etkilendiğinin incelendiği araştırmada üretimde en büyük tehlikenin kuraklık ve aşırı sıcaklar olduğu belirtiliyor. Araştırmada gıda enflasyonunun şiddetlenebileceği uyarısı yapılıyor.
EN ÖNEMLİ 5 ÜRÜNDE 50 YILLIK DEĞİŞİM
CERA Europe ve European Development Institute (EDI) bünyelerinde kıdemli uzman olarak görev yapan Dr. Oğuz Tutal, iklim değişikliğinin 1968-2018 yılları arasındaki 50 yıllık süreçte, Türkiye için önemli beş tarım bitkisinin (ekili alanların %80'ine denk gelen buğday, arpa, ayçiçeği, pamuk ve çay) iklim değişikliğinden ne şekilde etkilendiğini değerlendirdi. Konuya ilişkin yazısında iklim değişikliğinin tarımsal üretim üzerindeki olumsuz etkilerinin, bu konuda orta-yüksek riskli ülkeler arasında bulunan Türkiye’de de gözlemlendiğine dikkat çekilen araştırmaya göre, kuraklık, Güneydoğu Anadolu bölgesinde buğday, arpa, Antep fıstığı, pamuk gibi önemli ürünlerin verimini düşürdü.
AŞIRI SICAKLAR KAÇINILMAZ!
Benzer şekilde, Ege, Marmara ve Akdeniz bölgelerinde zeytin ve zeytinyağı üretiminin de olumsuz etkilendiğinin altını çizen Tutal’ın araştırmasında sıcak hava şoklarının, zeytin sineği gibi zararlıların hızla yayılmasına sebep olurken, dolu fırtınalarının da ürünlere ciddi fiziksel zararlar verdiği ifade ediliyor. Yine İç Anadolu’da yeraltı sularının azalması ve kuraklığın, üretimde dalgalanmalara ve gıda güvenliği, göç gibi konularda uzun vadeli tehditlerin oluşmasına neden olduğuna dikkat çekilen yazıda, üreticilerin ekonomik ve teknik sorunlarına iklim değişikliğinin de eklenmesi ile bunlarla mücadele etmekte zorlandıkları dile getiriliyor. Aşırı sıcaklıkların ve kuraklık riskinin Güneydoğu Anadolu, Akdeniz ve Ege bölgeleri için kaçınılmaz olduğunun yapılan birçok çalışmanın ortak vurgusu olduğuna dikkat çeken Tutal’ın incelediği beş üründen öncelikle pamuk, ardından ayçiçeği ve buğday için önemli riskler olduğu belirtiliyor.
EN BÜYÜK DARBE PAMUK ÜRETİMİNE
2022 yılında yayınlanan Tutal’ın akademik çalışmasına göre en büyük darbeyi Güneydoğu’da pamuk üretimi yedi. Pamuk, özellikle tekstil sektöründeki kullanımı nedeniyle ülkemiz için oldukça önemli bir ürün iken Türkiye dünyanın en büyük yedinci pamuk üreticisi olmasına karşın yılda yaklaşık 1,5 milyar dolar vererek dışarıdan pamuk alıyor. Türkiye’de üretilmesi büyük ekonomik önem taşıyan pamuğun yetiştirildiği bölgelerin, aynı zamanda iklim değişikliğinin kuraklık gibi olumsuz etkilerine en açık alanlar arasında olduğuna dikkat çeken Tutal, "Şanlıurfa ve Diyarbakır, toplam üretimin neredeyse yarısını gerçekleştiriyor. Oysa hem sıcağı hem de suyu seven pamuk için yağış ve sulama olanakları kritik önem taşıyor. Dolayısıyla Güneydoğu Anadolu’da gözlenen normalin üzerinde sıcaklıklar ve düşük yağışlar, üretimi olumsuz etkiliyor. Güneydoğu Anadolu’da ve Akdeniz bölgesinde pamuk üretiminin sürdürülebilmesi için sulama sistemlerinin verimli hale getirilmesi ve kuraklığa dirençli tohumların tercih edilmesi büyük önem taşıyor” diyor.
AYÇİÇEĞİ ÜRETİMİ VAN VE BİTLİS’E KAYABİLİR
Tutal, İç Anadolu bölgesinde ülkenin en az yağış alan bazı illeri olmasına rağmen bu bölgelerde yüksek su talebi olan ürünler yetiştirildiğine dikkat çekerek, bunun yer altı suları üzerinde de büyük bir baskı oluşturduğunu belirtiyor. Yağışların giderek azalacağını aktaran Tutal, bu nedenle bölgede birçok ürünü yetiştirmenin giderek zorlaşacağını öngörüyor. Bu ürünler arasında buğday üretimi de var. Tutal’ın araştırmasının sonuçları, özellikle ayçiçeği tarımının İç Anadolu’da terk edilmesi gerektiğine işaret ediyor. Tutal’a göre ılımanlaşan iklim nedeniyle İç Anadolu - Karadeniz geçiş kuşağı ile birlikte Van ve Bitlis gibi Doğu Anadolu illerinde ayçiçeği yetiştirilmesi, uygun bir alternatif olabileceği ifade ediliyor.
BUĞDAY VE ARPA DA YER DEĞİŞTİREBİLİR
Türkiye’de tarımsal üretimde çok önemli bir yeri olan, kayıtlı çiftçilerin yüzde 40’ının ürettiği buğdayda da temel sorun, kuraklık. Tahminlere göre 2050 yılında tarımsal kuraklığın yüzde 37, sıcak hava dalgalarının ise yüzde 40 ila yüzde 100 arasında artacağı öngörülüyor. Kuraklık sorunu önümüzdeki yıllarda buğday üretimini olumsuz yönde etkileyeceği gibi Tutal, Akdeniz ve Ege bölgesindeki ılıman koşullar ve don olaylarının azalması nedeniyle bu bölgenin iç kısımlarında buğday veriminin artabileceği öngörüsünde de bulunuyor. Aynı şekilde bir diğer önemli tarım bitkisi olan arpada da bazı yerlerde verim düşerken bazı yerlerde ise (Erzurum, Kars ve Ağrı) ılımanlaşma bu bölgeleri arpa ve buğday tarımı için daha uygun hale getirebilecek.
ÇAY ÜRETİMİ ARTACAK AMA…
Araştırmaya göre iklim değişikliği Karadeniz’de çay verimini arttırabilir ancak yüksek sıcaklıklar ve nem bitki zararlılarının hızla yayılmasına neden olacak. Bununla birlikte çay üretimini asıl tehdit eden şey ise çok düzensiz ve bol miktarda yağışın toprak yapısını ve bitkiyi etkilemesi.
GIDA FİYATLARINDA SIÇRAMA!
Tutal’ın araştırmasında iklim değişikliğinin tarımsal açıdan en temel olumsuz etkilerinin gıda güvenliği ve gıda fiyatları üzerindeki olacak. Türkiye’de tarımın ekonomik, teknik ve sosyal birçok başka sorunları iklim değişikliğiyle birleştiğinde, kartopu etkisi yaratabilecek. Çiftçinin düşük verimle üretim yapması, maliyetleri de yukarıya çekiyor ki bu da ayçiçeği, pamuk, buğday gibi ürünlerin yurtdışı fiyatlarının daha ucuz olmasına neden oluyor. Haliyle bu yerel üretim yerine dış alımı körüklerken, üreticilerin de tarımı terk etmesine yol açıyor. Bu nedenle toplam ekili alan son 50 yılda iki milyon hektar azalarak 16 milyon hektardan 14 milyon hektara geriledi. Ekimi en fazla daralan ürünler ise buğday, çavdar, üzüm, yulaf, pamuk ve tütün oldu. Tutal’a göre Aralık 2022 itibarıyla gıda enflasyonunda Zimbabwe, Lübnan, Venezuela ve Arjantin’in ardından dünyada beşinci sırada olan Türkiye’de gıda fiyatlarında yeniden bir sıçrama yaşanabilir.
ÖNERİLER
Tutal’ın iklim değişikliğinin etkilerini en aza indirmek için önerileri ise şöyle:
* İklim kaynaklı ürün kayıp sigortası mekanizmalarının yaygınlaştırılması ve çiftçilerin girdi maliyetlerini düşürecek teşvik ve desteklerin sağlanması
* Tarımsal ekipmanların yenilenmesi
* Kuraklık odaklı su yönetimi
* Akıllı tarım uygulamaları yaygınlaştırılması
* Bölgesel ve ulusal politikalar geliştirilmesi
* Bölgesel ve ulusal ürün desen haritalarının çıkarılması
* Havza bazlı su yönetimi ve tarımsal ürün deseni
Şimdi yatırım zamanı!(Hediye Levent)
Seçim bitti. Sonuçtan Katar çok mutlu, Suudi Arabistan memnun, Mısır ilişkilerde yeni dönemin başlayacağını müjdelemeye başladı, İsrail zaten kendi derdindeydi ama bir gözü de Türkiye’deydi, Suriye için sandıktan kimin çıkacağının pek önemi yoktu. Bu arada İran mutlu, Rusya mesut…
Türkiye’nin seçimlere kilitlendiği günlerde bölge basınının gündeminin ilk sırasında Türkiye vardı. Bölge ülkelerinin neredeyse tamamı Türkiye’deki seçimleri anbean takip etti. Katar destekli medya hariç bölge medyası Türkiye muhalefetine ve Kemal Kılıçdaroğlu’na geniş yer verdi. 6’lı masanın kazanması halinde yürütecekleri politikalara dair yüzlerce yazı, analiz, değerlendirme yer aldı Arapça medyada.
Muhalefete açık cephe alan bir tek Katar medyası oldu ancak Suudi Arabistan başta olmak üzere bölge ülkelerinin muhalefete dair tedirginlikleri olduğu açıktı. Bölgenin muhalefeti tanımıyor olması, hatta 6’lı masadaki bazı isimlerle ilk kez tanışıyor olması gibi sebeplerle yürütecekleri politikalar belirsizdi bölge açısından. Türkiye muhalefetinin hem bölgeye ilişkin söylemlerinin belirsizliği hem de 6’lı masa içindeki yaklaşım farklılıkları bu tedirginlikleri besliyordu. Katar hariç bölge ülkelerini muhalefet konusunda rahatlatan tek şey, Türkiye’nin Arap Ayaklanması döneminde yaptığı gibi bölgenin iç işlerine doğrudan müdahale etmeyecek olmasıydı.
Velhasıl seçim bitti, Erdoğan tekrar kazandı ve Erdoğan’ı ilk tebrik eden liderler yine bölge ülkelerinin liderleriydi. Peki AKP’nin tekrar kazanmış olmasından tedirginler mi? Değiller.
Türkiye’nin içinde bulunduğu derin ekonomik krizin herkes farkında. Bu krizin AKP’nin bölgedeki olası hamlelerini ya da en azından girişim niyetlerini sekteye uğratacağını düşünüyor bölge ülkeleri. Velhasıl ekonomik kriz Türkiye’nin elini kolunu bağlayacak gibi görünüyor bölge basınına göre.
Zaten bölgede de şartlar büyük ölçüde değişti. Artık 2011 şartları yok. Bölgede artık Rusya var, Çin var, bölge ülkeleri ile normalleşme sürecini devam ettiren İsrail var. En önemlisi de bölgenin önde gelen ülkeleri Çin’in ve Rusya’nın da en önemli talebi olan ‘barış ve istikrar’ zorunluluğu konusunda uzlaşmış durumdalar. Sonuçta ekonomik krizler, istikrarsızlıklar, kuraklık riski, bölgeye yayılan radikalizm gibi gelişmeler bütün ülkeleri az çok vurdu. Ekonomik açıdan iyi durumda olan ülkeler bile kriz yaşayan ülkelerden olası göç hareketlerinden korkuyor. Yani artık askeri yöntemler, silahlı gruplar üzerinden pazarlıklar devri büyük ölçüde kapandı. Şimdi diplomasinin ve gönülden ya da zorunluluktan uzlaşmanın öne çıkarıldığı dönemler başladı.
Hem bölgedeki bu yeni rüzgar hem de Türkiye’de derinleşen ekonomik kriz bölge ülkelerinin Türkiye’ye karşı elini rahatlatan faktörler olarak giderek güçleniyor. Bölge ülkeleri artık Türkiye’den korkmuyor. Her an bir ülkede bir girişimiyle süreci etkileyecek bir ülke olarak görmekten çok yatırım fırsatı olarak değerlendiriyor diyebiliriz.
Türkiye’nin de bölge ülkeleri ile ilişkilerini düzeltmek istediğini açık bir şekilde ifade etmesi bölge ülkeleri lehine havayı daha da yumuşattı.
Mesela Katar, Türkiye’deki yatırımlarını koruma derdinde. Suudi Arabistan medya ve sağlık sektörleri başta olmak üzere Türkiye piyasasına girmek istiyor. İsrail’e göre Türkiye, Filistin meselesinde İsrail lehine ılımlı bir çizgide. Mısır’a göre, Türkiye Mısır ile köprüleri kurma konusunda çok istekli. Hatta Mısır medyası Erdoğan’ın yakında Mısır’ı ziyaret etmek istediğini duyuruyor.
Ancak elbette bölge lehine esen bu havayı sertleştiren ve Türkiye açısından da çözülmesi gereken meseleler de var. Mesela Libya, Suriye, Doğu Akdeniz…
Bu arada Türkiye’nin seçimlere kilitlendiği günlerde Şam, Arap Ligi’ne geri döndü. Esad Suudi Arabistan Veliaht Prensi Salman ile görüştü. Arap basını Suriye krizinin çözümü konusunda bir Arap girişiminin hazırlandığından bahsediyor. Henüz bu girişimin detaylarına ilişkin teyid edilmiş bilgiler yok ancak artık Suriye meselesine Suudi Arabistan başta olmak üzere Arap dünyasının dahil olacağı açık.
Arap Ligi ve üye ülkelerin büyük kısmı Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinden çekilmesi gerektiğini söylüyor. Böylesi bir adıma Ankara nasıl ikna edilecek, ikna edilse bile hem mülteci sorununun çözüldüğü hem de Şam’ın istediği çekilme hamlesi nasıl örtüştürülecek, orası muamma. Ancak Suriye meselesinin seçim sonrasında bir kez daha ısınması hiç şaşırtıcı olmayacak.
Arap dünyası açısından Suriye sorunu yeni projelerin, enerji hatlarının, Körfez’i Avrupa’ya bağlayacak yeni güzergahların önündeki istikrarsızlık kaynağı olarak duruyor.
Yine bölge açısından hem petrol akışını baltalayan hem de radikalizmin yayılması gibi sonuçlarla birlikte giderek kangrenleşen diğer bir istikrarsızlık kaynağı Libya. Libya’daki çok başlılıkla beslenen siyasi istikrarsızlık ve bunun sahadaki yansıması olan bitmeyen çatışmalar endişe sebebi. Türkiye dahil Libya’da yabancı güç bulunduran ülkelerin güçlerini çekmeleri yönünde çağrılar sık sık gündeme geliyor.
Velhasıl bölge ülkelerinin kilitlendiği Türkiye seçimleri bitti. Şimdi bölge ülkeleri açısından istikrarsızlık kaynağı sorunları çözme ve aynı zamanda Türkiye’de yatırım fırsatlarını değerlendirme zamanı. Bu süreç ne kadar Türkiye’nin lehine olacak zamanla göreceğiz!
/././
Taşlaşmış tiranlar (Arif Nacaroğlu)
Yüksek tavanlar, 5 bin yıllık çığlıkların sessizliğini gözlerinde saklayan taşlar ve onları kucaklamış soğuk duvarlar. Hemen ötede, gözlerini gözlerime dikmiş Kral Kroisos. Gözleri bana bakıyor ama belli ki aklı diğer odadaki altınlarında. Tüm zamanların en zengin krallarından Kroisos, bizim bildiğimiz Karun. “Bakmayın şimdi çakma krallara ‘Karun kadar zengin’ dediklerine, parayı ben buldum” böbürlenmesi ile hafif kırgın, hafif mağrur, bana mı bakıyor, 14 yıllık hükümdarlığının üzerinden geçen 2 bin beş yüz yıla mı, yoksa cep telefonuyla vücutsuz kafasının fotoğrafını çekmeye çalışan Japon’a mı gülümsüyor?
Bir ara genç Gaius Octavius ile göz göze geliyor Kroisos’un gözleri. “Hiç geçmez sandığım 41 yıllık iktidarım geçti gitti. Sezar kadar olmasa da çok kan döktüm, çok yuva yıktım, çok köleyi aslanlara parçalattım, tüm dünyanın hakimi olmak istedim. Belki senin kadar zengin olamadım ama iyi kötü çaldığım paraları, altınları küplere doldurup yatak odamda sakladım. Ben tarihin en büyük askeriydim. Beni tanrı seçti sandım” diyen taşlaşmış vücuduyla, taşlaşmış saçlarıyla Octavius’un.
3’üncü Attalos belli ki pişman koskoca krallığını, Anadolu’nun en zengin topraklarını ölümünden sonra Roma’ya bağışladığına, koca Pergamon’u halkına değil de Roma’ya bıraktığına. Ne oldu? Ne Roma kaldı, ne Pergamon.
“Sessiz sessiz bakmayın” diye bağırıyor Alexandros, 3’üncü Alexandros diğer odadan, bizim bildiğimiz Filip’in oğlu Büyük İskender. “Bütün dünya benim olacak” rüyası ile ölen babası 2’nci Filip’in oğlu, Aristoteles’in öğrencisi, dünyanın ucunu Hindistan, Hindistan’ı aldığında dünyanın sahibi olduğunu sanan Büyük İskender. “Soğuk, soğuk bakmayın. Hepimizin rüyası aynıydı. Çok para, çok güç, çok kan, çok acı, bütün dünya. Ne oldu? Saraylarımız, kölelerimiz, altınlarımız ne oldu? Geçti gitti.”
İstanbul Arkeoloji Müzesindeyim.
Kendilerini tanrının yeryüzündeki temsilcisi sanan, tanrının emirlerini yerine getirdikleri yalanı ile halkı, insanları kana bulayan, dünyayı ele geçirmek için birbirlerini boğazlayan krallar, caniler, yan odada sergilenen altınları, taçları, mücevherleri ve mezar lahitleriyle, şimdi tanrıları Zeus’la birlikte taşlaşmış kafalarıyla Çinli turistin kamerasına acı acı gülümsüyor.
Taş kralları, tiranları, imparatorları taş duvarların arkasında bırakıp bahçeye çıkıyorum. Yüksek ağaçlar, baharın ilk sesleri, yuvalarında zıplayan kuş yavruları.
Ve bir yudum çay.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder