10 Haziran 2023 Cumartesi

EVRENSEL - 10 HAZİRAN 2023 -

ODTÜ’de Onur Yürüyüşü başlamadan polis müdahalesi

ODTÜ’de gerçekleşmesi planlanan 11. ODTÜ Onur Yürüyüşü gerçekleşmeden saatler önce polisler, üniversiteye giriş yaptı. Polisler yürüyüş için toplanan öğrencileri gözaltına almaya başladı.

ODTÜ’de gerçekleşmesi planlanan 11. ODTÜ Onur Yürüyüşü öncesi ODTÜ rektörlüğü Onur Yürüyüşü’ne izin vermediğini duyurarak öğrencileri tehdit etmişti. Rektörlüğün tarafından yapılan duyuruda “Belli bir grubun, üniversitemiz kampüsünü kendilerinin ülkemizdeki izinsiz yürüyüş merkezi olarak lanse etmeye çalıştığı farklı paylaşımlarından anlaşılmaktadır” denilen duyuruda, üniversite yerleşkesinde yürüyüş yapmanın kanuna aykırı olduğu iddia edildi. Gerekli her türlü güvenlik önleminin alınacağını söyleyen rektörlük, yürüyüş öncesinde okula çok sayıda polisin girmesine izin verdi.

ODTÜ Rektörlüğü’nün bir önceki gün attığı tehdit maili ve yasaklarına rağmen ODTÜ LGBTİ Dayanışmasının düzenlediği 11. ODTÜ Onur Yürüyüşü için saatler öncesinde üniversiteye çok sayıda çevik kuvvet polisi geldi. Kütüphaneye giren polisler, yürüyüş başlamadan öğrencileri gözaltına almaya başladı.

                                                         /././

Tek adam rejimini yenmenin yolu ‘ehvenişer’leri seçenek olmaktan çıkarmaktan geçiyor (İhsan Çaralan) 

Seçim sonrasında dövizi baskılayan önlemlerin kaldırılmasının arkasından dolar başta olmak üzere döviz karşısında TL’nin değer kaybı, döviz fiyatlarındaki hızlı yükseliş ilk olarak akaryakıt fiyatlarına yansıdı. Benzine bir seferde 2 lira 70 kuruş, motorine 1 lira 37 kuruş, oto gaza 67 kuruş zam yapıldı.

Dün öğleden önce itibarıyla dolar 23.70, avro ise 24.60 TL seviyelerinde rekorlarına yeni rekorlar ekliyordu.TL’deki bu değer kaybı buğday, un, ekmek, su, et ve süt ürünleri… gibi başlıca gıda maddelerine ve elbette ki üretiminde ithalat oranı yüksek olanlardan başlayarak tüm mallara, iğneden ipliğe zam olarak yansıyacaktır. Örneğin İstanbul’da ekmeğin 8 TL olabileceği konuşulurken, fırıncılar ekmek fiyatının 10 TL olmasını talep ediyorlar. Çaya yüzde 43 zam geldi bile!

Bu gelişmeler karşısında; kendisinden önceki tüm ekonomi bakanları ve onların arkasındaki Erdoğan’ın halka yeni zamlar ve vergi artışları ile hızla yükselen enflasyon karşısında söyleyecek bir lafı kalmadığında “Biraz sabır!” çağrısı yapması gibi Mehmet Şimşek de; “Hedeflerimize inşallah herkesin desteğini alarak ulaşacağız. Ancak biraz sabır ve zamana ihtiyacımız var” diyerek halkı sabırlı olmaya çağırdı.

Son yıllarda Erdoğan ve ekonomiden sorumlu bakanların bu kaçıncı, “Az kaldı her şey düzelecek biraz daha sabır” çağrısıdır herhalde sayısını hatırlayan yoktur.

‘ŞİMŞEK’E YARDIM DEMEK FATURAYI ÖDERKEN SES ÇIKARMA’ DEMEKTİR!

Hem Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözcüleri ve Cumhur İttifakı, hem de Millet İttifakı(*)  partilerinin ekonomi uleması, Mehmet Şimşek’in kurtarıcı olarak propaganda edilmesine açıkça ya da utangaç bir biçimde destek vermektedir. Millet İttifakı medyası Erdoğan’ın bu manevrasını alkışlamaya hazır biçiminde bekliyorlar.

Erdoğan’ın ekonomik politikalarına en çok bağırıp çağıran, öfke krizlerine giren İbrahim Kahveci bile Halk TV’de açıkça “Mehmet Şimşek’e yardım etmeliyiz” diyenlere katılıyor. Gerekçesini de açıkça söylüyor: “Çünkü Millet İttifakının ekonomik programını uyguluyor!” Muhalefetin görüşlerine çok itibar ettiği Prof. Özgün Demirtaş bunu ilk dile getirdiğinde sosyal medyada linç edilmişti. Ama Millet İttifakının ekonomi uleması ve sermaye muhalefetinin, Şimşek’in şahsında temsil edilen IMF programına, belki ayrıntıları dışında tutarsak, muhalefet etmeyecekleri anlaşılmaktadır. Nitekim son gülerde böyle her durumda gündeme getirilen terane yeniden hatırlandı: “Hepimiz aynı gemideyiz!”

Nitekim Davutoğlu ve Babacan muhalefetteki geri adımlarını ekonominin de ötesine geçirerek, “İktidarın doğru yaptıklarına doğru yaptı, yanlış yaptıklarına da yanlış yaptı deriz”e çekmiş bulunuyorlar.

Prof. Dr. Yalçın Karatepe; “Hepimiz aynı geminin içindeyiz” ya da “Şimşek’e yardımcı olmalıyız”ın anlamının halka “Faturayı öderken ses çıkarmayın” demek oluğunu söylüyor.

SERMAYE PARTİLERİ İTTİFAKI, MAJESTELERİNİN MUHALEFETİ OLMA YOLUNDA!

Daha yakından bakıldığında sermaye cephesindeki kafa karışıklığının sadece ekonominin başına Şimşek’in getirilmesiyle sınırlı olmadığı görülüyor.

Seçim yenilgisinin bütün yükünü sırtında taşıyan CHP’nin “iç sorunları”ndan kafasını karıştırması nedeniyle olsa da, CHP yakın bilinen TV’lerde, belki nispeten TELE1 dışındaki TV’lerde, sadece Şimşek de değil MİT Başkanı Fidan’ın dışişleri bakanlığına, İbrahim Kalın’ın MİT başkanlığına atanmasında, Ali Yerlikaya’nın Soylu’nun yerine içişleri bakanı yapılmasında keramet keşfediyorlar. Hatta bu kabinenin Erdoğan’ın daha ılımlı bir iç politikaya yöneleceğinin işaretlerini taşıdığı üstünden tahliller yapıyor, tahminler yürütüyorlar.

Ama aralarında nüanslar olsa da Millet İttifakı partilerinin iktidarla yığınları en kolay karşı karşıya getirebilecekleri ekonomik sorunlarda iktidara karşı ayrıntıda kimi eleştirileri olsa da gerçek anlamıyla tek adam yönetimine karşı ciddi bir muhalefetlerinin olmayacağı anlaşılmaktadır. 14 Mayıs ve 28 Mayıs arasında seçim taktiğinin değiştirilerek, AKP ve MHP’yle ırkçılığa varan bir milliyetçilik ve terörle mücadele, militarizm, din istismarcılığı yarışına da girildiği dikkate alındığında, sermaye muhalefetinin genel olarak bir sermaye muhalefeti çizgisinden “majestelerinin muhalefeti” çizgisine evrildiğini gösteren gelişmelere tanık oluyoruz.

Erdoğan da bu gelişmeleri dikkate alarak ilk işlerden biri olarak “Ailenin korunması” merkezli anayasa değişikliği silahını kullanarak Millet İttifakı partilerini iyice dağıtacak bir hamle yapmaya hazırlanıyor.

İKTİDAR MUHALEFETİ SÜRGİT AYAĞA KALKAMAYACAK BİÇİMDE EZMEYİ AMAÇLIYOR

Erdoğan dün Merkez Bankası başkanlığına günlerdir öve öve bitirilemeyen Hafize Gaye Erkan’ı atarken Şahap Kavcıoğlu’nu ise BDDK başkanlığına getirdi. Böylece “kurtarıcı” Şimşek’e bir yardımcı da eklenmiş oldu. Hele de bu kurtarıcının kadın olması da eklendiğinde Erdoğan ve Şimşek’i övmek için bir bahane daha olacaktır!

Ama öte yandan;

  • * Seçilmesinin üstünden bir aya yakın bir zaman geçmesine karşın Can Atalay hâlâ cezaevindedir. Yeni Adalet Bakanı “Gezi davasından tutuklu olan Can Atalay’ın tahliye edilemeyeceğini” öne sürmektedir. Öyle anlaşılmaktadır ki, tek adam rejimi elden geldiğince cezaevinde tutmaya devam edecektir.
  • * RTÜK; Halk TV, TELE 1, Flash TV ve Fox TV’ye para ve yayın durdurma cezası yağdırmaya devam etti, bundan sonra da edecek görünüyor.
  • * Üniversitelerin geleneksel bahar şenlikleri ve Onur Ayı etkinliklerine yasaklar devam ederken bazı belediyelerin konserlerinde sahneye çıkacak olan sanatçıların hedef gösterilmesi ve sahneye çıkmalarının engellenmesine tanıklık ediyoruz.

Kısacası seçimden sonra Erdoğan’ın daha az yasakçı, daha çok demokrat olacağını iddia ederek Erdoğan övücülüğüne soyunanlar için bu gelişmeler bir hayal kırıklığı olsa da böylelerin hayal kırıklıklarını hızla tamir edecek yeteneklere sahip olduklarını da biliyoruz.

Ancak, açık ve gizli Erdoğan övücüleri ne derse desin tek adam rejiminin geldiği yerde amacı yumuşama, demokratik normlara daha uygun bir pozisyona girmesi değil tersine her türlü muhalefeti sürgit ayağa kalkamayacağı bir siyasi iklim oluşturmak için elinden gelen her şeyi yapmaktır.

Bütün bu sorunları aşmanın, gerçek bir değişim olmasının tek yolu ise siyaset alanını sermaye partilerinin açık av alanı olmaktan çıkaran, işçilerin, emekçilerin, her kesimden halkın talepleri etrafında birleşerek siyasete doğrudan müdahale eden bir çizgiye geçmeleriyle mümkün olabilecektir.

“Ehvenişerleri” seçenek olmaktan çıkarmanın yolu ise sınıf partisi ve demokrasi güçlerinin kendi tarihsel sorumluluklarının gereğini yapmalarından geçmektedir.

(*) Fiiliyatta bir Millet İttifakı yok ama aylarca çalışıp hazırladıkları ama artık adını anmadıkları2 bin 500 maddelik bir “ekonomik programları” vardı. Bu yüzden de Şimşek’in ekonomik programını tartışırken ifade kolaylığı bakımından sermaye muhalefeti partilerinin tutumunu burada Millet İttifakı partilerinin tutumu olarak ifade etmenin bir sakıncası olmayacaktır.

                                                               /././

Sahibine göre kişneyecek "Yeni Dönem" medyaya ne vadediyor: Habertürk’ten al haberi (Erol Aral)

Baktım da arşive…
Bir aydan fazla olmuş… (yine…)
Soner Yalçın’ın “beşli çete” ile ilişkisine dair iddiaları kurcalamıştım son yazıda[1] …
Dibine de “Mani çıkmazsa gelecek yazıda” randevusu vermişiz:
“Kendi yazılarından şahit göstereceğim, Soner Yalçın’ın muhalif Sözcü’de nasıl ince ince muhalefete karşı psikolojik harekat kokan hilebazlıklar döşendiğini…”
Demişiz... Falan da filan da…
İlk tur … İkinci tur…
“Hamdolsun” Soner Yalçıngiller muratlarına ermiş...
Hayır; biz kerevete filan çıkamadık; “masal” böyle bitmedi…
Muhalif ahali yakasına küserek, rüzgara kapılmış yapraklar misali sağa sola savruldu…
Muhtemelen pek çok evde o gece (Güneşi bol olsun Fikret Kızılok’un) “Bir harmanım bu akşam” halleri yaşandı…
Ben mi?!

BİR ‘O GECE’ HÜLASASI…

Dost var düşman var, sevindirmeyelim ikincileri, aramızda kalsın, Pasifik adalarından en ıssızını bulmaya çalışıyordum…
Bir gözüm haritada, diğeri, handiyse hatmettiğim YouTube belgesellerinde, kalıbı atacağım ücra bir köşe arıyordum…
Bir ara Nantucket geldi aklıma; Moby Dick… Ishmael’in Kaptan Ahab’ının diyarı… filan diye romantize ettim az biraz, aklım yattı evvela…
Lakin izlediğim belgeselde, malum iklim krizi sebebiyle adanın sular altında kalacağı bilgisini hatırladım…
Yok, korktuğumdan değil valla, ne zaman sulara gömüleceğini, hatırlamadığımdan vazgeçtim, Nantucket’ten …
Şunu da söyleyeyim meraklı okur; hayır benim kovukta Fikret Kızılok çalmadı, senin gibi harman olduğum o 14 Mayıs akşamı- bilmem, hatırlamıyorum, sırası gelmedi herhalde, şimdi, yazarken düştü zihnime ve andım sadece; “Çektiğim acıların demimdeyim… / Pişman desem değilim / harmanım bu akşam…” 
Bendeki hesaplaşma Kavafis’in limanına sığınmıştı:

“Dedin, ‘Bir başka ülkeye, bir başka denize gideceğim’…
Aklım daha nice kalacak bu çorak ülkede…”
Yani ülkeler bulamayacaksın, başka denizler bulamayacaksın…”
[2]

“Bu kenttir gidip gideceğin yer” dizelerini yüksek sesle okuya okuya sızmışım kanepeye..
Sabah iptal ettim, Pasifik biletini; pasifikasyona gelmedim, sarmaldan yırttım neticede…
“Nerede kalmıştık…” demeye kalmadı…
Ooo…
Biz küçük burjuva medceziri ile boğuşurken, Soner Yalçın “iş”e başlamış bile…
Kılıçdaroğlu gitsin mesaisi, “Ey CHP’li”[3] ajitasyonu evresine varınca…
Bendeniz de yine o at nalı başlıklarından birini çakmıştım, aldığım notların tepesine:

‘KILIÇDAROĞLU KAZANAMAZ’DAN ‘KILIÇDAROĞLU KAZANMASIN’ GOYGOYCULUĞUNA… VE SİNSİLİKTE SON PERDE: ‘EY CHP’Lİ KALDIR BAŞINI KARDEŞİM’ NİDASIYLA SENİ KIŞKIRTMAYA KALKAN ‘BEŞLİ ÇETE’ YALISINDAN SONER YALÇIN, PARTİNİ DİZAYN OPERASYONUNDA!.. ‘KURTLAR VADİSİ’NDEKİ CHP’Yİ ÇETELEMEYE DİKKAT!

Dikkat!.. Dikkat çeke çeke bir hal olduk biz de…
Beklesin biraz, sonra bakarız deyip, vazgeçtim…
Saray rejiminin yeni döneminde medyayı ne bekliyor?
Biraz buna bakmak istedim…
Saray rejiminin yeni dönemi…
“Yeni dönem” tarifine mim koyalım, biz de…
‘Biz de’ diyorum, zira takip edebildiğim kadarıyla, hatır sayılır bir ortaklaşma var, bu “Yeni dönem” ibaresi üzerinde…

ELBETTE ATASÖZÜNDEKİ O ‘AT’ GİBİ ‘YENİ DÖNEMDE SÖZÜN SAHİBİNE GÖRE KİŞNİYOR… KİŞNETİLİYOR…

Misal, Masum Türker’den gelsin… 
CNN Türk’te idi galiba..
Masum Türker, Melik Yiğitel… Saz heyeti seçim gecesi toplanmış, Erdoğan’ın “balkon konuşması”nı değerlendiriyor…
Masum Türker, yine akil adam pozlarında, sardırıyor…
Eskiden her “balkon” sonrası, Ertuğrul Özkök’ten okurduk Hürriyet’te; “Birlik mesajı verdi… Herkesi kucaklayıcı bir konuşma…”
“Kucaklama”…
Bu kez nasıl “kucaklanacağımızı”, Masum Türker anlatıyordu:
“Erdoğan yeni bir sayfa açmış…”
El hak, Masum Beyimiz şerh babında es geçmiyor, gerçi biraz konuşmasının başlarında Erdoğan, “Kılıçdaroğlu’nun performansını eleştir”miş ama… olsun…
Masum Türker, endişeye mahal yok kabilinden, uhulet ve suhuletle hazım telkin ediyor (ezcümle):
“Erdoğan herkesi kucaklayıcı yeni bir sayfa açıyor…”
“Yeni bir sayfa”nın başına, “Selo’ya idam” sloganları yazılsa da …
Kılıçdaroğlu’nu yuhalatma, “Kılıçdaroğlu’nun performansı…” olsa da…
Masum Türker’in “performansı” bu, işte…
Ama yalnız değil…
“Muhalif” Levent Gültekin’in “performansı”nın da hani Masum Türker’inkinden eksiği yok, fazlası var
İzlemedim, T24 portalında yine başka bir Levent Gültekin haberinin[4] hatırlatma/bilgi kutusundan öğrendim…
Levent Gültekin de meğer Erdoğan’ın yeni dönemde daha yumuşak bir liderlik pozisyonuna geçeceği izlenimini aldım” demiş…
Kıymetli mütefekkirimiz, (galiba arkadaşı) Ruşen Çakır’ın Medyascop’u da, feyz dağıttığı konuşmasının devamında da yüreğimize su serpmiş, feyz dağıttığı konuşmasında:
“Başka bir yöne doğru yönelmiş Tayyip Bey: AK Parti’nin cumhurbaşkanı olmaktansa Türkiye’nin liderliğine oynuyor. Toplumun bütün kesimlerine hitap edeceğe benziyor.”

LEVENT GÜLTEKİN’İN ‘TOPLUMUN BÜTÜN KESİMLERİNE HİTAP EDECEĞE BENZİYOR’ DEDİĞİ ‘TAYYİP BEY’ REJİMİ TAM O SIRALARDA OLSA GEREK, FOX TV’DEN TELE 1’E, HALK TV’DEN FLASH TV’YE... MUHALİF KANALLARA CEZA VERECEĞİ / ‘İNCELENECEK’ DUYURUSUNUN İCABINI YAPMAKLA MEŞGULDÜ…

Sonuç:
“Seçimler geride kaldı... RTÜK muhalif kanalların üzerine yine ceza olup yağdı”(7 Haziran 2023)
Ama eski Halk TV Yorum Programcısı Levent Gültekin, “Yeni dönemde daha yumuşak bir liderlik pozisyonuna geçeceği izlenimi alıyor”, Erdoğan’dan…
Eski siyasi İslamcı, acar muhalif suretli Gültekin’in, öngördüğü “Türkiye liderliğine oynayan Erdoğan”ın yönelimine tepkisi ne olur?
Meşhur “Hepimiz aynı gemideyiz” nakaratıyla başlayarak…
“Gün ayrılık gayrılık günü değil… Uzatılan eli görmezden gelemeyiz, ülke bu kutuplaşmayı daha fazla kaldıramaz” diyerek, ahaliyi “sağduyu”ya mı davet eder?
Yoksa memleketin selameti hesabına, “Saray’ın muhalefeti dizayn” operasyonunda yer almayı mı daha ‘verimli’ bulur?
Mesela CHP etabı istenen kıvamda seyretmezse, CHP’yi bölecek “yeni parti” için Baykalcılarla filan kolları mı sıvar, göreceğiz…
Şunu da göreceğiz:
Muhalif kesimi hayal kırıklığına uğratacak, Erdoğan rejimine yanlayacak isimler çıkarsa şaşırmayın… derim…
Bakın etrafınıza, “Yaptığı doğru işleri desteklemek lazım” diyenlerin kısık sesi çalınabilir kulağınıza…
Uğur Dündar sanki işaret fişeğini attı, bile denilebilir mi?
Dündar’ın geçen günkü mesajından söz ediyorum:
“Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ve ekibine hepimiz yardım etmeliyiz. Siyasi görüşlerimizi bir yana bırakıp sorunu çözmeye odaklanmalıyız. Zira bu ülke hepimizin.”
(8 Haziran 2023)
Ne var bunda canım (mı)?!
Bana pek masum geldiğini söyleyemeyeceğim…
Son misali Hulki Cevizoğlu olan AKP’ye iltica edenlerin yol/söz haritasına göz atın, ne demek istediğimi anlarsınız …
Uğur Dündar’ın AKP mültecisi olacağını pek zannetmiyorum doğrusu… (yanılıyor muyum?)
Ama o yola düşeceklere...

SARAY’A YANAŞMA PATİNAJI ÇEKECEKLERE ARGÜMAN ÜRETMİŞ OLDU, UĞUR DÜNDAR…

Şerbetliyiz; bir ölçü olsun:
Sabah’ın Balçık’ı bakalım ilk kime sıçrayacak, “bomba”yı ilk kiminle ve ne zaman patlatacak?..
Sorduğumuzla kalmayı umut ederek, şu “Yeni Dönem” mevzuna, daha rejimin ‘yeni döneminde medya’ meselesine dönelim… 

MEDYA ORTAMI REJİMİN HEDEFLERİNE GÖRE YENİDEN TANZİM EDİLECEK GİBİ GÖRÜNÜYOR    

Daha neyi, nasıl tanzim edecekler ki!!
İtiraz doğru ama eksik…
Rejimin hayattan öğrenme/ders çıkarma kabiliyeti küçümsenmemeli…
‘Ders çıkarma’ faslında herhalde medya en önde gelir…
Bilhassa son süreçte bir avuç muhalif medyanın yürüttüğü yayın çizgisinin dahi, İktidarı zaman zaman ne kadar zora sokabildiğini gördük…
Saray da gördü ve muhtemelen “hallola” notu düşüldü…
İzah edeyim….
Detayları kalsın…
Satır başlarıyla söylersek:
Rejimin Yeni Dönemi, milliyetçilikle simbiyotik ilişkisi kuvvetlenen Siyasal İslamcı faşizmin akamete uğrayan/tam hedefine ulaşamayan kurumsallaşmasını tamamlama doğrultusunda cüretkar, dirayetli hamlelerin damgasını taşıyacak, denilebilir…
Öngörünün kastı sürgit, mutlak katı bir şiddet sarmalı değil; hiçbir rejim buna dayanarak ayakta kalamaz zira…
Erdoğan rejimi azımsanamayacak iktidar pratiği deneyimi edindi; rıza-şiddet diyalektiği rejimin ihtiyaçlarına ve iç-dış konjonktürün şartlarına göre işletilmeye çalışacak; beklenmesi gereken bu…
Rejim ajandasının tehir edilmiş gibi kimi kalemleri doğrudan, bodoslama gündeme sokularak pratiğe dökülebilir…
Bu minvalde seçim zaferinin adeta “Yeni anayasa çalışması” ile birlikte duyurulması bu projeksiyonda nereye oturuyor?
Şuraya:
De facto sürecin hukuki/anayasal çerçeveye kavuşturulması…
Doğusu ise bu hipotezimiz, bize iki şey söyler:
Rejim kimi zaman infiale yol açabilecek de facto hamlelerini, muhalefetin karşı çıkmadığı/icabında destekleriz mesajıyla karşıladığı anayasa hazırlığı masasının üstüne koyacak…

[iç not: Rejimin infiale yol açacak, toplumda sarsıntılara yol açması muhtemel girişimlerinin daha çok HÜDA PAR aracılığıyla gündeme sokulacağını söylemek kehanet sayılmaz… HÜDA PAR’ın Mecliste konuşlandırılmasını biraz da bu Saray’ın yüklediği bu “mayın eşeği” misyonu ile alakalı olduğunu sanıyorum.]

İkincisi de bütün bu “milletin arzu ve istekleri” ambalajına sarılmış dayatılan pratiklere toplumsal meşruiyet kazandırmak için çomak sokulamayacak ikna mekanizmalarını işletmek…
Medya işte burada devreye girecek…
Milliyetçiliğin siyam ikizi İslamcı faşizmin kurumsallaşmasına/hukuki forma kavuşmasında toplumun iknasında asli rol oynaması beklenen aygıtların başında gelen medya ortamını bu ihtiyaca göre düzenlemek istenecek…
Bu gayesinin meali şu:
Faşist kurumsallaşma çarkına çomak sokacak etkinlikte ve zenginlikte muhalif medya olmasın!
Hayır, hiç olmasın değil! Bilakis, varlığıyla rejime demokratik görüntü sağlayan/meşruiyet üreten muhalif medya olsun ama “yerli ve milli” kırbacıyla terbiye edilen, mümkün olduğu kadar kendi suretinde bir muhalif medya düzeni…

HABERTÜRK: BU DAHA BAŞLANGIÇ MI?!

Bana kalırsa Habertürk patronu bunu ilk görenlerden oldu- tabii onlara sadece gidişatı okuma, ona göre tavır alma hakkı tanınıp tanınmadığını bilmiyoruz…
“Habertürk Cengiz’e satılıyor” haberlerinin dolaşıma sokulması vesaire, belki de Ciner Medya’ya sunulan az seçenekli tercih baskısına işaret ediyor…
Öyle görünüyor ki, Ciner Grubu “satış”a gelmedi; siyasetten çekilmekte karar kıldı…
Bana kalırsa, Fatih Altaylı bunu biliyordu ve ilk ayrılan olmasının sebebi de Altaylı’nın tarifiyle “Turgay Bey ile arkadaş olmaları…”
Muhtemelen Ciner, vaziyet bu merkezde, sen harcanma arada, niyetiyle, “dostça” yol gösterildi, Altaylı’ya…
Habertürk’te olan biten bu ve muhtemelen çok daha fazlası da var…
“Çok daha fazlası”na dair yapacağımız spekülasyonun donesini de bak şu tesadüfe, Oda TV’den aldık…
Soner Yalçın’ın Oda TV’sindeki “… Asıl hedef kim... HaberTürk’te aslında neler oluyor” başlıklı haberde açık açık yazıldı:“Odatv'ye gelen bilgilere göre HaberTürk’te yaşananlar hiç bu kadar yüzeysel değildi.
Yani:

‘HEDEFTE TEK İSİM VARDI: TURGAY CİNER!’

Doğru mu, bilinmez…
Oda TV’nin ipiyle kuyuya inilmez; hele ki Soner Yalçın’ın “beşli çete” ile yalanlanmayan ilişkilerinden söz ediliyorsa…
Hele ki HaberTürk’ün Cengiz Holdinge satışı “patlatılmışsa”…
Teenniyle karşılamak lazım, bunları…
Ama fakat, Turgay Ciner’in geçen yıl ABD’deki 2 milyar dolar yatırım yaptığı, “Ayrıca Ciner’in New York’a yerleşmek için dört katlı Tudor tarzı evi 22.9 milyon dolara satın aldığı” yazılıyor ise…
Ve tabii bütün bunları Oda TV, “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türkiye’de kazanıp, sermayeyi Batı’ya götürerek, burada yatırım yapan Türk iş adamlarına mesafeli olduğu sır değildi” diyerek, “milli” çerçeveye oturarak sunuyorsa, asıl hedefte sahiden Turgay Ciner mi var sorusu meşruluk kazanıyor…
Oda TV aynı haberinin devamında yazdıklarıyla, bize medyada olacakları da haber veriyor olabilir mi?
Bakar mısınız şuna: 
“Seçim sürecinde Külliye medyayı ikiye ayırdı; milli olanlar- gayrimilli olanlar! Kendilerine muhalif olsa bile milli olanlara hoşgörüyle bakılırken, patronları sürekli yurt dışında yatırım yapan Ciner Yayın Grubu hakkında kuşkular doruğa ulaştı.
İktidar karşısında, başta ABD olmak üzere Batı’yı gördü ve zaten seçim konuşmalarında onlara karşı mücadele ettiğini söyledi. Hedefte bunların ‘yerli ortakları’ vardı!
Seçim sürecinde Ciner Yayın Grubu temsilcileri ile iktidar arasında çeşitli ‘uzlaşma’ görüşmeleri yapıldı.
HaberTürk’ün 28 Mayıs seçim gecesine kadar sürdürdüğü yayın çizgisi ipleri kopardı.”
Türkiye’de kazanılan paraların yurt dışına transferi filan…
Oda TV Habertürk’e çekilen operasyonu meşru gördüğünü pek saklama ihtiyacı hissetmemiş gibi…
Neyse, biz şunu görelim:
HaberTürk ile kopan ip, bağımsız medya ile Saray rejimi arasında bir ip çekme kavgasını haber veriyor…

------------

DİPNOT

[1] 6 Mayıs 2023, Soner Yalçın’a Sözcü’deki okuru da sormalı: Kılıçdaroğlu’nu elimine etme karargahı olarak gösterilen, RTE’nin “Eski Özel Kalem Müdürü” Hasan Dağcı’nın yalısını yurt edindiğin iddiası doğru mu? - Erol Aral - Evrensel

[2] Bu Kenttir Gidip Gideceğin Yer, Konstantinos Kavafis, Can Yayınları, 2. Basım, Ocak 2011

[3] Kaldır başını kardeşim… Niçin utanç duyasın, 01 Haziran Perşembe 2023. Soner Yalçın’ın Sözcü’deki aynı günkü yazısının Oda TV’deki başlığı bu…

[4] Levent Gültekin, Diken’deki köşesinde, özetle, Alevilerin CHP’yi Alevi partisi haline getirdiğini/getirmeye çalıştığını savunduğu bir yazı yazmış… Bunun üzerine aynı portal yazarlarından Dağhan Irak’ın istifasıyla sonuçlanan, Diken’deki tepkileri duyuran haberden söz ediyorum… (6 Haziran 2023) Dağhan Irak, Gültekin’e ajan provokatörlük imasında bulunduğu mesajı: “İnsanların Alevi olduğu için katledildiği bir ülkede, iki anekdota dayanarak mezhep tahrikçiliği yapmak için ya ajan provokatör ya geri zekalı olmak gerekiyor. Levent Gültekin zeki bir adam.” Bu bahiste, Gültekin değerlendirmesi meraklılarına: Levent Gültekin’e Rus ataların öğüdü: Camdan evin varsa komşunun camına taş atma - Erol Aral - Evrensel

                                                               /././

Yükselen milliyetçilik mi, gerileyen sol siyasallaşma mı?(Yücel Demirer)

Seçimler sonrasında, değişik kanatlardan söz birliği içinde yapılan yorumlarda ‘yükselen milliyetçilik’ten sıkça bahsedildi. Özellikle cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunda Sinan Oğan’ın, oyların yüzde 5.2’sini alışı ertesinde “milliyetçiliğin zaferi”(!) ilan edildi. O kadar ki, Tuğrul Türkeş “Milliyetçiliğin lig çatısı altında toplanması” düşüncesini dile getirebildi. Türkiye’de oyların aşağı yukarı yüzde 65’inin sağ, yüzde 35’inin sol partilere dağılması geleneği, karamsar yorumların zemini oldu.

Yükselen milliyetçilik konusunu tartışan Cihan Tuğal “Sadece iktidardaki İslamcılar ve ülkücüler değil, ana muhalefet de milliyetçiliği destekledi. İkinci turda aşırı milliyetçi adaylar, hem iktidarı, hem muhalefeti kendi çizgilerinde konuşmaya zorladılar.” gözlemini aktardıktan sonra bu sürecin maddi temelleri olduğunu ve abartılmaması gerektiğini belirtmişti. Nuray Sancar, bu gidişe karşı duranları sıraladıktan sonra Tuğal’ın saptamasını tamamlarcasına milliyetçilik rüzgarından etkilenmeyen kesimlerin ‘örgütlenerek dokunulabilenler’ olduğunun altını çizdi: “Bu mücadeleler için ne kadar örgütlü iseler Mecliste de o kadar varlar gene. Ama sadece sandıktan çıkmadılar, bizzat sokaktan geldiler.” 

* * *

Kişinin ‘siyasal öğrenme’, siyaset haritasında kendisini bir yere yerleştirme süreci siyaset biliminde ‘siyasal toplumsallaşma’ ya da kısa haliyle ‘siyasallaşma’ olarak tanımlanır. Tıpkı bireyin toplumsal kuralları, norm ve değerleri aile, okul, arkadaş grubu ve benzeri ortamlar içinde öğrenmesinde olduğu gibi siyasal biçimlenme süreci de yaşamın ayrılmaz parçası olan toplumsal kurumlar içinde gerçekleşir. Siyasal algı çerçevesi aile, okul, mahalle, işyeri, spor kulübü, cemaat evi, kahvehane, kışla, kitle iletişim araçları, bilişim ağları ve bunlara eklenebilecek pek çok ortam içinde şekillenir. Örneğin yetişme çağında aile içinde itaate yapılan vurgu düzeyinin, ileri yaşlarda siyasal otoritenin emirlerini, bunları sorgulamadan uygulamayı beraberinde getirdiği düşünülür.

Medya ve sosyal medyadan gelen içerik de siyasal toplumsallaşma sürecini dolaylı olarak etkiler. Bu kaynaklardan gelen seçilmiş ve yorumlanmış bilgi, kişiyi doğrudan etkileyen faktörlerle etkileşim halinde siyasal evrenin sınırlarını çizer. Öte yandan, kişinin ‘normal’ bildiği yaşam koşullarını sarsan savaş/iç savaş, doğal afet, derin ekonomik kriz ve benzeri gerekçelerle yaşanan travmatik deneyimler siyasal sistemle olan bağı zayıflatabileceği gibi güçlendirebilir de.

Sayılan etkenlerin belirleyiciliği kişiden kişiye ve dönemden döneme değişir. Siyasal toplumsallaşma kanalları büyük ölçüde devlet kontrolü altında olsa da siyasallaşma yalnızca siyasal sisteme egemen olan değerlerin kuşaktan kuşağa iletildiği bir süreç değildir ve sürprizlerle doludur. Özellikle eğitimde devlet kontrolü ve yurttaşlık bilincini şekillendiren kuvvetli faktörlerin etkisi mahallede dernek, işyerinde sendika üyeliği ya da partili/örgütlü mücadeleye katılış gibi etkenlerle beklenenden aksi yönde şekillenebilir.

* * *

Türkiye’de “yükselen milliyetçilik” saptamasını ilk kez duymuyoruz. II. Meşrutiyetin ilanından sonra Türkçülüğün Türk milliyetçiliğine, yani siyasal bir akıma dönüşmesi ve örgütlenmesinden itibaren bu coğrafyada milliyetçiliğin siyasal alandaki yeri önemli oldu. Milliyetçiliğin devletin temel ilkelerinden biri olarak belirlendiği cumhuriyet dönemine aktarılan etkisi sürekliliğini korudu. Türkiye’de milliyetçilik akımlarının milletin tanımı, dine bakış, vatan kavramsallaştırması ve irredentist eğilimler üzerinden çeşitlendiği yıllarda da bu etki devam etti.

Bahsi geçen eğilim özellikle 1970’lerden itibaren Türkiye’nin dört bir yanında kurulan ve genç sosyalistlerin omurgasını oluşturduğu mahalle ve köy örgütlenmeleri ile kısmen etkisizleştirilmişti. ‘Direniş komiteleri’, ‘kooperatifler’, çeşitli dayanışma ağları halkı kucaklayarak ayrımların ‘modern bölüşüm dinamikleri’ ekseninde oturmasına büyük katkı sağlamış; milliyetçiliğin geleneksel gücünü geriletmeyi başarmıştı.    

14 ve 28 Mayıs günü oy vermek için gittiğimiz okullardaki ‘tarih köşeleri’ne, ‘belirli günler ve haftalar panoları’na egemen olan yoğun milliyetçi içeriği bir kez daha gördük. 1970’ler akılda tutularak, beşikten mezara kadar süren propaganda etkisinde yükseltilen milliyetçi söyleme kederlenmek yerine, bu eğilimin önüne dikilecek rasyonel örgütlenme olanaklarını geliştirmeye kafa yormak yerinde olacaktır. “Milliyetçi yükseliş” olarak tanımlanan devlet merkezli siyasal toplumsallaşmanın yanıtı, karşı sözün bağrında üretildiği örgütlenme dinamiklerinin geliştirilmesinde aranmalıdır. 

Her düzey ve düzlemde örgütlenme, başta gençler olmak üzere soran/sorgulayan herkese dokunma, denenmiş, etkili sonuç alınmış bir strateji olarak hayata geçirilmeyi bekliyor.

                                                                    /././

İstanbul Erkek Lisesinde bir oda (İzzettin Önder)

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla açılmış olduğu iddia edilen parantezin sonuna gelmiş bulunuyoruz. Müjdeler olsun tüm gerici kesimlere ki, parantezle sembolleştirilen cumhuriyetin son dönemini de neredeyse Osmanlı’nın son dönemi ile aynılaştırmış olduk. Gafillerin bir türlü anlayamadan parantez olarak nitelediği cumhuriyet yönetimi, büyük bir borç yığını, çağdaşlıktan uzak eğitim ve yönetim sistemi karmaşasında batan koca imparatorluğun çağdaş açılımla kendi özünde yenilenerek modern dünyada yerini alma biçimidir. Yeni cumhuriyeti, içine sızan ve zamanla siyasilerin de sahte davranışı ile beslenen cehalet ve yobazlıkla çürütüp, yüzyılın sonunda bu kez de aynen Osmanlı’nın sonu gibi Düyun-u Umumiye yönetimine muhtaç kıldık. O kadar ki, yeni ekonomi ve mali yönetime İstanbul Erkek Lisesinde uygun bir odanın tahsisi fevkalade manidar olur.

Düyun-u Umumiye yönetiminin altı vergiye el koyarak Osmanlı borçlarına tahsis etmesi ile günümüzde dayatılan “faiz dışı fazla” uygulaması arasında nitelik değil, nicelik farkı vardır. Şöyle ki, Düyun-u Umumiye İdaresinde toplanan altı vergi varidatı yabancılara olan borçların faizine tahsis edilecekti. Faiz dışı fazla anlayışında da durum aynıdır. Diğer bir deyişle, borç ve faiz ödemeleri kamu hizmetlerine önceliklidir. Olay buraya kadar gelmişse, bunda bir yanlış yoktur; zira borç alınmışsa, faiziyle birlikte borcun ödenmesi gerekir. Ancak borçların tahsildar gerektirecek kadar yükselmesi yönetimin basiretsizliği ile ilgilidir. Ekonomi yönetiminin basiretli olması ise, ülke yönetiminde siyasi parti beka hırsının ekonomi mantığının önüne geçmemesini gerektirir. Demem o ki, makro göstergelerde alarm noktasına gelene dek ülke yönetiminin tek-adam yönetiminde değil, ehil ellerde olması olmazsa olmaz koşuldur.

Bugün gelinen noktada, seçime kadar faiz-kur-fiyat sarmalı etrafında diretilen anlamsız hırs politikası ülke içinde servet transferine neden olduğu gibi, Merkez Bankasının rezervlerini eritti ve ekonomiyi ciddi şekilde dış kaynağa muhtaç kıldı. Bu durumda, Mehmet Şimşek hangi cephenin elemanı olarak devrede olabilir? Hükümetin anlamsız politikaları ile gerçekleşen servet transferine müdahale, hatta ters transfere yöneltme elemanı olarak mı, yoksa etliye sütlüye dokunmadan dış kaynağı çekme elemanı olarak mı? Birinci yöntem, servet vergisi vs. gibi politikaları gerektirdiğinden politik ve ekonomik güç karşıtlığıdır. Kaldı ki, AKP hükümetinin gerçekleştirdiği servet transferinin bir bölümü zaten kâr transferi olarak ekonomi dışına çıkarılmıştır. İkinci yol olarak yatırım ya da kredi şeklinde sağlanacak dış kaynak ise, emek ve toplumun güçsüz kesimleri üzerine yük yıkarak faiz ve kâr transferi şeklinde yurt dışına aktarılıyor olacaktır. Görülüyor ki, farklı politikalarla toplumun farklı kesimleri üzerine yük gelecektir.

Manzara şöyle ki, bir tür servet vergisini gerektiren birinci yol ne iktidarın ne de ekonomik güçlerin benimseyebileceği yoldur. Hele de, genel seçimin Pirus Zaferi’ni yerel seçimlerle taçlandırmak isteyen AKP birinci yola olumlu bakmaz. O zaman diğer seçenek olarak IMF ya da benzeri sistemlerin devreye sokulması kaçınılmaz olur. Bu durum, AKP’nin sadakatle uyguladığı 2000 IMF-Derviş programını anımsatır. Büyük bir olasılıkla, bu kez de IMF’yi elinin tersiyle ittiğini, hatta zaman zaman IMF’ye borç verdiğini söyleyen hükümet ile IMF-Şimşek programı karşı karşıya gelir. IMF’nin şablon programlarına aşinayız. IMF denetimi hükümet açısından iç yönetimi kolaylaştırır. Her türlü zam talepleri “IMF programına uygun değil” gerekçesiyle reddedilebilmekte ve yönetim suçlanmaktan kurtulmaktadır. Muhtemelen durum böyle gelişecektir.

Önümüzde bir yerel seçim olması hükümet-Şimşek ilişkisini, bazı diretmelerle biraz gerebilir. Yerel seçimlere kadar kur ve fiyatlarda şiddetli olmayan kıpırdanmalar izlenebilir. Bu arada seçim öncesi vadedilen zamlar, zaten enflasyonla geri alınacak, olduğundan uygulanabilir. AKP’nin mutat sistemi olan, projeleri ileriye atarak beklenti yaratma politikası da yerel seçimlere kadar durumu idare etmede devreye alınabilir. Yerel seçimler de atlatıldıktan sonra artık bir endişe kalmamış olarak Şimşek işe koyulabilir. Ancak, yerel seçimlere oldukça uzun bir dönem olduğundan, hükümetle Şimşek arasında ufak anlaşmazlıklar çıksa da Şimşek lehine bazı tavizlere girmesi tek-adam siyasetinin zoruna gitmeyecektir, zira Şimşek’in görev almasında tek-adam görüntüsünün perdelediği İngiltere faiz lobisi duruma hakim olacaktır. Aksi durum ülke ekonomisini ve mali durumu daha da zor duruma sokacağı için, tek-adam sistemini çaresizliğe mahkum edecek ve Şimşek’e engel olamayacaktır.

Ne diyelim ki, dünyaya gözümüzü kapattığımız sürece, içeride kendi aramızda afra-tafra satarak işlerin dünya standardında yürümediğini kafamızı duvara vurmadan anlamıyoruz. Bu durumu da acaba “Nas” ile mi, yoksa “Nas”ı da anlayamayacak derin cehaletle mi yorumlamalıyız? Biz hep eğitimi ülke vatandaşları açısından ele almaya alışığız. Oysa günümüz ülke koşullarında görüldüğü üzere, hem ülke halkları hem de seçilmiş siyasilerin skolastik ezberci eğitimden geçirilmiş olmasının emperyalistler açısından ne denli önemli bir avantaj olduğunu görüyoruz.

İşte değerli halkımız ve emekçilerimiz, bizleri bazı ulvi duygularla avutan ve siyasi erki ele geçiren siyasilerin kimlere nasıl hizmet ve servet sunduğunu lütfen düşünelim!

(derleyen:mstfkrc)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder