İslam’da doğuşundan bu yana ayrımcılık, eşitsizlik ve sömürü hep var. Zaten, kulluğa dayanan bir ideolojinin insanın insana kulluğunu ortadan kaldıracağını düşünemeyiz.
“Acem”, Arapların kendileri dışındaki yabancılar için kullandığı bir sözcük. “Acemi” oradan türedi, “iş bilmez” anlamında halen kullanıyoruz. Arapçada “gayrı-arap” kavim ve tayfalardan birine mensup olan, Arap soyundan olmayan, Arapçayı iyi konuşamayan, dil bilmeyen anlamlarına geliyor. Haliyle dar anlamında İranlı veya Fars demek. “Yabancı”, “tecrübesiz” olarak özetleyebiliriz, “barbar”ın Arap karşılığıdır. İslamiyet’teki kesintisiz ayrımcılığın bir bakiyesidir.
“Mevali”de bu kavganın izleri daha bir belirgindir. Mevali, Mevla’nın çoğuludur, kök hali “azat edilen köle” anlamındadır. İlk İslami fetihlerin ardından kendi istekleriyle müslüman olan, çoğunluğunu İranlılar, Türkler, Berberiler ve Kıptilerin oluşturduğu Arap olmayan müslümanları ifade etmek üzere kullanılmaya başlanmış sonra. Anlaşılacağı gibi mevali iki gruba ayrılıyordu. Birinci grubu, köleleştirilen savaş esirlerinden daha sonra efendileri tarafından serbest bırakılan azatlılar, ikinci grubu ise fethedilen ülkelerin halkından, esir veya köle olmadıkları halde, bir Arap ya da Arap kabilesi vasıtasıyla İslâm’ı kabul ederek onların himayesine giren mevaliyi tarif ediyordu. Bunlar özgür olmakla birlikte miras hakkı dahil pek çok sınırlamaya tabiydi.
Emeviler devrinde köle kökenli olmayan mevalilerin sayıları giderek çoğalınca Arap kabilelerinin himayesine ihtiyaç duymamaya başladılar. Irak’a ve özellikle Küfe’ye yerleştiler, giderek buralarda çoğunluk oldular. Kayıtlara göre Muaviye zamanında sadece Küfe’de 20 bin mevali yaşıyordu. Fethedilen bölgeler genişledikçe yeni inanç Berberiler ve Türkler arasında da hızla yayılmaya başladı. Bir kısmı “tebliğ”e uyuyordu, tabii iknayı kolaylaştırmak üzere bir miktar kılıç zoru da her zaman boyunlarına yakın tutuluyordu.
Her din başlangıçta eşitlikçidir, çünkü ilk müritleri genellikle yoksullardandır. Zamanla sınıflar belirginleşir, dayandığı düzen oturur, eşitlik talebinin yerine sadaka türü hayırseverlik girişimleri alır. Araplar da kurdukları şeriat oturdukça, kendilerini diğer müslüman milletlerden üstün saymaya başladı. Azatlı mevaliyi kölelikten gelmeleri sebebiyle zaten kendilerine denk saymıyorlardı, zamanla acemi müslümanları da azatlı mevali statüsünde kabul etmeye başladılar. Ülkelerini fethettikleri halde onları köleleştirmeyip serbest bırakmak ve doğru yola girmelerine vesile olmakla büyük lütufta bulunduklarını düşünüyorlar, kendilerini efendi, onları köle olarak görüyorlardı. Arapların yolda mevali ile aynı hizada yürümediklerini, alaylarda önlerine geçmelerine izin vermediklerini, onlarla aynı sofraya oturmadıklarını, camilerini ayırdıklarını, kızlarını mevalinin erkeklerine vermekten kaçındıkları ve arkalarında namaza durmaktan çekindiklerini biliyoruz. Sert bir sınıfsal ayrımın işaretleridir.
Bu erken Arap ayrımcılığı, bir süre sonra özellikle devletlerini yıktıkları İran asıllı mevalinin isyanıyla sonuçlandı. Şii kırılmasının esası budur, kökeninde ayrımcılık ve tabii sınıf savaşı var.
***
Din tarihi yazmıyoruz, bölgemizdeki sınıf savaşının tarihteki izlerini takip ediyoruz. Kaynaklara bakıyoruz; orada iktidardaki Emevi yöneticilerinin çoğunun müslümanların eşitliği ilkesini bir yana bırakarak mevali ile Araplar arasında ayırım yaptığı, mevaliye dinde yeri olmayan bazı vergiler yüklediği ve fetihlere katıldıkları halde bazı bölgelerde onları askeri maaş divanına kaydetmediği not ediliyor. Demek, müminler arasındaki ayrım çok acımasızdır. Hatta dininden dönüp müslüman olma hareketleri, ihtida, hızlanınca cizye ve haraç gelirinin azaldığını gören Emevi Valisi Haccac, İslam’a girenlerden kaldırılması gereken cizye vergisini mevaliden almaya devam etmiş. Haccac tarımı güçlendirmek için mevalinin şehirlere göçünü yasaklamış, önceden şehirlere gelmiş olanları da zor kullanarak köylerine geri göndermiş. Zalimdir. Mevali, o nedenle “Haccac-ı Zalim” olarak kaydetmiştir adını tarihe. Emevi valilerinin adaletsiz uygulamaları Kuzey Afrika’da da Berberi isyanları ile karşılandı, II. Yezid’in valilerinden biri isyancılar tarafından öldürüldü. Bu isyanın etkisiyle eşitlikçi Haricilik bölgede hızla yaygınlaştı. Hal bu olunca, mevali İslamiyet’in ilk döneminden bu yana pek çok isyanın başını çekti, yönetimi ele geçirmek isteyen grupları destekledi. Abbasilerin desteğinde Emeviler’in yıkılışında önemli roller üstlendi. Bazı tarihçilere göre, Abbasi iktidarı, Acem mevalinin Araplara karşı ilk zaferiydi.
***
Zulüm varsa direniş olur, ayrımcılık varsa eşitlik fikri filizlenir. Arap ayrımcılığı eninde sonunda kendi karşıtını, Arap düşmanlığını doğurur. Mevali başlangıçta Arap ayrımcılığına karşı “müslümanların eşit olduğunu” fikriyle direnmeye çalıştı. Olmayınca, bu çaba Arap olmayanların Araplara üstünlüğünü iddia eden “Şuubiyye” hareketine dönüştü. Acemi mevali arasında görülen bu Arap karşıtlığı, Abbasiler devrinde güçlendi, giderek keskin bir Arap düşmanlığına dönüştü.
“Topluluk, cemaat, millet” anlamına gelen “şa‘b”ın çoğulu “şuub”dan türeyen “şuubiyye”, İslam’ı zorla veya gönüllüce kabul eden Fars, Türk ve Berberi gibi milletlerin Araplardan üstün olduğunu savunan milliyetçilik akımının adı. Bu düşünceyi benimseyenlere “şuubi” deniyor. İslam tarihindeki bir alt sınıf hareketidir.
Bir tepki hareketi şeklinde ortaya çıkan Şuubiyye başlangıçta Araplar dışındaki milletlerin Araplarla eşitliği fikrini savunuyor, bu nedenle görüşlerini desteklemek için, bugünkü “anti-kapitalist müslümanlar” gibi, Allah katında üstünlüğün ancak takvada olduğunu bildiren ayete ve hadislere atıfta bulunuyorlardı. Ama sınıflar ortada durduğundan gerçek ile niyet hiç örtüşmüyordu. Haliyle onlar da adalet ve eşitlik demekten vaz geçip Arap olmayan müslümanların Araplardan daha üstün olduğunu ileri sürdüler. Bu hareket giderek “Arapları dünya kavimlerinin en adisi sayan bir fırka”ya dönüştü. Ayrımcılık ayrımcılığı doğurmuştu. Tabii İslamiyet de bu saflaşmadan payını aldı, “Arap’ın dini Arap’ın olsun” diyenler çoğaldı.
İslam coğrafyası Şuubiye hareketinin isyanıyla çalkalanıyordu, Irak, Horasan ve Endülüs onların kontrolüne geçmişti. Acemi şairler, Rum-Türk-Süryani, Nebati, Kıpti, Berberi, İspanyol, Slav kökenli edip ve alimler Arapları aşağılamak için kol kola girmişti. Farslar ve Rumlar gibi milletlerin köklü medeniyetlere sahip oldukları zamanlarda Araplar aç ve sefil durumdaydı, derin bir vahşet içinde yaşayan kabilelerden ibaretti. Onların övünecek tek şeyleri şiirdi. Felsefe, astronomi, ipek işçiliği gibi bilim ve sanatlar, çeşitli oyunlar ve birçok icat insanlığa Arap olmayanlar tarafından kazandırılmıştı. Bunlar da İslam’da bir alt sınıf kültürünün ilk halleridir.
***
“İslam medeniyeti”nde, kullar-köleler dışındaki sınıfların hali böyledir. Kulları da hesaba katınca geniş bir “proletarya” çıkar ortaya. Bütün tarihin olduğu gibi “islam tarihi”nin de gerçek anahtarıdır bu.
Ümmetçilik ise bu anahtarı görmezden gelip İslam topluluğunun birleşmesinin sadece İslam hukukunu uygulayan bir İslam hilafetinin geri getirilmesiyle mümkün olacağına olan inançtır. Müslümanları “sınıfsız imtiyazsız kaynaşmış bir kitle” varsayar. Tabii, kitapta ümmet vardır ancak ümmetçilik yoktur. Ümmetçilik adının çağrıştırdığının tersine modern bir siyasal harekettir. Onun varsayımının tersine İslam ümmeti tarihinde hiçbir zaman tek bir parçadan ibaret olmamıştır. Ortaya çıkan sınıfsal-ekonomik-siyasi ihtilaflar, sadece ümmet birliğinin siyasal coğrafyasını parçalamakla kalmamış, ümmeti de bir daha birleşmemek üzere bölmüştür. Mezhep ya da siyasal görüş ayrılığına dayalı ihtilaflar, çatışmalar, savaşlar, ayaklanmalar bugün de dünden farklı değildir. İslam’da doğuşundan bu yana ayrımcılık, eşitsizlik ve sömürü hep var. Zaten, kulluğa dayanan bir ideolojinin insanın insana kulluğunu ortadan kaldıracağını düşünemeyiz.
Bizde de örneği var; İslamcılar gelip cumhuriyetin çözemediği Kürt sorununu ümmetçilikle çözeceklerdi. Sonuçta hepimiz din kardeşi değil miydik? Halihazırda bir de tarikat kardeşliği vardı, Türkü-Kürdü, Nakşibendi müridiydi hepsi. Bugünkü boğucu havanın bir parçası bu iddianın çökmesinin yol açtığı hayal kırıklığıdır.
Az zamanda çöktü ümmetçilik. İslam coğrafyası doğuşundan bu yana derin boğazlaşmaların kanlı izlerini taşıyor. İnanç birleştirmiyor, tam tersine bölerek ilerliyor çünkü. Sınıf kardeşliğinden başka bizi birleştirecek ortak hiçbir noktamız yok artık. O netlikte söylüyoruz marşımızı; Anamız amele sınıfıdır, yurdumuz bütün cihandır bizim!
Orhan Gökdemir / soL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder