Genç Cumhuriyet’in Türkiye’ye eşit bir şekilde dağıttığı ve tarımla ilişkili bütünlüklü bir sanayileşme projesi olan Şeker Fabrikaları’na bakalım.
Geçen hafta temel ilkelerimizden “bağımsızlık” kavramını ele almıştık. Bugün de 21. yüzyılda sosyalist yaşamın neye benzeyeceğine ilişkin bir egzersiz yapalım.
Sosyalizm bugün emekçi sınıfların, genel anlamda insanlığın yüz yüze olduğu derin sorunları aşmak için tasarlanmış biricik devrimci açılımdır. Bu nedenle sosyalizmde yaşama bakmadan önce kapitalist dünyada hangi sorunlarla karşı karşıya olduğumuzu ele almamız gerekir. En azından bunların bazılarını test etmek için sıralayalım:
Nitelikli iş kaybı: Geçen yüzyıl sosyalist ülkelerin etkisi ve egemen sınıfların yüreğine işleyen devrim korkusu kapitalist ülkelerde dahi nitelikli iş yüzdesinin yükselmesine neden olmuştu. Nitelikli işten anladığımız eğitimini tamamlayıp işe giren bir kişinin yaşamı boyunca işini kaybetme korkusu olmaksızın, sosyal güvenceleri ve emeklilik hakkıyla birlikte çalışmasıdır.
Kamuya ait mülklerin yağmalanması nedeniyle bugün insanların çoğu nitelikli iş nedir unutmuş durumda. İşsiz kalarak, işe girmek için sertifika programlarına katılarak, geçici güvencesiz işlerde çalışarak, büyük bir gelecek kaygısıyla yaşıyorlar.
Anlamsızlık ve yabancılaşma: Nitelikli iş kaybı emeğin anlamsızlaşması ve emeğe yabancılaşma ile birlikte gidiyor, çalışmak bir zevk olmaktan çıkıyor, ekmek parası kazanmak için yapılan bir eyleme dönüşüyor. Yaratıcı emek ve insanın çalışma yaşamında geriye dönüp bıraktığı eserleri görmesi çoğu kez nafile bir beklenti haline geldi.
İşsizlik: Niteliksiz işten daha beteri var, işsizlik. Dünyada gençlerin yarıya yakını işsizlikle boğuşuyor. Kapitalizmin yapısal krizi içinde otomatizasyon olanakları patronun kâr hırsı ile birleşince giderek artan bir işsizlik sorunu doğuruyor.
Yalnızlık: Kapitalizmin yarattığı yalnızlığı bu köşede sıkça işledik son dönemde. Kapitalizm geleneksel ve soya dayanan sosyal ilişkileri hızla tahrip ediyor ve yerine yenisini koyamıyor. Emekçilerin örgütlülüğü üzerinde ise büyük bir dağıtıcı baskı oluşturuyor. Büyük kentlerde kaybolmuş emekçiler giderek daha yoğun bir yalnızlığa gömülüyorlar.
Parçalanmış aileler ve çocuk istismarı: Toplumun en küçük birimi olarak kabul edilen aile hem sürekli olarak parçalanma, çözülme eğiliminde, hem de çocukların güvenli bir şekilde örselenmeden yetişmeleri büyük bir tehdit altında. Bu çözülme eğilimi kadının eşitliği ve özgürlüğünü sağlamaktan ise uzak kalıyor.
Yaşlıların bakımı: Nitelikli işin seyrelmesi bir yandan insanların yaşamak için geç yaşlara kadar çalışmasına, diğer yandan emeklilik ise yaşlının emek süreçlerinin dışına düşmesine neden oluyor. Yine devletin sorumluluk almaması yaşlı bakımını büyüyen bir sorun haline getiriyor.
Tüketim toplumu ve eşitsizlik: Dünya kaynaklarının hızla tükenmesi ve iklim krizi “orta sınıflar” üzerinden yaratılan tüketime dayalı toplumun sonuna geldiğimizi gösteriyor. Diğer yandan geniş emekçi kitlelerin barınma, beslenme, ısınma sorunu bulunuyor. Toplumsal eşitliği kapitalist toplumda bir kesimin ulaştığı tüketim kalıpları üzerinden sağlamak imkânsız gözüküyor ve sosyalizmin bir tasarruf toplumu olması gerekiyor. Öte yandan bu tasarrufun eşit bir toplumda yaşam zenginliğini engellememesi gerekiyor.
Geçen hafta 21. yüzyıldaki sosyalizmin ulusal sınırları aşarak üretim birimlerini merkezi planlama doğrultusunda birleştireceğinden bahsetmiştik. Bu sefer planlama altındaki tek bir üretim biriminin içine girip yukarıda bahsettiğimiz sorunları aşıp aşamayacağımızı tartışalım.
Hayal gücü geleceği planlarken çok önemli olmakla birlikte gelecek tasarımımızın gerçek bir deneyime dayanması da gerekiyor. Bunun için bir köşe yazısı olmasaydı, geçen yüzyılın sosyalizm deneyimlerini tarardık. Ama şimdi uzağa gitmeyeceğiz, bütün eksikliklerine rağmen Türkiye’den örnekleri kullanacağız.
Kapitalizmde üretim birimi; diyelim ki bir fabrika, bir okul, bir maden vb. işliklerden oluşur. Emek gücünü patrona satmış olan işçilerin nerede oturduğu, nasıl yaşadığı, kendini nasıl geliştirdiği, çocuklarının nasıl okula gittiği, ne yiyip içtiği patronu kesinlikle ilgilendirmez. Bu başıboş sorumsuzluk bugünün plansız ve ucube kentini üretir.
Bu anlamda Sovyetler Birliği tarafından inşa edilen İskenderun Demir-Çelik Fabrikası ilk gördüğüm sosyalizmin izini taşıyan üretim birimiydi. Koruluğun içinde büyük bir arazide fırınlar, dökümhaneler ve kendi limanı dışında çalışanlar için lojmanları, hastaneyi ve sosyal tesisleri içeriyordu. 80’li yıllarda burada çalışmak istiyorum diye kapısına dayandığımda bir ambulans tahsis edip her tarafı gezdirmişlerdi.
Türkiye’de hayal gücümüzü zenginleştirecek başka örnekler de yaşandı geçen yüzyıl içinde. Genç Cumhuriyet’in Türkiye’ye eşit bir şekilde dağıttığı ve tarımla ilişkili bütünlüklü bir sanayileşme projesi olan Şeker Fabrikaları’na bakalım.
Şeker Fabrikaları’ndan yetişen tanıdıklarınız varsa güncel siyasetlerinden bağımsız olarak doğal olarak sosyalizme eğilimli olduğunu fark etmişsinizdir.
Çocukluğu Turhal Şeker Fabrikası’nda geçmiş Kenan İpek’in Ah Benim Şeker Fabrikalarım kitabı özelleştirmeler ve yağmalarla bugün parçalanmış geçmişe ışık tutuyor.
1934’te kurulan Turhal Şeker Fabrikası’nın insanların yaşamları üzerinde dramatik bir dönüştürücü etki yaptığı anlaşılıyor. Merkezinde üretim alanları, çevresinde ağaçların arasında lojmanlar, hastane, kreş, spor tesisleri, yüzme havuzu, yemekhane ve gazino yer almaktadır.
Bir işçi lojmana taşıdıktan sonra bir süre yatakta değil yerde yatar, musluktan akan suyla yıkanmaz hamama gider, bu kadar lüks nasıl parasız oluyor diye inanamaz.
Bu tatlı ama önemli veriler içeren kitaba bakabilirsiniz. Biz şimdi kapitalizmin yarattığı sorunlar bu şekilde çözülebilir mi diye kısaca tartışalım.
Sosyalizm bir anda üretim birimlerinden oluşan bir sosyalliğe evrilmez ama bunu hedefler.
Şeker Fabrikaları’na göre çok daha modern üretimin yapıldığı bir üretim biriminde çalışanların nitelikli işe kavuşacağı çok açık. Bu şekilde düzenlenen bir iş ortamı iş güvencesini ve sosyal hakların zengin bir yelpazesini sunacaktır. Bu kolektif üretim ekmek parasını kazanmanın ötesinde yaşama kattığı değerlerle anlam kazanacaktır. Planlı ekonominin işsizliğe izin vermeyeceğinden eminiz zaten.
Ya yalnızlık? Birlikte üreten, dinlenen, yaşayan bu insanlar toplum içinde kaybolmuş emekçilere benzeyebilirler mi? Ne sağlık, ne eğitim, ne spor yapma, ne kültürel gelişim açısından kayıptırlar. Böyle bir yapıda rekabete, bencilliğe yer olabilir mi?
23 Nisan’da mandolinleriyle Turhal Şeker Fabrikası çalışanlarının çocukları (Ah Benim Şeker Fabrikalarım’dan)Yaşamın bütün zenginliğine karşın tasarruflu bir toplum da bu şekilde yaratılabilir. Her hanenin bugün ihtiyaçlarını pazardan parası ölçüsünde küçük küçük ambalajlar halinde aldığını hatırlayım. Plastik torbalar ve kutular sadece bugünün şehirlerinde bir sokakta çöp dağları oluşturuyor. Yemekhaneler için bunlar toplumsal olarak büyük miktarlarda ve çok daha tasarruflu olarak sağlanabilir.
Merkezi planlama açısından üretim biriminin yeteneğinden gereksinimine kadar ilkesi geçerli olur.
Yaşlıların durumu ise toplumsal iş bölümü ile ilgili büyük ölçüde, bunu dikey ve yatay işbölümünü tartıştığımız başka bir yazıda ele alırız.
Herkese keyifli bir Bayram tatili ve sosyalizmli hayaller dileğiyle…
Erhan Nalçacı / soL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder