Allah akıl versin!
24 Temmuz 2023 tarihli Cumhuriyet gazetesinde okudum: İstanbul Tuzla’daki bir parkta, 21 yaşındaki R.S. erkek arkadaşıyla (ki eşi ya da nişanlısı olabilir) samimi bir şekilde oturuyormuş. Bunu gören bir kadın “Burası Müslüman ülke, bu şekilde size görmek istemiyorum” diyerek saldırıya geçmiş. Darp raporu alan R.S. saldırgandan şikâyetçi olmuş.
Ey Kılıçdaroğlu gitsin mi kalsın mı diyerek papatya falına bakan, remil atan gazette yazıcıları, televizyon yorumcuları; R.S. adlı genç kadının, İslamcı imanı kuvvetli (!) bir başka kadının saldırısına uğraması sizin kendi aranızda yaptığınız tartışmalardan çok daha önemlidir. Eğer bu bilince sahip değilseniz, R.S’ye saldıran o kadın bir gün gelir hepinizin kafasını kırar.
Ey, nedeni ne olursa olsun, belki de kıskançlıktan, R.S’ye saldıran, ona bıçak çeken ve onu yaralayan kadın, Türkiye bir Müslüman ülke değildir, Türkiye Cumhuriyeti’nin dini yoktur. Bu ülkede her türlü inançtan insanlar ve inançsızlar yaşamaktadır; vatandaşlarının çoğunluğu Müslümandır. Ancak çoğunluk olmaları onlara herhangi bir ayrıcalık (imtiyaz) sağlamaz.
Gene aynı tarihli Cumhuriyet’in 9. sayfasından bir haber: “İstanbul’da bir taksi sürücüsünün aracına aldığı iki kadın müşterisinin kıyafetleri için yaptığı konuşma sosyal medyada bir videoyla paylaşıldı. Taksi şoförünün ‘Her tarafınız meydanda. Senin yaşında benim çocuğum var. Kadın da kendine biraz çeki düzen verecek’ ifadesini kullandığı görüldü. Görüntülerin sosyal medyada paylaşılması üzerine taksicinin kadınlara karşı tutumu büyük tepki çekti.”
Eh artık ülkemizin dini bütün (?) vatandaşlarının neredeyse tamamı İran ya da Afganistan’ın ahlak polisine dönüşüp kendi atamasını yapmış. Bu türden saldırılar düpedüz vatandaşın kişiliğine ve özgürlüğüne saldırıdır. Dolayısıyla işlenmiş bir suçtur. Kadınlar şikâyetçi olmasa bile devletin polisi, jandarması bu türden saldırılara müdahale etmek zorundadır. Müdahele olmazsa, saldırganlar yasayla cezalandırılmaz ise Türkiye yakın zamanda yaşanmaz duruma gelecektir. AKP iktidarı pusuya yatmış beklemektedir. Bu böyle devam ederse, halkın duygu ve düşüncelerinin temsilcisi olan Başyücelik rejimi bir gece yarısı “Kadınların sokak kıyafetine dair bir kararname” çıkarabilir. Tıpkı Osmanlı’nın sık sık yaptığı gibi.
26 Temmuz tarihli Sözcü gazetesinin yazdığına göre “Cumhuriyet ve laiklik karşıtı açıklamalanyla tepki çeken” imam Halil Konakcı, Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’a hakaret etmiş. YouTube’da yayın yapan Konakcı, “Peygamberimiz (SA) buyurdu ki: ‘Irkçılık yapan bizden değildir’” başlıklı videosunda Özdağ’a “ırkçı” ve “taş kafalı” demiş. Türkçe ibadet fikrine tahammül edemeyen Konakcı, şu ifadeleri kullanmış: “İbadetler aslıyla yapılır, o ırkçı, taş kafalı adama söylüyorum o gurur duyduğun harf senin harfin değildir. Kalkıp da bana Türkçe konuşuyorum deme; Arap kardeşlerime, Afgan kardeşlerime düşmanlık eden sözde partinin ismi bile Arapça. Ey İslam düşmanları, kullandığınız seküler kafanızdaki diller bile Arapçadan çıkma.”
Google’a baktım Halil Konakcı Diyanet İşleri Başkanlığı’nda imam hatip olarak görev yapmaktaymış. Üniversitelerin ilahiyat fakültelerinden mezun olanlar veya imam hatip lisesi mezunu olanlar imam olur. Ancak Google’da Halil Konakcı’nın öğrenim durumuyla ilgili bilgi yok. Sanki özellikle gizlenmiş gibi.
Müslüman Türkler günün birinde ibadetlerini kendi dillerinde yapacaklar. Bu önlenemez. Tartışmanın gereği yok. Halil Konakcı gibi dincilerle tartışmanın gereği yok. Ancak Türkçenin Arapçadan çıkma olduğu iddiası çok şaşırtıcı. Normal bir lise mezunu Türkçe ile Arapçanın iki ayrı dil ailesinden olduğunu bilir. Arapça, Afro-Asya dilleri ailesinin Sami koluna mensup bir dildir. Türkçe ise Ural-Altay dil ailesinden, Asya’da ve Doğu Avrupa’da konuşulan Türk dil ve lehçelerinin genel adıdır.
İslam ilahiyatı bilgini Prof. Dr. Şahin Filiz’in “Ezanın Türkçe okunuşunun 91. yılı kutlu olsun” paylaşımı da Yeni Şafak gazetesi tarafından “skandal paylaşım” olarak değerlendirilmiş.
Bir mahalle kadını, bir taksi şoförü, bir imam hatip ve bir gazetenin saldırgan söz ve davranışlarını örnek olarak aktardık. Kadının fiili, şoförün sözlü saldırısı çok kötü sonuç verebilir. Şoförler derneği ve İBB, şoför esnafını mutlaka uyarmalıdır. Öteki iki örneğe gelince: Bu yazıyla gösterdiğim tepki mutlaka gösterilmelidir.
/././
Zorbanın aczi
Bilmezsiniz. Benim 5 ciltlik Bütün Şiirler’imin SİA Yayınevi tarafından yayımlanması tamamlandı. Bütün Şiirler’in ikinci kitabında yer alan Zorba ve Ozan adlı kitabın 50’nci son şiiri sanki zorbanın aczini tanımlıyor gibi. Anlam son dizede yoğunlaşıyor: “Hep buradaymış bu, hiçbir yere gitmemiş.”
Evet, zorba hep gider ama ozan (şair) her zaman kalır! Ve zorba gidecek TELE1 ve Merdan Yanardağ kalacak!
***
ZORBA VE OZAN (50)
Düşlerim hiç gerçekleşmeyecek sanıyorsun - / dedi ozan, yargı gecesi, son söz olarak - / ayırabilir misin sen düşü gerçekten?
düşlerimle demir attım dünyaya, / gördükten sonra ışıkla gölgenin kavgasını / ne yapayım ben artık düşsüz hayatı?
Geçen zaman kazandığım topraktır benim, / yıktığın kent bir gün benim kalem olacak, / ölümümü gördün ve dirilişimi göreceksin.
O gün, İsrafil’in Sûr’u üç kez çalınca / geri döneceğim kanatlı atımla birlikte; / diyeceksin, şaşkın gözlerle bakarak bana:
Hep buradaymış bu, hiçbir yere gitmemiş.
(Paris, 12.6.1986)
***
Evet, zorba gider, direnen kalır! Ama nasıl? Tarihin gidiş yönü geçmişte hep demokrasiden yana, kamusal ekonomiden yana olmuştu. Toplumsal hayatın, ekonomik ilişkilerin sonucu ortaya çıkan sınıflar (burjuvazi ve proletarya), tiranlığın dayandığı yapıyı yıkmıştı.
Şimdi nereden çıktı bu “tiranlık” diye soracaksınız. Biraz önce okuduğunuz kitabın adı Zorba ve Ozan. Kitapta zorba Kenan Evren ile şair Özdemir çarpışmakta. Bu kitap Le Tyran et le poète adıyla Fransa’da “Le Temps de Cerises” yayınevi tarafından 2007 yılında yayımlandı. Çevirmen Ferda Fidan Türkçe “zorba” sözcüğünü “Le Tyran” (tiran) sözcüğüyle çevirmeyi uygun görmüştü. Tiran, zorba ile amaçladığım anlama cuk oturuyordu.
O halde tiran(lık) ne anlama gelmekte ona bakalım: Herhangi bir yasaya dayanmayan, sadece tek bir hükümdarın keyfi uygulamalarıyla yönetilen monarşik yönetim sistemine tiranlık denir. Yasama, yürütme ve yargı güçlerinin tamamı tirana bağlıdır. Devletin başındaki kişi eğitim, sağlık, yönetim ve diğer tüm alanlarda sınırsız yetkiye sahiptir. N.F. Kısakürek bu rejime BAŞYÜCELİK der ve müritlerine hararetle tavsiye eder.
Konumuzu somutlaştırmak için bu tanıma müdahale edeceğim. Günümüzde, Avrupa’daki hükümdarların tamamı demokrat ama seçimle gelen bazı yöneticiler tam anlamıyla tiran. Tiranlık ile yönetilen ülkede yönetimin her üyesi, her organı kendi başına tirandır. Tıpkı RTÜK gibi!
Adonis kitaba yazdığı önsözde “Bu kitap, bugün gökyüzünde şiddet ve sefalet yaşanırken Fransızca yayımlandı. Küçük adamın kanının damladığı bir gökyüzü. Dünyamız kendisini Tanrı’nın sözünün tutsağı olarak görüyor. Dünyamız, Tanrı düşmanı olarak gördükleri insanları öldürerek kendi inançlarını kanıtlayan insanlarla dolu”.
Adonis epeyce uzun önsözde despotların, diktatörlerin, tiranların günümüzde tekrar tanrılaşmasından söz ediyor. Bu türden yöneticiler eskiden dünya egemeniydi, günümüzde tekrar ortaya çıkmaları bir anakronizmdir (tarihe aykırılık; çağdaşlığa, çağdaş yaşama ayak uyduramama, günü geçmiş törelere bağlılık), bir anomalidir (kusurlu oluşum, doğuştan kural dışı veya normalin dışında olma). İki anlamda da yirmi birinci yüzyılda yedinci yüzyılın, derebeylikler çağının normlarını tarihe ve topluma zorlamak. Bayağı bir benzetme yapacak olursak Cumhuriyet balosuna Tarzan gibi gitmek gibi bir şey.
AKP ve Başyüce’den önceki rejim kuşkusuz demokrasi açısından kusursuz değildi. Ama TBMM görevini yapmaktaydı. Anayasa Mahkemesi, TBMM’nin işlemlerini, çıkardığı yasaları denetlemekte, kimilerini geri göndermekteydi. Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararlara cumhurbaşkanı ve hükümet kesinlikle uymaktaydı. Danıştay, Sayıştay ve Yargıtay anayasanın kendilerine verdiği görevleri yapmakta ve ilgililer bu üç “tay”ın verdiği kararlara uymakta idi.
Mevcut yönetim, yürürlükteki anayasanın başta 13, 14 ve 15. maddesi olmak üzere temel haklar ve ödevlerle ilgili maddelerini umursamamakta; anayasanın başta 36, 37 ve 38. maddeleri olmak üzere yargı erkiyle ilgili maddeleri hiçe saymakta. Sanki ülke anayasasız yönetilmektedir. Bu durum ve koşullar içinde devlet örgütünün bütün kurum ve kuruluşları da kendileriyle ilgili anayasa maddeleri, yasaları, tüzük ve yönetmelikleri işlemlerinde uygulamamakta, karar verirken, işlem yaparken tek kişinin ağzına bakmakta dahası onun yerine geçmekte, onun yerine karar vermektedir. Tıpkı RTÜK gibi!
Bu türden anakronik organizmalarda “kullanım süresi” diye bir şey yoktur. Ömrü bir hortlağın ömrüdür. Zaten ölüdür. Ölü olduğu için acizdir. TELE1’i hepten kapatabilir, Merdan Yanardağ’ı süresiz mapıs damında tutabilir ama yedekleri vardır, aciz değildirler.
Özdemir İnce / Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder