26 Ağustos 2023 Cumartesi

Kör olası İttihatçılar - Orhan Gökdemir / soL

 

Karanlıkla ışıklı bir gelecek kuramazsınız, kanla yeni bir tarih yazamazsınız. Püsküllülere bakmayın siz, başka türlü bir hikâye var bütün hikayelerin içinde.

Hınçak komitesinin düzenlediği yürüyüş Babıali’ye doğru sürüyor. Komitacılar silahlı, yol boyunca taşkınlıklar yapıyor, sivil-asker herkes hedeflerinde. Çemberlitaş civarında önlerine çıkan bir jandarma binbaşısını vurup deviriyorlar. Askerler beş bin kişiye ulaşan kalabalığı durdurmak isteyince bombalar patlıyor, yürüyüş ayaklanmaya dönüşüyor. Bu olayın ardından, 1895 sonbaharında, Müslümanlar ve Ermeniler arasında üç gün süren sokak çatışmaları patlak veriyor, olaylarla ilişkisi olmayan pek çok Ermeni öldürülüyor. Padişah, Ermenilerin katlinden sorumlu tutulan Said Paşa’yı azlediyor ama nafile, ayaklanma Anadolu kentlerine sıçrıyor. İsyanı bastırmak için gönderilen Hamidiye Alaylarının uyguladığı şiddet öfke dalgasını büyütmekten başka bir işe yaramıyor, Van’da işler tamamen kontrolden çıkıyor. Bir gurup Taşnak militanı, Ermenilere yapılan eziyeti protesto etmek amacıyla Karaköy’deki Osmanlı Bankasını işgal edip çalışanları ve müşterileri rehin alıyor. Bankanın pencerelerinden meydana bombalar atılıyor. Eylem içinden çıkılmaz bir hal alınca Fransız diplomatlar araya giriyor, eylemcilerin Marsilya’ya gitmelerine izin veriliyor.

Banka baskını İstanbul’da yeni olayların fitilini ateşliyor. Çünkü baskına öfkelenen güvenlik güçleri Ermenilere yapılan saldırıları görmezden gelmeye başlıyor. Cesaret alan Kürt hamallar Ermeni hamallara saldırıyor, beş yüz civarında Ermeni hamal öldürülüyor. Şehirdeki hamallık piyasası yoksul Ermenilerden yoksul Kürtlerin eline geçiyor. Devam eden iki yıl boyunca İstanbul’da ve Anadolu’da çoğu suçsuz binlerce Müslüman ve on binlerce Ermeni hayatını kaybediyor. Bazıları din değiştiriyor, çoğunun mallarına el konuluyor. Demek tehcirden önce bir tehcir, kırımdan önce bir kırım var. 

                                                                  ***

İmparatorluğu ayaklanmalarla sarsılırken Jön Türk hareketinin güçlü bir muhalefete dönüşmesinden endişelenen padişah kullarına işaret ediyor. 1897 kışında gizli örgüt üyesi olmakla suçlanan yüzlerce talebe, genç subay, doktor, memur tutuklanıp Trablusgarp’a sürülüyor. Bu baskı aynı ortak düşmana, Abdülhamid’e, karşı mücadele eden Jön Türklerle Ermeni örgütlerini güçlerini birleştirmeye zorluyor. Artık ilk hedef Abdülhamit’tir. Ermeni militanlar, 1905’te, Cuma’dan çıkan Abdülhamid’e bombalı suikast düzenliyor. 26 kişinin öldüğü saldırıdan Abdülhamid kurtulmayı başarıyor.

Silkip ukuud-u rikba-i a'sârı, en çetin
Bir uykudan uyandırır akvâmı dehşetin.
Ey şânlı avcı, dâmını bîhûde kurmadın!
Atdın... fakat yazık ki, yazıklar ki vuramadın!

Jön Türkler Ermeni militanların bu eylemini coşkuyla selamlıyor. Büyük şair Tevfik Fikret eylemin başarısız olmasına çok üzülüyor. “Bir Lâhza-i Teahhûr”, bir anlık gecikme, adlı şiirinde, saniye farkıyla avını elinden kaçıran avcıya övgüler düzüyor; Silkip yüzyılların boyunlarındaki ilmiklerini, en çetin bir uykudan uyandırır milleti dehşetin. Ey şanlı avcı, tuzağını boşuna kurmadın! Attın...ama yazık ki, yazıklar ki vuramadın!” Demek, geçen yüzyılın başında, devrimciler ve Ermeni militanlar aynı saflardadır. Düşman saraydadır.

Ama biliyoruz devrim evlatlarını da yer. Kütahyalı bir ailenin çocuğu olan Soğomon Soğomonyan onlardan biri. Erken yaşta öksüz-yetim kalıyor Soğomon. Babaannesi son çare ruhban okuluna gönderiyor yetimi, 1895'te, papaz oluyor. Genç papaz, bir Ermeni halk ozanı olan Katolikos Gomidas'ın ismini kendine uygun görüyor, onun da aklı müzisyenlikte çünkü. Sevenleri “Vardapet”, papaz, diye sesleniyor ona. “Gomidas Vardapet” tarih sahnesine çıkmaya hazırdır. Tiflis’e müzik eğitimine gidiyor, oradan bir hayırseverin yardımıyla Berlin'de müzikoloji öğrenmeye. Anadolu’ya dönünce köy köy dolaşıyor, binlerce Ermeni halk şarkısını derleyip notaya geçiriyor. 1912-1915 yılları arasında İttihat ve Terakki’nin Türk Ocakları’nda müzik dersleri veriyor. İttihatçıların ileri gelenlerinin ve Talat Paşa’nın katıldığı bir Türk Ocağı konserinde Hamdullah Suphi onu öven bir nutuk atıyor. Gomidas piyanosunun başına geçiyor, konseri İttihatçılarca ayakta alkışlanıyor. 

Gelin görün ki bu müzik dehası o konserden on gün sonra gözaltına alınıp, İstanbullu okur-yazar 180 Ermeni ile birlikte Çankırı'ya sürgün ediliyor. Talat Paşa'nın emriyle İstanbul'a dönmesine izin verildiğinde iş işten çoktan geçmiş. Bir daha kendini toparlayamıyor Vardapet. Nasıl toparlasın? Tanrısı, halkı büyük acılar çekerken, yardım eli uzatmamış. Yası ya da suskunluğu uzun sürmüş haliyle. Hayatının kalan 20 yılını Paris'teki bir sanatoryumda tamamlamasının nedeni bu. 

                                                                      ***

1898 sonbaharında Alman İmparatoru İstanbul-Kudüs yolculuğunda. Bu yolculuk, Afrika’nın sömürgeleştirilmesi yarışında geç kalan Almanya’da nüksetmiş müthiş Mezopotamya tutkusunun bir dışa vurumu. Almanya bölge için İngiltere ile savaş halinde. Ama bölge sadece onların değil, 1897’de Basel’de Dünya Siyonist Kongresini toplayan genç gazeteci Theodor Herzl’in de ilgi alanında. Mezopotamya’da Mezopotamyalılardan başka herkes oyuncu. 

Almanlar bu etki alanındaki halklardan Ermeniler konusunda karmaşık duygular içinde. Bazı Almanlar için onlar faydalı yardımcılar, bazıları için kendilerine rakip olabilecek bir tehlikeli bir unsur. Hıristiyan kardeşliği ile Doğuya sahip olma arzusu arasında bocalayan Almanlar sonunda “Doğu Yahudileri” olarak tanımladıkları Ermenilerin Osmanlı ekonomisini elinde tutan güvenilmez, cimri ve dolandırıcı bezirgânlar olduklarına kanaat getiriyor. 

Almanların Hicaz ve Bağdat demiryolları projesi işte bu havanın getirisi. Alman sermayesi ve Alman mühendisleri Almanya’nın Mezopotamya fethinin yollarını döşemek için harekete geçiyor. 1914 yılı itibariyle Osmanlı sınırları içinde 800 subay ve 20-25 bin askerden oluşan bir Alman askeri misyonu var. Bu misyonlardan biri Zeytun bölgesinde kendilerini savunmaya çalışan Ermenileri topa tutuyor. Demiryolu inşaatında zorla çalıştırılan Ermenilerin tehcir edilmesine de ses çıkarılmıyor. Bunlar kayda geçenlerden sadece ikisi. Yunan ve Ermeni tanıklar tehcir sırasında sahada Alman subay ve askerlerini gördüklerini anlatıyor. O dönemde Türkiye'de görev yapan Alman subaylarının çoğu daha sonranın Nazileri olacak. 

                                                                      *** 

Gericiler, 13 Nisan 1909’da, alaylı askerlerin desteğinde Hürriyet’e karşı “şeriat isteriz”, “padişahım çok yaşa” nidalarıyla ayaklanıyor. Hedeflerinde birkaç ay önce yürürlüğe konulan anayasa var. Hareket Ordusu, bu gerici isyana karşı, 19 Nisan’da, Çatalca’da. Ordunun başında Mahmut Şevket Paşa var, Enver Bey kurmay başkanı. Bir iki gün içinde Resneli Niyazi’nin Ohri Milli Taburu, Arnavut Başkim Kulübü üyeleri, eski Bulgar Komitecileri Sandanski ve Paniçe, Rum kaptanlar Keta Cevarablo ve Krayla, Arnavut Bayram Fehmi Çirçis birlikleriyle koşup geliyor. Türk, Arnavut, Rum, Ermeni, Yahudi asker ve gönüllüler Hareket Ordusu’na katılıyor akın akın. Darülfünun talebeleri, İstanbul’daki kıtalarından kaçan subaylar, İzmit’ten gelen Müslüman, Rum ve Ermeni gönüllüler Yeşilköy’e koşuyor. Bir tür isyana isyanla karşılık verme hali bu.

22 Nisan’da Yeşilköy’e gelen bir grup Ermeni kadın, Hareket Ordusu yetkililerine, üzerinde “Yaşasın Vatan, Yaşasın Kanun-ı Esasi” yazılı bir bayrak hediye ediyor. Vartkes Efendi kadınların tutumunu öven konuşmasının ardından bayrağı alan Enver Bey ve diğer zabitlerle birlikte, “Yaşasın Taşnaksutyun Cemiyeti!” diyerek alkışlarla karşılık veriyor.

24 Nisan’da birlikler İstanbul’a giriyor. Kâğıthane-Şişli üzerinden gelmekte olan birliğin kumandanı Kurmay Kolağası Muhtar Bey, Taksim Topçu Kışlası’ndan, şimdi Gezi Parkı, açılan ateşle düşüyor. Şiddetli çatışmaların ardından Babıali, Taşkışla, Taksim Topçu Kışlası ve Maçka Kışlası gibi direniş merkezleri top ateşine tutularak ele geçiriliyor. Hareket Ordusu 25 Nisan’da İstanbul’a hâkim oluyor. 31 Mart’ta başlayan gerici ayaklanmanın sonudur. 

Hareket Ordusunun kayıpları, 44 ölü, kortej eşliğinde Şişli’ye götürülüyor, Hürriyet-i Ebediye adı verilen bir tepeye defnediliyor. Toplu mezarların başında bir konuşma yapan Enver Bey, “Müslümanların ve Hıristiyanların yaşarken ve ölürken, bundan böyle hiçbir ırk ve inanç ayrımı tanımaksızın yurtsever arkadaşlar olduklarının nişanesi olarak yan yana yattıklarını” vurguluyor. 

Fakat gelin görün ki “Hürriyet” davasının birleştirdiği insanlar çok değil üç-beş yıl sonra karşı karşıya geliyor. Eski dünya hızla bir büyük savaşa doğru yuvarlanırken, şaşkın Osmanlı eliti ülkeyi elinde tutmanın paniği içinde. Emperyalist güçlerin parmağı her yerde. Sonra yine bir Nisan gününde, Hürriyet davası için İttihatçılarla birlikte omuz omuza savaşan Ermeniler bir bir toplanıp sürgüne gönderiliyor. Hürriyetin ışığını ölümün karanlığı örtüyor. Sonra ne ülke kalıyor geride ne devlet ne halk ne toprak. Kederli Anadolu’da her şey hiçbir şey yaşanmamış gibi yeniden başlıyor.

                                                                    ***

Bu acılı olaylardan 100 yıl sonra, 2016 yazı… Almanya'da Federal Meclisi "Ermeni soykırımı" iddialarını tanıyan bir tasarıya onay veriyor. Oylamada ne yağmurlu bir Nisan günü evinden alınıp Çankırı yollarına düşürülen Gomidas Vardapet’in acıklı hikâyesi, ne de Tevfik Fikret’in “Bir Lâhza-i Teahhûr”u konuşuluyor. Abdülhamit’in rolü çoktan unutulmuş. Çemberlitaş’ta öldürülen jandarma binbaşısını hatırlayan yok. Katledilen yoksul Ermeni hamalların acıklı hikayesi tarihin tozlu raflarında silinip gitmiş. Ne Osmanlı Bankasını basanlar var kararda, ne bir sabah Trablusgarp’a sürgün edilen Jön Türkler. Büyük güçlerin kışkırtmalarından eser yok. Kör olası İttihatçılar, bütün kabahat onlarda!

Ey kan içen kargalar,
bütün karanlıklar sizinle dolu!
Artık yeter fikri susturduğunuz,
yerini hiç bir şey tutamaz bu dünyada
zincirsiz, kelepçesiz yaşamanın.
Hadi gidin tarih korusun sizi,
-haydutlara en iyi sığınaktır gece-,
gidin, yok olun siz de o mezarlıkta.
İşte müjdelerin en güzeli,
işte en gerçek özgürlük
düşümüzdeki gelecek çağlarda:
Ne savaş, ne savaşan, ne salgın,
ne saltanat, ne yoksulluk, ne ezen, ne ezilen,
ne yakınma, ne de zulmün kahrı,
ne tapılan, ne tapan,
ben benim, sen de sen!

Karanlıkla ışıklı bir gelecek kuramazsınız, kanla yeni bir tarih yazamazsınız. Püsküllülere bakmayın siz, başka türlü bir hikâye var bütün hikayelerin içinde. 1915 yılının ağustos ayı ortasında kaybettiğimiz Tevfik Fikret tutanakcısıdır o başka türlü hikayelerin. Bakın dizelerine, geçmişin aydınlık yanından seslenir büyük insanlık ailesine. Milliyetçilik ve din davası böler, aydınlanma ve özgürlük mücadelesi birleştirir; istediği ve dediği budur.

Orhan Gökdemir / soL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder