'Bazıları tarihsel olarak öyle anlarda, öyle kesişim noktalarında ortaya çıkarlar ki artık basit spor olayları olmaktan çıkar; mevziler ve gerilimler üzerinden sürüdürlülen tarihsel çatışmalara döner'
Bokstan pek hoşlanmam. İnsanların spor kisvesi altında neden birbirlerine zarar verdiklerini de pek anlamam. Ancak dünya ağır siklet boks şampiyonluğu müsabakaları tüm bu nefretten muaftır benim için. Nedeni nedir bilemem. Bir önemli faktör her türlü zevk ve beğenimizin kökenlerinin kurulduğu çocukluğumdan gelir. Hayal meyal hatırlıyorum; 7 ya da 8 yaşlarındayım. Muhammed Ali kaybetmişti ağır siklet şampiyonluğunu. Muhammed Ali tüm dünya gibi Türkiye’de de fenomenal bir sevgiye sahipti. Sonradan müslüman olması kuşkusuz bu topraklarda ona yönelik fazladan bir bir kredi sağlıyordu. Ayrıca (ben sonradan öğrendim) silah altına alınma emrine rağmen Vietnam Savaşı’na gitmeme kararı o dönemde ona yönelik sempatiyi oldukça arttırmıştı. Bunun bedelini boks hayatında uzun bir kesintiyle ödemişti.
Benim duyumunu aldığım ilk ağır siklet boks müsabakası 15 Şubat 1978’de gerçekleşen Muhammed Ali - Leon Spinks mücadelesiydi. Leon Spinks, ki rahtmelli pek büyük bir boksördü, ünü ve gücü büyük Ali’yi bu maçta hakem kararıyla yenmişti. O yılın Eylül ayında yapılan rövanş maçında ise bu defa kazanan Ali olmuştu (hakem kurulundaki oylarla), pek sevinmiştik. Televizyon yoktu, büyüklerimiz radyodan haber almışlardı.
Ağır siklet boks, tarihi boyunca mafyanın, bahis şebekelerinin ve güçlü para babalarının etkin ve yönelndirici olduğu bir alan oldu. Ancak tüm bu dejenerasyona ve yozlaşmaya rağmen, benim gibi boksa uzak kimseler için bile bir çekiciliği oldu. Nedeni basitti galiba, orası bir zirveydi, paranının ve örgütlü suçun kuşatması altında olsa bile sihirli bir gladayatör arenasıydı her zaman. İçimizden sökün eden ve atalarımızdan bakiye barbarlığın ve kan isteğinin bir dışavurumuydu kimilerine göre. Başkalarına göre ise şiddetin vandal estetiğinin yarattığı bir arzunun nesnesiydi; neyse boşverin. Neticede bokstan nefret edenler için bile çekiciliği var.
Spor ile siyaset, spora siyaset karışmaz diyen safların tüm beklentilerinin aksine, oldukça koyun koyuna bir ilişki sergilerler. Antik Yunan’da olimpiyatlar kent devletleri arasındaki çekişmenin teşhir alanıydı. Roma’da zengin senatörlerin, konsüllerin ve imparatorların yoksul halk kitlelerininin gazını alma yöntemi ise oyunlardı. Üstelik oldukça görsel bir propaganda aracıydı oyunlar. Kapitalizmin ve ulus-devletlerin ortaya çıkmasıyla birlikte toplumsal hayatın pek çok gerilminin ve çelişkisinin (sınfısal, ulusal, ırksal, bölgesel…) arz-ı endam ettiği alanlardı spor alanları. Bu nedenle spor ve siyaset tarih boyunca içiçedir.
Bu nedenle bazı spor olayları boyutlarını, sınırlarını ve hatta onlara yüklenen basit anlamları aşan anlamlara sahiptirler. Bazıları tarihsel olarak öyle anlarda, öyle kesişim noktalarında ortaya çıkarlar ki artık basit spor olayları olmaktan çıkar; mevziler ve gerilimler üzerinden sürüdürlülen tarihsel çatışmalara dönerler. İşte 19 Haziran 1936 ve 22 Haziran 1938 tarihlerindeki Joe Louis-Max Schmeling dünya ağırsiklet boks şampiyonluğu maçları bu türden spor olaylarına en iyi örneklerdir. Bu iki maç yapıldıkları tarihler itibarıyle kendi anlamlarının ötesinde anlamlara sahip oldular; tarihsel olarak birikmiş gerilmlerin ve siyasi çatışmaların dışvurulduğu, ifade edildikleri araçlara dönüştüler. Boks sadece boks olmaktan çıktı; ırklar arası bir mücadeleye dönüştü. Aşağı görülen bir ırkın Nazi ırk üstünlüğü davasına karşı mücadelesine dönüştü. Olayın iki kahramanı, hem Louis hem de Schmeling yıllar sonra bu durumdan çok rahatsız olduklarını ifade ettiler ama olay onların kontrolünden çıkmıştı azizim.
Joseph Louis Barrow (Joe Louis) 1914’de Alabama’da 8 çocuklu bir ailenin 7. çocuğu olarak dünyaya geldi. İçine doğduğu dünya katı bir ırksal hiyerarşiye dayanan bir yapının üstünde yükselmekteydi. Siyahlar sözde özgürdü ancak bu dünyanın paryalarıydılar ve siyasi ve ekonomik hayata katılımları kısıtlanmıştı. Lincoln onları özgür bırakmıştı ancak özgürleştirememişti (burjuvazinin siyasi ufku bu kadardı işte). ABD’nin tüm güney eyaletlerinde olduğu gibi, ikide bir Klu Klux Klan’ın tedhişçi saldırılarına maruz kalıyorlardı ve bu saldırılara aslında kendileri de Klan üyesi olan yerel otoriteler seslerini çıkarmıyorlardı. Louis’in aliesi pek fukrayadı, diğer siyah aileler gibi. Bir nesil öncesi ataları köleydi. Yaşam pek zor, ikbal kapıları kapalıydı Louis için. Okuma yazmayı zor öğrendi ve konuşma güçlüğü çekiyordu. Onun neslinden her siyahi gibi zincirleri kırmanın tek yolu spordu galiba. O da boksa başladı ve pek mahir olduğunıu gösterdi hemen.
Hızlı ilerledi. Çok yetenekliyidi; bu yetenekler ona “kahverengi bombacı” (neden “kahverengi? Hemen aklımıza siyahi şarkıcıları takdim edererken “çikolata renkli” diyen sunucu geliyor değil mi?) ünvanını kazandırdı. Bokstan pek anlamam ancak daha sonraki pek çok büyük boksörün teknik ve taktik olarak Joe Louis’den çok yararlandığını biliyorum. Louis 1935 yılında ünvanın eşiğine geldi. Bu yıl ve bir sonraki yıl yapacağı maçlar onun kariyerindeki en sansayonel maçlardan oalcaktı. Bu maçlardan biri, Primo Carnera ile yaptığı maç yine tarihsel anlamının ötesine taşan bir maçtı. Pirmo Carnera daha önce dünya ağır siklet boks şamyionluğu şerefine nail olmuş bir İtalyan boksördü. Faşist Mussolini onu pek önemsiyor ve pek seviyordu (bu şerefe nail olan ilk İtalyandı). Louis ve Carnera maçı tam da Faşist İtalya’nın Etiyopya’ya saldırdığı döneme denk geldi. Louis’in bir bahtsızlığı olacaktı bu, maçları siyasi çekişmeye dönüşecekti. Nitekim Carnera ile maçı Faşist İtalya ile mazlum bir Afrika ulusunun savaşı gibi algılandı. Carenra’yı 6. raundun sonunda nakavt etti. Kazanan Etiyopya oldu. Faşits İtalya’yı dize getiren Joe Louis artık Schmeling’e, kimilerine göre ise Nazi Almanya ile maça hazırdı.
Maximilian Adolph Otto Siegfried Schmeling (Max Schmeling) 1905’de Brandenburg’da Polonya sınırna yakın Klein Lucknow‘da doğdu. Babası da boksa pek meraklıydı, erken yaşlarda o dönemlerde bir efsane olan Jack Dempsey’den çok etkilendi (hatta bir keresinde onunla bir maç yaptığına dair bir rivayet bile vardır). Önce amatör bir kariyer yaptı, sonra profesyonel oldu. İşin merkezi diye kalktı ABD’ye gitti. Ancak başlarda farkedilmedi. Giderek yükseldi ve 12 Haziran 1930’da çok vahşi ve saldırgan bir boksör olarak bilinen Jack Sharkey’nin karşısına çıktı. Sharkey daha çok vuran boksör gibiydi. Hatta sonunda Schmeling’i devrdi ancak faul yaptığına karar verdi hakem. Böylece Max Schmeling ağır siklet boks şampyonluğu tarihinde ünvanı faul ile kazanan ilk boksör oldu. Ünvanı iki yıl elinde tuttu. Ünvana ulaşan ilk ve tek Alman boksör oldu. 1932’de yine Sharkey ile unvan maçına çıktı, ancak bu defa hakem kararıyla kazanan Sharkey oldu. Yine de üst seviye bir rakip olma statüsünü korudu.
Louis yükselişte idi. Scmeling ünvanı kaybetmişti ancak hala üst seviyelerde önemli bir rakipti. Yolları kesişmek üzereydi, hem de dünyada gerilimler artraken ve Naziler dünyayı bir kaosa sürüklerken. Beylik bir lafla kader ağlarını örüyordu, güneyli fukara bir siyahi ile Doğu Alman beyaz boksör boksu da aşan büyük bir oyunda yerlerini almak üzreydiler.
Nitekim biri inişte gibi görünen diğeri ise sanki ünvana yürüyen iki boksör 19 Haziran 1936’da Bornx’taki ünlü Yankee Stadyumunda karşı karşıya geldiler. Bu bir unvan maçı değildi, çünkü unvan halihazırda 1937’de Joe Louis’e yenilerek ünvanı kaybedecek olan James Braddock’a aitti. Kısacası aslında çok da abartılmayabilirdi. Ancak işte o tarihsel anda bu maç kendi başına sahip olduğu anlamdan daha başka bir anlama sahip oldu. Bir tarafta Nazilerin aşağıladığı siyahlardan gelen bir boksör diğer tarafta ise safkan Alman bir boksör vardı. Boks boks olmaktan çıkmak üzereydi. Maçtan önce ABD’nin güney eyaletlerinde yapılan bir yoklama güneyli beyazların da büyük bir bölümünün Schmeling’in yanında olduklarını gösteriyordu. Maçın siyahlar içinde anlamı pek tabi ki büyüktü, kendilerini aşağı gibi gören bir ideolojiye meydan okuma şansıydı.
Dönemin en büyük spor olaylarından biriydi ilk maç, milyonlarca kişi radyodan naklen dinledi maçı (malum bir radyo devrimi yaşanıyordu, özellikle Naziler propaganda amacıyla radyoyu pek etkin kullanıyorlardı). Schmeling disiplinli bir Alman olarak rakibinin zaaflarını çalışmıştı maçtan önce ve bir açık yaklamıştı galiba. Dördüncü raundda Louis’i ilk defa devirdi ancak Louis kalktı. Baştan sonra Schmeling’in teknik üstünlüğüyle geçti maç. 12. raundda ise Louis bir kere daha yerdeydi ve bu defa kalkamadı. Bu boks hayatındaki ilk nakavtla yenilgisiydi.
Maç sonrasında ABDli siyahi cemiyet pek üzgündü oysa Nazi Almanya’sında sevinç çığlıkları atılıyordu. Hitler Schmeling’in karısını arayarak tebrik etti ve kocasının en büyük Alman boksör olduğuğunu belirtti. Ancak bu hikaye burada bitmeyecekti.
Bitmeyecekti çünkü Joe Louis kaldığı yerden devam etti. 1937’de Louis James K. Braddock’u yenerek dünya ağır siklet boks şampiyonluğunu resmen aldı ancak Schmeling’i yenemeden kendisini öyle hissedemeyeceğini belirtti. Almanlar ise ABD ile gerilim arttıkça bu maçı daha çok ister oldular; Louis hem ABDliydi hem de siyahiydi. ABDli siyahi toplum da istiyordu çünkü bu önemli bir rövanş olacaktı. Louis onlar için zincirleri kıran bir şövalyeydi. Hem Nazi ırkçılığına hem de ABD’deki ırksal ayrımcılığa karşı bir zafer olacaktı. ABD yönetimi de istiyordu çünkü Almanya ile gerilim artıyordu, Hitler anschluss ile Avusturya’yı yutmuştu ve gözünü Çekoslovakya’ya dikmişti. Nazilerin burnunun sürtülmesi gerekiyordu. Schmeling de istiyordu çünkü bu defa karşısına çıkacak Louis dünya şampiyonuydu ve eğer onu yenerse kendisi yeniden dünya ağır siklet şampiyonu olacaktı. Kısacası herkes farklı nedenlerle isityordu. Joe Louis dünya ağır siklet boks şampiyonluğunu elde eden ikinci siyahtı.
İlki, Jack Johnson 1908’de Kanadalı Tommy Burns’ü yenerek ünvanı aldığında ABD’de ırk temalı olaylar ve isyanlar çıkmıştı. Onu devirmek için sahneye yenilmeden emekli olan eski şampiyon James Jeffries çıktı ve çıkarken amacının bir beyazın bir siyahtan üsütün olduğunu göstermek olduğunu ilan etti. Johnson onu nakavt etti. Bu Johnson etrafındaki aurayı büyüttü. Ancak Johnson ABDli siyah toplumu bile rahatsız eden bir şey yaptı, bir beyaz kadınla evlendi ve bu Johnson’un imajını zedeledi.
28 Haziran 1938’deki maç yine Yankee Stadyumun’da yapıldı. 70 bin izleyici vardı ve bu defa radyodan naklen dineleyenelrin sayısı daha da fazlaydı ilk maça göre. Yüzyıl’ın Maçı yakıştırması daha o zamandan yapılmıştı (gerçi öncesinde ve sonrasında başka maçlar için de yapılacaktı). Louis daha hazırlıklıydı ve ve daha gençti. Schmeling 33 yaşındaydı ve boks kariyerinin yazılı olmayan ilkelerine göre yaşlıydı. Ancak daha teknikti ve rakbini yine daha iyi incelemişti. Maç mı; şok edciydi. Pek çabuk bitti. Louis ilk iki dakika içinde Schmeling’i iki defa devridi. Peşpeşe indirdiği kroşeler ile onu iyice sersemletmişti. Schmelling pek çaresizidi. Karşılaşma başlayalı 2 dakika 4 saniye olmuştu ki Louis Schmeling’i üçüncü defa devirdi. Bu defa Schmeling kalkamadı. Çok çabuk nakavt oldu. Töton kanı Afrika öfkesi karşısında duramadı. Üstün ırk, aşağı olduğunu düşndüğü ırk karşısında kanvası defalarca öptü.
Maç bittiğinde siyah toplumu ve Louis pek mutlu idi. Anlatılan doğru ise New York’da siyahların takıldıkları eğlence mekanları sabaha kadar açık kaldılar ve olayı kutladılar. Schmeling ise pek kötü idi, onu köşeye sıkıştıran ve peş peşe kroşe indiren Louis anlaşılan hem burnunu hem de sol taraftaki kaburglarını kırmıştı. Bir hafadan fazla hastanede yattı. Louis ziyarete geldiğinde kabul etmedi; kızgındı. Aslında Schmeling’in boks hayatı da şampiyonluk umutları gibi bitmişti.
Sonrasında mı? Dünya hızla savaşa sürüklendi. Çatışma boks ringinin iplerinin ötesine taşındı. İşler ne Schmeling ne de Louis için iyi gitmedi aslında. Artık sahnedeki oyunun akörü değillerdi ve kaderleri daha büyük güçlerin yazacağı birer sayfaya dönüştü.
Schmeling, şahsı üzerinden proganda yapan Nazilerden olmamıştı hiç, Nazi Partisi’ne tüm baskılara rağmen üye olmadı. Dahası ABD’deki menajeri Yahudi idi ve yine tüm baskılara rağmen onu kovmadı. Bu tavrından dolayı zorla askere alındı ve bir hava indirme birliğine verilerek paraşütçü yapıldı. Girit’e düzenlenen bir operasyonda ayağından ciddi şekilde yaralandı ve terhis edildi. Savaş sonrasında ise artık spor hayatı bitmişti ve hayatını kazanmak için çeşitli yolları denedi. Sonuçta Federal Almanya pazarına girmeye çalışan Coca Cola’nın reklam yüzü oldu ve pek zengin oldu.
Louis savaş başladığında ünvanı elinde tutuyordu. Savaş başlayınca askere yazıldı ancak siyahlar orduda cephe görevi alamıyorlardı, destek hizmetlerine veriliyordu. Patates soyup çamaşır yıkıyorlardı çoğunlukla. Louis ünü sayesinde ordunun reklam yüzü haline getirildi.
Irkçı Nazilere karşı savaşan ABD ordusundaki ırk ayrımıcılığı çok kesifti. Savastan sonra, önce emekliliğini ilan etti ancak sonra geri döndü. 1951’de yenilgisiz Rocky Marciano unvan maçında onu hayatında ikinci defa nakavt etti. Boks hayatı bitti. Kazandığı parayı ise riskli yatırımlarda çar çur etti ve dolandırıldı. Ömrünün son demlerinde pek fakirdi. Fakir ailenin dünya şampiyonluğunu alan oğlu bir kere daha fakirlikle test edildi. Öldüğünde ailesinin cenaze törenini düzenleyecek parası bile yoktu. Seremoni için parayı savaştan sonra dost olduğu Schmeling verdi. Büyük boksör 1981 yılında beş parasız göçtü gitti. Schmeling 2005 yılında onu takip etti.
Serdal Bahçe / soL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder