Araştırmacı-yazar Sadık Usta “Çökertilen Türkiye’de Kemalizm ve Kürt siyasetinin kurtuluşçu rolleri” üzerine sorularımızı yanıtladı.
Türkiye’de toplumsal kriz yeni boyutlar kazanırken, solun ağırlıklı karşı kutup oluşturamaması yeni arayışları tetikliyor. “Çökertilen Türkiye’de Kemalizm ve Kürt siyasetinin kurtuluşçu rolleri” üzerine sorularımızı yanıtlayan araştırmacı-yazar Sadık Usta, Dr. Fatih Yaşlı’nın son dönemde tartışmaya açtığı tezlerden hareketle atılabilecek adımları değerlendirdi.
Türkiye’de, yönetenler ve düzen muhalefeti açısından siyasi bir tıkanma olduğu söylenebilir mi? Dr. Fatih Yaşlı son yazılarında kemalizmin (veya Atatürkçülüğün) sahibinin ortalıkta görünmediğinden, bu tuhaflığın giderilmesi gerektiğinden söz etti. Bazı çağrılarda bulundu, yeni bir tartışma açtı. Sizce Türk modernleşmesini temsil eden “sol kemalizm” ile kendisini “sol kürdizm” olarak adlandırabileceğimiz Kürt siyasetindeki laik ve sosyalizmle “iltisaklı” çevrelerin bir yeniden kuruluş için ortak bir paydada işbirliği yapması imkânsız mı? Atatürkçülük veya kemalizm hangi safraları atmak zorunda ve aynı şekilde Kürt siyasetinde atılması gereken ne gibi safralar var? Tabloyu siz nasıl görüyorsunuz?
Evet, Türkiye’de siyasetin önemli ölçüde tıkandığını söyleyebiliriz. Genelde iktidarlar aşırı yıprandığında, onu yerinden edip iktidara gelecek olan bir muhalefet bulunur. Fakat bizde bu mekanizmanın işlemediğini görüyoruz. İktidar aşırı yıpranmışlığına rağmen yerinden edilemiyor çünkü halka gerçek anlamda önderlik edecek bir muhalefetimiz yok. İşin garibi, sadece düzen içi bir muhalefetin yokluğuyla karşı karşıya değiliz, aynı zamanda sol muhalefet de önemli ölçüde varlık gösteremiyor. Bu koşullarda değerli Fatih Yaşlı’nın bahsi geçen yazısını çok önemsediğimi belirtmeliyim.
Türkiye’de temel sorun, genel anlamda sol ve sosyalist partilerin muhaliflik rollerini emek-sermaya çelişkisiyle sınırlandırmalarıdır. Son yıllarda solun laikliği gündemine alması, emek davası açısından özelleştirmelere karşı mücadeleyi önemsemesi çok yerinde bir tavır oldu. Devrimci mücadelenin çerçevesini bizim öznel-teorik doğrularımız değil, toplumların yakıcı sosyal ve siyasal talepleri belirler. AKP’nin, iktidara gelir gelmez, Cumhuriyet devrimiyle kazandığımız mevzileri topa tutup bunları yok etmeye çalışması, ki bunların başında çağdaş laik yaşam tarzımız ve sendikaların örgütlendiği kamu iktisadi teşekküllerinin varlığı gelir, devrimci mücadelenin de hangi mevzilerde yürütülmesi gerektiğini göstermiştir.
Bazı sol çevreler, daha baştan itibaren laiklik mücadelesini önemsememiş, laikliği bir burjuva talebi olarak algılamış ve onun savunulmasını da Kemalistlerin kendi özel sorunu olarak görmüştür. Hatta bunlar laikliği, demokratikleşmenin önünde bir engel olarak görerek İslamcılarla ittifak etmeyi devrimcilik sanmıştır.
Laiklik davası, bizim gibi demokratik devrimini henüz tamamlayamamış ve feodalizmin kalıntılarını toplumsal hayattan söküp atamamış ülkelerde devrim mücadelesinin en temel mevzilerinden biridir. Bu mevzi, Kemalist devrimle kazanılmış olmakla birlikte, onun korunması tek başına Kemalistlerin değil, en çok da sosyalistlerin görevidir.
Kemalistler en son 1950’lerden bu yana bu devletin sahibi olmaktan çıkmışlardır. Ergenekon ve Balyoz davalarından bu yana Kemalistler, artık bu ülkede bir ulusal tehdit unsuru olarak görülmeye başlanmış ve devletin her kademesinden hoyratça sökülüp atılmışlardır. Kemalistler, özellikle de sol Kemalistler artık, hem devletsiz hem de siyasal parti anlamında sahipsizdirler. Bu yüzden Kemalistlerin bağımsızlık, laiklik ve halkçılık gibi temel ilkeleri ancak sosyalist partiler tarafından savunulup gerçekleştirilebilir.
Solcu Kürtlerle, solcu Kemalistler ancak bağımsızlık, laiklik ve halkçılık temelinde birleşebilirler. Kemalistlerin temel ilkelerine yabancı olan, hatta o ilkeleri çiğnemeyi bir marifet sayan bir Kürt hareketinin Kemalist Türklerle birleşmesi mümkün değildir. Bu konuda bir hayal yaymayı da doğru bulmuyorum. Fakat sosyalist partilerin hiçbir tereddüt göstermeden Kemalistlere yönelik siyasetler üretmesi, onlarla ortak örgütsel yapılar inşa etmesi bugün açısından tayin edicidir. Kemalistlerle birleşmeyi hedefleyen herhangi bir sosyalist parti, aynı zamanda halkla birleşmenin de anahtarını eline geçirmiş olur. Sol, bundan uzak durdukça daralmaya ve küçülmeye devam edecek, cesaretle tutum değiştirdiğinde ise siyasal ufku genişleyecek ve büyüyecektir.
Siyaset, yeni söylem ve yeni örgütsel yapılar üretmektir.
Emperyalizm güdümünde sosyalizm olmaz!
Türk modernleşmesinin sosyalizmle “iltisaklı” devrimci bileşenleriyle, Kürt siyasetinin sosyalizme sıcak bakan sol bileşenleri, Türkiye’de sınıf ve aydınlanma üzerinde yükselen bir sosyalist güç birliği olmadan neden bir araya gelemez? Nasıl bir katalizatör gerekiyor bir ortak bünye yaratmak için? Sosyalizmsiz bir katalizatör mümkün mü?
Çağımız, Lenin’in ifadesi ve tanımıyla “emperyalizm çağı”dır ki bu da sosyalistlere yeni bir konum ve bakış açısı edinmeleri görevini dayatır. İçinde bulunduğumuz çağda, emperyalizme net tavır almayan hiçbir siyasal hareketin sosyalistlik adına başarı şansı yoktur. Emperyalizme tavır alınmadan ne bağımsızlık, ne özgürlük, ne laiklik ne de halkçılık başarıya ulaşabilir. Bu ilkeler, sosyalistleri bağlayan bir sosyalist paket programdır. Bu dört ilke üzerine bina inşa edeceğimiz sütunlardır. Birini çektiğinizde o binayı inşa edemezsiniz, ettiğinizi sandığınız anda o bina (iktidar veya ittifak) ilk sarsıntıda tarumar olur.
Kürt hareketinin “sosyalizmi”, emperyalizmin güdümünde olduğu sürece ki bugün hâlâ böyledir, hiçbir anlam ifade etmez. Tarihte emperyalizmin güdümüne girmiş çok sayıda “komünist” veya “sosyalist” parti görmedik mi? Lenin bile geçen yüzyılın başlarındaki yazılarında özellikle buna çeker ve hatta onlara “sosyal emperyalist” sıfatını da yakıştırır. Türkiye’de birçok insan ve çevrenin, söz konusu Kürt hareketi olunca bu ilkeden taviz vermek gibi kötü bir alışkanlığının olduğunu yıllardır görüyoruz.
Türk halkına yabancılaşan hiçbir sosyalist hareketin başarı şansı yoktur. Halklar, kendi değerlerine yabancılaşmış hiçbir “sosyalist” örgüte itibar etmez. Yıllarca küçük bir örgüt olarak varlık gösterebilirsiniz, fakat hiçbir zaman halkı kazanma şansınız olmaz. Bu yüzden herhangi bir Kürt hareketiyle ittifak kurmadan, yani ortak hareket etmeden önce (ittifak, söylem birliği demektir) onun emperyalizme tavır almasını özellikle görmeliyiz. Muğlak tutumlar, Kürt hareketiyle ittifak yaparak örgütümü büyütürüm diye düşünen fırsatçılar, sadece zihinleri bulandırmakla kalmaz, aynı zamanda kendi örgütünü ve kadrolarını da Kürt partilerinin güdümüne sokmuş olur.
Hatta şunu ileri sürebilirim: Emperyalizme net tutum alan herhangi bir milliyetçi hareketi en nihayetinde sosyalizme kazanabilirsiniz, fakat emperyalizmin güdümündeki herhangi bir hareketi, sittin sene sosyalizme kazanamazsınız. Bu konuda da Lenin’in tutumu nettir. Ne yazık ki, bu konuda birçok Türk solcusu ve örgütü sadece pragmatist değil aynı zamanda ikiyüzlüdür de. Yeniden vurgulamak gerekirse: Sosyalist hareketlerin Kürt “sosyalist” hareketiyle ittifakının temel zemini, antiemperyalizm olmalıdır. Bu yoksa, atılan her ortak adım sadece “Türk” sosyalistlerini zayıflatır. Çünkü emperyalizmle işbirliği, halkların nezdinde lanetlenmekle eşdeğerdir. Tarihten de bildiğimiz gibi bu kolay kolay unutulmaz.
1923’te Türkler ve Kürtler birleşebilmişti
Dr. Fatih Yaşlı’nın açtığı ve önce Evrensel gazetesinden ilginç katkıların geldiği bu tartışmada eksik olan veya üzerinde daha yoğun durulması gereken ne gibi ayrıntılar var? Neresinden bakılırsa bakılsın ve özellikle NATO üyeliği sonrasında her şey ne kadar kötü gelişirse gelişsin, “Bizim 1789’umuz” diyebileceğimiz “1923 Devrimi” bir Türk-Kürt ittifakının sonucuydu. Cumhuriyetin büyük çöküşünde nasıl bir ittifak ve ne gibi bir tartışma “yeniden kurucu” nitelik kazanabilir sizce?
Fatih Yaşlı dostumun söz konusu yazısı, sosyalist hareketin çok çok önemsemesi gereken ve sosyalistlere yeni bir ufuk kazandıran yazıdır. Bu yazıdan dersler çıkarılmalı ve artık bu konuda, yani Sosyalistlerin-Kemalistlerin ortak bir program etrafında örgütlenmesi veya ortak cepheler kurması konusunda somut adım atılmalıdır.
1923’te Türkler ve Kürtler antiemperyalist temelde birleştikleri için, ki buna o dönemde “vatanın kurtarılması” adını vermişlerdi, başarılı olmuşlardı. Bu ilke olmasaydı, hiçbir adım atılamaz ve hiçbir şey başarılamazdı.
Yeni bir “Kurucu Cumhuriyet Programı”nın temeli ise az önce saydığım dört temel ilke olabilir. Türkiye’de sosyalistlerin başarısı için bu ilkeler olmazsa olmazdır.
Bu ilkeler sosyalizm dönemine ve hatta eğer “halkçılık” ilkesini, ezilenlerin haklarına kavuşması olarak tanımlarsak, sosyalizmin bilfiil uygulandığı dönemin programı olarak da kabul edilebilir. Hikmet Kıvılcımlı’nın bu konudaki çıkarımları da örnek alınmalıdır. Yeri gelmişken belirteyim, ne kadar ayak diretilirse diretilsin ki ben bunu teorik yetmezlik ve siyaset bilmezlik olarak görüyorum, Türk solu, eninde sonunda Hikmet Kıvılcımlı’nın yıllar önce dile getirdiği ilke ve programa gelecektir.
Neticede “halkçılık” ilkesi sosyalizm içi bir programdır. Nitekim sosyalizm de emek-sömürü açısından mutlak eşitlik değildir. Bu dört ilke, emperyalizme karşı bağımsızlık, halklara özgürlük, bireylerin aydınlanması ve çağdaşlaşması için laiklik, ezilen ve sömürülen emekçiler için halkçılık ilkeleridir. Bu dört ilke, aynı zamanda yeni bir demokratik devrimin, isterseniz buna sosyalizm deyin, temel programının adıdır. Antiemperyalist tavrı, bilinçli olarak birinci sıraya aldım, çünkü o olmazsa üzerinde özgürlük ve eşitlik gerçekleştireceğiniz bir vatan kalmaz. Bağımsızlık, sosyalizme giden yolun ilk adımıdır. Zihinlerimiz bu konuda net olmazsa, ne Kürt hareketini etkileyebiliriz ne de onu emperyalizmle işbirliğinden kurtarma şansımız olur.
OSMAN ÇUTSAY / soL-Söyleşi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder