21 Eylül 2023 Perşembe

‘Küreselleşme’den ‘1984’e + Avrupa’nın ‘hasta adamı’ - Ergin Yıldızoğlu / Cumhuriyet

 


‘Küreselleşme’den ‘1984’e

Son aylarda üzerinde düşündüğüm kimi konular, salı günü, Financial Times’da yayımlanan bir yorum ve haberin yardımıyla birleşerek anlağımda Orwell’in “1984” romanına benzeyen bir resim oluşturdu.

‘1984’ÜN DÜNYASI’

“1984” dünyasında, totaliter bir rejim, sürekli bir savaş ortamı egemendir. Totaliter rejime bakınca teknoloji kullanarak konutların içine, özel yaşama kadar “her şeyi gören bir göz” (big brother), bir “yeni-dil” (newspeak) ve söylem yoluyla, yeni teknolojilerin yardımıyla gerçekle yalan arasındaki farkı silebilen (doublethink), tarihi yeniden yazabilen, bireylerin kimliklerini yok edebilen, ağır duygusal, cinsel baskı uygulayan bir iktidar görüyoruz. Bu dünyanın sıradan insanları (prols), “gelecek” umudu olmayan karanlık bir varoluş içinde yaşıyorlar. Bugün, bu dünyanın birçok bileşenini, “kapitalist küreselleşmenin” dünyasında bulmak olanaklıdır.

KÜRESELLEŞMENİN DÜNYASI

Küreselleşme birçok kez vurguladığımız gibi tarihsel bir çağ değil, ABD hegemonyasıyla, kapitalizmin yapısal krizini yönetmeye yönelik “serbest piyasa modelinin” bileşkesiydi, o anlamda da krizin ürünüydü. Bu küreselleşme, hem kapitalizmin krizini aşmak için gereken dönüşümleri üretemedi hem de giderek verimliliğini kaybetti. Böylece kapitalizmin dönüşemeyen ekonomik, siyasi ve kültürel sistemi “1984” dünyasını anımsatan bir canavarlaşma üretmeye başladı.

Bloklaşma ve sürekli rekabet: Kapitalizmin krizi içinde, serbest ticaret rejimi (küreselleşme), Çin’in DTÖ içine alınmasını getirdi ama onu var olan hegemonya düzenine ekleyemedi. Ancak kapitalizm, kriz eğilimlerini “dışlaştırırken” dünyanın potansiyel olarak en büyük pazarı, Çin’e gelmeye başlayan merkez sermayesi burada yeni bir birikim ve güç merkezinin oluşmasını kolaylaştırdı. Bu sürecin, ekonomik, teknolojik ve jeopolitik dinamiklerini iyi değerlendiren Çin devleti kısa sürede bir süper güç düzeyine yükseldi.

Şimdi kapitalizmin “eski” merkezleri ABD ve AB hem Çin’in rekabetiyle hem de “eski sömürgelerinin” pazarları ve kaynakları üzerinde denetimi kaybetme riskiyle karşı karşıyalar. Bu durumda, “eski dünyanın” lideri ABD, ekonomik ve güvenlik anlaşmalarıyla Çin’e karşı bir blok inşa etmeye çalışıyor. FT’nin aktardığına göre, hafta sonundaki BM toplantıları sırasında, ABD, Atlantik’e kıyısı olan 12 Avrupa, Amerika ve Afrika ülkesiyle bir “Atlantik işbirliği için ortaklık” anlaşması imzalamış. Daha önce de Hindistan’dan Avrupa’ya ulaşan bir enerji/ticaret koridoru projesi imzalanmıştı. FT’den Gideon Rachman da AB’nin Çin otomotiv sanayisinin rekabeti karşısında ezilmeye başladığını, korumacılığa yöneldiğini aktarıyor.

Sürekli gözetim: Dijitalleşme, yeni teknolojik devrim olarak başlayan süreç içinde, bilgisayar, internet, uydu, cep telefonu/tablet teknolojisi, arama motorlarıyla, sosyal medya, ticaret-finans platformlarıyla birleşti. Bu karmaşıklığın ürettiği “büyük veriyi” yönetmek için geliştirilen algoritmalar “yapay zekâ” alanında beklenmedik sıçramalara yol açmaya başladı. Şimdi hepimiz bu bilişim ağları ve bunların tepesindeki kapitalist işletmeler, devletler tarafından kullanılan yaygın ve derin bir gözetim sistemine hem de gönüllü olarak bağlanmış durumdayız. “Big brother” artık cebimizde.

Gerçek ve yalan: Yukarıdaki teknolojik gelişme, sosyal medya platformlarında, karşımıza önce, tüketicinin hatta seçmenin kararlarını etkileyen “fake news” (sahte haber) olarak çıktı, sonra da artık gerçeğinden ayırt edilemeyen, hatta gerçeği olmayan birer kopya biçiminde “deep fake” fotoğraf ve filmler olarak çıkıyor. Henüz, “gerçek bakanlığı” yok ama “yeni söylem” “çift-düşün” pratiği sosyal medyada, QAnon benzeri irili ufaklı komplo teorisi platformlarıyla biz farkında olmadan yaygınlaşıyor. 

Totaliter rejimler: Son haftalarda ABD ve Avrupa’nın en etkili ana akım medyası, yoğun biçimde, dünyada yükselmekte ve yaygınlaşmakta olan otokratik rejimleri, yeni faşist hareketleri tartışıyor. Macaristan, Hindistan Türkiye mükemmele yakın örnekler oluşturuyor. 

Bu sırada dünya halkları daha iyi bir gelecek umudu olmadan yaşamaya, yerini yurdunu tek etmeye, ölmeye devam ediyor.

                                                /././

Avrupa’nın ‘hasta adamı’ 

Başarısıyla şımarmış, Avrupa’daki yerinde rahat bir ülke şimdi kendini aniden bir ekonomik gerileme içinde buldu.” Der Spiegel, “Alman ekonomisi neden bocalıyor” başlıklı araştırma yazısına böyle başlıyordu. The Economist’e göre de Almanya şimdi “Avrupa’nın hasta adamı” olmuştu; otomotiv sektörü söz konusu olduğunda “bir felaket tamamen olanaksız değildi”. Bunlar madalyonun bir yüzü. Madalyonun öbür yüzünde, faşist hareketin yeniden yükselmeye başlaması var. Adeta bir “mükemmel fırtına” şekilleniyor.

EKONOMİNİN SORUNLARI...

Spiegel’in ve Economist’in araştırmalarından hareketle, Alman ekonomisinin sorunlarının başında, Ukrayna savaşının etkisiyle ucuz enerji tedariki olanağının, özellikle ağır sanayiyi, ilaç-kimya sektörünü zora sokacak biçimde kaybolması;  nitelikli işçi bulma zorluğu; küresel ısınmayla mücadelede alınacak önlemlerin maliyet artırıcı etkilerine karşılık yoğun bürokrasi, yetersiz devlet desteği; özellikle inşaat sektörünü etkilemeye başlayan talep yetersizliği;  otomotiv sektörünü tehdit etmeye başlayan uluslararası (aslında Çin’den gelen) rekabetin artan basıncı geliyor. Ek olarak Spiegel, kimi makine imalat sanayi işletmelerinin, düşük emek verimliliği ve yüksek emek maliyeti gibi sorunlardan da yakındıklarını aktarıyor.

Bu ekonomik sıkıntıların aynı zamanda, enerji güvenliği, Çin’in ekonomisinin devalüasyonu ve ekonomik yavaşlamayı dünya ekonomisine ihraç etme kapasitesi, göçmenler ve sığınmacılar sorunu, yeni bir emek disiplini rejimi arayışı gibi jeopolitik ve siyasi boyutları var. Ukrayna savaşı yakın zamanda bitecek gibi durmuyor. Sanayinin nitelikli işçi ithal etme gereksinimi toplumdaki yabancı düşmanlığı duygusuyla çatışıyor. Yaklaşık 2.5 milyon işçi çalıştıran otomotiv sektöründe işten çıkartma ve başka ülkelere göç (relocation-offshooring) gibi eğilimler de özellikle elektrikli otomobil alanında Çin’in rekabet gücü karşısında daha güçlenecek. Spiegel Alman otomotiv sektöründe üretimin 10 yıl öncesine göre yüzde 40 gerilediğine işaret ediyor. Krefeld’de iki fabrikasını kapatma sürecinde olan kimya sanayi devi Lanxess’in CEO’su Matthias Zachert “Sanayisizleşme  (deindustrialization) başladı” diyor.

... IŞIĞINDA FAŞİZM VE MİLİTARIZM

İşte bu ortamda, Almanya’da “faşizm” yeniden canlanmaya başladı. Almanya Federal Hükümeti, savunma bütçesini GSH’nin yüzde 2’sine (75 milyar Avro) yükseltmeyi, savunma sanayisini yenilemek için 100 milyar Avro ek harcama yapmayı planlıyor. Emperyalist sistemin merkez ülkeleri için “hasta adam kavramı” işte böyle faşizm ve militarizm kapsamında tehlikeli gelişmeleri içeriyor. Savunma harcamaları paketini şimdilik bir kenara bırakalım, “süreç olarak faşizm” açısından çok önemli bir gelişmeye bakalım. 

Geçen haftaya kadar düzen partileriyle neofaşist AfD arasında bir “yangın duvarı” (Brandmauer), asla işbirliği yapmama ilkesi vardı. Ancak son yıllarda iyice zayıflayan, Hıristiyan Demokratlar, özellikle doğu eyaletlerindeki temsilcileri, geçen yılın ortalarından bu yana AfD ile işbirliği yapma isteklerini sık sık dile getiriyorlardı. Bu işbirliği, geçen hafta Thrungia eyalet meclisinde gerçekleşti ve “yangın duvarı” çöktü. Hıristiyan Demokratlar (muhafazakâr), Özgür Demokratlar (iş çevrelerine yakın) bir vergi azaltma yasasını eyalet meclisinden geçirmek için AfD ile birlikte oy verdiler. Böylece, AfD siyasi sürgünden dönerek “normalleşiyordu”.

Ülke çapında yüzde 22 ile ikinci, Thuringia ve Brandenburg’da yüzde 33+ ile birinci sıradaki parti konumundaki AfD’nin, Thrungia lideri  Bjon Höcke, “Avrupa’nın yeniden doğması için AB’nin yıkılması” gerektiğini söylüyor, soykırım anıtının kaldırılmasını istiyor, küresel ısınma önlemlerini “yeşil faşizm olarak” niteliyor. AfD Eşbaşkanı Alice Weidel, II. Dünya Savaşı’nın sonu kutlamalarına “İnsan kendi ülkesinin yenilgisini kutlamaz” diyerek katılmadı. AfD’nin, ittifak yapılabilen  “normal” bir parti olarak algılanması, ekonomik krizin, işsizliğin ve göçmen nüfusun artmaya devam ettiği bir ortamda “hasta adam” tanımını doğruluyor. Gelecek seçimlerde bir AfD-Hıristiyan Demokrat koalisyonu artık olanaksız değil!

Ergin Yıldızoğlu / Cumhuriyet



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder