18 Eylül 2023 Pazartesi

Sivas Katliamı davasının anatomisi - MERT DOĞAN / soL-Özel

 Hukuk önemli bir mücadele alanı ama toplumsal tarih sadece hukuk kararlarıyla veya mahkeme koridorlarında şekillenmiyor. Sivas Katliamı bize bir ders ve yarım kalmış bir hesap bıraktı.

Mahkemelerin adalet dağıtması sık karşılaşılan bir durum değil. Hatta mahkemeler genellikle adaletle ilgilenmezler. Salonlarında somut kanun maddeleri geçerlidir, koridorlarda ise genellikle haksızlığa duyulan öfke haykırılır. Bu yazı haykırılan bir öfkenin 30 yıllık yargılama mücadelesini anlatmak amacıyla kaleme alındı.

14 Eylül 2023 tarihinde Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen Sivas Katliamı davasında düşme kararı verildi. Karar öncesinde ve sonrasında birçok hukukçu: “İnsanlığa karşı suçlarda düşme kararı verilemeyeceğini, davanın konusu olan eylemlerin insanlığa karşı suç kategorisinde değerlendirilmesi gerektiğini ve dolayısıyla bu kategorinin yapısı gereği zamanaşımına tabi tutulamayacağını” ifade etti. Ancak uyarılar veya görüşler mahkeme heyetini ilgilendirmedi ve 14 Eylül duruşmasında çıkan karar düşme kararı oldu.

Bu kararın verileceği herkesin bildiği ama karşı karşıya kalmak istemediği bir gerçekti. Hukuken öyle olması zorunda olduğu için değil, siyasi olarak düşmesine karar verildiği için. Dosya kapsamında yargılanan sanıkların avukatları bile verilecek siyasi kararı ortaya koymaya yetmekteydi. Sanık avukatları arasında eski bakanından tutun il başkanına kadar her kademeden AKP yöneticisi vardı. Zaten AKP, davanın uzun zamandır sonuca bağlanmayacağının sinyallerini hükümlüler üzerinden veriyordu. Hüküm giymiş failler için yıllar süren mazlumluk propagandaları yapıldı. Oteli ateşe veren şahıslar, laik cumhuriyete meydan okuyan, insanları yakarken “allahın ateşi” naraları atan “mücahitler” ise AKP medyası tarafından iftiraya uğrayan zavallılar oluverdi. Faillerden ikisi önce medyada aklandı sonra cumhurbaşkanı tarafından affedildi.

Cumhuriyet tarihinin en büyük katliamlarından biri

1-4 Temmuz 1993’te, Pir Sultan Abdal Kültür Derneğinin çağrısıyla Pir Sultan Abdal etkinliklerinin dördüncüsü düzenlenecekti. Etkinlikler genellikle Pir Sultan Abdal’ın köyü olan Banaz Köyün'de düzenlenirken Sivas il merkezinde, Kültür Bakanlığıyla birlikte düzenlenmesi kararı alındı. Birçok aydın ve sanatçının katılacağı etkinlikler öncesi gericiler, şehirde katılımcılardan olan Aziz Nesin’i hedef alan bildiriler dağıttı. Devlet yetkililerinin izlediği katliam çağrıları 2 Temmuz'da cuma çıkışında büyük bir saldırıya dönüştü. Kent merkezindeki Pir Sultan Abdal ve Mustafa Kemal heykellerini parçalayan güruh, “Şeriat isteriz” ve “Müslüman Türkiye” diyerek etkinliklerin yapıldığı salonlara saldırdı. Kolluk görevlilerinin müdahale etmediği olaylarda ilk saldırılar katılımcılar tarafından püskürtüldü. Sayıları ve saldırganlıkları her geçen dakika artan gericiler, Madımak Oteli'nin önüne geldi. Burada da yurttaşların katledilmesi, otelin yakılmasını beklendi. Saatler süren saldırının sonunda 33 aydın ve 2 otel görevlisi hayatını kaybetti.

Katliam sonrasında hükümet üyeleri skandal açıklamalarda bulundu

Katliamın hemen sonrasında çeşitli düzeydeki devlet yetkililerinden ardı ardına açıklamalar geldi. Açıklamaların tamamı bugün cezasız bırakılan sanıkların neden yakalanamadıklarını o günden anlatır nitelikteydi. Dönemin Başbakanı Tansu Çiller, "Çok şükür, otel dışındaki halkımız bir zarar görmemiştir" derken, dönemin İçişleri Bakanı Mehmet Gazioğlu ise “Aziz Nesin'in halkın inançlarına karşı bilinen tahrikleriyle halk galeyana gelerek tepki göstermiştir” şeklinde açıklama yaptı. Ayrıca birçok siyasetçi ve yazar da yakanlardan çok yananların “suçları” üzerinden açıklamalarda bulundu.

Yargılamalar 20 gün sonra hazırlanan üç iddianameyle başadı

Hükümet yetkililerinin skandal açıklamalarının yarattığı etki sürerken, 2 Temmuz tarihinden yaklaşık 20 gün sonra 3 ayrı iddianame oluşturuldu. Bunlar Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet, yakarak adam öldürme ve örgüt üyeliği suçlamaları üzerine bina edilmekteydi. Olay günü polis tutanakları eylemlere katılım sayısını yaklaşık 15 bin kişi olduğunu belirtmekteydi ancak olay sonrasında sadece 170 kişi gözaltına alındı ve onların da ancak 126’sı açılan davalarda yargılandı.

1993 yılında başlayan yargılamalarda 26 kişiye TCK madde 146/3 uyarınca 6 yıl 7 ay hapis cezası, 60 kişiye Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet etme suçundan 3’er yıl hapis cezası, 38 sanığa ise o dönem hala yürürlükte olan idam cezasına hükmedildi. Ancak sanıklardan 4’ü hakkında yaş küçüklüğü ve akıl hastalığı nedeniyle karar düşürüldü. Sonuç olarak 35 sanık hakkında idam kararı verilmiş oldu. Bu karar yasa değişikliği sonrasında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çevrildi.

Ancak dava bu tabloyla sona ermedi. Haklarında idam kararına hükmedilen sanıklar yargılama sırasında bir bir salıverildiler. Cezaevinden salınmış olan sanıkların da neredeyse tamamı organize bir şekilde ülke dışına çıkarıldılar.

Dava devam ederken davaya katılan avukatlar süreklileşmiş şekilde yurtdışına kaçan sanıkların geri getirilmesi için başvurularda bulundu ancak sanıklardan hiçbirinin iadesi sağlanmadı.

İnsan yakan sanıkları Alman makamları korudu

Davanın avukatlarından Şenal Sarıhan, 8 Ekim 2021 tarihinde Yol TV’ye vermiş olduğu röportajda Alman makamlarının olumsuz tutumuna değinirken, usulüne uygun yapılan başvuruların Alman makamları tarafından dikkate alınmadığını, insanlık suçu faillerinin Almanya devleti tarafından korunduğunu ifade etti. Kırmızı bültenle aranan sanık Murat Sakur’un adresi dahi mahkemeye sunulduğu halde mahkeme tarafından yazılan yazılara hiçbir cevap alınamadı. Ayrıca Sarıhan röportajında “Mahkemeye ne zaman adres sunsak sanıklar adreslerini değiştiriyorlar” ifadelerine yer verdi.

Sanıklar devlet tarafından korundu

Yargılamanın 30 yıl boyunca uzamasının önemli bir nedeni firari sanıkların getirilememesi. Organize bir şeklide yurtdışına kaçan ve Almanya’da korunan sanıkların bugün hala getirilememesi Türkiye’deki kurumların davayı sürüncemede bırakma stratejisinin bir sonucu. Gerekli yazışmaların yapılmaması, geç yapılması veya usulüne uygun yapılmaması birçok sanığın yargılanmadan kaçmasına neden oldu. Bu durumun en önemli örneği, katliam sanığı Vahit Kaynar’ın Polonya’da yakalanmasına rağmen süresi içerisinde Polonya makamlarına yazılmaması nedeniyle Almanya’ya kaçması olarak gösterilebilir. Ayrıca bir başka örnek ise sanıklardan İhsan Çakmak’ın hakkında yakalama kararı olduğu halde İBB’de çalışması, ehliyet alması hatta evlenmesi olarak gösterilebilir. Bütün bunlar davanın zamanaşımına kadar birçok hukuksuzluğa sahne olduğunu göstermektedir.

30 yıl boyunca tanıklar dinlenmedi

Sivas Katliamı sırasında Başbakan olan ve katliam sonrasında skandal açıklamalarda bulunan Tansu Çiller’in dava sırasında birçok kez katılan avukatları tarafından ifadesine başvurulması talep edildi. Ancak diğer başvurular gibi bu başvurular da sürekli olarak reddedildi. Aynı şekilde Temel Karamollaoğlu ve dönemin Sivas ilinde görev alan Emniyet Müdürü başta olmak üzere devlet memurlarının da ifadesine başvurulması istenildi ancak mahkeme tarafından bu talepler de istikrarlı bir şekilde reddedildi.

Cumhurbaşkanının af yetkisi iki sanık için kullanıldı

Sivas Katliamı davasında hüküm giyen ve cezaevine bulunan failler, Hayrettin Gül ve Ahmet Turan Kılıç’ın cezası Recep Tayyip Erdoğan tarafından affedildi. Fail Hayrettin Gül, 5 Eylül 2023 tarihli ve 7567 sayılı Cumhurbaşkanı Kararıyla affedildi. Affedilen ilk fail Ahmet Turan Kılıç’tı. Kılıç, affı öncesinde gerici medya organları tarafından "Ahmet Dede" ve "Mazlum Müslüman" olarak pazarlandı, peşi sıra da Cumhurbaşkanı tarafından affedildi. Gericileri sürekli otele saldırmaya teşvik eden, "Laik düzen yıkılacak", "Yaşasın şeriat" sloganları atarak otele saldıran Kılıç'ın oynadığı rol polis ifadelerinde de net şekilde gözler önüne seriliydi. 33 aydın ve 2 otel görevlisini yakarak öldüren, laik cumhuriyeti şeriat talebiyle yıkmak isteyen Ahmet Turan Kılıç, 31 Ocak 2020 tarihinde yayımlanan Resmi Gazetedeki 2083 sayılı Cumhurbaşkanı Kararıyla tahliye edildi. Ahmet Turan Kılıç’ın tahliyesinden yaklaşık 3 yıl sonra, yine Sivas Katliamı faillerinden, önce idam cezasına çarptırılan sonrasında cezası ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çevrilen Hayrettin Gül affedildi. Yargılama sırasında yurtdışına kaçan Hayrettin Gül’ün cezası ancak Almanya tarafından 2003 yılında sınır dışı edilmesi sonrasında infaz edilebildi. Hayrettin Gül, 20 yıl hapis yattıktan sonra Cumhurbaşkanı affıyla tahliye edildi.

Laik cumhuriyeti yıkmak!

2 Temmuz Sivas Katliamı sadece Pir Sultan Abdal Kültür Derneği'nin etkinliğine gösterilen bir tepki olarak okunamaz. Saldırganların Madımak Oteli önüne gelirken ve otel önündeki söylevleri laik cumhuriyete karşı bir miting izlenimi vermekteydi. Elde edilen görüntülerde “Kahrolsun laiklik”, “Müslüman Türkiye” sloganlarının ana sloganlar halini aldığı, saldırganların şeriat talepleri bir otelde mahsur kalmış 33 aydının yakılmasıyla arşa çıktı.

Bu tablo, karşı karşıya kalınan durumun Aziz Nesin’ne dönük bir tepkiden daha öte bir saldırı planı ve laik cumhuriyetle 33 aydın üzerinden hesaplaşma niyeti olduğunu gözler önüne serdi. Hatta ilk davada sanıkların amacının anayasal düzeni değiştirmek olduğuna karar verildi. Ancak karar eksikti, anayasal düzeni yıkmaya teşebbüs eden sanıklar yargılanıyordu ama sanıkları bir araya getiren örgütlenmeler hiç gündem edilmedi. Ve 30 yıllık yargılama boyunca hiçbir örgütsel yapılanma dosyaya dahil edilmedi. Ancak ortada örgütlü bir suç ve örgütsel yapılar olduğu son derece açıktı. Günler öncesinde şehre geldiği iddia edilen arabalar, müdahaleye gelen askerlerle konuştuğu iddia edilen kişiler, yargılama sırasında salıverilen sanıkları organize bir şekilde siyasal İslamcıların en örgütlü olduğu ülkelerden Almanya’ya kaçırılması… Neredeyse bütün bunlar sanıkların münferit değil organize bir yapılanmayla açıkça bağlantılı olduklarını gösteriyor. Dava sırasında katılan avukatları tarafından 'FETÖ’den İBDA-C’ye kadar bütün örgütlerin katliamda parmağı olduğu vurgulandı. Ancak mahkeme heyeti aynı dinlenilmesi istenilen devlet görevlilerine dair talebi reddettiği gibi bu talepleri de dikkate almadı.

Düşme kararı

Katliamdan yaklaşık 30 yıl sonra 15 Eylül 2023 tarihinde Sivas Katliamı'nın üç sanık için devam eden davasında düşme kararına hükmedildi. Birçok hukukçu tartıştı. Bazı hukukçular "Maddi hukuk yasalarının emredici hükümleri ortada, düşme kararı vicdanlara değil ancak hukuka uygun" dedi. Kimi hukukçular ise Sivas Katliamı sanıklarının işledikleri suçun insanlığa karşı suç kategorisinde olduğunu bu nedenle doğası gereği zamanaşımına tabi olmadığını vurguladı. Hukukçular tartışadursun asıl meselenin tartışmanın arasında kaybolmaması gerekir. Organize bir şekilde işlenen ve Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki en kanlı katliamlardan biri olan Sivas Katliamı; devletin, Alman makamlarının ve hükümet yetkililerinin çabası, azmi ve kararlılığıyla düşürüldü. Laik cumhuriyete saldıran gericiler, 33 aydın ve 2 otel emekçisini tüm ülkenin gözü önünde yakarak katlettiler. Ancak yetersiz hazırlanmış olan iddianamelerle, dava sürerken sanıkların tahliye edilmeleriyle, organize bir şekilde yurtdışında çıkmalarına göz yumulmasıyla, gerekli yazışmaların yapılmamasıyla yahut yapılan yazışmanın sonrasında Almanya devletinin sanıkları korumasıyla bugün milyonlarca insanın içerisindeki adalet duygusunu yitirten düşme kararına imza atıldı. Karar 15 Eylül tarihinde verildi ancak bilmemiz lazım ki verilen karar 30 yıl boyunca devam eden mahkemede her duruşmada ilmek ilmek işlendi.

Peki şimdi ne olacak?

Gerçekten de tanık beyanlarıyla, kolluk ifadeleriyle ve başkaca delillerle 35 insanımızı yakan sanıklar cezasız mı kalacak? Davanın 30 yıl sürmesine katkı sunan kamu görevlileri hiçbir sorumluluk üstlenmeyecekler mi? Yıllarca mahkeme koridorlarında adalet mücadelesi veren anneler, babalar, kardeşler bağırlarına taş mı basacaklar?

Bu hesap mahşere kalmayacak!

Sivas Katliamı, örgütlü gericiliğin insanlığa karşı işlediği en büyük suçlardan biri olarak yazıldı tarihe. Ancak bu tozlu raflarda eskiyeceği anlamına gelmiyor. Hukuk önemli bir mücadele alanı ama toplumsal tarih sadece hukuk kararlarıyla veya mahkeme koridorlarında şekillenmiyor. Sivas Katliamı bize bir ders ve yarım kalmış bir hesap bıraktı.

Düşme kararı, dersin önemli ve can yakan bir parçasıydı. Örgütlü mücadele olmadan, laiklik ve emek mücadelesini yükseltmeden ne tarihe yazılan hesap kapatabilecek ne de hukuksuzlukla mücadele edebilecek. Tekrar ve çok acı şekilde öğrendik. Bu açıdan düşme kararı bizlere eşitleştirilmiş bir toplum için örgütlü mücadele olmadan adalet mücadelesinin sonuçlanamayacağını gösterdi.

Halkımız, tarihte yazılan bütün hesapları bir şekilde kapatmıştır ve yine kapacaktır. Yaşamını yitiren 33 aydın ve 2 emekçi yurttaşımıza verdiğimiz sözü elbet tutacağız. Yıkılmaz bir Cumhuriyeti, yaşamını yitirenlerin fikir ve düşleriyle yeniden kuracağız. Gericileri ülkemizden süpüreceğiz. Sivas’ta o ateşi yakanlara hak ettikleri cezaları vereceğiz.

Bu hesap mahşere bırakılmayacak.

MERT DOĞAN / soL-Özel

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder