10 Eylül 2023 Pazar

Sıradan insanların ressamı Neş'e Erdok + Laocoön ve oğulları (FİDE LALE DURAK -soL/Kültür)

Sıradan insanların ressamı Neş'e Erdok 

Neş’e Erdok’un haberlerde görüp etkilenerek resmettiği bu olaylar, Erdok’un sanata olan yaklaşımını anlatmak için çok iyi birer örnek.

                   Neş’e Erdok, 2022, “Korkmayın biz çıktık, kapıyı kırmanıza gerek yok (kentsel dönüşüm)”
Geçtiğimiz yıl, İstanbul Güngören’deki kentsel dönüşüm sırasında evlere sabah baskınları yapılmış ve insanlar evlerinden atılmıştı. Bu baskınlardan birinde polis, boşaltacağı bir evin kapısında çocuğa ait gibi görünen el yazısıyla yazılmış şu cümleyi bulmuştu: “Korkmayın biz çıktık, kapıyı kırmanıza gerek yok.” Yine 2022 yılında, Migros’un İstanbul Esenyurt deposunda işten çıkarmalara ve düşük maaşlara karşı direnişe geçen işçilerin eylemi, Migros Yönetim Kurulu Başkanı Tuncay Özilhan’ın Beykoz’daki villasının önüne kadar dayanmış ve işçiler polis tarafından darp edilerek göz altına alınmıştı. O işçilerden biri, elinde plastik kelepçe, göz altı arabasında göz yaşlarını silerken kameralara yansımış ve göz altından çıktıktan sonra “bir ekmeği bize çok gördüler” demişti.
                                                    
Neş’e Erdok, 2022, “Kelepçe”

Güngören’deki o ev yıkıldı ve üstünde yazının olduğu kapı da artık yok; mücadele eden işçiler bazı örneklerde kazanımlar elde etmiş olsa da geçen yıldan beri emekçiler daha iyi koşullarda çalışmıyor. Sanatın yalnız başına bir değiştirme gücü olmadığı aşikâr. Ama, o cümle Neş’e Erdok’un resmine adını verdi ve “Kelepçe” isimli resim, Migros işçisinin göz yaşlarını hep hatırlatacak. Neş’e Erdok’un haberlerde görüp etkilenerek resmettiği bu olaylar, Erdok’un sanata olan yaklaşımını anlatmak için çok iyi birer örnek.

Neş’e Erdok, Balkan Harbi sırasında Türkiye’ye göçen iki ailenin çocuğu olarak 1940 yılında İstanbul’da dünyaya gelir. Erdok’un bir röportajında bahsettiğine göre, orta okuldaki resim öğretmeninin Güzel Sanatlar mezunu olması vesilesiyle Erdok küçük yaşta resmi sever. Ressam olma isteği, başlarda ailesi tarafından hoş görülmese de, Erdok’un geçirdiği ağır tifo sonrasında, ressamlığın onun için daha az yorucu bir meslek olacağı düşünülerek desteklenir. Böylece Erdok, İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisine (Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi) girerek, daha az yorulacağı değil belki ama ömrü boyunca severek yapacağı bir mesleğe adım atar. Akademi’de Neşet Günal atölyesinden mezun olur. Neşet Günal’ın toplumcu gerçekçi yaklaşımından ve resimlerindeki figür çözümlemelerinden etkilenir. Mezun olduktan sonra bir yıl Madrid’e giderek İspanyol dili, edebiyatı, uygarlığı ve sanat tarihi üzerine çalışır. Hemen ardından Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ne öğretim üyesi olarak yetiştirilmek üzere, devlet bursuyla Paris’e gönderilir. Yurda döndüğünde mezun olduğu Neşet Günal atölyesinde asistan olarak görevlendirilir ve Profesör olarak emekli olacağı 2008 yılına kadar burada çalışır.

Neş’e Erdok’un resimlerinde kendi deyimiyle; “çok güzel ya da hali vakti yerinde insanlar” yoktur, onun yerine gündelik hayatın sıradan insanları vardır. Resimlerinde, her gün vapurda gördüğü simitçiye, işe giden emekçilere, balonuyla mutlu bir çocuğa ya da camiden kalkan bir cenazeye, şahit olduğu, yaşamına iz bırakmış kişilere ve olaylara yer verir. Bu açıdan Erdok’un resimleri sanatçının günlükleri gibidir: biraz hayal gücünden beslenen ama hep yaşanmışlık dolu, baktıkça öyküsünün hissedildiği, bazen de hepimizin şahit olduğu toplumsal olayları ölümsüzleştiren tuvaller. Örneğin 2021 yılında İzmir’de meydana gelen deprem sonrasında yaptığı “Bayraklı ‘Kurtuluş’” ve 2023 yılında henüz üzerinden altı ay geçmiş olan büyük depremin ardından yaptığı “Hatay”, hem politik hem de sanatsal estetik ile üretilebileceğini gösteren resimlerdir.

                                                Neş’e Erdok, 2021, "Bayraklı ‘Kurtuluş"

Her iki resimde de kurtulan bir insana yardım etmek için uzanan eller ve insanlar vardır. Erdok’un resimlerinde eller, portre gibi duyguludur ve bu amaçla resme dahil edilir. Eller, bazen resim tarihindeki mitolojik kahramanları anımsatan dramatik bir duruşa, bazen de toplumcu gerçekçi sanatta emeğin bir temsili olarak öne çıkartılan abartılı büyüklüklere sahiptir.

“Bayraklı ‘Kurtuluş’” resminde, resmin geneline hâkim olan gri rengi, kurtarılan insanın üzerine serilmiş bir battaniye keser. Ölümün kasvetli soğukluğuna inat yaşamın önemi göz alıcı bir turuncu ile vurgulanırken; yaşama yeniden dönmüş bir insanın solgunluğu ve kırılganlığı ise nazikçe uzatılan bir gül ile kucaklanır. Geri kalan her şey aynı gride kamufle edilir. “Hatay” resminde de benzer etkiler vardır; bu kez kurtarılan çocuk, kırmızı bir kask, çiçek motifleriyle süslü bir battaniye, bir kuş ve elini yalayan kedi gibi sıcak renk ve imgelerle sarılır.

                                                  Neş’e Erdok, 2023, “Hatay”

Bugün 83 yaşında olan Erdok, hala resim yapamadığı günü eksik sayıyor çünkü onun için resim yapmak varoluş nedeni. Ve bu varoluşu kendine de kanıtlamak istercesine resimlerine ya kendisini ya da kendisinin temsili olarak bir kediyi mutlaka ekliyor. Belki de bu yüzden otoportresinde ve diğer figürlerinde insanlar hep gözümüzün içine bakıyor ve her bir el ayrı bir portre gibi duygu taşıyor.

Erdok’un, bu yazıda da yer verilen son resimlerinden oluşan kişisel sergisi, Bomontiada’da sergi salonunda sürmekte. Bugün serginin son günü, fırsatı olup gidebilenler, sergide ilk olarak Lermontov’un “Düş” şiiri için yapılmış resmiyle karşılaşacaklar. Şiirin okunarak resme bakılmasını tavsiye ederim, ilk paragrafın dizeleri şöyle:

“Öğle sıcağında, Dağıstan vadisinde

Göğsümde kurşun sessiz yatmaktaydım;

Yaram derindi, hala tütüyordu ve

Damla damla sızmakta idi kanım”

Neş’e Erdok, 2022, “Lermontov’un ‘Düş’ Şiiri İçin”

“Lermontov’un Düş Şiiri İçin”, “Melankoli’nin Kara Güneşi”nde ya da “Gamlı Baykuş” gibi çoğu otoportre olan figürlerinde, yalnızlık ve melankoli duygusu kendini hissettirir. Sanatçının yalnızlığından kurtulma ve duygularını paylaşma biçimi belki de resimlerini bizimle paylaşmasıdır. Her durumda Erdok sıradan hayatı, işçilerle, emekçilerle, çocuklarla, depremden kurtulanlarla gözümüzün içine bakarak, ellerinden yaşam akıtarak, her zaman kasvetli fırçasıyla biraz melankolik ama insandan yana bir duruşla paylaşıyor.

                                                                                 /././


Laocoön ve oğulları 

Rönesans döneminde, El Greco’nun resimlerinde ya da modern dönemde, üretilen estetiğin etkisi sanatçısının niyetini aştığında bir tarihselliğe kavuşabiliyor.

1506 yılında Roma’da yapılan kazılar sırasında bulunan “Laocoön ve oğulları” heykelinin MÖ 175-150 civarına ait olduğu düşünülür.  Heykelde, Vergilius’un Aeneas destanından bir öykü betimlenir: Truvalı rahip Laokoön, kente gönderilen tahta atın içinde Yunan askerleri olduğunu anlar ve atın kente sokulmaması için halkı uyarır. Ancak aslında tanrıların karşı karşıya geldiği savaşta, Truva’yı yerle bir etmek isteyen tanrılar bu duruma kızar. İşlerine karıştığını düşündükleri rahibi cezalandırmak için denizden yılanlar gönderirler. Rahip Laocoön ve oğulları yılanlar tarafından öldürülür. 

Heykel Helenistik döneme tarihlenir. Helenistik dönemde sanatçılar, büyü ve dinle olan bağlarını zayıflatmış ve resme ya da heykele ait teknik sorunlara gerçekten teknik sorunlar olarak bakmaya başlamışlardır. Sanatçıların dinsel öykülerin bağıntıları olmadan, tekniğe dair getirdiği yeni çözümler, aynı zamanda ustalıklarını da ispat etmesi anlamına geliyor, böylece öncelikli amaç dinsel öykü aktarımı olmaktan çıkıyordu.  “Laocoön ve oğulları” heykelinin gerçek insan boyutlarında olması, kompozisyonunun dinamizmi ve portrelerdeki duygu, bulunduğu dönem olan Rönesans sanatçılarını da oldukça etkilemişti. 

                            Agesander, Athenodoros ve Polydorus, M.Ö. 175-150, “Laocoön ve Oğulları”, Vatikan
Rönesans döneminde yaşanan yenilikler sanata da çok şey katmıştı; insan bedenine dair bilinenler arttıkça sanatçılar figürlerini gerçeğe yakın yapmaya, matematik bilgisi yaygınlaştıkça sanat eserinin göze hoş gelen estetiğinin formüllerini oluşturmaya başlamışlardı. Rönesans, özellikle bir sonraki kuşak sanatçılar için “sanatın doruğu” demekti. Bu yüzden, Rönesans dönemi eserlerinden daha iyi işler yapmanın mümkün olmayacağını düşünen sanatçılar bakış açılarını değiştirdiler. Rönesansın güzellik anlayışını içi boş ve ruhsuz olarak değerlendirip, kendi “güzel” imgelerini ise gerçeküstücülüğe yaklaşarak ve figürlerine ruhsallık atfederek oluşturdular. Bu dönem sanatçılarının geliştirdiği bu yeni üslup nedeniyle, yaptıkları tarza “Üslupçuluk / Maniyerizm” adı verildi. Maniyerizmin önemli isimlerinden olan Parmagianino, insan bedenini uzatıp, kafalarını küçültürken; Tintoretto ise resimlerindeki bitmemişlik duygusu ve asimetri ile dönemin ilham alınan ustalarından oldu. Ancak hiçbiri bu yeni yöntemleri El Greco (Yunan) adıyla tanınan Girit doğumlu Domenikos Theotokopoulos kadar ileri taşıyamadı. 
                                                
El Greco, 1610-1614, “Laocoön”, Washington – ABD

El Greco, 20’li yaşlarında Venedik’e gelmeden önce kendi ülkesinde eski Bizans tarzında ikon resimlerinde ustalaşır, Venedik sonrasında Roma’ya geçerek maniyerist sanatın etkileriyle birlikte kendi özgün tarzını belirginleştirir. Ancak Roma’da kolay kabul görmez, sonunda İspanya’nın Toledo kentine yerleşir. Muhtemelen kendisi de oldukça inançlı biri olan El Greco, kutsal öyküleri yeniden, heyecanla anlatabileceği kenti bulmuştur. Çünkü, yakın zamana kadar İspanya’nın başkenti olan Toledo’nun kilise ve Orta Çağ etkisi daha belirgindir ve bu kent El Greco’ya kucak açacaktır.

El Greco, neredeyse ömrünün tamamında dinsel resimler üretir, ölmeden dört yıl önce, Roma’da bulunduktan yaklaşık 100 yıl sonra “Laocoön ve Oğulları” heykelinden etkilenerek, “Laocoön” adında bir resim yapar. Bu resimde rahip Laocoön ve bir oğlu yılanla boğuşmaktadır, diğer oğlu ise çoktan ölmüştür. Resmin arka planındaki manzara ile ön taraftaki figürler gerçek dışı bir şekilde birleşirler. Resmin genel etkisindeki soyutluk El Greco’nun diğer işlerinden farklıdır. Diğer açıdan figürlerin uzun ve kıvrımlı formu, çevreyle ilişkilenmeyen içe dönük, hülyalı ruhsallıkları El Greco’nun maniyerizminin alışıldık bir örneğidir. İlham aldığı heykelde de olduğu gibi, figürlerin gözlerindeki derinlik, ağızlarındaki hafif açıklık ve dağınık saçları ile resimde oluşturulan dramatik etki, Helenistik dönem ile benzerlik kurar ama dramanın kaynağının dinsel bir tutku olması ile Helenistik dönemden ayrılır. El Greco’nun aziz ya da İsa portrelerine bakıldığında en çok gözler dikkat çeker. Bu dinsel figürlerin gözleri yukarı bakan ve ağlamaklıdır. Dolayısıyla bu resimde El Greco, bir insanı azizleri tasvir ederken betimlediği özelliklerle resmetmiştir. 

                                                 El Greco, “Laocoön” resminden detay

El Greco’nun resmindeki dışavurum ve soyutlama gücü, kendisinden yaklaşık 300 yıl sonra, modern sanatı oluşturan sanatçıları etkileyecekti. Özellikle Picasso, onun siyah kontörlerinden ve soluk renkli figürlerindeki cesareti örnek alacak; ülkemizden Neş’e Erdok etkilendiğini belirtmekten çekinmediği İspanya sanatına baktığında, El Greco’nun figürlerinin deformasyonunu, belki de özellikle ellerinin portrelerdeki konumlanışını etkili bulacaktı. 

Başa dönmemiz gerekirse, tanrıların kendi işine karıştığı için cezalandırdığı bir insanın hikayesinden seküler ya da dinsel birçok eser üretilmiş olabilir. Ancak gerçekte insan kendi hikayesini yazıyor. Bu yüzden insanlar savaşırken bir yandan tanrılar savaşıyor ya da resimlerdeki betimlemelerde azizler, insanlar birbirine karışıyor. Rönesans döneminde, El Greco’nun resimlerinde ya da modern dönemde, üretilen estetiğin etkisi sanatçısının niyetini aştığında bir tarihselliğe kavuşabiliyor. Sanata buradan baktığımızda insanlığın büyük hikayesi de daha anlaşılır olabilir. 

FİDE LALE DURAK -soL/Kültür



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder