13 Kasım 2023 Pazartesi

Büyük iddia ve uyum(III) - Bilsay Kuruç / Cumhuriyet

 

(Ortakyaşam-simbiyoz) II

Cumhuriyetin yüzüncü yılındayız. Kavgacı, sinsi bir jeopolitik dünyayı ve bölgemizi kaplıyor. Zemin “piyasalar”la yönetiliyor. Dünya sermayesi siyasette, ekonomide buna uyumu yapacak elemanları bulup yerleştiriyor. Cumhuriyetin “büyük iddia”sına hasretimizi kenarda saklayalım. Tabloya serinkanlılıkla bakmaya çalışalım. Önce ekonomiden ilerleyelim. Nereden nasıl nereye geldik. Özetle:

(A) ‘DOLAR’IN KADAR KONUŞ!

Eğer “ekonomik oyun” tek değil, biri üstün (“dolar”) öteki zayıf (TL) iki “para” ile oynanmaya başlarsa, iş büyür, ülkede bütün taşlar yerinden oynamaya başlar. İri “taşlar” siyasettedir. Ekonomiye ayarlanır. Bu büyük oyunun ilk, kolay çekilen fotoğrafına “dolarlaşma” (dolarizasyon) diyoruz. “Dolar”ın ekonomiden girerek insanları fethidir. Özü budur. İnsanların bakışlarını, ölçülerini değiştirir. İşleyen değerleri işlemez kılar; başka “şeyler” yerleştirir. 

Sermayenin “dolar”ı olmalıdır. Çünkü oyunu iki “para” ile de oynayacaktır. Çalışanlar (işçi sınıfı, diyelim) sadece TL ile oynayabilir. 2000’lerin başında bu değişmedi, pekişti. “Ortakyaşam”a vücut verdi. Sonrasının temel harcı oldu. (Son iki yazıya bakınız.)

“Dolarlaşma”nın anadili vardır. Anahtar sözcükler “döviz/faiz”dir. Birlikte telaffuz edilirler. Bu dilde vezinle, “failatün, failatün...” misali kafiyeli konuşulur. Konuşabilenler, aruz şairleri gibi birbirilerini anlarlar. Dünya finans sermayesi bunu konuşanları arar. “Ortak yaşam”ın üzerine 2000’lerde “dolar”lar yağınca, “ekonomide tek hâkim tepe ‘para’dır” inancı yerleşti. Türkiye dünya kapitalizmine “dolar”ın açtığı para kapısından alındı.

Aşağıdan yukarı bakınca şu berraktı: Dünya sermayesi kendi fiyat mekanizmasını Türkiye’nin iktisat politikası alanı üzerine yerleştiriyor. Denetim için. “Aç, kapa” vanaları “döviz/faiz”dir. Sermayeye uyumun tartışılmaz ayarı vanalarla yapılacaktır. “Nereden nereye, nasıl”ın ilk adımında bu var.

(B) ORAYA YERLEŞ, ORADA KAL!

Dünya ekonomisi sadece paranın değil, malların (ve hizmetlerin) dolaştığı büyük alandır. “Dolar”la açılan kapıdan mallarla da girip çıkabilmelisin. Hangi mallarla? İlk soru bu. Giriş çıkışın kılavuzu ticaret sermayesidir, ona soruluyor. Eski “tefeci-bezirgân” geleneğini aşıp yepyeni bir “rütbe”ye terfi edecektir: Türkiye’de nelerin üretimi teşvik edilecek, nelerin edilmeyecek? O kararı artık dünya kapitalizmi verecek. Nerede? Piyasalarında. Kılavuz, ticaret sermayesi kararı bize tebliğ eder. Yeni, tarihi rolüdür. Tarıma ve sanayiye “Şunu üret ki dünyaya satabileyim. Dünyada yerimizi alalım. Hemen ve ucuza üretirsen, kolay satarım” diyor.

Son 20 yıla bakalım: Üretim yelpazemiz özünde değişmedi. Başlangıçta “dolar” yağmuru “kurak” ekonomiyi sırılsıklam etti. Bu “rahmet”le şirketler borca ve ithalata bağımlı üretime çabucak ısındılar. Ve yapı yerine oturdu. Esası pek değişmedi, hacmi büyüdü! Ufak (iktisatçı deyişiyle, marjinal) değişme olmuş mu, evet. 20 yıl önce dünya imalat sanayisi içinde payımız ne idi? Yüzde 1. Şimdi yine o kadar. Dünya toplam hasılası içindeki pay? O da yüzde 1 idi; şimdi biraz altında! Ayna gibi.

Ticaret sermayesi görevini yapmamış mı? Tam yapmış. Ticaret ve finans kollarıyla dünya kapitalizmi içine alınmışız. Adeta, kapitalizm şöyle demiş: “Bak, seni alıyoruz. Dünyanın KOBİ’sisin. Öyle kal. Fazlasını yapamazsın. Sen ‘ucuz emek’ten vazgeçemezsin. Teknoloji filan sözlerine aldırma. Devam et, montaj işlerine gir, başarırsın. İçeride inşaata yüklen. Hem ekonomin hem siyasetin için iyidir. Toplum aynı kalıpla kendini çoğalttıkça çoğaltır. Değişmemesi lazım. Kolay yönetirsin. Destek oluruz. Dünyanın KOBİ’sisin. Yerin değişmesin diye biz ‘özveri’ gösterir, çok borç veririz. Dünyayı tanırsın. Takdir ve anlayış göster.” 

İyi öğrenci olalım diye ekliyor: “Artık pazarlama dili konuş. Hep ‘rekabet’ diyeceksin. Başka şey deme. KOBİ’lik dili budur. ‘Büyükler’e bakma. ABD ile Çin teknolojide rekabet etmiyorlar, savaş yapıyorlar. Teknoloji onların işi. ‘Büyükler’ savaş, KOBİ’ler rekabet yaparlar. ‘Dolar’laşma diliyle rekabet dili aynı ailedendir. Kardeş sayılırlar. Tamam mı?” 

Ticaret ve finans sermayeleri öncü olunca, tarımımız ve sanayimiz de “Tamam!” diyor. Peki, (A) ile (B) “reel kapitalizm”e terfi edebilmemiz için yeterli mi? Değil.

(C) ‘BABALAR GİBİ!’

Kapitalizmin doğasında kendi dışındaki varlıklara el koyma, böylece birikim yapma ve hükmetme damarı var. İngiliz tarihi bunun klasik sergisidir. Köylülerin ortak ekim arazisinden, Hindistan’a el koymaya, Afrikalıyı köle yapan ticaretle Liverpool’u yaratmaya kadar geniş bir yelpazede kapitalizmin “ilk ya da ilkel birikimi”nin tarihçesi var. Geçmişte mi kalmış? Hayır. Günümüzde de kapitalizm gösteriyor ki her “tarihi zaman”da bir “ilkel birikim” yapmaya “muktedir”dir. Anakronizm aranmamalıdır! 

Bizde 1980’lerde, darbeden sonra dillendirildi. Adına “ilkel birikim” değil, güzellemeyle “özelleştirme” denildi. Sermaye sınıfı 1920’lerden beri toplumun mülkiyetinde biriktirilen varlıkları kendi mülkiyetine geçirmeye hevesliydi. Dünyada bunun bayraktarlığını, güçsüzleşmenin “tarifsiz kederleri”ni yaşayan İngiltere’nin başbakanı madam yapıyordu. “TINA” (There is no alternative) diyordu: Başka yol yok! Burada, baştakiler bunu çok sevdiler. “Biz de yapsak” dediler. Sermayeden alkış aldılar.

Alkış yetmiyor. Ülkeyi, varlıklarını “bir büyük gayrimenkul olarak gören” bir değişik bakış ve bunun pratiği lazımdı. “Tarihi zaman”la 2000’in dönemecine, ‘“Ortakyaşam zamanı”na erişildi. Seçim “ılımlı” hareketi getirdi ve ayağının tozuyla hücum borusu öttü: Babalar gibi satacağız. Ve sattılar. Toplum mülkiyetindeki en değerli varlıklardan en ücra köşelerdekilere kadar yeni, kişisel mülkiyet yaratmak üzere zincirleme satış yapıldı. Alanların çoğu daha yüksek “dolar fiyatı” ile tekrar sattılar. Satışlar yeni özel servetler yarattı. Bilinen şeylerdir. Uzatmayalım. Dikkate değer olan, satış dalgaları ile sermayenin eski katmanlarının varlıkları artarken çabucak yeni katmanların da oluşmasıdır. Sermayenin böylece irileşmesi, yeni karakteriyle ortaya çıkmasıdır. “Ortak yaşam”da vücut bulmasıdır. Önem taşıyan budur. Ekonomide de siyasette de. 20 yıllık “ilkel birikim” yukarıdaki (A) ve (B)’yi tamamına erdiriyor. Ve dünya kapitalizminin yeni bir “halka”sı oluşuyor. Bize özgü şekillenmesi ve taşıdığı çelişkilerle doğmuş oluyor. Henüz emekliyor. Yürümeye çalışıyor.

MAKASLAR

Bu sıradan bir kapitalizmdir. Sıradanlığın kimyası “dolar”laşmasıyla ortaya çıktı. Sermaye sınıfı yayılıp “kendi için rejim”i aradıkça, birikimin karakteri berraklaşır. Bir üretim dünyası yaratmayı değil, daha çok sınıfsal gücü arar. “Ortak yaşam”la önce “pembe yıllar” yaşandı. 2008’e kadar. Sonra “gerçek yıllar” geldi. Ekonominin bağrındaki krizler ve daha çok güç verecek bir rejim arayışları.

Emeği siyasette “buz dolabı”nda tutmanın ekonomide izdüşümü “ucuz emek” sevdasıdır. Değişmez. Üretim teknolojisi “düşük” ise bu sermayenin değil toplumun meselesidir. Sıradanlık modelinin üç “değişmez”i, (A), (B), (C) onun birikimini yeterince aydınlatır: (A) ve (B) birlikte sürekli açık yaratarak işler. Toplumda kimlerin geliri düşükse, açıkları onlar öder: Mustafa Şeref Bey (1930)! Somuttur. Düşük gelirden yükseğe kaynak aktarımıdır. Sermayenin birikimine sürekli tuğla taşıyan “akım”dır. (C)’ye gelince. “Büyük gayrimenkul” eski kuşakların birikimidir. “Stok”tur. Sermaye buna “bedava kaynak” olarak bakar. El koyunca üretimi artırır mı? Şüpheli. Ama toplum mülkiyetinden eksilir, özel servete eklenir. 

Bu birikim tarzı “makaslar”la işliyor. En küçük makasın içinde ücretler var. Makasın dışına çıkamazlar. Ufak tefek “varlıkları” varsa, zamanla kaybolur. Küçüğü içine alan bir büyük makasla dünya kapitalizmine “ucuz emek”le ürettiklerini verip “dolar” alıyorsun. Bununla içeride sermayeye kaynak aktarıyorsun. O da asgari ücretli üretimle devreyi tamamlıyor. Daha çok güç kazanıyor. İki makası içine alan bir de büyük makas var. Bağrında kriz taşıyan sıradanlığın iki makası çıkmazlara girerse bu ortaya çıkıyor. Orada doğanın bağışladığı toplum mülkiyeti var. En geniş makas. Doğal varlıklar, ormanlar, kıyılar, sularla tüm coğrafya. “Dolar”laşmaya verilebilir mi? 

Dünya sermayesi piyasalarında sınırı gösterdi. “KOBİ’sin, benim için sınırlısın!” dedi. Ekledi, “Ama sen ‘bir büyük gayrimenkul’sün. Coğrafyan ve üzerindeki her şey piyasalaştırılabilir. Kısaca, sen piyasa olarak tüm alıcılar için sınırsızsın” dedi. Sıradan kapitalizm sıkışınca bu sese kulak kabartır.

Son iki yılın enflasyon senaryosu sermayeyi ihya etti. Bankaların, şirketlerin bilançolarından beklenmedik kârlar fışkırdı. Gerçi vitrinde “Bu enflasyonu önlemek lazım” yazıyordu; ama mutfaktan “Allah razı olsun” sesleri geliyordu. Vitrin toplum içindir. Geçtiğimiz günlerde vitrine çıkan ekonomi yetkilileri enflasyonu konuşmaya başladılar. Israrla vurguladılar: “Enflasyonun nedeni ücret artışlarıdır. Zor, ama durdurmanın yolunu bulacağız” dediler. “Ücretler olmasa ekonomiyi gül gibi idare edeceğiz”in ekonomi politiği gibiydi. Doğanın bağışladığı varlıklarla aynı gündemde konuşuluyor.

‘BİRNAM FOREST’

Ulak: Gördüğümü size arz etmeliyim. Ancak nasıl söylerim, bilmiyorum.

M: Söyleyiniz.

Ulak: Tepedeki görevimden aşağıya, Birnam’a bakınca, bana öyle geldi ki orman hareket etti. 

M: Yalancı, köle herif!

Ulak: Gazabınıza kurban olayım eğer öyle değilse. Şu üç millik mesafede geldiğini görebilirsiniz. Yani, orman yürüyor.

Biliyorum, 400 küsur yıl önceden seslenen üstadın uzmanları sözcüklerde titizdirler. Ve haklıdırlar. Bu serbest çeviri için kusura bakmasınlar. Üstat bizlere, insanlığa çok lazım. Denizler, kıyılar, göller, ormanlar diyor. Bunlara gözünüz gibi bakın, diyor galiba.

Orman yürür mü? Kaz Dağları’nın, Akbelen’in ormanları, Karadeniz’in dereleri yürümedi. Dönüp üstada bir daha soralım: İskoçya’nın “Birnam Forest”ı gibi yürür mü?

Bilsay Kuruç / Cumhuriyet

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder