Etik devrim için kilit soru(Zülal Kalkandelen)
Sevgili Figen Atalay’ın Prof. Dr. İoanna Kuçuradi ile yaptığı ve cuma günü gazetemizde yayımlanan söyleşide (https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/filozof-prof-dr-ioanna-kucuradi-cumhuriyetin-kazanimlarini-anlatti-2141869) insanlık adına birçok önemli ders vardı. Söyleşiyi dikkatle okurken şu satırların altını çizdim:
“Eğitimde gördüğüm önemli sorunlardan biri, eğitimin kişilerin bilmeyle ilgili yeteneklerini geliştirmeye çalışması ama etik yeteneklerini göz ardı etmesi ya da bunu din ve ahlak eğitimiyle yapmaya çalışmasıdır.
Oysa eğitim, etikle, değer ve değerlerle ilgili bilgilere dayandığında işe yarar. Etik değerler ile değer yargıları arasındaki farkın yeterince farkında değiliz. Bu farkları ve sonuçlarını görmek, insan olmaya yakışır bir yaşamın ana koşullarındandır.”
SORGULANMASI GEREKEN DEĞER YARGILARI
Bu sözler, hayvan özgürlüğü mücadelesinin felsefesi olan veganizmi savunan bir yazar olarak benim aklımda ve vicdanımda öncelikle insan ve insan dışı hayvan ilişkisi açısından yankılandı.
Çok uzun bir zamandır insan emperyalizmininin insan dışı hayvanlara uyguladığı sömürüyü sorguladığım için, vegan devriminin insanlık açısından etik bir devrim olduğunu anlatmaya çalışıyorum.
Aşağıda alıntıladığım satırlar, yeni baskısı Cumhuriyet Kitapları etiketiyle bu ay yayımlanan “Vegan Devrimi ve Hayvan Özgürlüğü” adlı kitabımdan:
“Tüm gezegen hayvanlar için dev bir mezbaha ve hapishane ise, insanlar nasıl barış içinde olabileceğini umabilir? İnsan, artık bu gerçekle yüzleşmeli. Bu yüzleşmeyi yapan birey, sonunda içsel bir devrim geçirerek vegan olur. Toplum tarafından benimsenmiş olan etiği yeniden değerlendirmek, bireyin mantık süzgeci, aklı ve vicdanı ile ilgilidir. Vegan olmayan bir dünyada bir insanın vegan olabilmesi için bu toplumsal sorgulamayı yapması gerekiyor. Vegan olmak için, bir insanın kendisine doğuştan benimsetilen değerler sistemine karşı alternatifini kendisinin yaratması söz konusudur.”
Bireyin içine doğduğu toplumda, aile, okul, din, kültür, eğitim, arkadaş grupları aracılığıyla, kendisine hazır bir paket olarak sunulan değerler sistemini sorgulaması ve akla, vicdana, mantığa aykırı olanlara hayır diyerek, sömürü çarkının bir dişlisi olmayı reddetmesiyle ilgili etik bir devrimdir veganlık.
ÜZERİNDE HAK İDDİA EDEBİLECEĞİNİZ TEK BEDEN KENDİ BEDENİNİZ
İnsan dışı hayvanları mal, yiyecek, eşya, köle, eğlence, deney ya da taşıma aracı olarak görmeyi sonlandırmak; yaşam hakkının sadece insana değil insan gibi bilinç sahibi ve duyguları olan insan dışı hayvanlara da ait olduğunu savunmak ancak Kuçuradi’nin söz ettiği şekilde, etik değerler ile değer yargıları arasındaki farkı fark etmekle mümkün.
Üzerinde hak iddia edebileceğiniz tek bedenin yalnızca kendi bedeniniz olduğunu anlamak...
İnsan dışı hayvanlar söz konusu olduğunda 21. yüzyılda hâlâ 12. yüzyıldaymış gibi yaşamak için bahane aramaya son vermek ve türcülüğü sorgulamak ancak etik devrimle mümkün...
Bir yandan Filistin’de ve dünyanın başka bölgelerinde süren savaşlarda insanlar kendi türdeşlerini katlederken yazdıklarım bazılarına ütopya gibi gelse de gerçek şu ki sömürü zincirinin en altındakilere yönelik sistematik zulüm bitmeden bu dünyadaki vahşet de bitmez.
Veganizmin ardındaki etik devrim için kilit soru bu:
İnsan ya da insan dışı hayvan, kime yönelik olursa olsun, sömürüye karşı mısın, değil misin?
Not: Bugün saat 16.00’da, Divriği Kültür Derneği’nin Beyoğlu’ndaki Suriye Pasajı’nda düzenlediği “Cumhuriyetin 100. Yılında Laiklik ve Kadın Hakları” konulu etkinlikte konuşmacıyım. Zamanı olan okuyucularımı beklerim.
/././
Cevap alamadım sormaya devam (Murat Ağırel)
Tehditler, üst perdeden konuşmalar...
Yıllardır aynı tip kişiler aynı şekilde konuşmaktan vazgeçmediler. Hoş herkes meşrebine göre hareket eder biz de aldırış etmeden yazmaya devam ediyoruz. Edeceğiz de...
Ailemle 12 yıl sonra baş başa tatil yapabildim. Çocuklarımı çok ihmal ettim bu koşuşturmaca içerisinde. Ancak meslek etiği, gazeteci sorumluluğu gereği tatilde de duramadım. Aklımdaki sorulara cevap aramaya çalıştım.
Tuzlaspor başkanına mesaj yolu ile eski ortağını sordum. Cevap vermedi. Kendisini yurtdışından aradım. “Sen ne istiyorsun?” diye başladı söze. Sonra da “Utanman yok mu? Seni belgeleri ile rezil ettim” diye devam etti ve “Erkeksen” vs. gibi cümleler kurarak cevap vermekten imtina etti. Telefonu da suratıma kapattı. Cevabını alamadım.
Muhtemelen beni de boğazına kesici cisim dayayarak boş senet imzalattığı futbolcularından biri zannetti! Ben demiyorum Pusula Haber’in 10 Nisan 2019 tarihli haberi ve Ajanspor’da Salim Manav’ın canlı yayın konuğu olduklarında anlattıkları beyanlarından öğreniyoruz.
Salih Sefercik adlı futbolcu dahil 4 futbolcu alacaklarını alamadığı gibi Feyzi İlhanlı tarafından tehditle senet imzalattırılıp borçlandırılmış. Futbolcular Salih Sefercik, Raşit Sevindir, Serdar Ümit Deniz ve menajer Mustafa Soley... Sefercik kendi sosyal medya hesabından da olayı duyurmuş.
Alışkanlık olsa gerek...
Tuzlaspor ile ilgili belgeler ile seyirci işini sordum. Passolig açıklama yaptı ve “Bizle alakalı değil bana verileni ben satarım” dedi ve bugüne kadar yaptığı satışları paylaştı. “TFF fiyatları ve satılacak biletleri kulüpler belirler. Ben kontrol ettim satılan biletler ile sunulan biletlerde bir sorun yok” dedi. Tuzlaspor, “Ben satmadım, sattığım bilet paraları da bu diyerek” tablo paylaştı. Ancak halen tribünlerin neden dolu gösterildiği, kaç davetiye, kaç protokol bilet basıldığı belirtilmedi. Bahis kuponu ile ilgili ise TFF, “Araştırıyoruz” dedi, savcılık soruşturma başlattı.
Devam edelim...
Feyzi İlhanlı’nın Bulgaristan’da bir takımın sahibi olduğunu yazmıştım. FC Etar takımı. Hatta takım 2. ligde oynarken başarıları ile birinci lige çıktı. Gerçi teknik direktörünü birkaç defa şike yaptığı nedeni ile kovmuş Fevzi Bey ama geri almış takıma. İşte o takımın yöneticisi olduğu zaman yönetim kurulunu paylaştığı bir kişi var: Diyadin Kaya.
Diyadin Kaya kim diye açık kaynak araştırma yapınca karşınıza Anadolu Ajansı’nın 14 Mart 2014 tarihli haberi çıkıyor, “Yılın en büyük uyuşturucu operasyonu” diye.
Beylikdüzü’nde düzenlenen ve 448 kilo 628 gram eroinin ele geçirildiği operasyonda 1 kişi gözaltına alınıyor. Gözaltına alınan kişi Diyadin Kaya. Acaba Feyzi İlhanlı’nın Bulgaristan takımındaki ortağı Diyadin Kaya 448 kilo 628 gram uyuşturucu ile yakalanan Diyadin Kaya mı?
Bunlar hep tesadüf işte!
Peki, ne olacakmış uyuşturucu haberden okuyalım: “İran sınırından getirildiği tespit edilen eroinin Avrupa’ya götürülmesinin planlandığı öne sürüldü.”
Başkan ile konuştuğumda Bulgaristan’daki kulüp işinin 2013-2014 yılına ait olduğunu, sonra bıraktığını beyan etmişti. Uyuşturucu ile bağlantısını sorduğumda ise yalanlamıştı.
Diyadin Kaya ise kulüp yönetimine 2012 yılında getirilmişti. Bulgaristan’da yayın yapan Sportal.Bg adlı haber sitesinde de bu haber var. 2013 yılındaki sport-vt.com’un haberinde Diyadin Kaya’nın yönetim kurulu üyeliğinin devam ettiği bilgisi var.
İşte bunlar hep akla kötü düşünceler getiren tesadüfler!
Tabii tesadüfler zinciri bitmiyor. Mesela Başkan Fevzi İlhanlı’ya sorup doğrulattığım bir ortaklık var, Bilal Kadayıfçı, Cemil Önal ile ilgili. Bilal Kadayıfçı Diyarbekirspor’un başkanlığını yaptı. İlhanlı, Kadayıfçı için “Bir yıl durdu sonra gitti” dedi. Ancak Cemil Önal için herhangi bir cevap vermedi.
Cemil Önal, Halil Falyalı cinayetinde de adı geçen ve kırmızı bülten ile aranan biri. Bahis sektörünün büyükleri ve ilintili diğer isimler Anıl Uzun, Onur Uzun, Ozan Özerk. Bu kişilerin ortaklık yaptığı onlarca firma var. Sahibi Türk olan bir İngiliz takımına sponsorlukları var.
Hatta Anıl Uzun ve Onur Uzun’un dahil olduğu Halil Falyalı bağlantılı isimlerin içinde olduğu Ankara merkezli bir bahis operasyonu yapılmıştı. İddianamede, “Söz konusu gelirin oldukça yüksek bir meblağ olduğu, öyle ki yasadışı bahiste kullanılan sadece ‘jeton’ isimli uygulamadan bir günde 100 bin doların üzerinde gelir elde edildiği, örgütün Türkiye dışında 4 ülkede daha yasadışı bahis oynattığı ve bu yolla milyonlarca dolar gelir elde ettiği” belirlendi.
Konu çok uzun dostlar, çok isim yazdığımın da farkındayım. Biz konuya giriş yapalım bakalım nerelerden, kimlerden sesler gelecek takip edelim. Ancak bu konuya ayrıntılı şekilde devam edeceğiz.
Ancak Engin-Dilan Polat, Selin Ciğerci-Gökhan Çıra, Tuzlaspor derken nerelere geldik. Daima söylüyorum benim derdim piyonlar değil, derdim sistemin kendisi ve bu sistemi yöneten baronlar.
Bitmiyor inanın bitmiyor.
Hatta bu işin ucu tanıdık bir takıma ve tanıdık bir kulüp başkanına kadar gidiyor. Yazmaya devam edeceğim...
/././
Devletimiz çok şefkatlidir: Hrant Dink’in katili serbest! (Işıl Özgentürk)
Sevgili okurlarım İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde artık geleneksel hale gelen “Hadi Bir Film Yapalım” başlıklı yeni bir film atölyesi günlerim başladı. Bu işi seviyorum. Her meslekten, her yaştan insanlarla hep birlikte umudu yeniden yeşertmek müthiş bir şey ve hikâyeler hikâyeler... Zaman akıp geçiyor ve hep birlikte savaş karşıtı bir filme hazırlanıyoruz.
Nasıl bir ülkedeysek her an içimizdeki sevinci, neşeyi donduran bir haber, bir olay gelip bizi buluyor. Başlıkta da söyledim devletimiz çok şefkatli, Hrant Dink’in katili Ogün Samast’ı iyi halden tahliye ediveriyor! İyi halden! Ah, yüreğim sakin ol.
Ve birden yıllar önce bir kısa film atölyesinde yaşadıklarım aklıma geliveriyor. Bir de sokağın soğuk taşlarında yatan Hrant’ın altı delik ayakkabısı... Aynı deliği otobüs beklediği durakta sağcı militanlar tarafından öldürülen hocam Cavit Orhan Tütengil’in ayakkabılarında da görmüştüm.
Çaresiz sizlere bugün yaptığım dersi anlatmalıyım:
Öğrencilerim her yaştan, her meslekten. Bir anayasamız var, “İnsana ait hiçbir şey bize yabancı” değildir başlığıyla başlıyor ve “Tüm insanlar hiçbir ayrım gözetmeksizin bizim dostlarımızdır” diye devam ediyor.
Anayasamız böyle olunca o hafta öğrencilerim, hem gazetelerde hem de sosyal medyada yoğun bir biçimde yer alan bir olayı tartışmak istiyorlar. Olay, Ermenek’teki bir madende boğularak ölen ve günler sonra cesedi çıkarılan işçi Tezcan Gökçe’nin babası Recep Gökçe’nin cenazeye yırtık bir lastik ayakkabı ile katılması ve daha sonra valilik emriyle ona devlet tarafından fiyatı 11 lira olan bir lastik ayakkabı gönderilmesi.
Sınıfta fikirler uçuşmaya başlıyor. Bir süre sonra atölye adeta ikiye ayrılıyor. Bir kısmı babanın bu ayakkabıyı giymemesi gerektiğini, bir kısmı da “Ne yapsın, şimdi giymesek nankörlük olarak değerlendirilir, diye düşünmüştür” diyor.
Ben de hocalık yapıp herkese söz veriyorum ve sorularla her iki tarafın da düşüncelerini diğerlerine sağlıklı bir biçimde aktarmasını sağlamaya çalışıyorum. Açıklamalar geliyor:
“Babanın artık kaybedecek nesi var? Giymeyecekti!”
“Bizde devlet, baba yerine geçer. Baba ise hem sever hem de döver. Yeni ayakkabı devletten gelmiş. Baba bu düşünceyle ayakkabıyı giymiştir.”
“Devlet nedir? Bizim vergilerimizle toplumda düzeni sağlaması gereken bir organizasyon. Bizim için var. O babaya da hiçbir şey lütfedilmiyor. Bir de alay eder gibi 11 liralık lastik ayakkabı gönderilmiş.”
“Arkadaşlar ayakkabı acaba kutusuyla mı verilmiş, kutusuz mu?”
“Şimdi biraz baba açısından düşünelim. Kapısına kadar gelinmiş, ayakkabı önüne konmuş, getirenler bekliyor, adamcağız ne yapacaktı? Zor bir durum. Giyse bir türlü giymese bir türlü.”
“Baba oğlunun neden öldüğünü biliyor. Oğluna kendisi söylemiş, ‘O madene gitme’ diye, kim bu madenlerden sorumlu, kim izin vermiş. Devlet! O zaman o ayakkabıda oğlunun kanı var. Sadece onun değil, birlikte ölen arkadaşlarının da! Öyleyse ‘Lanet olsun bu ayakkabıya’ demeliydi.”
“Bunu neden bu kadar büyütüyoruz. Belki de adam, ‘Hazır ayakkabı ayağıma gelmiş, ben de giyerim’ diye düşünmüştür.”
“Ama o madende boğularak ölen bir işçinin babası! Üstelik günlerce çocuğunun cesedi çıksın diye bekledi.”
“O kadere inanan bir insan. Ayrıca belli ki, her zaman devletin de yanında olduğuna inanıyor. Bu onun acısını dindiren bir şey. Ayakkabıyı giymesi de doğal!”
“Hocam bundan bir kısa film senaryosu bile çıkar.”
“Çekim için madene mi gideceğiz?”
“Hayır, bizim sadece bir yoksul ev bulmamız gerekli. Babanın evi. Sonra ayakkabıyı getiren resmi bir araba lazım bize. Lüks olması gerekiyor; çünkü resmi arabalar son model.”
“Hocam buradan baba olayına geçebiliriz. Bütün kültürlerde baba modeli, otoriter bir modeldir.”
“Ben buna katılmıyorum. Baba koruyucudur, bize doğru olanı gösterir.”
“Ama bazen baskıcıdır da!”
“Arkadaşlar, tamam baba modeli üstünde durabiliriz. Burada da baba devlet ama bu babanın bazı çocukları üvey evlat bazıları da öz evlat!”
“Biz hangisiyiz, öz mü üvey mi?”
“Olayı bizden çıkaralım!”
“Arkadaşlar bir de şöyle değerlendirelim. Bu baba ertesi gün cenaze fotoğraflarında kendinin yırtık ayakkabılar çekilmiş ve kocaman basılmış fotoğraflarını gördü. Hiç tahmin edemediğiniz kadar utanmıştır! Bu utancın üstüne gitmeyelim.”
“Babayı yırtık pabuçla cenazeye getirenler utansın!”
“Eyvah vaktimiz doldu. Gelecek hafta devam edelim mi?”
Burada artık sözü ben almalıyım: “Herkes olayı bir kısa film hikâyesi haline getirsin. Bakalım neler yapabiliriz?”
Ne yazık ki ders bitti ama acımız hiç dinmiyor.
(derleyen: mstfkrc)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder