12 Kasım 2023 Pazar

Yabancı sermaye gelse ne gelmese ne? + Yurt sorununun temelinde ne var? (Ozan Gündoğdu-BİRGÜN)

 

Yabancı sermaye gelse ne gelmese ne?

6 Şubat Depremleri’nin ardından 9 ay geçti. Türkiye, deprem gündemini bir sonraki depreme kadar geride bıraktı. Sonraki depremin Marmara’da yaşancağı, etkisinin 6 Şubat’tan büyük olacağı bilim insanlarınca söyleniyor. Fakat, Türkiye’nin kısa vadeli endişe verici sorunlarını bir kenara bırakıp, deprem gibi uzun vadeli sorunları düşünecek fırsatı yok.

Türkiye Yargıtay’ın AYM’yi tanımaması üzerine patlak veren “Anayasal Krizi” konuşuyor. Meseleye ekonomik çerçeveden yaklaşan kimi kesimler, hukukun tasfiye edilmesinin bir sonucu olarak yabancı sermayenin yurda gelmeyeceğini söylüyorlar. Bu iddia manipülatif olsa da haklılık payı var. Hukukun tasfiye edilmesi halinde, yurtdışından gelen paranın biçimi ve getiri talebi değişiyor ama para istenirse yine de geliyor. Fark şu; sıcak para daha fazla faiz talep ediyor, doğrudan yatırımlar da uzun vadeli değil, inşaat, madencilik gibi vur-kaç yapmak için geliyor. Hem cari açık veren, hem de hukuku tasfiye eden bir ülke suç ekonomisini büyütüyor, o ülkenin sermayedarları da mafya kılıklı erkeklerden oluşuyor. Üstelik, hukukun tasfiyesi yeni değil, son 5 yıldır, süreç sertleşerek ilerledi ve bugüne gelindi.

ŞEHİR HASTANELERİNE 27,5 MİLYON AVRO

Bu durumun geniş halk kesimleri üzerindeki ekonomik etkisi Hazine üzerinden yaşanıyor. Zira, kamu harcamalarının keyfi hale gelmesi, Hazine Nakit Dengesi’ni doğrudan etkiliyor. “Küçük” bir örnek Şehir Hastaneleri’ne ilişkin… Önceki gün Plan Bütçe Komisyonu’nda Sağlık Bakanlığı bütçesi konuşulurken, Bakan Fahrettin Koca, Şehir Hastaneleri için bu zamana dek ödenen kira bedelinin 27,5 milyar avro olduğunu açıkladı. Bugünkü kur ile TL karşılığı 838 milyar TL. Bu paranın alternatif maliyeti, 400 yataklı 630 adet hastane ya da 21 bin adet 12 derslikli okul. Ama iktidar, her ile 8 hastane yapılabilecek parayla bir elin parmaklarını geçmeyecek müteahhite 20 hastane için Hazine’den kira ödemesi yapmayı tercih etti.

FAİZE REKOR PAY

Fahrettin Koca’nın bu veriyi açıklamasından 2 gün önce, 7 Kasım 2023’te, Hazine ve Maliye Bakanlığı, 11 milyar TL’lik bir iç borçlanma ihalesi açtı. Borcun ortalama yıllık faizi yüzde 42,18. Bu faiz oranı, AKP’li yıllar boyunca, devletin borçlanırken ödemeyi taahhüt ettiği en yüksek faiz. İhalenin sonunda 10 milyar 987 milyon TL’lik borç toplandı. Bu borç, 1 sene sonra 15 milyar 621 milyon TL olacak. Sadece bu borcun faizi için 1 yıl içinde 5 milyar TL faiz tahakkuk edecek. Peki Merkezi Yönetimin toplam borcu ne kadar? Eylül sonu itibariyle 6 trilyon 69 milyar 597 milyon TL. Düşük faiz döneminde kimse Hazine’ye TL cinsinden borç vermediği için borcun yüzde 64’ü yani 3,9 trilyon liraya karşılık gelen kısmı döviz cinsinden. Borç portföyünüzün yüzde 64’ü döviz cinsinden olunca, kurun artması halinde bu borçların TL karşılıkları da artıyor. Böylece kamunun borçları içinde döviz cinsinden borçların payı büyüyor. Bugün yüzde 64 olan döviz cinsinden borçların oranı 5 yıl önce, Eylül 2018’de yüzde 48, 10 yıl önce Eylül 2013’te yüzde 29’du. Erdoğan’ın düşük faiz istemesi sonucu, TL cinsinden borçların yarısı ya değişken faizli ya da TÜFE’ye endeksli. Çünkü kimse enflasyonist ortamda sabit faizli borçlanma ihalelerine girmiyordu. Sonuç, enflasyon artıkça TL cinsinden borçlar şişiyor. Bugün 6 trilyon lira olan kamu borcu, geçen yılın aynı döneminde 3,6 trilyon liraydı.

Kamu harcamaları hukuki denetimini kaybedince, harcamalar politikleşmiş sermaye kesimlerine gelir transferine dönüşüyor. Sonuç; Hazine bu yükü daha fazla kaldıramıyor. 2024 yılında kamu borçlarının anaparasından daha fazla faiz ödenecek.

Bu zamana dek, kamudaki borç yükünü, geniş halk kesimleri doğrudan hissetmiyordu. Fakat son zamanlarda yaşanan 2 olay, kamuda artık musluktan su akmadığını gösteriyor.

İlk örnek, emekliye 5 bin TL’lik ödemenin 29 Ekim’de yapılamaması oldu. Hazine 7 Kasım’da 11 milyar TL borçlandı ve 5 bin TL’lik ödemeler 11, 12, 13 Kasım’da ödenmeye başladı.

DEPREMZEDEYE EŞYA YARDIMI YOK

İkinci örnek ise çok daha trajik. 6 Şubat Depremleri’nin ardından, ağır hasarlı binalara girilmesi yasaklanmış, eşyalarını evlerinden alamayan insanlara da 100 bin TL’ye kadar eşya yardımı yapılacağı söylenmişti. Fakat iktidar, bu sözünü tutmuyor ya da tutamıyor. Zira evlerine girmesi yasaklanan insanlar, eşya yardımı başvurusu yapmalarına rağmen ödemelerini alamıyorlar.
Depremzedelere önce AFAD’a başvurmaları söylendi. Başvurular yapılmasına rağmen aylarca ses seda çıkmadı. Ardından ikametgahta bulunan Defterdarlıkların eşya yardımı yapacağı söylendi. Depremzedeler Defterdarlıkların yolunu tuttu ama oradan da aylarca sonuç çıkmadı.

Sorunlarını CİMER’e yazan depremzedeler, 8 Kasım’da aldıkları cevap karşısında şaşkına döndüler. Zira CİMER, “Konutları deprem afeti nedeniyle yıkık, acil yıkılacak, ağır hasarlı, orta hasarlı ve az hasarlı olarak tespit edilen afetzede başına, 10.000 TL ve 15.000 TL kira ve vefat destek ödemesi yapılmaktadır.” diyor ama depremin ilk günlerinde insanlar evlerine girmesin diye söylenen “Eşya yardımından” bahsetmiyor. Devlet, depremzedeye verdiği sözü böylece unutuyor. Böyle bir felaketin ardından, malını mülkünü kaybeden afetzedelere 10.000 TL ödeyip, yoluna bakıyor.

Hukuk olmazsa, yabancı sermaye gelir mi, gelmez mi? Bu soru günümüz Türkiyesi’nde anlamsızlaştı. Hazine kaynakları yarın yokmuş gibi tüketilmeye devam edilirse, depremzedeye eşya yardımı yerine Şehir Hastanelerinin birkaç müteahhidine 27,5 milyar avro ödemek tercih edilirse, “yabancı sermaye gelse ne, gelmese ne” diye sormak daha anlamlı. Bu şartlarda gelecek yabancı sermaye de varsın gelmesin.

                                                                /././

Yurt sorununun temelinde ne var? 

Aydın’daki devlet yurdunda arıza yapan asansör nedeniyle hayatını kaybeden Zeren Ertaş’ın ölümü öğrenci yurtları gerçeğini gündeme taşıdı. Türkiye’nin dört bir yanından öğrenci yurtlarına ilişkin şikayetler geliyor. Trabzon Doğu Karadeniz KYK Yurdu’nda odaları fare bastığı için öğrenciler geceyi mescitte geçiriyorlar. Diyarbakır Selahattin Eyyubi KYK Yurdu’nda asansörler aylardır bozuk. Rize Ayder KYK Yurdu’nda Zeren’in ölümünün ardından 1 hafta sonra asansör halatı koptu, çok şükür kayıp olmadı. Iğdır Suveren Aybüke Öğretmen KYK Yurdu’nda bir öğrenciyi akrep soktu. Yemeklerde çıkan, böcekler, tırtıllar ise vakayi adiyeden sayılıyor. Bırakın teknolojik imkanları, kütüphaneyi, sabunu olmayan yurtlar var. Peki ne oldu da, bu mesele bu boyutuyla gündemimize girdi?

İKAME MALLAR TEORİSİ

İktisat eğitimine giriş aşamasında ele alınan ilk konulardan biri ikame mallara ilişkindir. Tereyağ ve margarin, kırmızı ve beyaz et, birbirinin ikamesi mallara örnek gösterilebilir. Bu malların fiyat hareketleri de birbiriyle paraleldir. Örneğin, kırmızı et fiyatlarında sert bir artış yaşanırsa, bu gelişme beyaz ete talebi artıracak ve devamında beyaz etin de fiyatı artacaktır. O halde öğrenci yurtlarının ikamesi nedir? Evet, konutlar…

Konut kira fiyatları artarsa, bu durum hayatın olağan akışı gereği, kiralık ev arayan öğrencilerin bir kısmını öğrenci yurtlarına yönlendirecektir. Öyle de oluyor ve özel yurt fiyatları son iki yılda, ikame mallar teorisini tasdik edercesine kiralarla birlikte artıyor. 2022’de de, 2023’te de özel öğrenci yurtları yüzde 100’ün üzerinde zamlanıyor. Böylece 2 yıl öncesinin 4 katına dayanan fiyatlarla karşılaşıyoruz. Sonuç; özel öğrenci yurtları en ücra taşrada dahi dönemlik 40 bin lirayı geçiyor. Büyük kentlerde ise 100 bin lirayı buluyor. Yurdun standartlarına göre bu tutar 400 bin liraya kadar dayanıyor.

ÜNİVERSİTELER 81 İLE DAĞILDI

Gençlik ve Spor Bakanları burnundan kıl aldırmıyor ve hep yurt kapasitesinin nasıl arttığından bahsediyorlar. Fakat sayılar gerçek olsa bile, halk gerçeği sayılarla çelişiyor. 2002/2003 Eğitim Dönemi’nde 68 Devlet, 25 Vakıf olmak üzere toplam 93 üniversite vardı. 2022/2023 Eğitim Dönemi’ne gelindiğinde bu sayı devlet üniversiteleri için 129’a, vakıf üniversiteleri için 79’a çıktı. Hiç üniversitesi olmayan yerlere açılan üniversiteler, taşrada yeni bir barınma sorununu tetikledi. Öğrencilere ev kiralamak istemeyen ya da kiralasa dahi yüksek kira bedeli isteyen bir anlayış Anadolu’da hakim hale geldi. Yeni açılan üniversitelere akın eden öğrenciler, Anadolu kasabalarının müşteri potansiyelini oluşturacaktı. Haliyle üniversiteye alışmış bir kentten farklı olarak bu kentlerde öğrenci yurduna dönük talep çok daha fazlaydı. Bu nedenle, yurt kapasitesinin öğrenci sayısıyla birlikte artması büyük bir anlam ifade etmiyor.. Örneğin Rize’deki Tayyip Erdoğan Üniversitesi’nin 2022’deki yatak kapasitesi 7 bin 86. Ama öğrenci sayısı 17 bin 653. Rize’nin il merkezinin nüfusu 150 bin. Açıkta kalan öğrenci sayısı kent nüfusunun neredeyse yüzde 10’u. Yurtların tamamı dolsa dahi 10 bin öğrenci için barınma krizi yaşanıyor. Bu öğrencilerin bir kısmının zaten Rizeli olduğunu, aileleriyle yaşadığını düşünsek bile, yine de binlerce öğrenci konaklayacak yer arıyor. Bu krizi devlet yurtları aşamıyor. Rizeliler de öğrenciye ev vermek istemiyor. Böylece ya özel yurtların fiyatı artıyor ya da TÜGVA gibi, TÜRGEV gibi iktidara yakın derneklerin veya cemaatlerin yurtları talep görüyor. Bunun onlarca ilde her yıl yaşandığını düşünmek gerekir.

YURT KAPASİTESİ ÖĞRENCİLERLE ARTIYOR

Bu koşullar altında, hem kiraların, hem de özel öğrenci yurtlarının fiyatlarındaki fahiş artış, doğal olarak devlet yurtlarına dönük ilgiyi artırıyor. Fakat bu yeni durumdan üreyen talebi karşılayacak yeni yurt yatırımı var mı? Verilere takla attırarak söylersek, evet yurtların yatak kapasitesi artıyor. Son 20 yıla bakınca, öğrenci sayısındaki artışa paralel biçimde yurt kapasitesinin de artırıldığı görülüyor. Verilere bakalım;

2002 yılında KYK’nin yurt kapasitesi 182 bin yataktan oluşuyordu. Fakat o yıl, açıköğretim hariç, birinci ve ikinci öğretimde okuyan, önlisans, lisans, yüksek lisans ve doktora öğrencilerinin toplam sayısı 1 milyon 223 bin’di. Yani her 100 öğrenciden 15’i devlet yurtlarında konaklama imkanına sahipti. Aradan geçen 20 yılda, yurt kapasitesi 4,5 kat arttı ve KYK’nin yatak sayısı 850 bine yükseldi. Fakat aynı dönemde öğrenci sayısı da arttı. 2002’de 1 milyon 233 bin olan örgün öğretimdeki üniversiteli sayısı 2022’de 4 milyon 24 bine yükseldi. Bu haliyle 2002’de biraz daha iyi durumdayız, zira bugün devlet yurtları her 100 öğrenciden 21’ini misafir edebilecek durumda. Fakat yine de geride kalan 79 öğrenci için yurt yok. Üstelik sadece bu verilere bakarak doğru sonuç çıkarmak da mümkün değil.

YURT SAYISI DEĞİL YATAK SAYISI ARTIYOR

2021 yılından itibaren, pandemi nedeniyle evlerine gönderilen öğrencilerin okullarına geri çağırılması, bu sürecin ciddiyetle planlanmaması, kiralık konut talebinin patlamasına neden oldu. Aynı dönemde faizlerin düşük tutulması, gayrimenkul fiyatlarını şişirdi. Kiralar böylece büyük bir krize dönüştü. Tüm bunlar olurken, üniversite öğrencilerinin barınabilmesi için yeterli yatırım da yapılmadı. Peki artan talebin yarattığı sorun nasıl çözüldü?

Yeni yurt yaparak değil, yurt kapasitesini artırarak… Son 5 yılda yurt sayısında neredeyse artış yok ama yatak kapasitesi artıyor. 2017’deki yurt sayısı 790, 2022’deki yurt sayısı 800. Neredeyse aynı ama yatak kapasitesi artıyor. Yurtlarda 2 kişilik odalara birer ranza atılıyor, böylece kapasite 2 katına çıkarılmış oluyor. Sayılarla da böyle oynanıyor. Boğaziçi Üniversitesi’nde 3 katlı ranzalar bile var. Kapasitenin bu kadar zorlandığı bir ortamda, kalitenin düşmesi kaçınılmaz değil mi? 300 kişiye yemek yapma kabiliyetine sahip bir tesiste 600 kişilik yemek çıkabilir mi? Asansörler bozulmaz mı? Sabun bitmez mi? Hijyen standardı korunabilir mi?

Plansızlığın acısını öğrenciler yaşıyor.

(Ozan Gündoğdu-BİRGÜN)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder