1 Aralık 2023 Cuma

Bir kayyım dekan! - Rıfat Okçabol / soL

Üniversitelerde kayyım rektör/dekan/akademisyen olmayı içine sindirenler oldukça, üniversitelerin ‘üniversiteleşmesi’ mümkün olmayacak!

Yaklaşık 1,5 yıldır kayyım dekanlık yapan bir akademisyen, (büyük olasılıkla yoksul ya da dar gelirli bir aile çocuğu olarak) teknik lisede okumuş. 1985’te Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Bölümü’nden mezun olmuş. Milli eğitim bakanlığından aldığı bursla, ABD’nin sayılı üniversitelerinden Columbia Üniversitesi’nde master ve doktora yapmış. 1992’de yurda dönüp İstanbul Üniversitesi’nde göreve başlamış.

Nitelikli eğitimden geçen bu akademisyen nedense, Türkiye Diyanet Vakfı’nın 1996’da yayınlatıp 15. Milli Eğitim Şurası üyelerine bedava dağıttığı ‘Türk Eğitim Sistemi: Alternatif Perspektif ‘adlı kitabın 7 yazarından biri olmuş. Aşağıdaki alıntılardan anlaşılacağına göre, bu kitap, laik, bilimsel ve kamusal eğitim karşıtı, piyasacı ve gerici içerikte olan bir kitaptır:

  • Devlet, dini devlet hayatından sosyal bünyeden çekmek kararında olduğu için, klasik eğitim kurumları olan sübyan mekteplerini, medreseleri ve halk eğitimi açısından geçmişte büyük işlev görmüş olan tekkeleri kapatıp ülkedeki tüm bilim ve öğretim kurumlarını Maarif vekaletine bağladı (s.24).
  • Bilhassa Cumhuriyetin ilk döneminde eğitim kurumlarına hakim kılınan bu tarih anlayışı, milli şahsiyet ve kimliğin gelişmesinde göz ardı edilemeyecek zihni travmalara sebep olmuş bulunuyor (s.40).
  • Esasen bu üç kanunun (Öğretim Birliği, Evkaf ve Şeriye Vekaletinin kapatılması ve Hilafetin kaldırılması) kabulüyle seçilen yeni eğitim felsefesinde “dini terbiye ve dini ahlakın terkiyle milli terbiye ve milli ahlakın kabulü” gibi son derece önemli bir prensip itibar bulmuştu. Tedrisatın tevhid edilmesi ise eğitimde çok başlılığın önlenmesinden ziyade temel eğitim felsefesinin tekçi ve standart hale getirilmesi amacına yönelmişti (s.47).
  • Başlangıçta anlamlı olan unsurlar basmakalıp hale gelip içini boşaltırlar: bugün ne anlama geldiği üzerinde hiç düşünülmeden tekrarlanan “çağdaş uygarlık düzeyi”, “Atatürk İlkeleri”, “Cumhuriyet” gibi sembolik ifadeler bu duruma örnek gösterilebilir (s.112).
  • Anayasal açıdan, Kuran kurslarının zorunlu eğitime dahil edilmemesi demek, fiilen din eğitimi hakkının ortadan kaldırılması anlamına gelecektir (s. 150).
  • İmam Hatip’e karşı çıkanlar ise şunu demektedir. Şayet bu çocuk İmam Hatip Lisesine değil normal liseye gitse, ben onu ailesinden aldığı dini terbiyeden uzaklaştırabilirim. Bu laiklik değil resmen, dinsizliktir (s.161).
  • Özel okulların yaygınlaşması ile bölge düzeyindeki gelişmelere ve ihtiyaçlara cevap verecek yeni tip okullar meydana gelebilir. Özel okullar daha fazla akademik serbestliğe sahip olurlar. Ayrıca, özel okul programları daha çok, öğrencilerin ihtiyacını karşılamaya yönelik olacaktır (s.270).

Bu akademisyen doçentlik yıllarında, genelde laik ve bilimsel eğitime önem veren Özel Okullar Derneğinin düzenlediği eğitim sempozyumlarının sekreterliğini yürütmüş. Liberal dergi ve gazetelerde yazıları yayınlanmış. Bu akademisyen, yazılarının beğenilmesi ya da ‘Türk Eğitim Sistemi: Alternatif Perspektif ‘adlı kitabın yazarlarından olması nedeniyle, Fetö’ye yakın olduğu bilinen Hüseyin Çelik tarafından 2006’da Talim ve Terbiye Kurulu (TTK) başkanlığına getirilmiş. Onun TTK başkanlığı zamanında;

  • “Öğrencilerin dershaneye gitmesini önleyeceğiz” söylemiyle Ortaöğretime Geçişi Sınavı yerine, Seviye Belirleme Sınavı (SBS) getirilmiştir. Danıştay SBS’de yer alan ve nesnel bir ölçüt olmayan ‘davranış notunu’ iptal etmiştir.
  • SBS’de, din kültürü ve ahlak bilgisi (DKAB) dersinden soru sorulmasına başlanıp farklı inançta olanlar Sünni bilgiler edinmek zorunda bırakılmıştır.
  • SBS’de yabancı dil dersinden de soru sorulmasına başlanarak, yoksul oldukları için nitelikli okullarda okuyamayıp yeterince yabancı dil öğrenemeyenlerin öğrenimlerine devam etme şansı azaltılmıştır.
  • SBS’de DKAB ile yabancı dilden soru sorulması, önceki yıllardan çok daha fazla öğrencinin dershaneye gitmesine yol açmıştır.

Bu akademisyen, kendisinden beklenenleri yerine getirince de, 2008’de TTK başkanlığı görevinden ayrılmak zorunda kalmış. Bu akademisyen, ülkenin görüp göreceği en gerici eğitim yasası olan 4+4+4 yasasını beğendiğini de açıklamış: 27 Haziran 2012 günü yandaş bir dergide yazdığı yazıda, “Sekiz yıllık ilköğretimi iki kademeye ayırıp İlkokulların ve ortaokulların yeniden açılmasını sağlayan kanuni düzenlemeyi (4+4+4) çok yerinde bulmuştuk. Gerçekten de 1924 yılında kurulan ama 1997 yılında geçen zorunlu eğitim yasasıyla bozulan okul sistemi bu yeni düzenlemeyle restore edildi adeta1 diyebilmiş.

Bu arada, ‘Çağdaş Eğitim Sistemleri’, ‘Öğrenmek Gelişmek Özgürleşmek’ ve ‘Eğitimde Değişim Yöntemleri’ gibi kitaplar yazmış ve bir derginin 2014 yılında düzenlediği organizasyonda ‘Yılın Eğitimci Akademisyeni’ seçilmiş. Ancak bu akademisyen, AKP iktidarının taşeronluğunu bir kez daha kabullenmiştir. Boğaziçi Üniversitesi’nin (BÜ) öğrenci, personel ve akademisyenleriyle 2021’den beri kayyım rektöre ve bu rektörle işbirliği yapanlara direndiğini bile bile, BÜ’nün eğitim fakültesine kayyım dekan olarak atanmayı içine sindirebilmiştir!

‘Öğrenmek Gelişmek Özgürleşmek’ başlıklı bir kitap yazmış bir kişinin, özgürlük karşıtı olduğunu gösterip kayyımlığı kabul etmesi, daha da şaşırtıcı oluyor. Çünkü kayyımlığı kabul etmesi, akademisyenlerin özgür olup kendi yöneticilerini seçmesine karşı olduğunu, bir kişinin tüm üniversitelere rektör atamasını ve 21 kişilik YÖK’ün de tüm fakültelere dekan atamasını benimsediğini gösteriyor. BÜ Eğitim Fakültesi akademisyenleri, ilgili toplantılarda bu kayyım dekanın yüzüne karşı, kendisini istemediklerini söyleseler de, o işi pişkinliğe vurup aldırmıyor!

Kayyım dekan, 18 Ağustos 2022 günü BÜ’nün web sayfasında da yayınlanan bir röportajda, “Boğaziçi Üniversitesi’nin ‘Türkiye’de bir üniversite’ olmanın ötesinde ‘Türkiye’nin bir üniversitesi’ olması için atılacak önemli adımlar vardır” diyebiliyor! BÜ Eğitim Fakültesi bölümlerinin düzenlediği ‘Öğretmenler Günü’ne bile çağrılmayan kayyım dekana sormak gerekiyor! BÜ’yü Türkiye’nin bir üniversitesi yapmak için,

  • Anadolu Üniversitesi’nde olduğu gibi, müftülüğe kız öğrenciler için fıkıh dersi mi verdireceksiniz?
  • Bazı öğrenci yurtlarında olduğu gibi, BÜ yurdunda da hadis, Osmanlıca dersleri, mi açacaksınız?
  • Gerici kuruluşlarla ve /ya da tarikatlarla işbirliği mi yapacaksınız?
  • Karma eğitime son mu vereceksiniz?
  • İstanbul Üniversitesine yaptığınız gibi, imamlar, hafızlar ya da meleler2 için ‘manevi rehberlik’ sertifika programı mı açacaksınız?

Bu kayyım dekan,

  • BÜ Eğitim Fakültesi bölümlerinin akademik olarak yeterli bulmayıp karşı çıktığı akademisyen adaylarının bölümlere atanmasını sağlamıştır. Bu usulsüz atamaların iptali için davalar açılsa da, kayyım dekan bu tür atamalara devam etmektedir. Hatta BÜ’nün geleneksel atama yöntemine aldırmadan, kendisinin hiç istenmediği BÜ Eğitim Bilimleri Bölümüne profesör olarak atanmasını kabullenmiştir! Böylece BÜ’nün bir geleneği daha bozulmuş, fakülteye tepeden inme doçent ve profesörler gelmiştir
  • BÜ Eğitim Fakültesi, geçmiş yıllarda, yeterinden fazla eğitim fakültesi öğrencisi olduğu, atanamamış on binlerce eğitim fakültesi mezunu bulunduğu ve formasyonla nitelikli öğretmen yetiştirilemeyeceğini açıklayan bir fakültedir. Bu nedenle, fakültede yıllardır formasyon programı açılmamıştır. Ancak bu fakültenin elemanları karşı olsalar da, kayyım dekan formasyon programını açmış ve formasyon derslerini kendi atadığı kişilere verdirmektedir.

Anlaşılan BÜ’yü Türkiye’nin bir üniversitesi yapmanın yolu, tüm akademik gelenek ve değerlerin yok edilmesinden geçiyor!

Üniversitelerde kayyım rektör/dekan/akademisyen olmayı içine sindirenler oldukça, üniversitelerin ‘üniversiteleşmesi’ mümkün olmayacak!

Rıfat Okçabol / soL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder