Değişen dünyada sosyal demokratlar niye yanıt üretemiyor (İbrahim Varlı)
Sadece Avrupa’nın değil dünyanın da en eski-köklü partilerinden olan Social Demokratische Partei yani Almanya Sosyal Demokrat Parti (SPD) geçen hafta sonu kongresini/konferansını gerçekleştirdi. Eşbaşkanlar Saskia Esken ve Lars Klingbeil'in yeniden seçildiği kongrenin sloganı “Almanya. Daha iyi, Daha adil”di.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in de katılarak Almanca bir konuşma/sunum yaptığı kongre, 1863 yılında kurulan ve 160’ıncı yılını kutlayan SPD’nin kapsamlı röntgenini çekmesi açısından önemliydi. Kongredeki tartışma başlıkları, sunumlar, alınan kararlar ve yönelimler “sosyal demokratlar”ın ne tür hastalıklardan mustarip olduklarını gösterdi.
DÜMEN KİMİN ELİNDE?
Sosyal demokratlar 26 Eylül 2021’den bu yana iktidarda olsalar da, uzunca bir süredir “kimlik” krizinde. Gerek siyaset yapma tarzı, gerekse partinin kimliği üzerinde süregiden tartışmalar alevlenmiş durumda. Parti içindeki farklı kanatların kendi aralarındaki rekabette “realist-pragmatist” kanat etkin, dümeni ortada tutmaya çalışsalar da mevcut durum itibarıyla gemi daha fazla sağa yelken kırıyor.
Angela Merkel’li dört dönemlik CDU/CSU iktidarının üç döneminde “koalisyon ortağı” olunmasının yarattığı sağ sapma, hücrelere kadar sirayet etmiş durumda. Ve haliyle Hristiyan Demokratlar’ın yerine işbaşına gelmek iyi değerlendirilemedi, haliyle işler sarpa sarmış durumda. Kamuoyu araştırmaları SPD’nin aşırı sağcı AfD’ye geçildiğini, partinin oy oranlarının yüzde 14’lere kadar gerilediğini gösteriyor.
Düşen oylar, koalisyon içindeki çatlaklar, savaş eleştirileri, bütçe açığı, kriz varken sanki bunların hiçbiri yokmuşçasına kongrede yapılan “umutlu” konuşmalar, birbirlerine sıralanan “övgüler” dikkat çekti. Kimi yayın organları “Olağan kurultayda sosyal demokratlar biraz 'moral' buldu” dese de kimilerine göre, sosyal demokratlar “tehlikeli” bir yanılsama içerisinde.
TEHLİKELİ YANILSAMA!
“SPD şansölyesini kutluyor, şansölye partisini övüyor ve birlikte tehlikeli bir yanılsamaya kapılıyorlar…”
Der Spiegel’dan Marina Kormbaki, “Sosyal Demokratlar kendilerine karşı dürüst değiller” başlıklı analizinde yukarıdaki ifadeleri kullanıyor.
Üç gün süren SPD federal parti konferansına göre SPD'de her şey yolunda. Berlin'de kendisiyle barışık bir parti imajı çizildi. Şansölye Scholz, belki de yeni bir seçime gidilmesini gerektirecek “borç krizi” ve diğer sorunlara rağmen oldukça iyimser konuştu. Bir saate yakın konuşması salondaki 600 delege tarafından beş dakika ayakta alkışlanarak karşılandı.
DIŞARIDA YANGIN VAR, BURADA HER ŞEY GÜLLÜK GÜLİSTANLIK
Kormbaki, bunun kuşkulu ve aldatıcı bir durum olduğunu söylüyor. Çünkü partinin gerçek durumuyla keskin bir tezat oluşturuyor. Pek çok alanda işler yolunda gitmiyor.
Sadece Spiegel yazarı değil partinin gençlik kanadı da benzer görüşte. Partinin gençlik örgütü Genç Sosyalistler'in (Jusos) Başkanı Philip Türmer’in “Dışarıda yangın var, siz burada güllük gülistanlık bir dünyadan söz ediyorsunuz” diyerek Scholz'a itiraz etmesi dikkate değer. Almanya gibi bir ülkede yoksulluğun arttığını, insanların gıda yardımı veren Tafel'lardan geçindiğini söyleyen Türmer, sosyal adaleti sağlayacak bir politika yürütmesini isterken önemli bir yere vurgu yapıyor.
HİÇBİR ŞEY YOLUNDA GİTMİYOR
Kormbaki’ye göre de SPD'de hiçbir şey yolunda gitmiyor. ARD Deutschlandtrend'in son anketine göre oy oranı yüzde 14 ve başbakanın itibarı da rekor düzeyde düşük. “Trafik lambası” koalisyonuna güvensizlik hâkim ve dağılması artık ihtimal dışı bir senaryo değil. Üstelik önlerinde büyük bir bütçe açığı da var. Dahası, Sosyal Demokratlar önümüzdeki yıl yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimlerinde büyük bir hezimetle karşı karşıya. Sosyal Demokrat Parti (SPD) son aylarda iyice derinleşen krizden çıkmanın yollarını arıyor.
Alman sosyal demokratlar krizden çıkabilecek mi? Kongrede alınan kararlara ve yapılan tartışmalara bakılacak olunursa oldukça zor görünüyor. Üstelik kriz bugüne de özgü değil. Krizin kökeni Gerhard Schröder'in mimarı olduğu “Reform Agenda 2010”e kadar gider.
Neoliberal ekonomik politikalar SPD’ye iktidar kaybettirdiği gibi, sermayenin sözcülüğüne de itti. Bu reform uzunca yıllar protesto edildi. Almanlar her pazartesi “Agenda 2010 eylemleri” düzenledi. Sosyal devleti budayan, ülkeyi neoliberal zihniyete teslim eden “reform” tarifsiz bir hasara neden oldu.
İKİNCİ ENTERNASYONAL’İN İZİNDE
Sağa sapan, kimliğinden uzaklaşan, ilkeli bir politika sürdüremeyen “sosyal demokratlar” geçmiş hatalarından dersler çıkarmadıkları gibi, yeni hatalara da imza atmayı sürdürüyorlar.
Savaş politikaları/militarizm: Bunların en önemlisi savaş politikası. Alman sosyal demokratlar “atalarının” izinden giderek bir kez daha tarihi bir yanlışa ortak oldular. Birinci Paylaşım Savaşı’na destek sunan dönemin sosyal demokratları gibi, bugün de benzer şekilde bir başka savaşa destek verdiler. ABD’nin peşine takılarak Ukrayna savaşında cepheye koştular. Kongrede kabul edilen “Geçiş Sürecindeki Dünyaya Sosyal Demokrat Yanıtlar” başlıklı pozisyon belgesi ile savaş politikaları kutsandı. Scholz, kongrede de kimse kalmasa dahi Ukrayna’nın yanında yer alacaklarını ilan etti. 2021 seçim programında yer alan Avrupa'da barışın “Rusya'ya karşı değil, ancak Rusya ile birlikte” sağlanabileceği çizgisi terk edildi. Bu tespitin “bir hata” olduğu ileri sürülerek “U dönüşü” yapıldı, “Avrupa'nın güvenliği için Rusya'nın dizginlenmesi” çizgisine gelindi.
Neoliberal politikalar: Özel, Scholz ile görüşmesinde, “Milyonlarca insanı en temel haklarından yoksun bırakan neoliberal anlayışın yerine sosyal demokrat bir ekonomik düzen inşa etmeliyiz” dese de bu inşayı gerçekleştirebilecek bir iradenin olmadığı ortada. SPD, neoliberal politikaların sürdürücüsü, sermayenin “sadık” bir dostu. Böyle olunca da bir diğer hayal kırıklığı da SPD'nin adil toplum ve adil gelir dağılımı politikasında başarısız kalması nedeniyle yaşanıyor.
Hegemonya sevdası: Partinin yeniden silahlanma ve askeri güce odaklanması da alınan kararlardan birisiydi. Scholz, eş başkanlar ve diğerleri yaptıkları konuşmalarda bu çizgiyi teyit ettiler. Partinin Almanya'nın dünyada öncü bir rol oynamasını savunduğu ve askeri operasyonları barış politikasının bir aracı olarak kullandığı açıkça sunuldu. Scholz, Almanya'nın Rusya'ya karşı mücadelesinde Ukrayna'yı gerekirse yıllarca desteklemeye devam edeceğini belirtti. Hatta Almanya'nın “diğerleri zayıflarsa” daha da fazlasını yapmaya hazır olacağını vurguladı.
Egemen dış politika: ABD'nin Rusya politikasına boyun eğildi, savaşa müdahil olundu. Washington'ın tüm silahsızlanma ve silah kontrolü anlaşmalarını iptal etmesi ve NATO'nun nükleer ilk vuruş doktrinine başvurması desteklendi.
Kabul edilen belgede ayrıca “egemen bir Avrupa’nın” yeni döneme verilecek en önemli siyasi yanıt olduğu belirtildi. AB'nin savunma politikası ve silah endüstrisindeki “verimsiz ve etkisiz bölünmüşlüğün” üstesinden gelinmesi gerektiği kaydedildi.
Göç yaklaşımı: Koalisyon, sınır dışı edilmeleri sıkılaştırmak ve yardımları kesmek istiyor. Partinin Geri Dönüş İyileştirme Yasası, sığınma politikasındaki sağa kaymanın işareti. İltica politikası konusunda parti içinden açık bir muhalefet var. Partinin sol kanadı ve gençlik örgütü, başvurusu reddedilen ilticacıların sınır dışı edilmesine itirazlarını sürdürüyor.
SAĞ DEĞİL, SOL SAPMA
Berlin’deki konferansta SPD, sosyal demokrat özünü arasa da pek de başarılı olduğu söylenemez. Kendisine yabancılaşan, sokakla bağı kopan, militarizmin bayraktarlığını yapan Alman sosyal demokratlarının mevcut akılla öze dönüş yapmaları zor görünüyor.
Özel, tüm dünyanın bir “dönüm noktasında” olduğunu “21. yüzyılı barışın, sosyal adaletin, demokrasinin, eşitliğin yüzyılı yapmak biz sosyal demokratların görevi” dese de bu görevin mevcut “sosyal demokratlarca” gerçekleştirilmesi uzak bir ihtimal. Sadece Alman değil Avrupa ve dünyadaki sosyal demokrat partilerin yaşadığı savrulmalar göz önüne getirildiğinde bu “görevin” yerine getirilme şansı yok. Sosyal demokratların aslına rücu ederek, sola sapmalarından başka çıkar yolu da yok.
/././
Yabancı geliyor, borsadan kaçın (Ozan Gündoğdu)
Bundan sadece 4 yıl kadar önce, Berat Albayrak’ın ekonomi yönetiminde, düşük faiz ikliminde, TL kredileriyle döviz talep edilmeye başlanmış, artan döviz talebi, Merkez Bankası rezervlerinden karşılanmaya çalışılmıştı. Faizler düştükçe, Londra’da TL pozisyonu olan fonlar, TL cinsinden borçlanıyor, döviz alıyordu. Merkez Bankası da Londra’ya TL kredi veriyor, böylece kendi kurşununu kendisine sıkması için dağıtmış oluyordu. Bu tezgâh Londra simsarlarına kolay paranın adresi gibi görünüyordu. Ama her şey, Ağustos 2020’de değişecekti.
4 Ağustos 2020’de TCMB, Londra swap kanalını kapadı. Bu sayede TL satmak ve böylece TL karşılığında döviz almak da imkânsız hale gelmişti. “Londra’ya TL vermeyelim, onlar da TL ile döviz alamasınlar” şeklinde özetlenebilecek bu fikir, döviz kurlarındaki baskıyı azalttı, bu haliyle amacına ulaştı ama TL’ye ihtiyacı olanlar ne yapacaktı? TL cinsinden borçlarının vadesi gelen fonlar, TL’ye erişemeyince, Borsa İstanbul’daki hisselerini satarak TL elde etmeye çalıştı. Ağustos 2020’den itibaren yabancıların Borsa’daki payı giderek azaldı. Yabancı yatırımcı Borsa’dan kaçmamıştı, deyim yerindeyse kovulmuşlardı.
YABANCI GİDİNCE BORSA COŞTU
Fakat ilginç olan da şuydu; yabancının Borsa İstanbul’dan çıkması, borsaya adeta can vermişti. Londra swap piyasasının kapatılıp Borsa’daki yabancının adeta kovulduğu Ağustos 2020’den itibaren, Borsa’ya can geldi. Halbuki tam tersi beklenirdi, yabancı çekildiğinde borsa çökerdi. Ama öyle olmadı. Dönemin ekonomi yönetiminin ilacı bireysel yatırımcılardı. Eğer kaçan birkaç yabancı fonun yerine milyonlarca bireysel yatırımcı gelirse açık kapabilirdi. Fakat sorun şuydu; 30 küsür yıldır Borsa’ya ilgi göstermeyen vatandaş ne olacaktı da Borsa’ya girecekti? Onun da cevabı halka arzlardaydı. SPK, halka arz şartlarını hafifletecek, borsaya açılmak istenen şirketlere kolaylık tanınacaktı. Böylece 2020’de 8 şirket halka arz edilirken, bu sayı 2021’de 52’ye, 2022’de 40’a, 2023’te 49’a yükseldi. Bu şekilde, 2020’de 2 milyon olmayan bireysel yatırımcı sayısı, 2023’te 8,5 milyona dayanacaktı. Aradaki nedenselliği anlamak zor olabilir ama “Halka arz edilen şirket sayısı artınca, bireysel yatırımcı sayısı nasıl artıyor” sorusunun cevabı, bugünü anlamamızı kolaylaştıracak.
NE KADAR HALKA ARZ O KADAR RANT
Bir örnek olarak E-Bebek’i ele alalım. Şirket, yüzde 24,84’ünü halka arz etmeye niyetlenmiş, bu payının 1,86 milyar TL’ye karşılık geldiğini hesaplatmış, SPK’ye onaylatmış. 1,86 milyar TL’lik E-Bebek hisseleri 40 milyon lota bölünmüş. Lot başına 46,5 TL düşüyor. 29 Ağustos-1 Eylül arasında talep toplanıyor ve 2 milyon kişi E-Bebek hissesi almak istiyor. Eşit dağıtım yöntemiyle, herkese 20 lot düşer. Lot fiyatı 46,5 TL ise,20 lot için 930 TL vermelisiniz. 30 lot alamazsınız, zira eşit dağıtım söz konusu. Bu aşamada, henüz hisse tezgâhta değil, alınıp satılamıyor. Bu hisselere verebileceğiniz para en fazla 930 TL. Bu parayı da gençler harçlık çıkarmak için yatırıyor. Borsa’daki 8,5 milyon yatırımcının 5 milyonu 10 bin TL’den daha az paraya sahip.
930 TL vererek 20 lot E-Bebek hissesini 1 Eylül’de aldınız. Hissenizin BİST’teki ilk işlem tarihi olan 7 Eylül’ü bekliyorsunuz. İşlem başladığı anda zaten lot fiyatı 51,5 TL’den açılıyor. Daha açılışta lot başına 5 TL kârdasınız. 7 Eylül’de 51,5 TL olan lot fiyatı, 1 hafta sonra 14 Eylül’de 82,25 TL’ye kadar çıkıyor. Sizin 930 TL de, bu sayede 1645 TL’ye yükseliyor. Tabii doğru yerde satarsanız…
İşte bu 800–900 TL’lik kazanç beklentisiyle milyonlar borsaya akın etti. Fakat bu akın, tezgâhın görünen yüzüydü. Halka arz edilen şirketlerin çoğu, toplamda 5-10 milyon dolarlık değerlemelere sahipti. Bu kadar küçük şirketlerin hisselerini toplamak, bu hisseler üzerinde manipülasyon yapmak da bir o kadar kolay olacaktı. Üstelik, bu manipülasyonlara engel olacak yabancı sermaye de yoktu. Kapılar tutulmuş, bireysel yatırımcılar çağırılmış, “yerli ve milli” bir ziyafet başlamıştı.
YERLİ VE MİLLİ ZİYAFET
2021’in başından, 2023’ün aralık ayına dek, 141 şirket halka arz edildi. Bu halka arzlarda, hisse tezgâha düştükten 1-2 gün içinde hisseleri toplayıp, tahtayı ele geçiren yatırım fonları Borsa’ya tümüyle hâkim hale gelmişti. Bu sayede, halka arzlarla bazı yatırım fonları fahiş kârlar elde etti. Yıllık getiri oranları yüzde 2000’in üzerine çıkan fonlar oluşmaya başlamıştı. (En yüksek getirili fonlar için aşağıdaki tabloya bakılabilir)
Tezgâh çok basit işliyordu. Basitleştirerek adım adım gidelim.
1- Hissenin başlangıç fiyatını mümkün olduğunca ucuz belirle.
2- Hisseleri, 700–800 liralık kâr beklentisi olan garip gurebaya dağıt.
3- Hissenin işleme başladığı gün bu garip gurebadan hisseleri topla.
4- Tahtanın kontrolünü ele geçir.
Böylece halka arz edilen bir şirketin hisselerinin yüzde 70-80’i, 4-5 gün içinde birkaç fonun eline geçiyor, bu fonlar arzu ettikleri fiyatlamayı yapabiliyordu. Küçük yatırımcılar da bu fonların peşine düşüyor, paralarını katlamaya uğraşıyordu.
Misal, Dap Gayrimenkul Geliştirme A.Ş… 15-18 Şubat 2022 arasında talep toplanmış, lotlar 18,5 TL’ye dağıtılmış. 24 Şubat 2022’te hisse işlem görmeye başlamış. Yaklaşık 20 milyon dolara hisselerin tümünü alabiliyorsunuz. Dolayısıyla 2-3 yatırım fonu, tahtayı kontrol edebiliyor. İnişli çıkışlı 1 yılın ardından, mayıs ayında hisseyi şişirmeye başlıyorsunuz. 15 Mayıs 2023’te hisse fiyatı 19,1 TL. 6 ay sonra, 15 Kasım’da hisse fiyatı 86,8 TL. 6 ayda yüzde 384 kar. SPK dahil kimse ne oluyor diye sormuyor? Aylık yüzde 50’nin üzerinde getiri. Peki 15 Kasım’da 86,8 TL olan hisse fiyatı 15 Aralık’ta ne kadar? Cevap; 27 TL. 1 ay önce 100 bin TL tutarında DAPGM hissesi alan birinin bugünkü parası 33 bin TL.
BORSA YABANCI GELİYOR DİYE DÜŞÜYOR
Son 1 aydır, borsaya yabancı girişi yeniden başladı. 4 yıl önce yabancı giderken yükselen borsa, şimdi yabancı gelince düşüyor. Kimileri ‘Yabancı gelsin diye borsayı düşürdüler’ dese de aslında olan yabancı geldiği için borsanın düşmesidir. Zira yabancı sermaye, manipülasyonun bu kadar aleni döndüğü hisselere girmiyor. Tezgâhı kuranlar, ziyafeti çekti, hesabı da küçük yatırımcıya kesip masadan kalktı. Mayıs’tan Kasım’a kadar yüzde 200-300 değer kazanan hisseler, yabancı gelince, birkaç haftada yüzde 50’den fazla kaybetti. Enflasyonla kendi çapında mücadele etmek için borsaya giren milyonları artık zor günler bekliyor.
/././
Cumhuriyet’in Mizahı (Vecdi Sayar)
Mizah içermeyen bir sanat dalı düşünebilir misiniz? Tiyatrodan sinemaya, edebiyattan görsel sanatlara tüm alanlar mizahın gücünden yararlanmıştır. Toplumumuzda mizahın kökenleri çok eskilere gider. Dede Korkut masallarından Nasreddin Hoca fıkralarına, Karagöz’den Ortaoyunu’na her dönemde mizah baş tacı edilmiştir. Yüzbinlere ulaşan tirajları ile mizah dergilerimiz, gişe rekoru kıran filmlerimiz okurun ve izleyicinin mizahçılara ve mizah ürünlerine verdiği değerin kanıtı değil de nedir? Okurların, izleyicilerin gözdesi olan mizahçıları baş tacı etmeyenler de olmuştur elbet; tarihimizin farklı dönemlerinde mizahçıları baskılarla, yasaklarla, hapislerle sindirmek isteyen politikacılardan ve bürokratlardan söz ediyorum. İşte onlara karşı dik durabilen ve gülümseyen mizahçıları anmak boynumuzun borcu. Başlangıcından bu yana İzmir Uluslararası Mizah Festivalinde bunu yapmaya çalışıyoruz.
İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin düzenlediği festivalde ‘Aziz Nesin Mizah Ödülleri” vermemiz bu büyük ustaya saygımızın sonucu. Dünyanın dört bir yanında kazandığı ödüllerle ülkemizin gurur kaynağı, mizah yapmak isteyen tüm sanatçılara ilham kaynağı olan Aziz Nesin’in Rıfat Ilgaz, Mim Uykusuz, Sabahattin Ali gibi ustalarla giriştiği Markopaşa serüveni mizahın bir başkaldırı, bir direniş olduğunu gösteren en güzel örneklerden biridir. Ne yazık ki son yıllarda bu geleneğin izinden giden mizahçıların sayısı azaldı. Siyasetin baskılarına boyun eğen mizahçılar suya sabuna dokunmayan işlerle para kazanma derdine düştü.
Ustalar ve gençler
İstisnalar yok mu peki; elbette var. İşte bu festival onların festivali… 7 yıl içinde kimler gelip geçmedi ki İzmir Mizah Festivali’nden; Müjdat Gezen’den Ali Poyrazoğlu’na, Köksal Engür’den Mehmet Esen’e, Yüksel Aksu’dan Reis Çelik’e, Ahmet Gülhan’dan Müfit Can Saçıntı’ya, AST oyuncularından Metin Uca’ya, Umur Bugay’dan Aydın Engin’e nice mizahçı; Turhan Selçuk (Abdülcanbaz), Tonguç, Tan Oral, sergileri… Bu yıl, Arnavut-İtalyan çizer Agim Sulaj, Niyazi Yoltaş ve 17 genç karikatürcü ‘İnsan Hakları’ temasını işleyen karikatürleriyle katıldılar festivale. Eflatun Nuri ustayı anmayı ihmal etmedik, tıpkı geçen yıllarda Aziz Nesin’i, Muzaffer İzgü’yü, Haldun Taner’i, Şair Eşref’i, Rıfat Ilgaz’ı, Ferhan Şensoy’u, Levent Kırca’yı, Turgay Yıldız’ı, Kemal Sunal’ı, Cemal Nadir’i, Oğuz Aral’ı, Charlie Chaplin’i, Ernst Lubitch’i, Peter Bacso’yu unutmadığımız gibi.
Ülkemiz sanatının yanı sıra, dünyanın farklı köşelerinden mizah ürünlerine de yer veren İzmir Mizah Festivali’nde bu yıl ‘Oyun İşleri’ tiyatrosunun kurucusu Şükrü Veysel Alankaya’dan dünya edebiyatının ustalarından Gogol’ün “Palto”sunu izledik. Sesini ve bedenini kullanmaktaki yeteneği kadar uyarlama ve sahnelemedeki başarısı ile övgüyü hak eden genç tiyatrocuyu ayakta alkışladı sanatseverler. Gogol’ün, yoksulluk ve bürokrasi eleştirisi içeren, mizahi dokunuşlarla trajik bir öykü anlatan “Palto”su gibi acıları anlatırken mizaha başvuran bir başka yapıt da bu akşam izleyeceğimiz İtalyan kökenli Fransız yönetmen Alain Ughetto’nin, kendi ailesini, kendi köyünün öyküsünü anlattığı “Köpekler ve İtalyanlar Giremez” adlı animasyon filmi. Yoksulluk, savaş ve ayrımcılık temalarını işleyen, ‘İnsan Hakları’ temalı festivalimize çok yakışan bu filmi kaçırmamanızı öneririm.
Mizah bir tür mü?
Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yılını kutladığımız 7. Festivalin ana temalarından biri de ‘Cumhuriyet’in Mizahı’ idi. Festivalin panellerinin önemli bir bölümü bu tema çerçevesinde gerçekleşti. İzmir Büyükşehir Belediyesi Yayınları iki kitap yayınlandı bu tema çerçevesinde. Dr. Efdal Sevinçli’nin ‘İzmirli Karikatürler 1908-1928’ Sergi kataloğu ve “Cumhuriyet’in Mizahı -1”. Değerli eleştirmen Ömer Türkeş Cumhuriyet edebiyatını, Dr. Yasin Kayış dönemin mizah dergilerini, mizah tarihçisi Turgut Çeviker Cumhuriyetin karikatürcülerini, Prof. Oğuz Makal sinemamızın mizah anlayışını ele alan makaleleri ile kitaba katkıda bulundular.
Ömer Türkeş’in yazısında temas ettiği önemli bir nokta, mizahın ayrı bir edebi tür olmadığıydı. Kariyerlerinde mizah kitapları da olan önemli yazarlarımızdan örnekler veren Türkeş, edebiyat ile mizahın ayrı türler olarak ele alınmasının yanlışlığını anlatırken, “Mizah hikâyesi apayrı bir kökten türemiştir ve gelişmesi basının koşullarına bağlıdır” diyen Ferit Öngören’den farklı düşündüğünü ve “mizahı eğlendirici bir vakit geçirme işleviyle sınırlandırmadan ele almak niyetinde olduğunu” vurguluyor. Türkeş, ‘mizah yazarı’ olarak tanınan Yusuf Ziya Ortaç’ın romanlarında mizahın araçlarından yararlanmadığını, taşlama ve yergi yazılarıyla Osmanlı dönemi mizahına damgasını vurmuş Refik Halit Karay’ın ise edebi eserlerinde mizaha az ya da dolaylı olarak yer verdiğini, Memduh Şevket Esendal, Reşat Nuri Güntekin, Orhan Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar, Melih Cevdet Anday, Necati Cumalı, Haldun Taner gibi ustaların eserlerinde ince bir mizahın, ironinin ve durum komedisinin varlığını anlatıyor.
Dr. Yasin Kayış, Osmanlı’dan günümüze süreli mizah dergilerinin serüvenini ele aldığı yazısında, renkli bir mizah yayıncılığına sahip olan Cumhuriyet’in ilk yıllarının önemli mizah yayınları arasında Zümrüdüanka, Kelebek, Papağan, Yeni Kalem, Cem, Karagöz, Akbaba, Yeni Köroğlu, Karikatür’ün yer aldığını, siyasi karikatürlerin ön planda olduğunu vurguluyor. 1940’larda Şaka ve Amcabey dergileri katılıyor kervana.
Çok partili yaşam ve sansür
Tek partili dönemde siyasi iktidar çizgisi ile çatışmayan, hatta zaman zaman devlet desteği alan karikatür dergilerinde 1946 sonrası çok partili dönemde muhalif tavırların öne çıkması kaçınılmazdır. Markopaşa ile başlayan yasaklar günümüze dek sürer. Yasin Kayış, 1922-1977 yılları arasında yayını sürdüren Akbaba’nın uzun ömrünü, Yusuf Ziya Ortaç’ın iktidarlarla kurduğu ‘gayri ahlaki’ ilişkilere bağlayarak, ‘Düşündüğünü söyleyen, ilkeli davranan basın mensuplarıyla yayınların karşılaştığı yaptırımlar ve ödenen bedeller ise sayısız örnekle Türkiye’nin basın tarihinde yer almıştır” der.
Yazısız karikatürün öncüsü 50 kuşağının en önemli dergisi Dolmuş’taki siyasi karikatürlerin iktidar kanadında rahatsızlık yarattığını, dergiye karşı soruşturmalar ve davalar açıldığını, toplatma kararları verildiğini söyleyen yazar, 60’lı yılları “mizah yayıncılığının en kısır dönemi” olarak nitelendirerek, “Darbe sonrası özellikle basında ve muhalif camiada kısa süreliğine de olsa II. Meşrutiyet dönemindeki ‘Hürriyet’in İlanı’ havası hâkim olmuştur” dedikten sonra, genel seçimlerde seçmenin DP çizgisindeki partilere yönelmesinin mizahçıları bunalıma sürüklediğini, topluma yeni bir şey söylemekte zaafa uğrattığını söylüyor. Kayış’ın araştırması, 70’lere damgasını vuran ‘Gırgır Olayı’ndan ‘Gırgır Takımadalarına ve Leman’a, oradan 21. Yüzyılın ana akım ve ana akım dışı yayınlarına uzanıyor.
Cumhuriyet döneminde karikatür sanatımızın serüvenini ana hatlarıyla ele alan Turgut Çeviker, “Karikatürcülerin Abdülhamid ve Menderes’ten sonra AKP döneminde de büyük zulüm gördüğünü” vurgulayarak, karikatüristleri sever gözüküp, kuyularını kazanların iktidarlardan, mizahtan - özel olarak karikatürden - hoşlanmayan AKP iktidarına uzanan süreçte karikatür dergilerinin ve mizahçıların karşılaştıkları güçlükleri anlatıyor.
Kitabın son bölümünde Prof. Dr. Oğuz Makal’ın ‘Cumhuriyetle Gelen Güldürü Sineması’ yazısı yer alıyor. Sinemamızda Batı sinemasına yakınlaşma çabalarını, geleneksel güldürünün izinde gidenleri, tiplemelerin ortaya çıkışını, Sinemamızda Arzu Film etkisini, değişen sinema ortamını ve günümüzün ‘baharatlı şekerlemeleri’ni anlatan Makal, son dönemde ‘güldürürken eleştiren/sorgulayan’ komedi filmleri olmamasının nedeninin ‘çelişki ve hayal kırıklıklarıyla yüklü’ toplumsal sistemde aranması gerektiğini vurguluyor. Sahne sanatlarında, müzikte ve görsel sanatlarda mizahı irdeleyecek ikinci cildi 8. Mizah Festivali kapsamında yayınlanacak olan ‘Cumhuriyet’in Mizahı -1’ kitabını ‘İZBB Yayınları’ndan edinebilirsiniz.
(BİRGÜN)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder