Oysa emekçi sınıfların programı; bu borcun emekçilere ait olmadığını söylüyor. Kim yediyse o ödesin!
Geçen hafta Arjantin’in bir kez daha içine yuvarlandığı mali krize çözüm bulacağını söyleyen ABD yanlısı nitelikli bir dolandırıcının devlet başkanı seçilmesine değinmiştik.
Bilmiyorum geçen haftadan bu yana Fernando Solanas’ın ünlü filmi Yağma Anıları’nı seyretme fırsatı buldunuz mu? Solanas devlete ait petrol şirketinin özelleştirmesine karşı çıktığı için bacağına yediği 6 kurşunla topallayarak ve el kamerası ile çeker bu filmi. 2001 halk ayaklanması esnasında çekilen film neden ülkenin bu hale düştüğünü sorgular ve 11 yıl geriye gidilir.
1989’da yönetime halkçı iddialarla gelen ve olağanüstü kirli bir siyasetçi olan Carlos Menem yönetiminin Arjantin’in borçlarını ödemek için her şeyi özelleştirdiği bir dönemdir. Tıpkı Türkiye’de 1990’lardan 2020’ye yaşanan sürece çok benzer. Devlete ait dev petrol ve gaz işletmeleri, fabrikalar, limanlar, havayolları, telekomünikasyon ne derseniz kâr getirip getirmediğine bakılmaksızın bedelinin çok altında satılır. Ülkenin bağımsızlığının garantisi olan her şey sermayeye devredilir. Siyasiler bu yağmadan komisyon alarak zenginleşirler.
Türkiye’de yaşanan sürece o kadar benzer ki yağma düzenini oluşturmak için helikopter kazası şeklinde suikast bile gerçekleşir. Özel televizyon kanallarının kurulması ile başlayan ahlaksızlık propagandası halkın amansız bir şekilde yoksullaşması ile gider. Sendika liderleri satın alınır, devlet fabrikalarında çalışan işçiler sokağa atılır.
Sadece kendi ülkenizin yakın tarihini incelerseniz yaşananları o ülkeye özgü sanabilirsiniz, oysa karşılaştırmalı tarih çalışması bize süreçleri soyutlama şansı verir. Emperyalist düzenin dalaverelerini, kurduğu tuzakları, ajanlarını, hainlerini ve taktiklerini daha iyi kavrarsınız.
Bu karşılaştırma hakkı verilirse kitap boyutunda olur, bu yüzden burada çok genel hatlarına değinebileceğiz.
Arjantin 1816’da İspanyollara karşı bağımsızlığını kazanır, 1853’de Anayasası kabul edilir. Yani Arjantin 19. yüzyılın başında bağımsızlığını kazanmış, burjuva demokratik devrimini gerçekleştirmiş bir ülkedir. O tarihten bu yana sömürge haline hiç gelmemiştir. Üstelik dünyadaki başlıca verimli geniş topraklara sahiptir, ülke hızla zenginleşir, 1900’lerin başında dünya ekonomisinin önde gelen ülkelerinden biri olur.
Ancak Lenin 1916’da yazdığı Kapitalizmin En Üst Aşaması: Emperyalizm kitabında Arjantin’i örnek olarak kullanır. Çünkü 1900’lerin başında dünyanın büyük bir kısmı Avrupalı devletler tarafından sömürgeleştirilmiş veya yarı-sömürge durumuna düşürülmüşlerdi. Bu ülkeler açıkça sömürge valileri tarafından yönetiliyordu. Kapitalizme dönüşse de feodal imparatorlukların fetih artığı gibiydi bu ülkeler.
Oysa Lenin emperyalizmin kaba sömürgeci mekanizmalardan başka yöntemleri kullandığını veya kullanacağını söylüyor, buna örnek olarak Arjantin’i veriyordu. İngiltere Arjantin’i sermaye ihracatı ile el altından yönetmeye başlamıştı. Kitaptan alıntı yaparsak: “Arjantin mali açıdan Londra’ya o kadar bağımlıdır ki, neredeyse bir İngiliz ticari sömürgesi olarak tanımlanması gerekir.”
Emperyalizmin en önemli taktiklerinden biri ülkeyi borç sarmalına dolamaktır. İkinci Dünya Savaşı sonrası bu zehirli para IMF ve Dünya Bankası tarafından alçakça kullanılmıştır.
Bu kısa yazıda bu ibret verici süreci anlatmak mümkün değil. Bu yüzden süreci özetleyen aşağıdaki grafiğe bakalım.
Grafik 1990’ların başından günümüze kadar Arjantin’in dış borcunu gösteriyor. Düşey eksen borcun ulusal gelire oranını veriyor. IMF’nin borç tuzakları 2001, 2018 ve 2022’de grafikte izlenebiliyor.Grafikte görüldüğü gibi emperyalizm Arjantin’i teslim almak için defalarca borç tuzağı tezgâhlamıştır. Her tuzağa yakalanış, emekçi halkın uluslararası mali sermaye tarafından soyulmasıyla gitmiş, yüksek faiz uygulaması gibi ülkeyi sağan mekanizmalar üretmiştir.
2001’de büyük halk ayaklanmasına yaslanan Kirchner yönetiminin düzen içinde kalarak borçları ödemeyi reddetmesi ve ulusal ekonomiyi kısmen emperyalizmden koruduğu dönem de grafikten izlenebilmektedir.
Arjantin’de iki farklı burjuva siyaseti gidip gelmektedir. Daha ulusalcı olan Peronistler yerli burjuvaziyi kalkındırmayı ve hatta Latin Amerika’nın ABD’den bağımsızlaşarak bütünleşmesini savunurlarken, liberaller ABD ile bütünleşmeyi, özelleştirmeleri, yüksek faiz politikasını ve sosyal kazanımların tırpanlanmasını savunmaktadırlar.
Ancak düzen değişmediği için Arjantin her seferinde tekrar tuzağa tutulmaktadır.
Bunun çok önemli bir nedeni, işçi sınıfının burjuvaziden bağımsız bir programın altında örgütlenememesidir. Arjantin işçi sınıfı ve solunun 1970 ve 80 askeri darbelerinde ezildiği ve ağır kayıplar verdiğini biliyoruz. Bu yanı da Türkiye’ye çok benziyor.
Oysa emekçi sınıfların programı; bu borcun emekçilere ait olmadığını söylüyor. Kim yediyse o ödesin! Örneğin, Türkiye’nin 476 milyar Dolar civarındaki borcu emekçi sınıfların yönetiminde ödenmeyecektir.
Arjantin’de Merkez Bankasının bağımsızlığını yitirmesini son noktaya vardıran, yani ABD’ye bağlanmasını öngören birinin devlet başkanı seçildiği söylemiştik. Bugün Türkiye’de uygulanan yüksek faiz politikası da emperyalizme ve mali sermayeye bağımlılığın bir sonucudur.
Türkiye emekçi sınıfları merkez bankasının ve tüm bankaların yönetimini eline almayı tartışmalıdır.
Halka yüklenen vergiler, enflasyon, sosyal hakların kısıtlanması adice bir emperyalist mekanizmadır. Türkiye sermaye sınıfının işbirlikçi karakterini yansıtmaktadır aynı zamanda.
Türkiye emekçi halkı sosyal hakların kısıtlanmadığı, aksine geliştiği bir programı tartışmalıdır.
Tam da bu tartışmaların sermayeden bağımsız olarak yürütülmesi gereken bir süreçten geçerken Türkiye Halk Temsilcileri Meclisi’nin kuruluşunu selamlıyoruz.
Erhan Nalçacı / soL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder