10 Ocak 2024 Çarşamba

Cumhuriyet - KÖŞEBAŞI - 10 OCAK 2024 -



 Mehmet Ağar'ı öldürmek isteyen iş insanı (Barış Pehlivan)

Silivri Cezaevi’nde avukatla görüş odasındayım. Türkiye’nin o sıradaki siyasi davalarının en meşhur sanıkları yan yana dizilmiş, avukatlarına bir şeyler anlatıyor. Camla ayrılan bölmelerdeki herkes birbirini görüyor.

Avukatım dikkatimi çekti, Mübariz Mansimov iki yanımdaydı. Gazetecilik yer ve zamana sağır, avukatlarımız aracılığıyla sorular gönderdik. Derdimiz içeri girmesinin perde arkasını Türkiye’ye duyurmaktı. Lakin ısrarlarımıza rağmen yanıtlamadı. Özgürlüğüne kavuşmadan konuşmak istemiyordu. Çıktık içeriden. Bize nasip olmayan Mansimov söyleşisini Furkan Karabay yaptı. Gazeteciliğin keyifli yanıdır, haber atlattı.

İçinde okyanusun gizli olduğu bir damla gibi, Mansimov da Türkiye’nin yakın tarihindeki çürümenin hem tanığı hem de parçasıydı. Adının birlikte anılmadığı suçlama, siyasetçi, karanlık ilişki ağı çok azdı. İşte böylesi bir insanın portresini çekmek, tüm ülkenin fotoğrafını ortaya koymak gibiydi.

Biliyorsunuz Furkan kısa süreli tutukluluğunun ardından özgürlüğüne kavuştu. Saniye bile içeride olmaması gerekirken elinden çalınan günlerinin hesabı elbette adil bir düzende sorulur.

Bununla birlikte...

Furkan’ın özgürlüğü tam da ilk göz ağrısı, “Gurban” adlı kitabının okurla buluşma günlerine denk geldi. Özgürlüğüne kavuşmasaydı, gazeteci dostları onun adına imza günü düzenleyecekti. Şimdi okuruyla bizzat yazarı buluşacak.

Kitap, Azeri iş insanı Mübariz Mansimov Gurbanoğlu’nun filmlere konu olacak hayatını anlatıyor. Sayfalarını çeviriyorum, birçok yerinde Mehmet Ağar’ın ismini görüyorum. Şaşırtıcı mı? Değil.

Mansimov ile Ağar’ın ortak noktası Haydar Aliyev ile olan yakınlıklarıydı. Keza, Aliyev’in 2003’teki cenaze töreni iki ismi bir araya getirmişti.

O günlerde, Mansimov eski MHP’li Saffet Sancaklı ile Bakû’daki bir oteldeydi. Burada kendisiyle tanışmak isteyen biri olduğunu söylediler. O kişi Mehmet Ağar’dı. İlk el sıkıştıklarında yanlarında Sancaklı ve iş insanları vardı.

İki isim yıllarca Azerbaycan devletine ait enerji şirketi SOCAR ile koordineli çalıştı. Ancak gün geldi, Mansimov kendi şirketi Palmali ile SOCAR’ın önüne geçmeye başladı, hatta dünyanın en zengin 500 insanı arasına girdi. Öyle ki onu Azerbaycan’da “ulusal kahraman” olarak görenler vardı. Deniyor ki SOCAR ve İlham Aliyev ise bu durumdan hem maddi hem de iktidar anlamında rahatsızdı. İşte bu da Mansimov’un kurduğu imparatorluğun sonunu getirdi. Marinası, oteli ve özgürlüğü elinden alındı. Kitapta anlatılanlara göre, Mansimov’un başına gelen tüm bu “belaların” arkasında Aliyev ve onun Türkiye’deki yakını Mehmet Ağar vardı.

‘ORADA OLSAYDIM ÇEKER VURURDUM’

Tam da bu süreçle ilgili daha önce bilmediğim bir detay kitapta dikkatimi çekti. O da Ağar’ın Mansimov’un eşine dediği iddia edilen bir sözdü:

“(...) Her an izlendiğinin farkındaydı Mansimov. En ufak açığında tepesine binileceğini biliyordu. 2016’dan itibaren çöküş döneminde birçok mevzu yaşadı. Onu en çok sinirlendiren olay ise ne çalışanlarının karşı cepheye geçmesi ne SOCAR ne de Lukoil ile olan davalarıydı. Mehmet Ağar’ın, eşi ile girdiği diyalog onu içten içe kemiriyordu. Ağar’ı öldürmeyi düşünüyordu. Hatta, ‘Orada olsaydım çeker vururdum onu’ diyordu. Mansimov’u bu kadar öfkelendiren olay eşinin önünün Ağar tarafından arabayla kesilmesi iddiasıydı.

Mansimov, olayı, ‘Biz Türküz, bir hanımın önünü kesmek ne demek ya. Bir de kendi evimizin önünde buraya arabanı bırakamazsın, ne yalan söyleyeyim, orada olsaydım vurup öldürürdüm onu’ diye anlatıyordu. Öte yandan yaz aylarında gerçekleşen bu hadisede Ağar’ın, Mansimov’un eşine, ‘Daha dur, başına neler gelecek onun daha’ dediği de öne sürülüyordu. Ağar ile yaşanan bu olay ise henüz FETÖ soruşturması düzenlenmeden birkaç ay öncesine aitti. (...)”

Gerçeğe ulaşmak için habercilere “Parayı takip et” diye tavsiye edilir. Furkan “Gurban” kitabında takip etti ve yazdı. Okuyunca belki mideniz bulanacak, belki ürkeceksiniz, belki de öfkeleneceksiniz. Yeter ki kanıksamayın ve unutmayın bileceklerinizi. Kirden arınmak için hafızaya ihtiyaç var.

                                                  /././

Dolandırıcılık (Öztin Akgüç)

Dolandırıcılık, genel olarak, muhatabın hiffetinden, yeğinliğinden ya da bulunduğu koşullardan yararlanarak çıkar amaçlı, aldatma, kandırma, kasıtlı dürüst olmayan eylemler olarak tanımlanır. Dolandırıcılığın unsurları, kişi, kişiler, toplum, ülke olabilir. Dolandırıcılık; bilgi eksikliğinden, bağımlılığından, hafifliğinden, muhatabın güçlü olmamasından yararlanma; çıkar amaçlı olma, bilerek, isteyerek aldatma, kandırma kasıtlı; dürüst olmayan, yazılı, sözlü, görsel, işitsel tanıtım, reklam dahil eylemlerdir.

Yalnız ülke çapında değil küresel olarak dolandırıcılık, hemen her alanda yaygınlaşmakta hatta sanat, meslek haline gelmektedir.

ABD, finansal alanda da en büyük dolandırıcı olmaktadır.

II. Dünya Savaşı sonrası dünya ekonomik düzenini yönlendirmek amacıyla savaşın sonlarına yakın 1944 yılında ABD’nin Bretton Woods kasabında 44 ülkenin uzmanlarının katılımıyla uluslararası konferans düzenlenmiştir. Konferansta İngiltere’nin “Keynes Planı” ile ABD Hazine Bakanı (sekreteri) Danışmanı Harry Dexter ve ekibinin hazırladığı “White Plan”ı tartışılmış, ABD’nin durumuna, çıkarlarına uygun öneriler içeren “White Plan”ı kabul edilmiştir.

Konferansta kabul edilen “Bretton Woods Sistemi” olarak anılan uluslararası para sistemi, paraların konvertibilitesini amaçlayan, ayarlanabilen sabit kur esaslı, altın-kambiyo standardıdır. Bu sistemde, her ülkenin ulusal parasının değeri, paritesi ABD doları olarak belirlenmiş, ABD dolarının da 1 ons altın 35 dolar karşılığı taahhüdü nedeniyle, ulusal paralar dolaylı şekilde altın karşılığına bağlanmıştır. ABD, diğer ülkelerin merkez bankalarına 35 dolar karşılığında 1 ons altın vermeyi taahhüt etmiştir. ABD’nin dış ticaret açıkları nedeniyle, ABD dışındaki merkez bankalarının elinde döviz birikimi olmuş; merkez bankaları dolar birikimlerini altına çevirmeye yöneldiklerinde ABD; önce doları devalüe etmiş, talebi engelleyemeyince Başkan Nixon 15 Ağustos 1971 tarihinde doların altına konvertibilitesini, altın penceresini kapatmıştır. Böylece altınlar ABD’de dolarlar da merkez bankalarının elinde kalmış; ABD dışında dolanıma başlamış, merkez bankalarında rezerv, mevduat, kredi, ödeme aracı olmuştur. ABD halen sürekli cari işlemler açığı vererek ABD dışı dolar dolanımını beslemektedir.

Senyoraj hakkı da denilen para basma hakkı devletindir. Devletin bu yolla da gelir sağlama olanağı vardır. Devletler, banknot çıkarma tekelini, imtiyaz hakkını merkez bankalarına vermekte; merkez bankaları da hazineye aktarmaktadır. ABD, senyoraj hakkını tüm dünya için kullanmakta, geliri de ABD hazinesine akmaktadır. Altın penceresini kapatarak taahhüdü yerine getirmemek ABD’nin ilk dolandırıcılık olayı değildir. ABD, 1933 yılında tüm paraların serbestçe altın sikkeye, külçeye, sertifikaya çevrilebildiği altın standardına son vermiş; 1934 yılında da Gold Rezerve Act ile yasal olarak ülkedeki tüm altınları devletleştirerek, hazineye aktarmıştır.

Artık Anadolu’dan İstanbul’a taşı toprağı altın diye gelenleri, Taksim Parkı’nda, Eminönü Meydanı’nda dolandıran üçkâğıtçılar yok. Dolandırıcılık da çağdaşlaştı, teknolojiden yararlanıyor. Borsa, kripto para, bankerler, yüksek gelir garantili fonlar var. Ufak, tekil işlerle uğraşılmıyor.

Şirketler, “Çok kâr ediyoruz, ayıp oluyor, halka açılalım da kârımızı dağıtalım, paylaşalım” diye halka açılmaz; kaynak maliyetini azaltmak, riski dağıtmak, oluşan değer artışlarını nakde çevirerek, primli pay senedi satışıyla sermayeyi geri almak, az bir sermaye hatta fiilen sermaye koymadan, büyük bir varlığı yönetmek için halka açılır. Borsada oluşan endeks yükselişi, reel değere çevrilmeden, realize edilmeden gerçek kazanç değildir. 1929 dünya krizinde hisse senetlerinin okkalık kâğıt haline geldiği unutulmamalıdır.

Artık piyasalarda, tramvay, kule vb. satan “Sülün Osman”lar da yok. Ayda, gezegenlerde parsel satan uluslararası şöhretler var, dünya değişti. Dolandırıcılık borsası sektörü, tanıtımı ile saygın meslek haline geldi.

                                                 /././ 

4 yaşında bile olmayan çocuklar Kuran kursu protokolünde (Zülal Kalkandelen)

10 Eylül 2023 tarihli “Müfredat dışı din eğitimi” başlıklı yazımda Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın 17 Ocak 2023’te Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) ile “4-6 Yaş Kuran Kursu Desteği Programı” protokolünü imzaladığını ve bakanlığın bütçesinden bu proje için DİB’e toplam 24 milyon 779 bin 550 TL aktarıldığını, muhalefet partileri protokole karşı bir hukuki girişimde bulunmazken tek iptal davasını Mart 2023’te Önce Çocuklar ve Kadınlar Derneği’nin açtığını yazmıştım.

Pedagoglar, bu kursların soyut düşünme kapasiteleri henüz gelişmemiş çocuklar için uygun olmadığını, zararlı sonuçlar doğurabileceğini ısrarla dile getirse de bu uygulama sürdürülüyor.

Söz konusu yazım yayımlandığında, bakanlığın savunma dilekçesi ile protokolün dava dosyasına eklenmesi bekleniyordu. Aylar sonra bu iki gelişme gerçekleşti. Ayrıca DİB davaya dahil edildi ve o da bir savunma dilekçesi verdi.

Elime ulaşan protokolün 2. maddesine göre protokol, “DiB’ye bağlı 4-6 yaş Kuran kurslarında kayıtlı olan ve son bir yıl içerisinde sosyal yardımlardan yararlanan hanelerde bulunan 45-80 ay aralığındaki Türk vatandaşı çocukların desteklenmesini” kapsıyor.

Oysa DİB’nin 13.12.2019 tarihli Kuran Eğitim ve Öğretimine Yönelik Kurslar ile Öğrenci Yurt ve Pansiyonları Yönergesi’nin 56. maddesinde, “Bu kurslara 48 ayını tamamlayan ve 72 ayını doldurmayan çocukların kaydı yapılır” yazıyor. O zaman 45 aylık yani henüz 4 yaşında bile olmayan çocuklar, “4-6 Yaş Grubu Kuran Kurslarında Eğitim Alan Çocukların Desteklenmesi Hususundaki İşbirliği Protokolü”ne ne amaçla dahil ediliyor?

PROTOKOL ANAYASAYA AYKIRI 

Derneğin protokolün yürütülmesinin durdurulması için açtığı davada DİB tarafından 7 Aralık 2023’te Danıştay 10. Daire Başkanlığı’na gönderilen savunma dilekçesinde, bu tür iptal davalarının menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılabileceği, sosyal yardım konusunun dernek tüzüğünde geçmediği, bu nedenle dava ehliyetli olmadığı; Kuran kursları açmanın DİB’nin görevi olduğu, protokolün Kuran kurslarına devam eden çocuklar arasında eşitliği sağlamaya yönelik olduğu yazılmış.

Buna karşın dernek yetkilileri, tüzüklerinde, “incinebilir kesimde yer alan çocuklar ve kadınlar ile bunların yakınları ile dayanışma amacıyla kurulduklarının, bu kesimler lehine düzenlenen yasal mevzuatın iyileştirilmesi ve aleyhlerine yapılan tüm iş ve eylemlere karşı dava talebinde bulunabileceklerinin belirtildiğini” vurgulayarak usul yönünden itirazı reddediyor.

Bakanlık ise savunma dilekçesinde, devletin anayasada belirtilen sosyal bir hukuk devleti olması özelliğine atıf yaparak sosyal yardımlaşma amaçlı taleplere destek olma görevleri bulunduğunu belirtmiş. 3294 sayılı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Kanunu kapsamındaki dezavantajlı ailelerin 4-6 yaş arası çocuklarının Kuran kursuna kaydolmaları karşılığında giderlerinin DİB’ye ödenmesinin, çocukların milli ve manevi değerlerle donatılmış olarak eğitim hayatına başlamaları açısından önemli katkı sağlayacağını savunmuş.

Oysa bu protokolün ülkedeki gelir adaletsizliğinin önlenmesi ile bir ilgisi yok. Ayrıca bakanlığın yaptığı tüm idari işlemler “devlet işi” ve anayasaya göre din duyguları devlet işlerine karıştırılamaz bu doğrultuda protokol hem anayasanın 2. maddesindeki laiklik ilkesine...

Hem de İslamiyet inancını benimsemiş ailelere ayrıcalık tanınması sonucunu yarattığı için, “Herkes dil, din, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir” diyen anayasanın 10. maddesine de aykırı.

DEVASA BÜTÇELİ DİYANET’E AKTARILAN PARALAR...

Bakanlığa bağlı Sosyal Hizmetler Genel Müdürlüğü, bu proje kapsamında DİB Eğitim Hizmetleri Müdürlüğü’nün hesabına 12 ay boyunca aylık periyotlarla nakdi destek aktarıyor. Bu da 2022-2023 eğitim öğretim yılında çocuk başına aylık 150 TL idi.

2024’te yüzde 151’lik artış ile 91.8 milyar TL’ye ulaşan bütçesi ile İçişleri, Dışişleri, Enerji ve Tabii Kaynaklar, Kültür ve Turizm, Sanayi ve Teknoloji ve Ticaret bakanlıkları olmak üzere altı bakanlığın bütçesinden daha fazla bir bütçeye sahip olan Diyanet’e “sosyal yardım” bahanesiyle para aktarılmasının asıl nedeni nedir?

Asıl amaç, müfredat dışı din eğitimini, Kuran kursu adı altında ilkokul öncesinde yaygınlaştırmaktır.

(Cumhuriyet)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder