26 Ocak 2024 Cuma

Cumhuriyet KÖŞEBAŞI - 26 OCAK 2024 -

 

CHP-İsveç-NATO (Ali Sirmen)

Çarşamba günü İsveç’in NATO üyeliği konusu Meclis’te görüşüldü. Adaylığın karşısındaki itirazların kaldırılmasına karar verildi. İsveç’in NATO’ya üye olması bir süredir Türkiye’nin itirazlarına çarpıyordu. Türkiye iki İskandinav ülkesi İsveç ve Finlandiya’nın, ABD’nin desteklediği NATO üyelik başvurusuna bu ülkelerin PKK konusunda kendisiyle çelişen tutumları ve genel olarak terör karşısındaki “vurdumduymaz” tavrını kendi ulusal çıkarlarına aykırı gördüğünden veto hakkını kullanıyordu. AKP, ABD’nin ısrarlarına karşı direnmeyi sürdürdü ve geri adım atmadı. Üslup AKP’nin kendine özgü üslubuydu. Başta iç kamuoyuna yönelik tepkiler dile getirilmekte, hamasi nutuklar atılmakta, hatta basında hakaretamiz sözcükler kullanılmakta, gürültü çıkarılmaktaydı. AKP’yi bilenler burdan bir şey çıkmayacağını, üst perdeden atıp tutmakla bir şey elde etmenin mümkün olmadığını, bu tepkilerinin iç kamuoyunu yatıştırmaya ve ülke çıkarlarını uluslararası alanda ödünsüz savunuyormuş algısı yaratmaya yönelik olduğunu ve kamuoyunun aptal yerine konmuş olduğunu söylüyordu. 

Nitekim öyle oldu. Finlandiya’nın başlangıçtaki yumuşak tavrı sayesinde Helsinki’nin NATO üyeliği karşısındaki vetosunu kaldırmış olan Ankara, İsveç’in politikasında direnmekten vazgeçmemesi üzerine vetosunda ısrar etmekteydi. Ama AKP’nin iç kamuoyunu yatıştırmaya yönelik yüksekten atma ama bir şey yapmama politikasını bilenler, Ankara’nın sonunda tıpış tıpış giderek isteneni yapacağından kuşku duymuyorlardı. 

Nitekim yine öyle oldu. 

İsveç, PKK ve diğer aynı kaynaklı terör örgütleri karşısındaki tavrını değiştirmeden, fanatik Hıristiyan gruplarının İslam aleyhindeki nefret dolu gösterilerini engellemeden, lafın kısası hiçbir şey yapmadan Ankara vetoyu kaldırdı. 

***

AKP’nin tavrı şaşırtıcı değildir. Her zaman yaptığını yaptı. Boş tehditlerde bulundu. Sözünün ve tehdidinin bir kıymeti harbiyesi olmadığını kanıtladı. Türkiye’nin de tepkisi fazla ciddiye alınmaması gereken bir ülke olarak komik duruma düşmesine neden oldu. AKP’nin bu tavrı burada hep utanılarak dile getirilmekteydi. 

Ama son Meclis kararı, muhalefetin özellikle CHP’nin tutumu yüzünden daha da ilginçleşmektedir. Çünkü CHP de AKP’ye katılarak boş palavralar üslubunun takipçisi olmuştur. Daha da ileri giderek CHP, arada her vesileyle yinelediği “NATO”cu tercihlerini açıkça dile getirmiştir. 

***

Son zamanlarda seçim meydanlarında emperyalizmden sıkça söz eden CHP’nin bu konudaki tavrını bir açıklığa kavuşturmasının zamanı gelmiştir. Cumhuriyeti laiklik konusunda köşeye sıkıştırmış, milli eğitimi tarikat ve cemaatlerin talanına açmış, tarikatçı bayrağını Türkiye Cumhuriyeti ufuklarında dalgalandırmayı bırakmayacaklarını söyleyerek anayasal suç işlemeyi sürdüreceklerini açıkça ilan edip meydan okuyan AKP karşısında kendisi de lafügüzaf politikasını benimseyen CHP’nin Türkiye’nin son İsveç politikasında AKP’nin onur kırıcı çizgisini izlemesi kamuoyunda geniş bir düş kırıklığı yaratmıştır. 

Son yıllarda Behlül Özkan misali genç bilimadamları yaptıkları çalışmalarda Cumhuriyetin laik ve antiemperyalist niteliklerine karşı savaş açmış olan ve bu alandaki mücadelesinde epey yol alan Cumhuriyet düşmanı güçlerin, Türkiye’de NATO egemenliğinin pekiştiği dönemlere rastladığını ve antilaik akımların NATO’nun antikomünist kampanyasıyla tarikat ve cemaatlerin işbirliği ürünü emperyalist takipçisi olan bu politikaların kollanması sırasında geliştiklerini ortaya seren eserler vermektedir. Türkiye’de Cumhuriyet, demokrasi, özgürlük ve laiklik konularında büyük gerilemelerin NATO emperyalizmiyle şeriatçı yobazlığın; ilerici, demokrat, laik, Kemalist, ulusalcı güçleri bir ayrım yapmaksızın aynı vahşi saldırının hedefi haline getirildiklerini ve bütün bu öğelerin savunmasız kalmasını sağladıklarını gösteren bu eserler MHP’nin de söz konusu saldırı operasyonunda başat rol oynadığını kanıtlamaktadır. 

Acaba CHP bu konuda ne düşünmektedir?

                                                   /././

Devletteki AKP-MHP kavgası (Barış Pehlivan)

“Şu an için büyük bir kavga yok ama soğukluk var.” Farklı görüşler çıkmasına rağmen tabloyu en iyi özetleyen cümle bu oldu. Yanıt aradığım soru şuydu: Devlette AKP ve MHP kadroları arasında bir kavga var mı? Yerel seçimlere kadar halı altına süpürülmek istenen ama Kulp’taki kaymakam-imam gerginliğiyle tekrar gündeme gelen bir soruydu bu. Yanıt bulmak için Emniyet, yargı ve parti kulislerinde gezdim.

Emniyet teşkilatından başlayalım. 

Emniyet’i Süleyman Soylu’dan önce ve Süleyman Soylu’dan sonra diye ikiye ayırmak hatalı olmaz. Unutmayalım ki yedi yıl İçişleri Bakanlığı’nda görev yaptı Soylu. Ve bu süreçte MHP kökenliler Emniyet içinde çok ciddi bir kadrolaşmaya ulaştı. 

Peki şu an durum ne? Deniyor ki şimdi Emniyet içinde güç dengesi oluşturulmaya çalışılıyor. 

Soylu ekibindeki önemli isimler koltuklarını kaybetmelerini, Devlet Bahçeli’ye “MHP tasfiye ediliyor” diye lanse etmek istiyor. Böylece meselenin kendilerinden ziyade “parti tasfiyesi” olarak algılanmasını arzuluyorlar. Emniyet’in kalbini bilen isimler ise “Bunun bir örtü olduğunu” ileri sürüyor. Ve örnek veriyorlar, “Zafer Aktaş halen İstanbul Emniyet müdürü ve MHP’ye uzak bir isim değil.”

İçişleri Bakanlığı’nın kurmay kadrosunun bu süreçte hassas olması konusunda Saray’dan uyarıda bulunulduğu da iddia ediliyor. Bakanlığa “Sanki iktidar değişmiş gibi sert tasfiyeler yapmayın, problemli insanlarla yolları ayırın, yumuşak bir geçiş olsun” deniyor.

Bundandır ki MHP’li birçok isim şimdilik tasfiye edilmiyor. 

‘SAHİPSİZ KALDIK’ SİTEMİ

Yargı kanadında ise işler daha da karışık.

Yargı kaynaklarından duyduğum en çarpıcı söz şu oldu: “MHP’liler sahipsiz kaldıklarını düşünüyor.”

Bu süreci de Hamit Kocabey’den önce ve Hamit Kocabey’den sonra diye ayırmak mümkün.

Zira MHP’nin HSK’den “istifa ettirilen” üyesi zamanında, ülkücü kökenli yargı mensupları direkt Kocabey’in kapısını çalıyordu. Ancak Kocabey tasfiye olunca artık MHP Genel Merkezi’nin kapısını çalıyorlar.

Tam da burada iki isim karşımıza çıkıyor: MHP’nin tarihçi kökenli bir genel başkan yardımcısıyla, asıl mesleği avukatlık olan bir MHP milletvekili...

Bilenler bilir; HSK’de her yargı mensubunun gizli bir “özlük dosyası” olur. O dosyada savcıların ve hâkimlerin mesleki karnelerinden özel hayatlarına kadar birçok bilgi yer alır. Atamalar da işte o dosyaya göre karar verilir. Kocabey’in talepler MHP üzerinden gelse de temayül gereği o özlük dosyasına baktığı ve bundan dolayı MHP kurmay kadrosuyla sorun yaşadığı iddia ediliyor. Kocabey tasfiye olunca ise şimdi direkt o listelerin esas alındığı söyleniyor.

Bu yolla da liyakat sahibi olmayan, hatta özel hayatlarında etik kurallara uymayan isimlerin önemli koltuklara getirildiği konuşuluyor. Kocabey’den sonra ilçelerde başsavcılık yapan ülkücü kökenli isimlerin tasfiye edildiği,  sadece üç il başsavcısının MHP’ye yakın olduğu belirtiliyor.

“Sahipsiz kaldık” sitemi de bu gelişmelerden geliyor.

‘EMRİNİZDEYİM’ TELEFONU

Yazmasam olmaz; AKP’nin ve daha doğrusu İstanbul Grubu’nun halen yargıda çok etkin olduğu vurgulanıyor. Yargıda onlar dışında Milli Gençlik Vakfı (MGV), İlim Yaymacılar ve TÜGVA referanslılar etkin. Çarpıcıdır ki Menzilcilerin ise kendilerini “MHP referanslı” gösterdiği ileri sürülüyor.

Duyduğum şu ilginç anekdotla bitireyim.

Bir yargı mensubu var. Zamanında İzmir’de basşavcıvekiliydi, şimdi de İstanbul’da bir ilçenin başsavcısı oldu.

İlginçtir; kendisini “sosyal demokrat” diye tanıtır ama ülkücülerle de arası çok iyidir. Zamanında İzmir başsavcısının “Ya o ya ben” diyerek onu şikâyet etmişliği, sonraki başsavcıya karşı da “kapıyı çarpıp gitmişliği” var o başsavcıvekilinin. Ama nasıl oluyorsa yükseliyor da yükseliyor.

Burada da Artvin üzerinden bir hemşericilik desteği konuşuluyor. 

İstanbul’da bir ilçenin başsavcısı yapılan o isim, seçimler öncesinde iktidarın değişeceğini düşünerek, İYİ Parti’den içişleri bakanı olacağı konuşulan bir ünlü siyasetçiyi arayıp “yeni dönemde emrinizdeyim” bile dediği iddia ediliyor.

Özet olarak...

Seçimlerden sonra, Erdoğan’ın Cumhur İttifakı’na İYİ Parti’yi de katmak istemesi sürpriz olmaz. Lakin burada mesele şu: MHP de kalacak mı ittifakta?

                                                   /././

Nefret yayan politikacı sorunu var! (Zülal Kalkandelen)

Seçime doğru Türkiye’de toplum öylesine şirazesinden çıktı ki bir parti sokak köpeklerini hedef göstererek kampanya düzenleyebiliyor!

Bu kampanya için yayımladıkları videoda önce bir kadın görünüyor, “Ahlak yoksa...” diyor, cümleyi küçük bir kız çocuğu tamamlıyor: “Başıboş köpekler vardır.”

Ardından otoriter bir erkek sesi, “Sokaklarımızı güvenli tutacağız, çocuklarımızı yaşatacağız. Ahlaklı belediyecilik dirayettir!” diyerek devreye giriyor.

Yeniden Refah Partisi, sokak köpeklerine karşı nefret duygularını yükseltmek için çok yoğun bir çaba sarf ediyor. Sonunda on altı saniyelik kampanya videosunu ve Fatih Erbakanlı görselleri tüm sosyal medyada yayarak bu konuyu iyice tehlikeli bir yola soktu.

AHLAKSIZLIK ARAYAN TECAVÜZCÜLERE BAKSIN!

Sokak köpekleri ile ahlaksızlık arasında nasıl bir ilişki kurdular anlamak olanaksız ama ahlaksızlık arıyorlarsa bakılacak başka yerler var. 

Örneğin hayvanlara işkence uygulayanlara ve tecavüz edenlere bakılsın!

Tecavüzcüleri para cezası verip serbest bırakanlara bakılsın!

Yeri gelmişken bu konuda önemli bir olayı tekrar hatırlatayım: TBMM’de hayvanlara karşı işlenen şiddet suçlarının TCK kapsamına alınması ile ilgili düzenleme yapılırken, tecavüz suçlarına ertelemesiz ve yatarı olan ceza verilmesini istediğimizi dile getirdiğimde AKP Grup Başkanvekili Özlem Zengin, “Hiçbir ceza şiddeti önlemez!” diye karşılık vermişti. 

Sonuç olarak, hayvana tecavüz suçunu işleyenlere altı aydan üç yıla kadar hapis cezası belirlendiğinden ve Ceza Muhakemesi Kanunu’na göre bunun yatarı olmadığından ülkenin her yerinde tecavüzcü sapıklar ellerini kollarını sallayarak geziyor!

Daha bu ay köşemde ayrıntılarını yazdığım, Şanlıurfa’da tecavüze uğrayan beş aylık bir sıpa can verdi. Hangi politikacının sesi çıktı?!

İŞİNE GELİNCE KADINI KULLANAN GERİCİLİK...

Ahlaksızlık aranıyorsa...

On sekiz yıldır Hayvanları Koruma Yasası’nın belediyelere yüklediği görevleri yerine getirmeyerek sorunun büyümesine yol açan belediye yetkilileri hesap versin.

Sokak hayvanları için ayrılan ödenekleri kısırlaştırma, aşılatma gibi hayati önemi olan işlerde kullanmayıp başka yere aktaranlar sorgulansın.

Yıllardır sokak köpeklerini geceleri zulümle toplayıp bir 

başka belediyenin sınırlarına atan belediye yönetimleri hakkında gereği yapılsın.

Belediye barınaklarını ölüm kampına çevirenler bunun bedelini ödesin. 

Hayvanlara şiddetin en ağırı uygulanıp ahlaksızlığın bin bir türlüsü yapılırken aynaya bakmayanlar, şimdi seçim öncesinde sokak hayvanlarını yok etmek isteyen tarikatlardan oy devşirmek için bu meseleyi köpürtüyor. 

14 Mayıs genel seçiminde seçim aracının arkasına iki erkeğin fotoğrafını koyup kadın adayı sadece siluet şeklinde gösteren YRP, şimdi kadınları ve çocukları kullanarak cinsiyetçi, eril ve türcü propagandasına devam ediyor. 

Tarikatlar ve cemaatlerle yakın ilişkiler içinde bulunan Büyük Birlik Partisi ise sokak köpeklerini hedef göstermeyi sürdürüyor. Partinin Genel Başkanı Mustafa Destici, 92 yıl önceki koşullarda kuduz hastalığı yayıldığında yayımlanmış bir genelgeye dayanarak sokak köpeklerinin katledilmesini önerecek kadar ileriye gitti. Türkiye’de artık bir Hayvanları Koruma Yasası bulunduğunu, kuduzun ise günümüzde etkin aşılama ile önlenebildiğini bilmemesi olanaklı olmadığına göre herhalde ya iyi niyetli değil ya da ağzından çıkanı kulakları duymuyor!

Bu kadar akla zarar açıklamadan sonra diyeceğim şu ki Türkiye’de nefret yayan politikacı sorunu var! 

Bütün bunların sonucunda hayvanlara akıl almaz işkenceler uygulayarak sosyal medyada sergileyen gruplar meydana geldi. Her kim ki soruna akılcı ve etik çözümler önermek yerine nefreti kışkırtıyorsa artan şiddetten de o sorumludur.

(Cumhuriyet)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder