5 Ocak 2024 Cuma

Cumhuriyet KÖŞEBAŞI - 5 OCAK 2024 -

 

Din devleti (Ali Sirmen)

İsrail bir yılı aşkın süredir büyük sokak gösterileriyle çalkalanmaktaydı. Aşırı dinci Yahudi gruplar Binyamin Netanyahu’nun önderliğinde oluşturdukları koalisyonla ülke yönetimine damgalarını vurgulamışlardı. Yerleşim bölgelerinde diledikleri gibi at oynatarak Filistinli Arapların yaşamını daha da güçleştirecek bir taciz politikası uygulamaktaydılar.

İsrail’de demokratik bir koalisyon ile iktidar formülü bulunamadığı için hükümete katılmak olanağı bulmuş ultra dinci yobaz takımı ile iktidar oluşturmayı geleneksel partilerden hiçbirinin istememesi üzerine tutucuların da tutucusu Netanyahu bir yıl kadar önce oluşturduğu tutucular koalisyonunu iktidara, ülkeyi de kaosa taşımıştı. O günden beri İsrail’de Netanyahu iktidarı ile halk arasında çatışmalar yaşanmaktaydı. Kısa bir süre içinde Netanyahu İsrail’de bütün siyasi güçlerle, politik ve demokratik kuruluşlarla karşı karşıya geldi.

                                                    ***

Bir yıl boyunca sokaklar durulmadı. Netanyahu yalnız siyasi kurumları değil, yüksek yargının ve ordunun bir bölümünü de karşısına aldı. İsrail-Hamas çatışması herkesin “Bir şeyler olacak” dediği böyle bir ortamda gerçekleşti.

Hamas ile İsrail çatışmasının nerede duracağını şimdiden kestirmek güç. Olan bitenin burada kalması söz konusu değil. Öneriler, projeler, planlar birbirini izliyor. Terör örgütleri yeni girişimler için hazırlık yapıyor. Pek yakında bölgede yeni sınırların oluşması gündemdedir. Sürekli oluşum halindeki Ortadoğu ardı arkası kesilmeyen geçiş süreçlerinden birini yaşamaktadır. 21. yüzyılda bölge devletleri petrolden daha aranır hale gelmiş olan su yüzünden birbirleriyle savaşmaya hazırlanırken göç olgusunun doğurduğu istikrarsızlık bölgeyi daha da patlamaya hazır hale getirmiştir.

Göç olgusunun varlığını ve birliğini tehdit ettiği ülkelerin başında gelen Türkiye’nin şu anda sınırları içinde kaç milyon göçmen ya da sığınmacı barındırdığını hükümet dahil kimse kesin olarak bilmemektedir.

Böyle bir ortamda son günlerde birdenbire hilafet çağrıları artmıştır. Ortadoğu’da emperyalizmle siyasal İslamın birbiriyle bağdaştırılmış ortak çıkarlarının, büyük güçlerin bölgeyi bölme düşlerinin ürünü olan hilafet çağrıları kimseyi şaşırtmamalıdır.

Laik demokratik Cumhuriyetin karşıtı olan güçlerin iktidarda bulunduğu 21 yıl içinde bütün demokratik laik değerlere ve kurumlara saldırısını, bunların tasfiyesini amaç edindiğini herkes görmektedir. Kısacası Türkiye’de hilafet çağrıları ülkenin bekasının tehdit altında olduğu bir döneme rastlamış olması bakımından da önemlidir. 

Emperyalizmle amaçlarını birleştirmiş olan siyasal İslamcı güçlerin bu son girişimleri Türkiye’yi kan ve ateş çemberi içine atacaktır. 

Fakat ne olursa olsun Türkiye’nin bölünmesine yol açacak olan hilafet çağrılarının yaşama geçmesi düşünülemez. Türkiye içine düştüğü büyük kaosa rağmen varlığını ve bütünlüğünü koruyacak azmi kaybetmiş değildir.

                                                     ***

Bu gerçeği böylece belirttikten sonra, böyle bir girişimin ülkemize büyük acılar getireceğini söylemek gerek. 

Evet, hilafet çağrıları Türkiye’yi çok büyük badirelere sürükleyecektir. Ve bugün işbaşında olan iktidar karşı karşıya bulunulan tehlikenin boyutunun pek de farkında görünmemektedir. Bu olgunun yarattığı edilgenlik Türkiye’de hilafet çağrılarının başarıya ulaşabilmesini sağlayacak dereceye kadar varmayacaktır. Yalnız Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyetin tüm kurumlarıyla hesaplaşma tutkusunun pençesine düşmüş olanların kendi siyasi emellerinin sonucu olan yanlış hesaplarla Türkiye’nin defterini dürmek isteyenlere karşı tavırlarını iyi belirleyememeleri endişesi var. Bu tür yanlış hesaplar eninde sonunda başarısızlığa mahkûmdur. Çünkü halk, laik ve bağımsız Cumhuriyeti koruyacak bilinç ve azme sahiptir.

                                                   /././

Bir ilanın perde arkası (Barış Pehlivan)

Gazetecilik rutinlerindendir; Resmi Gazete’yi düzenli okurum, notlar alırım. 2023’ü de öyle kapayayım derken, bir ilan gözüme çarptı.

Eskişehirli çok arkadaşım var. Ne garip, farklı mesleklerden de olsalar hepsi dönüp dolaşıp benzer konulardan dert yanıyor. Ben şehrin güzellemesini yaparken, onlar Eskişehir Osmangazi Üniversitesi’ndeki sorunları anlatıyor.  

                                                Prof. Dr. Kamil ÇOLAK       

Haliyle, Resmi Gazete’de üniversitenin bir ilanını görünce dikkat kesildim, aralarında akademisyenlerin de olduğu arkadaşlarımı aradım. Gel gör ki yeni yıl dileklerinden sonra bin ah işittim.

Neler duymadı ki bu kulaklar: 

Üniversitedeki beş bölümün başkanı istifa etmiş.

Rektör yardımcıları dekanlara sürekli fırça çekiyormuş.

Üniversitenin SGK’ye milyonlarca lira borcu varmış.

Akademik performansın ölçüldüğü uluslararası raporlarda, üniversite yüzlerce sıra geriye düşmüş.

Kalp işaretli bir fotoğraf yüzünden AKP’lilerin baskısıyla bir başhekim üniversiteden ayrılmak zorunda kalmış.

Hangi birini yazayım? 

Özetle, rektör Prof. Dr. Kamil Çolak’ın yönetemediği ve Eskişehir Osmangazi Üniversitesi’nde sürekli bir kaos olduğu konuşuluyor. Keza tüm bu karışıklığa bir yenisi daha eklenmek üzereymiş, Resmi Gazete’deki ilan da bunun işaretiymiş. 

‘SİZ BENİM ARKADAŞIMIN KİM OLDUĞUNU BİLİYOR MUSUNUZ?’

Misal, diyorlar...

İktisadi ve idari bilimler fakültesindeki iktisat tarihi anabilim dalı için bir araştırma görevlisi alınacakmış. Başvuru koşulu olarak ilanda şöyle yazılmış: “İktisadi ve idari bilimler fakültesi ya da siyasal bilgiler fakültesi iktisat bölümünden lisans mezunu olup iktisat tarihi bilim dalında tezli yüksek lisans ya da doktora yapıyor olmak.” 

Bunu duyunca, “Ne var bunda” dedim haliyle.

Konuştuğum kişiler devam etti: 

“Bu kadroya alınacak kişinin kim olduğunu şimdiden mercek altına almak gerekiyor. Büyük ihtimalle, Marmara Üniversitesi doktora öğrencisi çünkü bu anabilim dalının bulunduğu çok fazla doktora programı yok ülkede.”  

Duydum ki şimdi bu kadro uğruna üniversitede büyük bir kavga ve huzursuzluk yaşanıyor. Zira bu bölüme kadro açmak uzun zamandır görmezden geliniyormuş. Hal böyleyken bir profesörün kendisine asistan almak için bu kadro için baskı yaptığı, dahası üniversite yönetimiyle bile ters düştüğü konuşuluyormuş.  

Bunu da geçtim... 

O profesörün “Rektör dediğimi yapmazsa, YÖK başkanı benim arkadaşım, ben de ona yaptırırım” diye rest çektiği bile iddia ediliyor. 

Bitmiyor... Üniversitenin iktisat bölümündeki bu kadronun usule ve ihtiyaca aykırı olarak çıkarılması nedeniyle bölüm başkanı istifa etmiş. Bitmemiş, dekan Prof. Dr. Arzum Çelik de istifasını vermiş, ancak rektör tarafından geri dönmesi için ikna edilmiş. 

Özetle... 

Resmi Gazete’deki o ilanda araştırma görevlisi kadrosuna alınacak kişinin önceden belli olduğu, yaklaşık 10 yıldır göz ardı edilen bölüme açılan bu kadronun da bölümün ihtiyaçları dışında kullanılacağı söyleniyor.

Görünen o ki yarım asırlık üniversite en kötü günlerini yaşıyor. Kamu kaynakları ve kadroları pamuklara sarmalanması gerekirken ziyan ediliyor. Konuştuğum herkesin söz birliği etmişçesine ortak sitemiyle bitireyim: “Günaydın!”

                                                    /././

Hilafet çığlıklarını normalleştirme çabaları başladı! (Zülal Kalkandelen)

“Türkiye’de İslamcı kesimden kimse ‘Yeniden hilafet kuralım’ falan demez. İslamcıların bu konuyu tartışmasını çok isterim. Hilafet geri gelse İslamcılar ne düşünür, çok merak ediyorum. En çok hilafet isteyenler bile bunun bir karşılığı olmayacağını biliyorlardır.”

Medyascope adlı medya platformunda yayımlanan videoda bu görüşleri dile getiren kişi sahte “liberal” kesimden Nuray Mert. İlginç çünkü kendisi bu sözleriyle niyet okumuş.

01.09.2014’te Diken’de yayımlanan yazısında, “AKP’yi ‘muhafazakâr demokrat’ ve daha sonra sadece ‘muhafazakârların partisi’ diye tanımlıyorduk. Çünkü kendileri partilerini ve siyasetlerini böyle tanımlıyorlardı. Hatta ‘İslamcı’ tanımından özellikle kaçınıyorlardı. Peki, kandırıldık mı? ‘Evet ve hayır’, daha doğrusu ‘Hayır ve evet.’

‘Hayır’, çünkü içinde benim de olduğum farklı bakış açılarına sahip birçok demokrat, Kemalistlerin bizi zorladığı ‘niyet okuması’nı reddettik. Bu, sonuna kadar doğru bir yaklaşımdı. Unutmayalım, niyet okuma, otoriter bir siyaset yaklaşımının ifadesidir” cümleleri kendisine aitti.

                                                    ***

Demek ki Kemalistler, birçok alandaki açık veriyi değerlendirerek, örneğin R.T. Erdoğan’ın “Demokrasi amaç değil araçtır” ya da “Hem laik hem Müslüman olunmaz” demesini, “Başörtüsü konusunda söz söyleme hakkı yargının değil ulemanındır” diye konuşmasını, Anayasa Mahkemesi’nin 11 üyesinden 10’unun AKP’nin laiklik karşıtı odak olduğu konusunda görüş birliğine varmasını göz önünde bulundurarak, AKP’nin siyasal İslamcı olduğunu söyleyince “niyet okumuş” oluyor ve “otoriter” diye yaftalanıyor. Ama Mert, mitingde tevhit bayrağı açıp hilafet çığlıkları atanların bile “Hilafet kuralım” demeyeceğini söyleyerek niyet okuyabiliyor!

Bu çelişkiyi savunmak için de argümanı hazırdır eminim. Çünkü 2014’teki aynı yazısında, “Ben, diğer birçok demokrattan farklı olarak, dinin kamu alanı bir yana, siyasal alanda da rahatlıkla yer alabilmesi fikrine destek veren biriydim ve halen öyleyim” diyen de “laikçi” diye tanımladığı kesim ile sorunu olan da kendisi.

12 Eylül 2010’da yargının iktidar eliyle FETÖ’ye teslim edildiği referandumunun altı gün öncesinde Hürriyet’teki yazısında, “Laikçi çevre ile yıllarca bunca didişmemin nedeni, bu niyet okuma girişimi, bu irtica saplantısıdır” görüşünü savunarak “Sonuçta, geldiğimiz noktada tehlikede olan laiklik değil, demokrasidir!” diye yazabilen Nuray Mert gibiler, laiklik olmadan demokrasinin kurulamayacağını bile kavrayamadı. 

                                                    ***

Geçmişte AKP’nin laikliğe aykırı her hamlesini normalleştirdikleri gibi, bugün de Filistin’e destek görüntüsü altında hilafet (“Kelime-i Tevhit”) bayrağı açılarak ümmet özlemiyle hilafet istenmesini normalleştiriyorlar. Gericiliğin azdığı bir ortamda, demokrasiye, laik Cumhuriyetin kuruluş ilkelerine tamamen aykırı bir görüşün tartışılması için zemin yaratmaya çalışıyor, bunu yaparken de HÜDA PAR’a arka çıkmış oluyorlar.

Dün Erdoğan “Şeriatçıyım” dediğinde laiklik tehlikede değil dediler; bugün de siyasal İslamcılar, açıkça hilafet istediği halde “Onlar hilafet istemez” diyerek milleti kandırdıklarını sanıyorlar. Oysa kandırdıkları sadece kendileri ve “kullanışlı aptallar”!

Türkiye’ye siyasal İslamcılar kadar zarar verenler, her öngörüleri yanlış çıkmış olsa da yaptıkları sözde analizlerdeki alt metinlerle AKP’nin temsil ettiği dinci gericiliğin hegemonya kurmasına destek olan 2. Cumhuriyetçi sahte  “liberal” kesimdir. Her ikisi de emperyalizm desteklidir ve görevleri budur. 

(Cumhuriyet)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder