5 Ocak 2024 Cuma

soL GÜNDEM - 5 OCAK 2024 -

Bir fotoğrafın izinde Büyük Madenci Yürüyüşü: 'Bütün renkler siyahtı' (Özkan Öztaş) 

33. yıl dönümünde Büyük Madenci Yürüyüşü'nü o günlere tanıklık eden ve madencilerle birlikte grevlere, fabrika işgallerine, yürüyüşlere katılan fotoğraf sanatçısı Mehmet Özer ile konuştuk.

4 Ocak 1990 tarihinde Zonguldak'tan Ankara'ya yapılan Büyük Madenci Yürüyüşü'nün bugün 33. yıl dönümü. "Çankaya'nın şişmanı işçi düşmanı" diyerek Turgut Özal ve hükümeti karşısına alan madenciler memleketin her tarafına umut vermiş ve mücadele eden emekçilerin bir araya geldiklerinde neler başarabileceklerini göstermişti. 

Bu büyük yürüyüşün ve öncesinde ayak sesleri olan grevlerle fabrika işgallerinin tanığı olan Mehmet Özer, dönemin hem önemli tanıklarından hem de geriye bıraktığı fotoğraflar ile hafızasını oluşturan isimlerinden. Özer bu günleri anlatırken "Fotoğraf sanatçısı olmam da ve siyasi olarak tavrımın keskinleşmesinde önemli bir dönemdi bu dönem" diyor.

'Bunlar bizdenmiş'

İlk olarak Karabük'e gittiklerini söylüyor Mehmet Özer. Fabrikada grevin olduğunu, günlerce devam eden grevin ardından o dönem Ankaralı bir amatör fotoğraf topluluğu olan AFOK ile fabrikaya giderek fotoğraf çekmek istediklerini söylüyor. 

Elini önce bir başına götürüyor Özer ve daha iyi görmek istercesine gözlerini kısarak hatırlamaya çalışıyor bir yandan: 

"Tabi Büyük Madenci Yürüyüşünden hemen önce. Karabük Demir Çelik Fabrikası'nda grev başladı. Zaten sistem az çok belli. Kömür çıkar fabrikaya gider demire ve çeliğe şekil verir işçiler. Kalktık gittik fabrikaya. O dönem greve giden birkaç işçi aleyhinde haber çıkınca basında, bizi gazeteci sandılar ve uzak durdu işçiler. Elini havaya kaldıran bir kadın işçinin kolundaki bileziği 'Bunlar mı aç?' tarzında haber yapmıştı burjuva basını o zamanlar. Bizi de onlardan biri gibi düşündüler. Sonra kimse selam vermedi bize. Kötü kötü baktıklarını hatırlıyorum. Biz de içimizden 'Boşuna geldik herhalde' diye düşündük. Sonra bir kamyon geldi. İçinde bir sürü dayanışma malzemesi vardı. Kıyafet, yiyecek, su, çocuklar için başka şeyler. E buraya kadar geldik bari bir işe yarayalım dedik ve çuvalların altına girip taşımaya başladık işçilerle dayanışmak için. O gün grevdeki bir öncü işçi 'Arkadaşlar bunlar bizdenmiş' dedi. Bir sessizlik oldu önce. Sonra ilk çayımızı içtik işçilerle. Her şey bu şekilde başladı."

'Bize nasıl daha iyi fotoğraf çekeceğimizi işçiler gösterdi'

Yaşananları anlatırken hâlâ duygulanıyor Özer. Zaman zaman gözleri doluyor ama belli etmiyor. Çünkü bir yanıyla "Hâlâ kendimi demir çelik işçisi ya da madenci gibi hissediyorum. Çuvallara omuz verip işçilerle kaynaşınca kitapta okuduğumuz şeylerle işçilerin mücadelesi arasındaki açıyı gördüm" diyor.

Aydınların çoğu zaman böyle gündemlerde dışsal kaldığını, konser ya da söyleşi bitince çekip gittiklerini ama işçilerle birlikte bir şey yapmanın farklı olduğunu söylüyor ve ekliyor, "İşçilerden öğrendik bir sürü şeyi. Bazen fotoğraf çekmeyi bile..."

"İşçiler bazen çektiğimiz fotoğrafa itiraz ederdi. 'Oradan değil değil, bak gel, çık şuraya. Korkma korkma çık. Nasıl ama? Daha iyi görünür buradan işçiler' derlerdi. İşçiler bizi omuzlarına alıp kamyon kasalarına, fabrika duvarlarına, yüksek yerlere çıkarır ve hiçkimsenin göremeyeceği açıları yakalamamızı sağlardı. Tam 137 gün sürdü o grev. Oradaydım. Artık bir işçi gibiydim. Beraber yiyor beraber dövüşüyor beraber slogan atıyorduk. Sinema sahnesi gibi. Bugün düşününce garip hissediyor insan hâlâ. Bir kamyon geldi. Kocaman bir kamyon. Üstüne çıkardılar beni ve şiir okudum işçilere." diyor. 

Hangi şiirdi diye sorunca hiç ikiletmiyor Mehmet Özer, anında veriyor cevabı "Nâzım'dan 'Onlar ki toprakta karınca' diye başlayan şiir. Onlara dair"

'Çekilen fotoğraflar mücadeleyi, mücadele fotoğrafları besledi'

Mehmet Özer'in o dönem çektiği fotoğraflardan bazıları uluslararası alanda işçi sendikaları ve mücadelesinde de yankısını bulmuş ve olumlu tepkiler gelmiş. Belki de kendi alanında uluslararası ilk örneklerdi bunlar. Eline alıyor bir tanesini ve gösteriyor: 

"Bak mesela bu. İngiltere'de madenciler tarafından yılın fotoğrafı seçildi. Adına da 'Sınıfın Öfkesi' dediler. 

Bu fotoğraf yasaklandı sonra. Katıldığım etkinliklere izin çıkmadı bu fotoğraf yüzünden. İşçi sol yumruğunu kaldırmış diye. Sağ kolu yoktu o işçinin. İş kazasında kopmuştu. Yasağı koyanlar işçinin kolu neden koptu diye sormadı da geriye kalan kolun sıkılı olmasından korktu" diye anlatıyor.

'Mehmet için bir makina'

Aradan geçen zamanın ardından işçiler ilk maaşlarını almaya gittiklerinde Mehmet Özer'e bir de sürpriz yapmışlar. Tabi Özer'in bundan haberi yok. Grev ve yürüyüşler bitmiş ve işçiler ilk maaşlarını almaya gittiklerinde Mehmet Özer için bir fotoğraf makinası almak istemiş. "Hayatımın en güzel hediyesiydi. Benim için bir onur belgesidir bu hediye" diye anlatıyor bu kısmını konuşurken. Kıvanç duyuyor bir yandan Özer. Nasıl duymasın. Aylarca yanlarında kaldığı, ekmeğini bölüşüp birlikte kavgaya girdikleri işçilerden "fotocuya bir hediye" geliyor. 

Gözlerinin içi gülüyor Mehmet Özer'in bunu anlatırken. 

"Düşünsene. İşçiler aylar sonra vezneye gidiyor. İlk maaşlarını alacaklar uzun süren mücadeleden sonra. Sonra bir işçi veznenin kenarına bir kağıt bırakıyor. Üzerine de 'Mehmet Özer için fotoğraf makinası alınacak' yazıyor. İşçiler karınca kararınca aldıkları maaştan bir kısmını buraya bırakarak makina parası biriktiriyorlar bana. Ama ne para! Tertemiz, ana sütü gibi helal. O para ile makinamı değiştim. Hemen yeni bir makina aldım. Artık daha iyi çekiyor hiçbir eylemin ve direnişin gölgede kalmasına izin vermiyordum."

Büyük Madenci Yürüyüşü, elinde bisküvisi ve çekiciyle dünya lideri bir çocuk

Fotoğrafları anlatmaya başlıyor Mehmet Özer diğer yandan. Büyük Madenci Yürüyüşü'nü, demir ve çelikteki grevleri, Kozlu'yu Zonguldak'ı anlatıyor. Sabahçı kahvelerini ve işçilerle yapılan buluşmaları ve ekliyor: "Göz görmez bilinç görür diye söylerdik. Zonguldak ve Karabük böyleydi işte. Birçok fotoğrafçı vardı. Çok güzel işler çıkardı. Ama burjuva basınında böyle başarılar yok. Neden? Çünkü bilinçleri başka yerde başka şeyler için çalışıyor." diyor.

"Bu fotoğrafı çekmek için koştum. Koşarken de bir yandan nasıl çekeceğimi düşündüm hep. Tam yaklaştım. Eyvah! Ters ışık! Olmadı gitti film. Baştan. Tekrar durdum, açımı ayarladım. Ve evet. Oldu bu dedim. Biliyor musun? Çektiğim an oldu bu dedim. Çünkü çocuğun tepesinden değil. Bir dünya liderini pozlar gibi aşağıdan aldım. Arkada işçiler. Binlerce. Elinde bir ufak çekiç ve bisküvileriyle baştan aşağı çocuktu o. Ve geleceğin proleteri. Sonra dönemin simgelerinden biri oldu fotoğraf" diyor.

Ne yapıyor o çocuk şimdi diye soruyorum. Önce bir iç çekiyor ve: 

"İstanbul'da idi en son. Şimdi nerde bilmiyorum. O da döküm işçisi olmuştu. Yani elindeki çekici bırakamış hiç" diyor ve gülümsüyor ardından.

Yüzbinlerin yürüyüşü: Kuru öksürük ve yüksek ateş!

Kış ayları. Aralık'ta başlayan büyük yürüyüş Ocak ayına kadar devam etti çeşitli eylem ve gösterilerle. Mehmet Özer günlerce süren grev, boykot, direniş, yürüyüş derken hastalanıyor. 

"Bırakıp gitsem olmaz kalsam dayanamıyorum. Nasıl bir hastalık ama anlatamam. Çadırını verdi bir işçi bana. Bir diğeri alnıma soğuk bir bez koydu. Bir başkası sıcak bir çorba getirdi. Diğeri terimi sildi başımda gece bekleyip. Yüz binlerce insan geliyordu. Köylerden insanlar yürüyüş yoluna çıkıp ekmek ikram ediyor su veriyordu. Dağa tepeye tırmanıp fotoğraflar çekiyordum. Hastalığı unutmuştum adeta. İşçi sınıfı kendinden olana sahip çıkmakla kalmıyor, yarasını da sarıyordu. İşçiler harikaydı. Dağ taş sloganlarla inliyordu." diyor Mehmet Özer.

O dönem çektikleri fotoğrafları yıllar sonra "Bütün Renkler Siyahtı" albümünde bir araya getirmişler. Albüme şöyle bir bakıyor ve iç çekiyor: 

"Evet. Çankaya'nın şişmanı dayanamadı buna. Devrildi gitti yıllar içinde. Ama kim kazandı dersen zamana bakarak patronlar kazandı derim." diyor. 

"Peki hiç umutsuzluğa düşmedin mi?" diye soruyorum ve öfkeli bir gülümseme beliriyor yüzünde Özer'in.

"Soframıza ekmek geliyorsa, ayağımıza giyiyorsak ayakkabılarımızı hâlâ işçiler var demektir. İşçiler varsa sömürü de var ve değişmesi gerek demektir. Umut burada. Tarihi bilmek umut veriyor insana. Bu tarihi bilen sanatçıya da görevler yüklüyor bu umut. Bu görevlerden kaçmadım hiçbir zaman. Her seferinde de umudum yeniden şekillendi. Metin Demirtaş'ın 'Umutsuzluk Yok' şiirini anımsarım böyle zamanlarda. Ne kaçıp gitmek ne yitip gitmek çözüm. Sınıfa inanıyorum. O yüzden de umutluyum" diyor.

33. yılında Büyük Madenci Yürüyüşü'nde Mehmet Özer'in çalışma ofisinde duvarları fotoğraflar süslüyor. Bir yanda Flormar direnişi diğer yanda Gezi Ayaklanması, yan tarafa başınızı çevirince Tekel Direnişi. Her birinin hem tanığı hem de emekçisi olmuş Özer. 

"Büyük yürüyüş devam ediyor" diyor gülümseyerek. Hâlâ umutlu.

                                                            /././

AKP-MHP'den Kars'a taşıma seçmen operasyonu: Orduevine, çevik kuvvet misafirhanesine binler dolduruldu! (Özkan Öztaş)

AKP-MHP, 2019'da Kars merkezi bin 200 oyla HDP'ye kaybetti. Bu defa taşıma seçmen operasyonu yapılıyor. Kolluk kuvvetlerine ait adreslere binlerce kişi kaydedildi.

Türkiye bir kez daha seçim sürecine giriyor. Önümüz yerel seçimler. Kars'ta sessiz sedasız yaşanan "taşıma seçmen" operasyonu iddiaları, iktidarın henüz adayını bile belirlemeden, seçimi kazanmak için hileli yollara saptığına işaret ediyor.

2019 yerel seçimlerinde Kars'ta AKP ve MHP'nin Cumhur İttifakı adına seçime MHP girmiş ve HDP'ye karşı bin 238 oyla seçimi kaybetmişti. AKP'nin 31 Mart'ta gerçekleşecek seçimleri garanti altına almak için şehir dışından seçmen transfer ettiği, seçimleri seyyar seçmenlerle kazanmaya çalıştığı iddia ediliyor. 

13 seçmeni olan yerin nüfusu 3005 kişiye çıktı

Konuya dair ilk verilere, DEM Parti Kars Milletvekili Gülüstan Kılıç Koçyiğit erişti. Bu verilere göre Mayıs 2023'teki seçimlerde, adres kayıt sisteminde "orduevi" olarak görünen, Cumhuriyet Mahallesi'nde bulunan bir adresteki seçmen sayısının yüzde 23 bin 15 arttığı görülüyor. 

Söz konusu adres, Cumhuriyet Mahallesi Şehit Yusufbey Caddesi No: 50/2 D:1.

Adres sorgulama sistemi, buranın "orduevi" olduğunu söylüyor. Bu adreste Mayıs ayında yapılan seçimler kayıtlı seçmen sayısı 13'tü. Şu an aynı adresteki seçmen sayısı 3 bin 5 kişi. Koçyiğit, adrese yeni taşınan 3 bine yakın kişiden yalnızca 10 kişinin daha önceki seçimlerde Kars Merkez seçmeni olduğunu iddia ediyor.

Bir başka örnek: Kars Merkez'deki Fevzi Çakmak Mahallesi İl Jandarma Komutanlığı Küme Evleri. Kayıtlara göre yedi ay önceki seçimlerde bu adreste 1 kişi seçmen olarak görünüyordu. Şu an aynı adreste 503 kişinin kayıtlı olduğu ifade ediliyor.

Çevik kuvvet misafirhanesi: 7 ay önce sıfır, şu an 498 seçmen kayıtlı!

Yine bir başka örnek: Kars Merkez Cumhuriyet Mahallesi Gazi Ahmet Muhtar Paşa 101A adresi. Adres sorgulama sistemine göre burası, "çevik kuvvet misafirhanesi". Yedi ay önceki seçimde burada kayıtlı seçmen sayısı sıfırdı. Mekan bir misafirhane olduğu için, haliyle, seçmen de yoktu. Şu an bu adreste tam 498 seçmen kayıtlı. Koçyiğit'in verilerine göre bu 498 kişiden yalnızca 5'i daha önce Kars Merkez seçmeniydi. Daha dikkat çekici olan, bu yaklaşık 500 kişinin 185'inin Trabzon'dan geldiği iddiası.

Resmi verilere göre Kars merkezde bin 6 polis görev yapıyor. 

Üç örnekte de jandarma ve polise ait binalara, orada yaşıyor olması imkansız sayıda seçmen kaydı yapılmış. Durum, iktidarın 2019'da bin 238 oyla kaybettiği (ve sonradan kayyım atadığı) Kars Belediyesi'ni bu defa kazanmak için devlet memurları üzerinden kapsamlı bir operasyon yürüttüğüne işaret ediyor.

Kente dair bir diğer iddia, daha önce Kars'ta oy kullanmayan 920 yurt dışı seçmeninin de Kars'a nakledildiği yönünde.

Kars'ın merkezinde 70 binden fazla insan yaşıyor. 2019'daki yerel seçimlerde seçmen sayısı 52 bindi. 42 bin kişi sandık başına gitti. HDP, seçimi bin 238 oy farkla kazandı. Dolayısıyla seçim sonuçlarının, bu gibi taşıma seçmenle müdahale edilebilecek kadar küçük ölçekte sayılarla belirlendiği bir il, Kars.

AKP aynı operasyonu Şırnak'ta yürütmüştü

AKP'nin 2019 yerel seçimlerinde benzer bir taşıma seçmen operasyonuyla Şırnak Merkezi kazandığı iddia edilmiş ve bu durum seçim sonrasında gündem olmuştu. AKP'nin o dönem Şırnak Belediyesi'ni kazandığı oy sayısıyla dışardan gelen kolluk kuvveti sayısının neredeyse birbirine eşit olması iddaları güçlendirmişti. Dönemin HDP sözcüsü Saruhan Oluç konuya dair "Şırnak’ta ortaya çıkan sonuç esas itibariyle devletin güvenlik güçlerini merkeze taşımasıyla elde edildi" demiş ve kanıt olarak da Şırnak il merkezi dışındaki seçim sonuçlarında HDP'nin ezici çoğunluğunu göstermişti.

Şaibeli bir şekilde seçimi AKP’ye kazandıran bu plana tanık olan dönemin Şırnak İl Nüfus Müdürlüğü’nde Müdür Yardımcısı olan Hekim Demir, yaşananları kaleme aldığı mektupla itiraf etmişti. Mezopotamya Ajansı tarafından kamuoyuna duyurulan bu mektuba daha sonra erişim engeli getirilmiş ve haber yayından kaldırılmıştı.

DEM Parti milletvekili: 'Bu durum ilk kez yaşanmıyor, bu seçimde birden fazla ilde deneyecekler'

Konuya dair soL'a konuşan DEM Parti Kars Milletvekili Gülüstan Koçyiğit, AKP'nin bu tür örnekleri 2019 yılında da denediğini ifade ederken Şırnak örneğini hatırlattı. Koçyiğit, AKP'nin seçmen sayısına müdahale edebileceği küçük illerde ve ilçelerde benzer adımlar attığını ve seçmen iradesine müdahale ettiğini belirtti:

"AKP, güvenlik güçlerini böyle küçük illerdekine benzer yerlere kaydırarak seçimlere müdahale ediyor. Bu örnekte misafirhanelere ve lojmanlara yerleştirilen seyyar seçmenler daha önceki örneklerde yurttaşların evlerine, hane halkının haberi olmadan yerleştirilmişti. Bu örnek Şırnak'ta açığa çıktı. Hatta bizzat içeriden, AKP içinden itiraflar ortaya çıktı. Şırnak İl Nüfus Müdürlüğü'nde çalışan birinin itirafları o dönem yaşananları ortaya çıkarmıştı.

"Şimdi benzer bir örneği birçok ilde deneyecekler. Bu durum benim vekil olduğum Kars için de geçerli ne yazık ki... Kars'ta biz birinci partiyiz. Ancak AKP bu tür adımlarla belediyeyi kazanmaya çalışıyor. Mevcut durumdaki kayyım belediyesinden halk rahatsız. Kültürü, sanatı, kent ihtiyaçlarını geçtim, kayyım belediyesi en temel ihtiyaçları dahi karşılayamıyor. Halk net olarak bu durumdan rahatsız ve kayyımın gitmesini istiyor. AKP de buna karşı seyyar seçmenle sürece müdahale etmek istiyor. Üstelik bu tür örneklerde daha önce yaptığımız hukuki başvurular da sonuçsuz kaldı. Ancak her şeye rağmen bu tür hukuksuzluklara ve seçmen iradesinin gaspına karşı mücadele edeceğiz. Çünkü AKP'nin benzer şeyleri birçok küçük belediyede deneyeceği anlaşılıyor."

CHP Milletvekili: 'Sandıkları korumak yetmiyor, seçmen kütüklerine de sahip çıkacağız'

Konuya dair soL'a konuşan CHP Kars Milletvekili İnan Akgün Alp, önceki seçimde sandıkları korumayı başardıklarını ancak bunun yeterli olmayacağını, esas mücadelenin seçmen kütüklerine de sahip çıkarak verileceğini ifade ediyor:

"Seçmen mobilizasyonu AKP'nin son yıllarda hemen hemen her seçimde uyguladığı bir mühendislik örneği artık. Özellikle de Doğu Anadolu'nun küçük ilçelerinde veya küçük illerinde, seçim sonuçlarının az bir farkla belli olduğu yerlerde bunu yapıyorlar. Gerek güvenlik güçlerinin mobilizasyonu gerekse seçimin sonucu belirleyecek 'naylon seçmen' çalışmalarıyla bu tür adımları atıyorlar son yıllarda.

"Ancak bizim geçtiğimiz Mayıs ayında da deneyimlediğimiz seçim sonucuna göre aslında muhalefet sandığa sahip çıkamadığı için kaybetmiyor. Çünkü sandıklara çoğunlukla sahip çıkıyoruz. Biz aslında seçmen kütüklerine müdahale edildiği için, seçmen kütüklerine sahip çıkamadığımız için seçimleri kaybediyoruz. Bunu tecrübe ettik. Dolayısıyla bu seçimlerde seçmen kütüklerini Türkiye'nin her ilinde, her ilçesinde, her mahallesinde dikkatle takip edeceğiz. Bu mobilizasyonun önüne geçmeye çalışacağız. 

"Mayıs seçimlerinde Kars'ta 700 sandıkta 3 bin 500 müşahitle çalıştık CHP olarak. İzmir Karşıyaka'dan sonra en hızlı verilerin girildiği yer oldu Kars. Yani bizim sandığa dair sorunumuz yok. Seçmen mobilizasyonunu önlemek adına üzerimize düşeni yapacağız. Sadece sandıklara değil seçmen kütüklerine de hakim olacağız."

Baro Başkanı: 'Hukuki olarak takipçisi olacağız'

İddialara dair soL'a konuşan Kars Barosu Başkanı Avukat Fettah Çapkurt, "Henüz bize bu başlıkta ulaşan yasal başvurular yok. Baro olarak seçim komisyonumuz var ve seçimlere dair yaşanabilecek tüm hukuksuzluklara karşı mücadele ediyoruz. Dolayısıyla bu ve benzer örnekleri yaşanması durumunda bizler de Kars Barosu olarak seçmen iradesini korumak adına üzerimize düşeni yapacağız, takipçisi olacağız" dedi.

                                                                 /././ 

Metal patronları işçileri oyalıyor! (Ozan Yılmaz)

185 bin Metal işçisini kapsayan MESS Grup toplu iş sözleşmesinde sona doğru yaklaşılıyor. Metal patronları işçi sendikalarının tekliflerine karşılık sefalet zammını dayatıyor.

Özel sektörde Türkiye’nin en büyük toplu iş sözleşmesi olma özelliği taşıyan ve 185 bin metal işçisini kapsayan grup toplu iş sözleşmesinde sona yaklaşılıyor. Birleşik Metal İşçileri Sendikası, Türk Metal Sendikası ve Özçelik İş Sendikası’nın patron sendikası MESS ile yürüttükleri toplu iş sözleşmesi 22 Kasım 2023 tarihinde tarafların uyuşmazlık tutanağını tutması ile arabulucu aşamasına girmiş, 20 Aralık 2023 tarihinde yapılan arabulucu toplantısında ise anlaşma sağlanamamıştı. İşçi sendikalarına arabulucu raporunun ulaşması ile Grev aşamasına geçilecek.

MESS’in teklifleri

Metal patronları 22 Kasım 2023 tarihinde göstermelik bir teklifte bulundu. MESS’in ilk teklifi yüzde 35 ücret zammı yönündeydi.

Asgari Ücret artışı belirlendikten sonra MESS yeni bir teklif vermek için işçi sendikalarını davet etti. MESS’in 28 Aralık’ta verdiği ikinci teklif, Asgari Ücret artışına çok yakın göstermelik bir teklif. MESS’in ikinci teklifi ilk altı ay için yüzde 50 oranında ücret zammı olması şeklindeydi.

MESS işçi sendikalarına 4 Ocak 2024 tarihinde yeniden görüşmeye çağırdı. MESS’in verdiği son teklif ise ilk altı ay için yüzde 60 oranında ücret zammı.

Birleşik Metal’den tepki: 'Kabul edilemez!'

Birleşik Metal İşçileri Sendikasından yapılan açıklamada MESS’in yeni teklifinin de kabul edilemez olduğu kaydedildi.

Yapılan açıklamada, “Gelinen süreç bıçağı kemiğe dayamış, hatta kemiği kesmeye başlamıştır. Genel Yönetim Kurulumuz, arabulucu raporunun Sendikamıza ulaşmasından sonra grev kararlarını en kısa sürede alacaktır.

Süreç adım adım greve doğru giderken, metal işçileri beklentilere uygun bir teklif verilene kadar mücadelelerini yükselterek sürdürecektir” denildi. 

'Oldu bitti' tehlikesi

MESS’in bir an önce sözleşmeyi bitirmeye çalıştığı anlaşılıyor. Uyuşmazlıktan sonra ilk olarak asgari ücretteki artış oranında zam öneren MESS bundan birkaç gün sonra küçük bir artış önermesi bir oldu bitti ile sözleşmenin hızlıca bitirme hedefinde olduğu izlenimini güçlendiriyor. Bu sırada Türk Metal Sendikası, yetkili olduğu işyerlerinde yemekhanelerde tabaklara kaşık çatal vurarak eylem yapmayı tercih ederken, Birleşik Metal ise örgütlü olduğu tüm fabrikalarda haftada 2 gün birer saat iş bırakıyor. Ayrıca Birleşik Metal İşçileri Sendikası örgütlü olduğu iş yerlerinin bulunduğu il merkezlerinde işçilerin katıldığı  basın açıklamaları gerçekleştiriyor.

soL Haber’in Birleşik Metal üyesi işçilerden aldığı bilgiye göre, fabrikalarda işçiler Türk Metal ve MESS’in bir oldu bitti ile sözleşmenin beklentinin altında imzalamasından endişeliler. Bununla birlikte Birleşik Metal-İş'in örgütlü olduğu fabrikalarda grev eğitimleri devam ediyor.

                                                                  /././

İkiyüzlülük A.Ş'de işler tıkırında: Hem hilafet hem ticaret

İktidarın dilinde, yandaş medyanın manşetinde her gün Filistin var. Saldırı altındaki Filistin'e destek söylem düzeyinde kalırken, İsrail'e ihracat kasım ayından aralık ayına 111 milyon dolar arttı.

AKP, bir yandan Filistin'i desteklediklerini iddia ederken diğer yandan İsrail'le işbirliğine devam ediyor. BOTAŞ'ın en önemli müşterilerinden biri İsrail. Zorlu Enerji sahibi olduğu dört doğalgaz çevrim santrali İsrail enerji piyasasına elektrik üretiyor. En büyük çimento ve demir üreticileri İsrail'e ihracata devam ediyor. Çatışmaların yeniden tırmandığı 7 Ekim'den bu yana yüzlerce gemi Türkiye'den İsrail'e mal taşıdı ve taşımaya devam ediyor.

İki ülke arasında artan ticaret istatistiklere de yansıdı. Karar yazarı İbrahim Kahveci'nin aktardığı Ticaret Bakanlığı verilerine göre, kasım ayında 319,5 milyon dolar olan İsrail’e ihracat aralık ayında yüzde 34,8 oranında artarak 430,6 milyon dolara yükseldi.

Ticaret Bakanı Ömer Bolat, geçtiğimiz ay yaptığı açıklamalarda İsrail ile ticaretin gerilediğini söylemiş, buna gerekçe olarak yıllık dış ticaret verilerini göstermişti. Ancak Ticaret Bakanlığı'nın açıkladığı aylık bazdaki ihracat verileri Bolat'ın işaret etmediği artışı gözler önüne serdi.

TKP: Hilafet özlemcileri, Filistin halkının arkasına saklanmayın!

"Filistin'e destek" bahanesiyle gerçekleştirilen yürüyüş Bilal Erdoğan'ın boykot çağrısıyla değil, gericilerin hilafet çağrısıyla öne çıktı. Şeriatçılara yanıt, yine Galata Köprüsü'nde TKP'den geldi.

TKP'liler bu sabah saatlerinde köprüye astıkları pankartı sosyal medya hesaplarından "Sermayenin İsrail’le tam gaz devam eden ilişkilerini sorgulamayanlar Filistin halkının arkasına sığınmaya cesaret ediyor. Uyarıyoruz!" diyerek paylaştı.

Pankartta "Hilafet özlemcileri, Cumhuriyet düşmanları Filistin halkının arkasına saklanmayın!" denildi.

Ticaret Bakanlığı panikte

Ticaret Bakanlığı, dış ticaret verilerinde Aralık ayında İsrail’e yapılan ihracatın arttığının ortaya çıkması ve büyük tepki toplaması üzerine apar topar durumu kurtarma açıklaması yaptı.

Bakanlık’tan yapılan ve anlatım bozukluklarına bakılırsa panik halinde hazırlanan açıklamada, “İsrail’le ihracatın arttığına yönelik iddialar gerçeği yansıtmamaktadır” denildi.

Öne sürülen ilk argüman Filistin bölgesine giden tüm malların İsrail adıyla İsrail gümrüklerinden ve limanlarından geçtiği oldu. Ancak şimdiye dek kamuoyuna yansıyan tek tek sayısız ticaret örneğinde karşı taraftaki şirketler İsrail şirketleri. Üstelik, zaten savaşın başından beri İsrail Gazze’yi tam ablukaya aldı, dolayısıyla burada Gazze’nin hiç payı yok, Batı Şeria’ya ticaret olduğu da çok şüpheli.

Ayrıca İsrail’de yaşayan 2,2 milyon Filistinli’den dem vuruldu. Bu nedenle İsrail'e ticaretin kesilemeyeceği ima edildi.

Öte yandan Batı Şeria ve Gazze’nin ekonomisini de büyük oranda İsrail şirketleri kontrol ediyor. Örneğin, İsrail’in petrol devlerinden Delek Group, Filistin topraklarındaki enerji işlerinde de en faal şirketlerden biri. Ama Delek, aynı zamanda yasadışı yerleşimleri de desteklediği için Birleşmiş Milletler tarafından ifşa edilmiş bir şirket.

Ticaret Bakanlığı, açıklamanın sonunda da, “ticaret aslında düştü” diyebilmek için 7 Ekim-31 Aralık tarihleri arasındaki genel ticaret toplamlarında 2022 ve 2023 yıllarını kıyaslıyor. 2022’de savaş yokken bu dönemde toplam hacim 2 milyar 320 milyon dolar, 2023’te savaş olan dönemde 1 milyar 280 milyon dolar, yani yüzde 45 düşüş var, diyor.

Oysa savaş nedeniyle ticaretin düşmüş olması zaten beklenen sonuç. Üstelik burada düşüşün önemli bir kısmının abluka altındaki Filistin topraklarıyla yapılan ticaretin dibe vurmasından kaynaklandığı da tahmin edilebilir. 

                                                                  /././

Ticaret Bakanlığı panikte: Acemice 'İsrail ticareti' açıklaması

Türkiyeli patronlar, Gazze işgali sırasında boykot bir yana, Aralık’ta İsrail’le ticareti artırdı. Bakanlık, çarpıtma ve hatalarla dolu bir açıklamayla durumu örtbas etme çabasında.

Ticaret Bakanlığı, dış ticaret verilerinde Aralık ayında İsrail’e yapılan ihracatın arttığının ortaya çıkması ve büyük tepki toplaması üzerine apar topar durumu kurtarma açıklaması yaptı.

Bakanlık’tan yapılan ve anlatım bozukluklarına bakılırsa panik halinde hazırlanan açıklamada, “İsrail’le ihracatın arttığına yönelik iddialar gerçeği yansıtmamaktadır” denildi.

Bakanlık, birkaç argüman sundu:

“İsrail ile ticaret; İsrail’in Yahudi bölgesine giden ticaret değildir. İsrail’de vatandaş olan 2,2 milyon Filistinliler ile İsrail’in işgali altındaki Batı Şeria, Doğu Kudüs ve Gazze’ye de giden ticarettir.”

Ticaret Bakanlığı’nın bu açıklaması, birkaç açıdan skandal niteliğinde.

Panik halinde yapılan açıklama, diplomatik krize sebep olabilecek ifadeler barındırıyor. “İsrail’in Yahudi bölgesine giden ticaret değildir” denildiğinde, Türkiye’nin, İsrail’i “Yahudi bölgesi” ve “Yahudi olmayan bölge” olarak ayırdığı anlaşılıyor. Bu, İsrail’de yaşayan Arapların “ayrı bölgesi” olduğunu asla kabul etmeyecek İsrail devleti için bir skandal. Öte yandan, cümlenin devamında işgal altındaki Filistin topraklarından da bahsedilince, buralar “İsrail’in Yahudi olmayan bölgesi” olarak tanımlanıyor, böylece Filistin’den İsrail toprakları olarak bahsediliyor.

Dışişleri Bakanlığı’ndaki kadroların şu an daha büyük bir panik içinde bu acemice formülasyonu nasıl toparlayacaklarını düşündüklerini tahmin etmek zor değil.

Ticaret Bakanlığı’nın açıklamasının ikinci paragrafı şöyle:

“Filistin topraklarında 8 milyon Filistinli Arap yaşamaktadır. İsrail topraklarında 7,2 milyon Yahudi yaşamaktadır. Filistin bölgesine giden tüm mallar İsrail adıyla İsrail gümrüklerinden ve limanlarından geçmek zorunda kalıyor.”

Burada bakanlık, giden malların aslında Filistin’e gittiğini ima ediyor. Bakanlığın elinde ayrıntılı veriler de var, şimdiye dek kamuoyuna yansıyan tek tek sayısız ticaret örneğinde karşı taraftaki şirketler İsrail şirketleri. Üstelik, zaten savaşın başından beri İsrail Gazze’yi tam ablukaya aldı, dolayısıyla burada Gazze’nin hiç payı yok, Batı Şeria’ya ticaret olduğu da çok şüpheli.

'İsrail’de yaşayan 2,2 milyon Filistinli’den dem vurulması da kamuoyunu aldatmaya yönelik. Bu şuna benziyor: Türkiye Cumhuriyeti, Almanya’yla ticareti kesecek, fakat “Almanya’daki Türkler de alabilsinler” diye Alman süpermarket zincirlerine ticarete devam edecek. Bakanlığın gerekçesi tam bir ikiyüzlülük örneği.

Ancak, dahası da var: İsrail’in işgali basitçe “toprakları ablukaya almak” değil. Batı Şeria ve Gazze’nin ekonomisini de büyük oranda İsrail şirketleri kontrol ediyor. Örneğin, İsrail’in petrol devlerinden Delek Group, Filistin topraklarındaki enerji işlerinde de en faal şirketlerden biri. Ama Delek, aynı zamanda yasadışı yerleşimleri de desteklediği için Birleşmiş Milletler tarafından ifşa edilmiş bir şirket.

Ticaret Bakanlığı, açıklamanın sonunda da, “ticaret aslında düştü” diyebilmek için 7 Ekim-31 Aralık tarihleri arasındaki genel ticaret toplamlarında 2022 ve 2023 yıllarını kıyaslıyor. 2022’de savaş yokken bu dönemde toplam hacim 2 milyar 320 milyon dolar, 2023’te savaş olan dönemde 1 milyar 280 milyon dolar, yani yüzde 45 düşüş var, diyor.

Oysa savaş nedeniyle ticaretin düşmüş olması zaten beklenen sonuç. Üstelik burada düşüşün önemli bir kısmının abluka altındaki Filistin topraklarıyla yapılan ticaretin dibe vurmasından kaynaklandığı da tahmin edilebilir. 

Ancak Ticaret Bakanlığı’nın asıl hiç değinmediği nokta, ticaretin Aralık ayında artmış olması. 7 Ekim’de savaş başladı, AKP hükümeti birkaç günlük duraksamanın ardından İsrail’e karşı hamasi söylemleri artırdı, boykot çağrıları başladı. Ticaret Kasım ayında 319,5 milyon dolar. Hükümetin sözde arkasında durduğu boykotun giderek etkili olması, dolayısıyla Aralık’ta bu hacmin daha da düşmesi beklenirken, Aralık ayında ticaret yüzde 34,8 oranında artarak 430,6 milyon dolara yükselmiş.

Yani, soL’un manşetinde dile getirdiği gibi: “İkiyüzlülük A.Ş.’de işler tıkırında: Hem hilafet hem ticaret”.

Ticaret Bakanlığı’nın panik açıklaması, ortaya çıkan gerçeği değiştirmiyor: Türkiye’nin patronları, Gazze’de soykırım uygulayan İsrail’le ticareti bırakmak bir yana, savaş döneminde artırmış.

Lisede cemaatle namaz kılınmıştı: Müdür yardımcısı laikliği savunanlarla savaşacakmış

Bursa Atatürk Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi geçtiğimiz günlerde müdürünün okul içinde cemaatle namaz kıldırması ile haberlere konu olmuştu.

Okul, bu kez de müdür yardımcısının okul grubundan yaptığı paylaşımla kamuoyunun gündemine geldi.

Önce müdür ardından da müdür yardımcısı

Cumhuriyet'ten Çağdaş Bayraktar'ın haberine göre; geçtiğimiz haftalarda Bursa Atatürk Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’nde okul yönetimi cuma namazlarının okulda kılınabilmesi için müftülüğe başvurmuş, gelen onay sonrasında müdür, okulda cemaatle cuma namazı kılınması talimatı vermişti. Müdürün ayrıca bağış toplayıp yaptırdığı mekânı da “cuma namazı kılınan yer” olarak tanıtması da laikliğe ayrkırı olduğu gerekçesiyle tepki çekmişti.

Olayın ardından bu defa da okulun müdür yardımcısının benzer paylaşımlarda bulunduğu ortaya çıktı. Okulda topluca namaz kılan kişilerin fotoğrafını öğretmenlerin olduğu ve yalnızca yöneticilerin paylaşım hakkının olduğu grupta paylaşan müdür yardımcısı Dunar, “Malum zihniyete’ karşı omuz omuza. Dinimize, diyanetimize, cemaatimize sahip çıkıyoruz. Sonsuza dek” ifadeleri ile paylaştı.

'Sonsuza dek bu savaşı ben vereceğim'

Söz konusu paylaşımıyla da yetinmeyen Dunar, sabah töreni için toplanan öğrencilere şu ifadeleri kullandı:

Belki haberlerde internette görmüşünüzdür. Bizi şikâyet etmişler. Biz malum zihniyetle yıllardır mücadele ettik, dinimize kitabımıza bayrağımıza sahip çıktık. Biz gerekli izinleri aldık. Bu öğrencilerin cuma namazını burada kılmasını kimse engelleyemeyecek! Bu böyle biline! Ve bu gençlerimizin de imanlı, dinini, diyanetini bilen bir nesil olarak yetişmesini canı gönülden istiyorum. Sonsuza dek bu savaşı ben vereceğim. Belirtmek isterim. Bu yüzden de arkadaşlarımı, özellikle bu cuma bekliyorum. Namaz kılınan yer belli, arzu eden isteyen orada namaz kılmak için buyursun gelsin. Bekliyorum!

Suç duyurusunda bulunuldu

Olay üzerine Eğitim İş Bursa Şubesi, Müdür Yardımcısı Kenan Dunar ve Müdür Ömer Pınarlı hakkında “Görevi Kötüye Kullanma, Halkı Kin Ve Düşmanlığa Tahrik ve Ayrımcılık" iddialarıyla Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu.

Konuya ilişkin konuşan ve eğitimdeki gericileştirmenin, ÇEDES denen Anayasa’ya aykırı laiklik karşıtı projeyle hız kazandığına dikkat çeken Eğitim İş Bursa Şube Başkanı Yeliz Toy, “Yerellerdeki fiili bazı uygulamaların ÇEDES’i bile geride bıraktığı görülmekte. Akıl dışı, laiklik karşıtı, öğrenci ve eğitim emekçileri açısından güvenlik açığı yaratan bu uygulamanın kahramanı olan okul yöneticileri, bugün başka bir skandalın daha başrolü olarak karşımızda” dedi. 

'Hedef laiklik'

Toplumda bazı kesimlerce laikliğe yüksek sesle karşı çıkıldığı, hilafet ve şeriat isteme cüretlerine haklı olarak tepkilerin yükseldiği bir dönemde Dunar’ın ‘malum zihniyet’ notunu düşmesinin manidar olduğuna dikkat çeken Toy şöyle devam etti:

Her siyasal İslamcı gibi açık konuşmaktan korkan, korktuğu için ancak sonradan kıvırabileceğini düşündüğü imalarda bulunan ve korkusu, sahip olduğunu iddia ettiği cesaretine baskın çıkan Dunar’ın bu mesajı daha sonra okul müdürü tarafından silinse de, ekran görüntülerinin alınmasına engel olamamıştır.

Eğitimde yöneticilerin nasıl liyakatsizce seçildiğinin canlı kanlı örneği olan müdür yardımcısı Kenan Dunar’ın cesaret edip de devamını getiremediği sözü biz tamamlayalım:

Dunar ve türevlerinin Anayasa’ya ve Milli Eğitim Temel Kanunu’na göre milli eğitimin ancak laik biçimde verilebileceği bu Cumhuriyet’te, okula cami cemaatini taşıyıp namaz kılarak savaşabilecekleri tek ‘malum zihniyet’ laikliktir. Bugün kendini hakim sanan aciz karanlığa yüz yıllık bir kararlılıkla sesleniyoruz: ‘Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru, en gerçek yol, medeniyet yoludur.

                                                                /././

Alevi öğrenciye sistematik işkence uygulanmıştı: Koç Üniversitesi'nden gecikmeli açıklama

Koç Üniversitesi'nde burslu okuyan öğrenci, Alevi olduğu için, odasında kalan diğer iki öğrencinin sistematik saldırısına uğramıştı. Koç Üniversitesi açıklamada bulundu.

TÜBİTAK birincisi 21 yaşındaki F.B. isimli genç Koç Üniversitesi'ni tam burslu kazandı. 19 Ekim günü 3 öğrencinin kalabildiği yurt odasına yerleşen F.B., aynı odada kaldığı Hasan Ege K. ile Arda D'nin sistematik saldırısına maruz kaldı.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nca yürütülen soruşturmaya göre, Hasan Ege K. ve Arda D, F.B.’ye odayı terk etmesi için baskı kurmaya başladı. İkili bir süre sonra, F.B.’ye şiddet uygulamaya başladı.

Soruşturma dosyasına göre; F.B'ye kemerle vuran ve yüzüne sıcak ütü yapıştırmaya çalışan Hasan Ege K.’nin, Alevi olan F.B’ye yönelik ayrımcı ifadeler kullandığı anlaşıldı. 15 Kasım günü ise Arda D'nin, derslerde kullandığı ve başında kesici cisim bulunan kretuar ile F.B'yi yüzü ve karnından yaralamasının ardından yapılan suç duyurusu ile konuya ilişkin soruşturma başlatıldı.

Koç Üniversitesi'nden gecikmeli açıklama

F.B'nin avukatı Alper Sarıca, olayın ardından müvekkilinin okula girişinin de yasaklandığını, "Irkçılığa uğrayan, canına kastedilen müvekkilimin Koç Üniversitesi tarafından 1 ay süreyle okula ve binalara girişi yasaklandı. Bizzat gidip hukuk müşavirliğine delileri sunup anlatmama rağmen sınavlarına bile alınmadı. Telafi sınavı da açılmadı" ifadeleriyle duyurmuştu.

Olayın kamuoyuna yansımasının ardından uzun süre açıklamada bulunmayan Koç Üniversitesi, açıklamada bulundu.

Üniversite'nin açıklamasında şu ifadelere yer verildi:

"Bilime ve insanlığa hizmet etme hedefiyle kurulmuş akademik bir kurum olarak taviz veremeyeceğimiz ilkelerin başında şiddetin ve ayrımcılığın hiçbir türünün kabul edilemeyeceği yer almaktadır. Bu kapsamda, üniversitemizde yaşanan olayla ilgili derhal gerekli soruşturmalar başlatılmıştır ve konu ayrıca yargıya taşınmıştır."

'Hiçbir şeyle ilgilenmediniz'

Avukat Sarıca, Üniversitenin yaptığı açıklamanın ardından tepki gösterdi.

Sarıca'nın sosyal medya üzerinden yaptığı açıklama şöyle:

29 Kasım’da rektörünüze ulaşmaya çalıştım. Konuyu izah ettim. Sekreteri bana vakit ayıramayacağını iletti. 1 Aralık’ta üniversitenize geldim. Hukuk müşavirliğinizle 1 saat toplantı yaptım. Ses kayıtlarını dinlettim ve verdim. Müvekkilimi 1 ay boyunca binalarınıza almadınız sınavlarına sokmadınız. Yurt müdürlüğü cinsel saldırı nedeniyle ceza verilmemesine karar verdi. Şimdi kendisine telafi sınavı açılamayacağı söylenip, kaydını dondur bence deniyor. Olaydan sonra yüzündeki kesinin hastanenizde estetik tedavisini yaptınız (size yansıyacak diye) ama başka hiçbir şeyle ilgilenmediniz. Mağdurla faili aynı kefeye koydunuz. Hasan E. K. ya bugüne kadar hiçbir yaptırım uygulamadınız. Yazıklar olsun Koç Üniversitesi.

                                                                     /././

Koç Üniversitesi'nde Alevi öğrenciye işkence uygulamışlardı: Kendisini 'faşist' olarak tanımlıyormuş

Koç Üniversitesi'nde burslu okuyan öğrenci, Alevi olduğu için, odasında kalan diğer iki öğrencinin sistematik saldırısına uğramıştı. Bir saldırganın kendisini "faşist" olarak tanımladığı ortaya çıktı.

Stanford Üniversitesi dahil yurtiçi ve yurtdışındaki birçok üniversiteden kabul alan TÜBİTAK birincisi 21 yaşındaki F.B. isimli genç Koç Üniversitesi'ni tam burslu kazandı. 3 öğrencinin kalabildiği yurt odasına yerleşen F.B., aynı odada kaldığı Hasan Ege K. ile Arda D'nin sistematik saldırısına maruz kaldı.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nca yürütülen soruşturmaya göre, Hasan Ege K. ve Arda D., F.B.’ye odayı terk etmesi için baskı kurmaya başladı. İkili bir süre sonra, F.B.’ye şiddet uygulamaya başladı.

Arda D'nin, derslerde kullandığı ve başında kesici cisim bulunan kretuar ile F.B'yi yüzü ve karnından yaralamasının ardından yapılan suç duyurusu ile konuya ilişkin soruşturma başlatıldı.

'Köle olduğunuzu kabullenmelisiniz'

Soruşturma dosyasına göre; F.B'ye kemerle vuran ve yüzüne sıcak ütü yapıştırmaya çalışan Hasan Ege K.’nin, Alevi olan F.B’ye yönelik ayrımcı ifadeler kullandığı anlaşıldı.

Savcılık soruşturma dosyasına giren 6 ayrı ses kaydında, Hasan Ege K, F.B’ye yönelik “Türkiye’nin, belli bir noktadan sonraki Doğusu olduğu gibi ateşe verilse…” diyor. Hasan Ege K, F.B.’nin etnik kimliği için “Alt ırksınız. İtlaf edilmeniz lazım. Köle olduğunuzu kabullenmelisiniz. İtaat etmek zorundasınız. Seni bu odadan istemiyoruz. Buradan gitmezsen seni öldürürüz” ifadelerini kullanıyor.

F.B. ise ifadesinde “Hasan Ege K., ben Alevi olduğum için ve bana karşı ayrımcılık yaptığından dolayı beni odadan atmak istiyordu. Kendisinden şikâyetçi olacaktım. Ancak, öğrenci olduğu için sabıkasına yansımasını istemediğim içim şikâyetçi olmadım. Halen bana ayrımcılık yapmaya devam ediyor” dedi.

İthaki Yayınları'ndan da olayın ardından "Hasan Ege Karanfil isimli yazarın sözleşmesi feshedilmiştir. Kamuoyuna duyururuz" açıklaması yapıldı.

'Montaj' dedi, kendisini "faşist" olarak tanımladığı ortaya çıktı

Alevi olmasından dolayı F.B'nin odayı terk etmesi için baskı kuran Hasan Ege K, söz konusu kayıtların "montaj" olduğunu öne sürdü.

F.B'nin etnik kimliğine yönelik saldırılarda bulunan ancak söz konusu kayıtların "montaj" olduğunu iddia eden Hasan Ege K'nin, kendisini "faşist" olarak tanımladığı ortaya çıktı.

Hasan Ege K'nin, yanındaki başka bir şahısla çekilmiş olduğu fotoğrafı, sosyal medya üzerinden "İki faşist takılıyor" notuyla paylaştığı görüldü.

'1 ayı aşkın süredir ifadesi bile alınamadı'

Konuya ilişkin açıklamada bulunan F.B'nin avukatı Alper Sarıca, savcılık soruşturması için taraflarınca sunulan 6 adet ses kaydında "bugüne kadar duyduğu en ırkçı söylemlerin" yer aldığını ifade etti.

Ayrıca Sarıca, "Adli raporlara rağmen savcılıkça şüpheli H.E.K'nin ikmalen istendiği için 1 ayı aşkın süredir ifadesi bile alınamadı" dedi.

F.B'nin avukatından açıklama

Yurt odasında yaşanan dehşete ilişkin yapılan suç duyurusu sonrası başlatılan soruşturma kapsamında F.B'yi yaralayan Arda D., savcılık ifadesinde "F.B.’nin kendisine sarkıntılık yaptığını" öne sürerek “Üzerime gelmeye devam etti. O an yaşadığım olayın siniriyle derslerde kullandığım ve sanat bıçağı olarak adlandırılan ucunda neşter bulunan malzeme ile F.’yi belinden ve yüzünden çizerek yaraladım” dedi.

Faillerin saldırıları örtbas etmek için F.B'yi "cinsel saldırıyla" suçladığını aktaran avukat Sarıca, "Oysa aynı savcılık canını zor kurtaran, ırkçılığa uğrayan müvekkilim için sırf faillerin soyut iddiaları nedeniyle adli kontrol kararı verdirdi ve kaldırılması taleplerimizi reddetti" ifadelerini kullandı.

Ayrıca Sarıca, müvekkilinin okula girişinin de yasaklandığını, "Irkçılığa uğrayan, canına kastedilen müvekkilimin Koç Üniversitesi tarafından 1 ay süreyle okula ve binalara girişi yasaklandı. Bizzat gidip hukuk müşavirliğine delileri sunup anlatmama rağmen sınavlarına bile alınmadı. Telafi sınavı da açılmadı" ifadeleriyle aktardı.

Avukat Sarıca'nın konuya ilişkin sosyal medya üzerinden yaptığı açıklama şöyle:

"Dosyaya bugüne kadar duyduğum en ırkçı söylemlerin yer aldığı (haberlerde çoğuna yer verilmeyen) 6 adet ses kaydını sunmamıza, faillerce suçları örtbas edilmek için sözde cinsel saldırıyla suçlanan müvekkilimin olaydan sadece yarım saat önce üniversite güvenliğini aradığına dair arama kayıtlarını sunmamıza, odanın kartlı giriş kayıtlarından ve failin adli muayene ve karakol ifadesine yansıyan anlatımlarındaki çelişkilerden cinsel saldırının hiç vuku bulmadığının açıkça anlaşılmasına, (muayenede sözlü taciz diyor.) müvekkilin yüzüne ve karnına onlarca dikiş atıldığını gösteren adli raporlara rağmen savcılıkça şüpheli H.E.K. nın ikmalen istendiği için 1 ayı aşkın süredir ifadesi bile alınamadı.

Oysa aynı savcılık canını zor kurtaran, ırkçılığa uğrayan müvekkilim için sırf faillerin soyut iddiaları nedeniyle adli kontrol kararı verdirdi ve kaldırılması taleplerimizi reddetti. Irkçılığa uğrayan, canına kastedilen müvekkilimin Koç Üniversitesi tarafından 1 ay süreyle okula ve binalara girişi yasaklandı. Bizzat gidip hukuk müşavirliğine delileri sunup anlatmama rağmen sınavlarına bile alınmadı. Telafi sınavı da açılmadı. Şimdi de kaydını dondur diyorlarmış. Başınıza benzer bir olay gelirse üniversitenizde güvende olduğunuzu ve hak ettiğiniz adil muameleyi göreceğinizi düşünmüyorum.

Not: üniversite yurt disiplin kurulu müvekkil hakkında cinsel saldırı iddiası sübut bulmadığından müvekkile ceza VERİLMEMESİNE karar verdi."

                                                                    /././

Alevi öğrenciye işkence uygulanmıştı, Zafer Partisi de dahil oldu: 'Türkçülere provokasyon yapılıyor'

Koç Üniversitesi'nde bir öğrencinin Alevi olmasından dolayı odasında kalan diğer iki öğrencinin saldırısına uğraması gündemine Zafer Partisi de dahil oldu. "Türkçülere provokasyon yapılıyor" iddiası.

Koç Üniversitesi'nde burslu okuyan Alevi öğrencinin, odasında kalan diğer iki öğrenci tarafından sistematik saldırıya uğramasına ilişkin, "İstanbul’da bir özel üniversitenin yurdunda bir öğrenciye diğer öğrenci tarafından yanlış bir millet ve din anlayışı ile yapıldığı anlaşılan saldırı ( eğer basında yer alan haberler doğru ise) en ağır şekilde lanetlenmeyi hak etmektedir" açıklamasında bulunan Zafer Partisi Genel Başkanı Zafer Özdağ, tutum değiştirdi.

Özdağ söz konusu açıklamasından birkaç saat sonra, saldırganlardan birisiyle konuştuğunu ve kendisine, olayın cinsel saldırı nedeniyle gerçekleşmiş olduğunun aktarıldığını belirtti. Özdağ, konuştuğu şüpheliye "Evladım, o zaman bunu siz basına yayın, gerçek neyse adli evraklarla bunu paylaşın" dediğini aktardı.

Zafer Partisi Malatya Battalgazi İlçe Başkanlığı ise sosyal medyada konuya ilişkin yaptığı açıklamada, "Türkçülere provokasyon yapılıyor" iddiasında bulundu.

(derleyen: mstfkrc)




                                                              

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder