8 Ocak 2024 Pazartesi

Cumhuriyet KÖŞEBAŞI - 8 OCAK 2024 -

 

Erdoğan ve Gülen sahiden kavgalı mı?(Barış Terkoğlu)

Gün ile gece birbiriyle savaşıyor sanırsın. Oysa göğün yasalarında sadece birbirlerinin tamamlayıcısıdır.

Bekliyordum, oldu...

Duyulmaması için gizli saklı yapmışlar. Öyle ya, isteseler savcılıktan her haberi sızdırdıkları gibi bunu da medyalarına yollarlardı.

İstanbul Adliyesi’nde görülen, geçen günlerde sonlanan, kimsenin haberdar olmadığı o davadan söz ediyorum.

Size defalarca anlattım. Halen 80’li yaşlardaki beş generalin hapiste olduğu 28 Şubat davası; AKP’nin desteği ve Fethullahçıların eylemleriyle görüldü. Davanın savcısı Mustafa Bilgili’den ev aramalarını yapan polislere, rapor yazan bilirkişilerden kumpasın Genelkurmay’daki işbirlikçilerine, tutuklama yapan hâkimlerden operasyonun içindeki medyaya kadar hepsi FETÖ bağlantılı çıktı.

BAVULCU YİNE FETHULLAHÇI

Ancak biri vardı ki pek de konuşmadık. Adı Tamer Tatar. TSK’den 28 Şubat sonrasında, Aralık 1997’de, YAŞ kararıyla, Fethullah Gülen bağlantısı nedeniyle atılmış bir yüzbaşıydı. GATA’da görev yapıyordu, göz doktoruydu.

Teşbihte hata olmaz, Tatar davanın “bavulcusu”ydu.

Yıllar sonra, 19 Aralık 2011 tarihinde, doktorluk yaptığı Çorlu’dan İstanbul’daki Beşiktaş Adliyesi’ne gelmişti. FETÖ’cü savcılar Hüseyin Ayar ve Fikret Seçen’in odasına girmişti. Elinde, kendisine Ahmet Yılmaz isminde tanımadığı birinden kargoyla geldiğini söylediği poşet vardı. İçindeki bir klasör ve bir DVD’yi dönemin savcılarına teslim etti. Verdiği sözde belgeler 28 Şubat davasına temel oluşturdu. Tatar’ın verdiği belgelerden dört ay sonra ilk tutuklamalar gerçekleşti.

Zira 28 Şubat aslında devletin zirvesinin katıldığı meşru bir MGK toplantısıydı. Buna dayanarak yargılama yapılamazdı. Tatar’ın getirdiği belgeler ise 28 Şubat MGK’sine dayanarak askerlerin yasadışı işler yaptığını iddia ediyordu. Sanıklar belgelerin sahte olduğunu, içindeki tutarsızlıklara dayanarak kanıtladılar ama nafile... Tamer Tatar, davada müşteki ve mağdur yapıldığı gibi, getirdiği belgelerle 80’lik askerler hapsedildi.

MEĞER FETÖ’DEN YARGILANIYORMUŞ

İşte söyleyeceğim de bununla ilgili...

Meğerse Tamer Tatar, yaklaşık üç yıldır, İstanbul 32. Ağır Ceza Mahkemesi’nde, 2021/181 sayılı dosyada FETÖ’den yargılanıyormuş. Yapılan soruşturmada, FETÖ mensuplarıyla düzenli toplantıları tespit edilmiş. FETÖ lideri Gülen’in çağrısının hemen ardından binlerce lirayı Bank Asya’ya yatırmış. Tatar, FETÖ’nün Kimse Yok Mu Derneği’nin uluslararası çalışmalarında görev alıyormuş. FETÖ’nün kapatılan dernekleriyle ABD’de “malum” ziyaretler gerçekleştirmiş. Tatar hakkında, 28 Şubat davası bittikten sonra, 26 Nisan 2021’de, FETÖ üyeliği suçlamasıyla, sessiz sedasız dava açılmış.

Mahkeme, 11 Ekim 2023’te, Tatar’a “örgüte (FETÖ) bilerek ve isteyerek yardım” suçundan ceza verdi. Beş yıl alan Tatar’ın cezası, 2 yıl 1 aya indirildi. Cezası kesinleşene kadar da yurtdışı yasağı konuldu.

‘MAĞDUR TATAR’A HAPİS CEZASI

Tatar’ın yargılanması kamuoyuna duyurulmadan tamamlandı. Kimse bu yargılama sırasında “Acaba Tatar’ın 28 Şubat davasındaki faaliyetleri de örgüt kapsamında mı.” diye elbette soruşturmadı. Ancak ortaya tuhaf bir durum çıktı.

28 Şubat’tan sonra TSK’den ihraç edilenlerin yüzde 45’inde sebep Fethullah bağlantısıydı. Bu sebeple ihraç edilen Tamer Tatar’ı, yargı mağdur kabul etti. Getirdiği belgeleri “güvenilir” buldu. Bunlara dayanarak “alnı secdeye varan” Tamer Tatar’ları TSK’den attınız diye askerleri suçladı. 85 yaşındaki Vural Avar’ın hapiste ölümünü izledi. Halen hastalıklarla boğuşan generalleri, raporlara rağmen hapiste tutmaya devam ediyor.

Öte yandan 28 Şubat davası bittikten sonra, Tamer Tatar, 28 Şubat’tan bugüne uzanan bağlantıları nedeniyle yargılandı. Örgüt üyeliği ile suçlanan Tatar, FETÖ’ye yardımdan hapis cezası aldı. Daha da ilginci Tatar bankaya para yatırırken, otelde kalırken, derneklerde çalışırken FETÖ’cülerle iş tuttuğunu kabul eden yargı, Tatar FETÖ’cü savcılara delil taşırken sırtını okşadı.

Tutarsızlık olarak görünüyor. Ama belki de tutarsızlık saydığımız kendi içinde bir istikrarı içeriyor. Zira “FETÖ nerede bitiyor AKP nerede başlıyor”“Erdoğan Gülen’i tasfiye ederken onun eksik parçalarını mı tamamlıyor”“FETÖ yargısı ile bugünün yargısı arasında ne fark var” sorularına bulduğumuz yanıt işte bunun için anlam taşıyor.

Karanlık gözünü karartmasın. Gecenin bitip günün başladığı anın çizgisini gördüğünde, doğanın savaşındaki büyük uzlaşmayı da göreceksin.

                                                    /././

‘İş bilmezler’ ve ‘mevzi savaşı’ (Ergin Yıldızoğlu)

Ekonomik (derin yoksulluk, hiperenflasyon), jeopolitik (“şehitler”, Gazze) krizler içinde siyasal İslam, toplumda azınlık olmasına karşın, “yoluna” devam ediyor. “Bu iş bilmezler ülkemizi muz cumhuriyetine çevirdi” saptamasının “iş bilmezler” kısmına katılmak zor. Siyasal İslamın “mevzi savaşlarındaki” performansı da “iş bilmezler” saptamasını desteklemiyor.

‘MEVZİ SAVAŞI’

Gramsci’nin, Hapishane Defterleri’nde geliştirdiği “mevzi savaşı” kavramı, toplum üzerinde hegemonya kurmak için mücadele eden aktörler (sınıf/zümre) arasında yaşanan “savaşları” betimler. Bu kavram, kültürel alanda karşı tarafın ürettiği söylemleri etkisizleştirmeye, dönüştürmeye, yenilerini benimsetmeye (“özgürlükçü laiklik”, “seküler hilafet” vb.), siyasetin gündemini belirlemeye; haklar ve özgürlüklerin, “konuşulabilir olanın”beğenilerin sınırlarının genişletilmesine ya da daraltılmasına ilişkindir.

Bu kimi zaman ilerleyen kimi zaman geri çekilen, sabırlı, uzun erimli bir süreçtir; toplumun verili yapısı içinde yaşanır, onu “moleküler düzeyde” adım adım değiştirmeyi, karşı tarafın iktidarının zeminini çürütmeyi hedefler. “Mevzi savaşını” tamamlayan bir diğer süreç de karşı taraftan olmayan “ortadaki” kesimlerin, özellikle entelektüelleri, kanaat önderlerini (örn: Liberal entelijensiya...) teker teker ikna ederek, “satın alarak”, kazanmaya, böylece orta alanı, kendine ekleyerek boşaltmaya (toplumu kutuplaştırmaya) ilişkindir.

... VE SİYASAL İSLAM

Cumhuriyet döneminde siyasal İslamın pratiklerini bir “mevzi savaşı” olarak görebiliriz. Bu, önceleri “yeraltında” ama muhafazakâr partilerin kanatları altında ilerleyen bir süreçti. 12 Eylül darbesinin, solu/işçi hareketini bastırarak açtığı meşruiyet alanında, liberal “yararlı salakların” desteğiyle ilerleyen açık bir sürece dönüştü. Siyasal İslam, 1990’larda İstanbul ve Ankara belediyelerini (kaynaklarını) ele geçirdi, ardından 28 Şubat’ın (burada NATO ordusu ve BOP bağlantısını kurabiliriz) açtığı alanda partileşti; ilk genel seçimlerde, hükümet kurarak devleti dönüştürmeye başladı. Böylece, “mevzi savaşı”, bir “pasif karşıdevrim” sürecine, o da ilerledikçe “süreç olarak faşizme” dönüştü.

Siyasal İslam, bu “mevzi savaşı” tarihi içinde biriktirdiği deneylerle, CHP’yi, (onun devleti “yüce nesne” olarak algılayan, “devlet aklı” gibi fantezileri) sayesinde “pasif karşıdevrimin” meşrulaştırıcısı konumuna hapsetmeyi de başardı. Bu kısa tarih siyasal İslamın, rejimini/devletini yönetenlerin “işlerini bildiklerini” gösteriyor.

‘MEVZİ SAVAŞINDA’ SON DURUM

Ne yazık ki devleti “yüce nesne” olarak algılama hastalığı, “devlet aklı” fantezisi etkilerini hâlâ sürdürmeye, siyasal İslam da yeni mevziler kazanmaya devam ediyor.

Eğitimde laiklik tasfiye ediliyor: Devlet okullarında, “Çevreme duyarlıyım, değerlerime sahip çıkıyorum” (ÇEDES) Projesi hayata geçirildi; “manevi danışman” tanımı altında imam, vaiz kadroları okullarda “beyin yıkamaya” (pardon eğitim vermeye diyecektim) başladı.

Tarikatlar meşrulaştı: Milli eğitim bakanı, tarikat ve cemaatleri STK olarak niteledi, bunlarla yapılan protokolleri savundu; bu yapılarla işbirliğinin süreceğini söyledi. Böylece siyasal İslamın egemen sınıfının unsurlarını, ideolojisini üreten yapılar fiilen meşrulaştılar.

Anayasa ve hukuk devleti kadük oldu: Yargıtay, Anayasa Mahkemesi’nin Can Atalay ile ilgili kararının “hukuki değeri olmadığına ve uyulmamasına” karar vererek AYM’nin otoritesini fiilen yok etti. Böylece: (1) Yasal düzen anayasal güvencesini kaybetti. (2) Rejim kendi yaptığı yasalara dahi uymuyor. Bu ikincisi, artık bir “açık diktatörlüğe” geçildiğini söylüyor.

Halifelik talebi meşrulaştı: İsrail ile ticaret bütün hızıyla devam ederken Filistin’i savunmak bahanesiyle, İstanbul’un en işlek noktasında hayatı durduran bir miting yapıldı, hilafet bayrakları açıldı, halifelik talebi dile getirildi. “Seküler hilafet” tartışması canlandı, “hilafet talebi” konuşulabilir oldu. Yararlı salaklar yine “ütüleyici” (“aslında istemiyorlar” filan) olarak görev başında.

Rejim yeni mevziler kazanmaya devam ediyor. Muhalefetin taktiğini bilen var mı? Umarım “anayasaya saygı” mitingi bu taktiği geliştirmeye yardım edecek bir başlangıç olur.

                                                         /././

Atlantik Konseyi’nin Karadeniz raporu (I) (Mehmet Ali Güller)

Karadeniz yeniden ısınıyor. Geçen hafta Türk basınına şu iddia yansımıştı: “Türkiye, İngiltere’nin Ukrayna’ya hibe ettiği mayın avlama gemilerinin Karadeniz’e geçişine izin verdi” (Aydınlık, 2.1.2024).

İddia aynı gün İletişim Başkanlığı Dezenformasyonla Mücadele Merkezi tarafından yalanlandı. Açıklamada, Ukrayna’daki savaş devam ettiği müddetçe gemilerin İstanbul ve Çanakkale boğazlarını kullanmasına Türkiye’nin izin vermeyeceğinin, müttefiklere bildirildiği belirtildi.

Ardından Rusya’nın Rio Novosti ajansı da “İzin verildi” haberini yalanladı: “Bazı medya organlarında yer alan ‘İngiltere tarafından Ukrayna’ya hibe edilen mayın tarama gemilerinin Türk boğazlarından Karadeniz’e geçişine izin verildiği’ haberi doğru değildir. Türkiye, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin 19. maddesi uyarınca boğazları savaşan tarafların savaş gemilerine kapatmıştır.”

İNGİLİZ PLANI

İngiltere, bir süredir Karadeniz konusunda hamleler yapmaya çalışıyor. İngiliz hükümeti geçen ay yaptığı açıklamada, “Rusya ile savaşında Ukrayna’nın deniz operasyonlarını güçlendirmek için iki kraliyet donanması mayın avlama gemisini Ukrayna donanmasına devredeceğini” duyurmuştu.

Yine İngiltere’nin Norveç ile birlikte yeni bir deniz koalisyonuna liderlik edeceği de İngiliz basınına yansımıştı. Bu kapsamda İngiltere’nin Ukrayna’yla bir mutabakat zaptı imzaladığı, bu zapta göre hem mayın avlama gemilerinin hibe edileceği hem de mali yardım ile istihbarat paylaşımının yapılacağı belirtilmişti.

ABD PLANI

Elbette İngiltere, ABD’den ayrı bir Karadeniz stratejisi yürütmüyordu! ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Liz Allen, iki ay önce Bulgaristan’ı ziyaret etmişti. Allen sadece başkent Sofya’ya değil, Karadeniz kıyısındaki Varna’ya da gitmiş, burada donanma yetkilileriyle görüşmüştü (Amerika’nın Sesi, 23.12.2023).

Allen, bu ziyaretten iki hafta sonra, tam da ABD Kongresi’nde “savunma bütçesi” görüşülürken 16 Kasım 2023’te sosyal medyada şu mesajı paylaştı: “Güvenli, emniyetli, müreffeh ve birbirine bağlı bir Karadeniz bölgesi için mücadelemizi sürdürmeyi amaçlıyoruz” (X, 16.11.2023).

DENİZ KUVVETLERİNİN YANITI

Tesadüf! ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Allen’ın Karadeniz’le ilgili bu mesajından bir gün sonra, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Ercüment Tatlıoğlu, Karadeniz’le ilgili çok önemli bir çıkış yaptı.

Oramiral Tatlıoğlu, 17 Kasım 2023’te düzenlenen “Deniz Astsubay Okullarının Kuruluşunun 133. Yıldönümü Töreni”nde yaptığı konuşmada şu mesajları verdi:

“NATO, Karadeniz’de bazı tedbirler almaya çalışıyor. Ancak Karadeniz’de bu tedbirleri biz kendimiz alacağımızı ifade edip NATO’yu veya ABD’yi Karadeniz’de istemediğimizi beyan ediyoruz.”

“Amacımız şu, Montrö’ye uyulsun. Türkiye olarak Karadeniz’de bütün güvenliği sağlarız. Karadeniz’i bir Ortadoğu’ya çevirmesinler. Karadeniz’e herhangi bir ülkenin veya NATO’nun girmesini istemiyoruz.”

Evet, Deniz Kuvvetleri komutanı, ABD ve İngiltere’nin çeşitli yollarla ve araçlarla Karadeniz’e girme niyetine karşı net tutum alıyordu.

‘KARADENİZ İÇİN GÜVENLİK STRATEJİSİ’

NATO’nun 11-12 Temmuz 2023’teki Vilnius zirvesinden bu yana ABD-İngiltere ikilisi yeni Karadeniz hamleleri planlıyor. Amerikan devletine rapor hazırlayan kurumlar da buna uygun olarak harekete geçmiş durumda.

Ünlü Atlantik Konseyi, “Karadeniz için bir güvenlik stratejisi” ismiyle bir rapor yayımladı. Başında emekli generaller James L. Jones ile Curtis M. Scaparotti’nin bulunduğu deneyimli bir ekip, bir süredir üzerinde çalıştıkları raporu 15 Aralık 2023’te yayımladı. Özetle Türkiye’ye havuç ve sopa gösteren, önerileriyle Montrö’yü hedef alan bu rapor, nihayetinde Karadeniz’i bir NATO gölü yapmak istiyor.

Sonraki yazımızda bu raporu ayrıntılı inceleyeceğiz.

Cumhuriyet

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder