İnşallah Erkek Olur: Yalnızlık ve çoğunluk arasında bir mücadele (Filiz Açar* - soL/Kültür)
''Aslında ne yalnızız ne de çaresiz, biz çoğunluğuz. Sadece bunu bilip yan yana gelmemiz, safları sıklaştırmamız gerekiyor.''İnşallah Erkek Olur, kocasının ani ölümünden sonra, Nawal (Mouna Hawa) isimli bir kadının kızıyla birlikte yaşam mücadelesini konu alıyor. Yönetmen Amjad Al Rasheed’in bu ilk uzun metraj denemesinde genç kadının ailesi, işyeri ve ülkesinin medeni hukuk sistemi karşısında yaşadığı çaresizliği anlatılıyor.
2023 yapımı film Ürdün’de geçiyor. Fakat izlerken ister istemez, gerici AKP iktidarını ve uyguladığı politikalarla kadını hapsetmek istediği karanlığı görüyoruz. Bu nedenle filme laiklik, kadının toplumsal hayattaki yeri ve son günlerde iktidarın üzerinde çalıştığını ilan ettiği esnek çalışma modeli üzerinden bakmakta fayda var.
Filmin her dakikasında, laikliğin ders kitaplarında okuduğumuz modası geçmiş bir kelime ya da bugünün konusu olmayıp ertelenecek bir şey olmadığını, yaşamsallığını özellikle de kadınlar için ne kadar önemli olduğunu apaçık görüyoruz.
Kadın, zengin bir ailenin yanında, yaşlı bakımını üstlenen bir hemşire olarak, bordrosuz yani güvencesiz biçimde, uzun saatler boyunca sözlü şiddet eşliğinde çalışıyor.
Kocasıyla birlikte bir ev satın almak istediklerinde, kadın hem düğünde takılan altınlarını peşinat olarak veriyor, hem de kredi ödemelerini yapıyor. Fakat konu tapuya geldiğinde, bordrosu olmadığı için resmi olarak evin hissedarı olamıyor. Yapmış olduğu ödemeleri de mahkemede kanıtlayamayan kadın, ülkenin medeni hukukuna göre, sadece bir erkek çocuk sahibi olduğu durumda evin sahibi olabiliyor. Üstelik kanunlara göre, diğer mirasçıların kadının kızını bile almaya hakları var! Bir erkek çocuğu olmayan kadına, hayatta kalabilmesi için verilen tavsiye ise yeniden evlenmesi ve birilerinin gölgesinde yaşaması.
Filmi izlerken, gözlerimde geçtiğimiz günlerde Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yayınladığı kitapçık belirdi. Diyanet fetvasında, kadının kocasının izni ile ev bütçesine katkıda bulanabileceğini söylemişti. Bu düpedüz dini referanslarla kadın işsizliğinin önünü açmak, kadını eve hapsetmek, acizleştirmek, toplumsal alandan uzaklaştırmak, güvencesiz bir çalışma hayatına ve dolayısıyla güvencesiz bir hayata mecbur bırakmaktır.
İktidar bir yandan da kadınlar için esnek çalışma modelleri üzerinde çalışıyor. Bugün bize esnek çalışma adı altında sunulan tam da filmin baş karakteri gibi düşük ücretlere, uzun saatler, aşağılamalara maruz kalarak çalışmak; bir gün sebepsiz yere işten çıkarılmak ve karşılığında hiçbir hakkının olmamasıdır.
Filmin bir sahnesinde Nawal, “bu kadar çaresiz olmam haksızlık” diyor. Düzenin bizden istediği tam da bu yalnızlık ve çaresizlik hissi. Biliyorlar ki yalnız insan hakkını arayamaz; yoksulluktan kırılsa da, şiddete uğrasa da sesini çıkaramaz. Aslında ne yalnızız ne de çaresiz, biz çoğunluğuz. Sadece bunu bilip yan yana gelmemiz, safları sıklaştırmamız gerekiyor.
Nawal, hakkını alabilmek için, bir erkek çocuk sahibi olmayı umuyor. Bu sefer şansı yaver gitse bile hayatı aynı sömürü, yoksulluk, şiddet ile geçecek, ikinci sınıf insan olarak birilerinin gölgesinde yaşamaya devam edecek. Bize layık gördükleri bu kabusu yaşamak istemiyoruz, şansa bırakmadan hayatımıza, geleceğimize birlikte sahip çıkalım.
* Kurtuluş Kadın Dayanışma Komitesi üyesi
/././
Kadınların soyadı kullanımında durum: Sessiz sedasız bir başka AYM krizi (Serap Emir*-soL/Görüş)
''Kadının kendi soyadını kullanması aile birliğinin dağılması demek değil. Ayrıca aile birliği kadın kendi soyadını kullandı diye dağılacaksa da varsın dağılsın…''Kadının soyadına ilişkin düzenlemeler eski Medeni Kanun döneminden beri kadın dernekleri ve örgütleri tarafından sıklıkla kamuoyunun gündemine taşınan ve kadın erkek eşitliğini zedeleyen hükümler. Aynı zamanda sayısız kereler hem AİHM’ye, hem de 2012 yılında bireysel başvurunun getirilmesiyle birlikte AYM’ye de taşınmış düzenlemeler.
Şimdi AYM’nin Medeni Kanun’un kadının soyadı başlıklı 187. Maddesini iptal etmesiyle birlikte konu bir kez daha gündemimizde. AYM hükmü iptal etti ve TBMM’ye yeni düzenleme için 9 aylık süre verdi. Ancak TBMM bir düzenleme yapmadı. Dolayısıyla ortada kadınların lehine yorumlanabilecek bir hukuki boşluk var. Nitekim, Eşitlik İçin Kadın Platformu (EŞİK), kadınlara, soyadı değişikliği için nüfus müdürlüklerine başvuru çağrısı yaptı. İlk denemelerde müdürlükler, herhangi bir işlem yapmadan dilekçeleri reddetti.
Buna gelmeden önce AYM kararında da yıllardır değişmeden kalan iptal gerekçelerine değinmek istiyorum.
Bu hükmün iptaline karşı çıkışlar, hem AYM üyeleri hem de sağcı siyasetçiler tarafından genellikle “aile birliğinin korunması ve güçlendirilmesi” üzerinden gerçekçelendiriliyor. Yani toplumsal yaşamdaki her başlıkta olduğu gibi bu başlıkta da bir kez daha “aile”, kadının eşitliğinin önüne bir engel olarak konuluyor. Ya da daha utangaç aile savunucuları, kadının kendi soyadını kullanmasıyla nüfus kayıtlarının karışabileceğini öne sürüyor.
Bunların ikisinin de akla mantığa sığar tarafı yok. Bir kere kadının kendi soyadını kullanması aile birliğinin dağılması demek değil. Ayrıca aile birliği kadın kendi soyadını kullandı diye dağılacaksa da varsın dağılsın… İkincisiyse Türkiye’nin nüfus sistemi soyadları üzerinden değil TC kimlik numaraları üzerinden işleyen bir sistem. Hangi kuruma giderseniz gidin kimse soyadınızla işlem yapmıyor, TC kimlik numaranızı istiyor. Böyle bir sistemde kadınların kendi soyadını kullanmaları mı kayıtlarda karışıklık yaratacak?
22 Şubat 2023 tarihli iptal kararında karşı oylardan birinin sahibi olan AYM üyesi Muammer Topal ise hiç lafı dolaştırmadan doğrudan ağzındaki baklayı çıkarıyor, kadın ile erkeğin eşit olduğu fikrinin kadınların sömürüldüğüne ve şiddet gördüğüne dair “tezlere” karşı cevap olarak üretilen modern bir hurafe olduğunu yazıyor.
Eşitlik fikrinin ''huzuru'' kaçırdığına sonucuna ulaşan Topal, şerhinde şöyle diyor: ''Kadın ve erkeğin anatomik, fizyolojik, psikolojik ve cinsiyet farklılıkları sosyal anlamda da eşitliği imkânsız kalan bir özelliğe sahiptir. Kısacası kadın-erkek arasında yaratılış gerçekliği olarak yapısal eşitsizlik vardır. Bu durum, genel olarak toplumda konumları itibarıyla kadın ve erkeğin eşitliğine engel olarak görülmektedir. Dolayısıyla üzerinde söz söylemeye fırsat bile verilmeden kabullenilmesi gereken dogmatik bir değer olarak öne sürülse de ailede kadın/erkek eşitliği, modern hurafelerden birisidir ve ne ailede ne de toplumda huzuru, adaleti ve mutluluğu sağlayabilecek bir özelliğe sahiptir.''
İşte ister utangaç olsun ister örtülü, kadının soyadını kullanmasına karşı çıkanların ortak özelliği tam da bu: kadının eşitliği fikrine bile tahammülleri yok.
Şimdi süreci kısaca özetleyelim. 743 sayılı eski Medeni Kanun, 153. Sayılı maddesinde evli kadının yalnızca kocasının soyadını taşıyacağını düzenliyordu. Kadın erkek eşitliğine aykırı olması sebebiyle çok eleştirilen bu düzenleme 1997 yılında çıkarılan bir kanunla şu şekilde değiştirildi: “Kadın, evlenmekle kocasının soyadını alır; ancak evlendirme memuruna veya daha sonra nüfus idaresine yapacağı yazılı başvuru ile kocasının soyadı önünde önceki soyadını da kullanabilir. Daha önce iki soyadı kullanan kadın, bu haktan sadece bir soyadı için yararlanabilir.” Bu düzenleme 2001 tarihli güncel Medeni Kanun’da da “Kadının soyadı” başlığıyla aynen korundu.
Evli kadınlara yalnızca kendi soyadlarını kullanmaya devam etme hakkı vermeyen bu düzenleme de kadın erkek eşitliğini sağlamadığından yıllardır çok sayıda davaya konu oldu, hem mahkemeler tarafından Anayasa Mahkemesi’ne hem de bireysel başvurularla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşındı. 2011 yılında AİHM, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 14. Maddesindeki ayrımcılık yasağını ihlal ettiği gerekçesiyle Ünsal Tekeli başvurusunda Türkiye’yi mahkum etti. Bunun üzerine anılan madde 2011 yılında iptal talebiyle yine Anayasa Mahkemesi’ne taşındı ve AYM, mevcut düzenlemenin “adil bir denge” kurduğu, kamu yararı ve ailenin korunmasını gözettiği gerekçesiyle iptal istemini reddetti.
Mevzuat gereği AYM’nin işin esasına girerek verdiği kararların Resmi Gazete’de yayımlanmasından itibaren 10 yıl geçmedikçe aynı kanun hükmü iptal talebiyle AYM’ye taşınamıyor. Ancak 2012 yılında bireysel başvuru yolunun açılmasıyla 187. Madde defalarca kez AYM’ye taşındı ve AYM Anayasa’nın kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi bütünlüğünü güvence altına alan 17. Maddesine ve Türkiye’nin onayladığı temel hak ve özgürlüklere ilişkin sözleşmelere dayanarak çok sayıda ihlal kararı verdi.
Nihayet 10 yılın dolması üzerine soyadı hükmü yine iptal istemiyle AYM’ye taşındı. AYM 22 Şubat 2023 tarihli kararıyla İstanbul 8. Aile Mahkemesi’nin talebini kabul ederek Medeni Kanun’un 187. Maddesi’ni iptal etti ve TBMM’ye “kadın erkek eşitliğine uygun yeni bir düzenleme için” 9 aylık süre verdi.
Bu süre doldu ancak ortada herhangi bir düzenleme yok. Bu haliyle çocuğun ve boşanmış kadının soyadını düzenleyen Medeni Kanun’un ilgili hükümleri yönünden de bir boşluk oluşuyor. Üstelik AKP’nin 8. yargı paketiyle iptal kararını yok sayarak 187. Maddeyi aynen koruma niyetinde olduğu daha önce kamuoyuna da yansıdı. Yani yeni bir Anayasa Mahkemesi krizi kapıda…
Ancak kadınlar açısından bakarsak; AYM’nin kadının soyadıyla ilgili bireysel başvurulara dair verdiği sayısız ihlal kararı, Türkiye’nin taraf olduğu ve Anayasa 90. Madde gereği iç hukuk karşısında üstünlükleri bulunan AİHS ve BM Kadına Karşı Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW), Anayasa’nın kadın erkek eşitliğini düzenleyen 10. Maddesi…
Tüm bunlar birlikte değerlendirildiğinde, mevcut durumda kadınların kendi soyadlarını kullanmalarının önünde bir engel olmadığı söylenebilir. Sonuç olarak TBMM çalışsaydı da 9 aylık sürede yeni düzenlemeyi yapsaydı… Yapmadılarsa, ortada bir kanun boşluğu varsa elbette bu boşluk, hukukun temel ilkeleri ve temel hak ve özgürlüklere ilişkin sözleşmeler gereğince doldurulur.
* Avukat, Kadın Dayanışma Komiteleri (KDK) Sözcüsü
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder