12 Şubat 2024 Pazartesi

Birgün KÖŞEBAŞI - 12 ŞUBAT 2024 -

 

TOKİ halka değil zengine çalıştı (Ozan Gündoğdu)

TOKİ’den beklenen dar gelirlilerin barınma sorununa çare olmak. Ancak İPA verilerine göre, TOKİ iştirakı olan Emlak Konut’un İstanbul'da tamamladığı 80 bin 788 konutun, 68 bin 644’ü lüks konut statüsünde.

Türkiye’nin barınma krizi halkın en önemli gündemi. Krizin görünen iki tarafı var. İlki deprem… Olası bir depremde, oturulan konutların çökmeyeceğinin garantisi yok. Çökse dahi, sorumluların cezalandırılmadığını, suçun, 3-5 müteahhitin sırtına yıkıldığını son 1 yılda gördük. Siyasilerden bedel ödeyen olmadığı gibi arsızlık siyaset kurumunu esir almış durumda. Hatay’ı 10 yıldır yöneten Lütfü Savaş yeniden kentin yönetimine talip. İmar aflarının mucidi, Kanal İstanbul’un en büyük savunucusu, 6 Şubat Depremleri’nin Şehircilik Bakanı Murat Kurum da, İstanbul’u "en iyi ben yönetirim" iddiasında. 

Fakat halkın barınma krizinin diğer boyutu, barınma için yüklenilen bedeller. Konut sahibi olmak sabit ücretliler için tümüyle hayal haline geldi. Gayrimenkul piyasasını takip edip raporlayan Endeksa’nın verilerine göre konut fiyatlarındaki 2 yıllık artış yüzde 318, 4 yıllık artış yüzde 916… Daha basit ifadeyle, ortalama bir konut bedeli 4 yıl öncesinin 10 katını geçmiş durumda. 

Konut fiyatlarındaki bu şoku, kiralardaki artış takip ediyor. Özellikle büyük şehirlerde, ortalama bir evin kirası için asgari ücret düzeyinde bir parayı gözden çıkarmak gerekiyor. 

Tüm bu krizlerin önüne geçebilmek için, devletin elinde çok güçlü araçlar mevcut. Barınma krizini tamamen çözmese bile, emlak vergilerini artan oranlı hale getirmek, konut sahipliğine sınırlamalar getirmek, her şeyden önemlisi, konutu bir yatırım aracı olmaktan çıkaracak para politikası uygulamaları devletin elindeki araçlardan ilk akla gelenleri. 

Tüm bu enstrümanların yanında konut üretiminin kamu tekeli olan TOKİ’yi de unutmamak gerekir. Zira TOKİ’den beklenen tam da bugünlerde olduğu gibi, konut arzının konut talebine yetişemediği böyle bir atmosferde, halk kesimlerinin barınma sorununa çare olmak. Ancak TOKİ’nin üretim sürecinin “halkın barınma sorununa çözüm olmak” gibi bir amacı olduğu şüpheli. Bu şüpheyi veriler de destekliyor. 

İBB Adayı Murat Kurum’un 2009-2018 arasında genel müdürlüğünü yaptığı, aynı zamanda TOKİ iştirakı olan Emlak Konut’un 2002’den bu yana İstanbul’da tamamladığı konut sayısı 80 bin 788. Fakat bu konutlar halkın ihtiyacı için mi inşa ediliyor? Hayır, zira İstanbul Planlama Ajansı’nın verilerine göre bu 80 bin 788 konutun, 68 bin 644’ü lüks konut statüsünde. Emlak Konut yaptığı her 100 konutun 85’ini barınma krizi yaşamayan, konuta en acil şekilde ihtiyacı olmayan servet sahibi kesimler için inşa etmiş. Olabilir… Zengine yapılan konutlardan elde edilen gelirle, halk kesimlerine konut yapılabilir. Fakat o da yapılmamış. 

Emlak Konut’un 2021 faaliyet raporuna göre, 2002’de 2021 sonuna dek, Emlak Konut bünyesinde toplam 132 bin konut tamamlanmış. Yılda ortalama 6 bin 285 konut… Fakat Emlak Konut’un eski genel müdürü Murat Kurum, İstanbul’a 5 yılda 500 bin konut vadediyor. Üstelik yine Murat Kurum’un Şehircilik Bakanlığı dönemine denk gelen ve 2019’da duyurulan 100 bin konut projesi, ayrıca 2022’de duyurulan ve 500 bin konuttan oluşan İlk Evim projesinde temel atıldığı söyleniyor ama henüz tamamlanabilen bir proje yok. Ne kadarına başlandığı, tamamlanma oranının ne olduğu bile bilinmiyor. Fakat her iki proje de, seçim dönemlerinde iktidar sözcülerinin dilinden düşmüyordu. 

TOKİ’nin verilerine göre 2002’den bu yana İstanbul’da üretilen 98 bin 846 konut projesinin 60 bin 632’si tamamlanmış durumda. Tamamlanma oranı yüzde 61. Her 100 konutun 39’u tamamlanmayı bekliyor. Ülkenin her yerinde TOKİ mağdurları seslerini yükseltmeye çalışıyor. Murat Kurum da adaylık sürecinde İstanbul’u gezerken başının belası TOKİ mağdurları. Zira inşaatlar durmuş durumda, müteahhitler projelere devam etmiyorlar. Peki sorunun nedeni ne? Neden TOKİ konut projeleri ilerlemiyor? Çünkü sosyal konut projelerinde müteahhite ödeme yapan temel ödeme kaynağı olan kamu müteahhitlere ödeme yapmıyor. Müteahhitler de para alamayacakları ya da ne zaman ödeme alacakları belli olmayan bu projelere daha fazla masraf yapmak istemiyorlar. 

Verileri 2002’ye kadar götürünce, tablo net anlaşılamıyor. Zira, 2000’li ve 2010’lu yıllarda, kamudan yapılan ödemeler bugünkü gibi aksamıyordu. Fakat son yıllarda sorun daha da derinleşmiş durumda. Son 5 yılı ele alalım. Murat Kurum’un Şehircilik Bakanlığı döneminde TOKİ’nin 28 bin 29 konut projesinden sadece 2 bin 539’unun teslimi yapılmış. Tamamlanma oranı sadece yüzde 11. 

Dolayısıyla TOKİ’nin tamamlayabildiği projeler sadece lüks konutlar oluyor. Zira bu konutların alıcıları hazır, paraları peşin. Bu nedenle, müteahhitler artık ödemeyi devletten alacakları sosyal konut projelerine girişmek istemiyor. Bunu en net biçimde, deprem bölgesinde görüyoruz. Finansmanın garantörü kamu ise, müteahhitler projelere girişmiyor. Bu projelere girişenler de finansal açıdan zor durumda olan, “ya nasip” diyerek bu projelerin altına giren müteahhitler oluyor. Sonuçta, TOKİ, müşteri portföyü mülk sahiplerinden oluşan, halkın barınma sorununa çare olaman bir gayrimenkul şirketine dönüşüyor. 

                                                           *** 

TOKİ mağdurları eylem yaptı 

TOKİ’den ev sahibi olma umuduyla konutlara başvuran ve yüksek taksitler ve faiz oranları ile karşı karşıya kalan mağdurlar, İstanbul, Maltepe ve Eskişehir’de  bir araya gelerek basın açıklaması yaptı. "Mağdurlar burada, Murat Kurum nerede" sloganları atan yurttaşlar sorunlarının giderilmesini istedi. Yetkililere seslenen mağdurlar, "50 bin konut projesinde 1 milyona ev verdiniz. Bize ise 2 milyonla 4 milyon arasında ev verdiniz. Bizden 8 ay önce yaptığınız ihale ile bize 2 milyon kazık attınız. Biz yüzde 25 değil, yüzde 50 indirim ve sabit taksit istiyoruz" dediler.

                                                              /././

CHP tutarlılığını korumaya devam edecek mi? (Selçuk Candansayar)

Cumhuriyet Halk Partisi, önümüzdeki 31 Mart yerel seçimleri için Hatay’da Lütfü Savaş’ı yine aday gösterdi. Savaş, 15 yıldır Hatay’ı yönetiyor. İlk 5 yılında AKP’li olarak Antakya Belediye Başkanlığı yaptı. Hatay Büyükşehir statüsüne çıkarılıp, AKP Sadullah Ergin’i aday gösterince, Savaş bu kez de CHP’den aday gösterildi ve o tarihten bu yana da Hatay’ın “CHP’li” Belediye Başkanı. 

Hatay, 6 Şubat depreminde en ağır yıkımı yaşayan il oldu. Yıkılan çok sayıda “yeni ruhsatlı” binanın müteahhitleriyle, sahipleriyle Lütfü Savaş’ın ilişkisi olduğu ortaya çıktı. Savaş, bu bağları saklamadı, dostlarını savunmaktan da geri durmadı. Kendi ifadesiyle, CHP ile tek ortak noktası Milliyetçilik! Bu ifadenin Antakyalılarca zaten bilinen MHP’ye yakın AKP’liliğinin altını çizdiği çok açık. 

Hatay’da, özellikle Antakya, Defne, Armutlu, Harbiye, Samandağ eksenindeki yıkımın büyüklüğünün nedenleri, bu ilçe ve mahallelere götürülen yardımın diğer bölgelere göre belirgin olarak yetersiz olduğu izlenimi, bu bölgelere yönelik 15 yıldır nitelikli belediye hizmeti götürülmediğinin de ortaya çıkmasıyla birleşince, Savaş’ın nasıl bir “milliyetçilikle” belediye başkanlığı yaptığını anlamak zor olmayabilir.  Dahası, belediye hizmetlerinde en hafif deyimle “akrabacılık”, “arkadaşçılık” yaptığını düşündürecek çok sayıda yalanlanamayan iddia da ortalıkta duruyor. 

                                                           *** 

İşte bu “ahval ve şerait içinde” CHP, Lütfü Savaş’ı yeniden aday gösterdi. Toplumsal muhalefetin örseleyici bir hayal kırıklığı yaşadığı Mayıs 2023 seçimleri yenilgisinden sonra hem de! Başta eğitimli, ağırlıklı olarak laik orta sınıf ve yoksulluğun kadersizliğinden kurtulmak isteyen nüfusun yarısının uzun süre şokunu atlatamadığı bir seçim yenilgisinden sonra! Seçmeni “böyle olduğu sürece CHP’ye oy vermem” diyenlerden, “CHP buysa bir daha hiç oy kullanmam kendi başımın çaresine bakarım, yoksullara, yoksunlara yardım bile etmem” ruh haline girdiği dönemde! Üstelik eski politika anlayışını değiştireceklerini “solu görmeyen” bir CHP olmayacaklarını söyleyen “yeni” genel başkan Özgür Özel’in genel başkanlığı döneminde. Hiç kusura bakmasınlar isimlerini yazdığım için, biri düzenli diğeri düzensiz “soldan bakarak” BirGün’yazı yazan Yalçın Karatepe ve İlhan Uzgel’in genel başkan yardımcısı olarak MYK’sında oldukları CHP’de! Üstüne üstlük, tam da RTE, sonradan gerek kendisi gerekse başka AKP’liler tarafından anlamı yumuşatılmaya çalışılsa da, açıkça Hatay’ın bile isteye garip bırakıldığı anlamına gelecek sözler söylemişken… 

                                                              *** 

Varsayalım ki Lütfü Savaş, inançlı ve tutarlı bir “sağ sosyal demokrat”, Atatürkçü vs. bir CHP’li olsun. Belediye başkanlığı döneminde de bu çizgiye uygun ve çok dürüst bir yönetim sergilemiş olsun. Bir aymazlıktan değil de, merkezi yönetimin engellemesi, baskısı nedeniyle depremin yıkıcılığını önleyememiş olsun… Partisinin başarısını, Hatay’ın iyiliğini ve yaralarını sarmasını temel amaç olarak gören bir siyasetçi olsa, yapması gereken ne olurdu? En azından ben yapamadım ama nasıl olsa partim “en az benim kadar” uygun bir başka partidaşımı aday gösterebilir ve depremin enkazında hala kayıplarını arayan Antakyalılar sandığa gitmek ve partime oy vermek için yeni bir güç hissederler demez miydi? 

Hadi o demiyor diyelim, peki CHP’nin değişimci, yüzleri sola dönük yönetimiyiz diyenlere ne diyeceğiz? Olasılıkla, kendi yazdırdığı Wikipedia özgeçmişinde, beni CHP’ye Kemal Kılıçdaroğlu çağırdı, annemin de telkiniyle altı oktan biri milliyetçilik olduğu için partide karşı görüşler olmasına rağmen kabul ettim söylemiyle açık açık CHP’li olmadığını, lütfederek CHP’de siyaset yaptığını söyleyen birini CHP’den aday göstermeyerek topluma çok sağlam bir mesaj vermeyi akıl edememiş olabilirler mi? 

2014 yerel seçimleri öncesinde, Kemal Kılıçdaroğlu CHP’si Lütfü Savaş’ı ilk kez aday gösterdiğinde de hemen hemen aynı soruları sormuştum. “CHP Hatay için belirlediği belediye başkan adayına Gezi’de öldürülen CHP Gençlik Kolları Üyesi Abdullah Cömert için ne dediğini ve ne düşündüğünü sormuş mudur? Ya Abdullah Cömert’in, Ali İsmail Korkmaz’ın annelerine, ailelerine, Armutlu halkına bizim adayımız bu kişi olsa oy verir misiniz diye sormuş mudur?” Ardından da “CHP yönetimi başta genel başkanları olmak üzere, bırakın Gezi İsyanı’nı anlamayı, Gezi’de ortaya çıkandan korktuklarını kanıtlıyorlar seçimleriyle. Yüzünü sola dönerek, solla işbirliğine giderek daha çok büyüyeceğini görmemesine olanak olmadığına göre; toplum sol bir seçeneğe, demokrasiye, özgürlüğe, adalete bu denli hazır haldeyken, sosyal demokrat olduğunu iddia eden bir partinin bir yandan sol değerleri istismar ederken içindeki sol unsurları tasfiye edip partiyi sağ bir koalisyona teslim etmeye girişmesine itiraz etmek zorunlu” diyerek yanıtlamıştım. 

Demem o ki, CHP, öyle partiyi sağa çekerek oy kazanmaya çalışanların yönettiği sosyal demokrat bir parti değil, sorun politik strateji hatası, aymazlık da değil. CHP yönetimleri altmışlı yıllardan bu yana ne zaman Türkiye toplumu için sol bir imkan doğsa, o imkanı sahiplenir gibi yaparak, sol değerleri istismar edip, solun bir çözüm olma ihtimalini çalıp, içini boşaltıyor. Eh, en azından isimler değişse de, CHP imkan hırsızlığı çizgisini tutarlılıkla koruyor. Gerçekten de Cumhuriyet’in ulu çınarı!

                                                                /././

Ne Demirtaş ne Erbakan hedefte sadece onlar var: Erdoğan’ın gerçek sınavı emekliyle (Yaşar Aydın)

Siyasetin tepesi ittifaklarla meşgulken iktidar, 16 milyonluk seçmen kitlesi ile yeniden barışmanın yollarını arıyor. Tüm yandaş medya adeta her gün emekliye müjde haberi yapan Takvim gazetesine döndü.

AKP ve Erdoğan 16 Nisan 2017 yılında yapılan anayasa referandumundan bu yana bir gerçekle yüzleşti. Büyük şehirlerde yaşayan çalışan ve eğitimli seçmen arasında destekçisi sürekli düşüyor. Bu yüzdendir ki istikrarlı şekilde muhalefet bloku büyük kentlerde rakip Erdoğan olsa da galip gelmeyi başarıyor. Bu kesim kadınlar, gençler ve çalışanlar olarak tanımlanabilir. Son 7 yıldır yapılan seçimler gösterdi ki büyük kentlerde yaşayan bu toplumsal kesimlerin iktidara desteği ortalama yüzde 40’lar civarında kalıyor. Bu toplumsal kesimlerinin iktidara desteğinin azalmasının nedeni rejimin ekonomik ve siyasal tercihlerinin gündelik yaşamdaki negatif sonuçları ile birinci derecede yüz yüze kalmalarından başka bir şey değil. Üstelik bu kesimlerin varlığı ve siyasal duruşu rejim karşıtı değişim talebenin de sürükleyicisi halline gelmiş durumda. 

Hem AKP’yi hem Erdoğan’ı daha büyük yenilgiden kurtarıp ayakta kalmasını sağlayan en önemli toplumsal kesim emekliler oldu. Tüm seçimlerde yaş skalası yükseldikçe AKP ve Erdoğan’a verilen desteğin de paralel olarak yükseldiğine şahit olduk. Bu durum yıllardır neredeyse hiç değişmedi. 

YENİ EMEKLİLERİN TERCİHİ 

Başta İstanbul olmak üzere birçok büyükşehir üzerinde ittifaklar temel tartışma konusu durumunda. Haftalardır DEM ve Yenden Refah’ın aday çıkarıp çıkarmayacağı üzerine kilitlenmiş durumda. Bu tartışmaların gölgesi o kadar büyüdü ki ülkede yaşanan büyük yangın müsebbipleriyle birlikte görünmez hale geldi. İttifakların durumuna yazının sonunda tekrar döneceğiz ama önce Erdoğan için asıl önemli olana bir göz atmakta fayda var. 

14 Mayıs 2023 seçilerinde DEM’in (Yeşil Sol) Türkiye içindeki oyu 4.620.767 oldu. Yine aynı seçimde Yeniden Refah 1.491.377 seçmenin desteğini aldı. Bu oylara baktıktan sonra Türkiye’de 16 milyonun üzerinde emeklinin olduğunu ve tamamının seçmen olduğunun altını çizelim. 

Gelelim en çok tartışmanın yapıldığı İstanbul’un oy oranlarına. DEM, İstanbul’da 817.547 bin oy alırken, Yeniden Refah’a destek 331.396 bin oldu. İstanbul’da yaşayan emekli sayısı ise 2 milyon 600 bini çoktan geçti. 

Burada sadece sayılar değil kuşkusuz emeklilerin memnuniyeti de önemli. Mega kentte yaşayan emeklilerin aldığı ortalama ücret 13 bin lira civarında. Yani 3 kişilik bir ailenin yaşam maliyetinin 50 bin liranın üzerinde olduğu kentte emekliler 15 bin liranın altında bir ücretle yaşamaya çalışıyor. Bu koşullarda durumundan hoşnut olan emekli sayısı bulmak her geçen gün azalıyor. 

Özelikle son 10 yıl içinde emekli olanların durumu çok daha kötü. Birikimleri ve aldıkları tazminatla başlarını sokacak bir ev bile alamayan, kirada yaşayan çok sayıda emekli var. Büyük bölümü ağır koşullarda düşük ücretle çalışmak zorunda. Onca yılın emeğine, alın terine rağmen adım adım toplumun en altına doğru sürüklenen, bir anlamda ölüme terkedilen ve bu nedenle de burunlarından soluyan on binlerce insandan bahsediyoruz. 

SİYASET AMA KİMİN İÇİN? 

Selahattin Demirtaş cezaevinden yolladığı mektupta Başak Demirtaş’ın İstanbul adayı olmasının yaratacağı havanın Kürt hareketi dahil farklı aktörler tarafından yeterince kavranamadığını söyleyerek siyasetin “kasaba tüccarlığına” dönüştüğünü ifade etmişti. Aslında çok uzun süredir siyaset pazarlık nesnesine dönüştü. Siyasetin kimin için yapıldığı, hangi toplumsal kesimlerin çıkarlarını savunmak gerektiği üzerine saflaşmalar çoktan unutuldu. AKP’nin oy deposu olarak gördüğü ve bugün çoktan vazgeçtiği emekliler de bu kesimlerden biri. 

İktidar 22 yıldır büyük yıkımlara yol açtı. Ülke yoksullaştı. Gericilik okulları, hastaneleri  ve toplumun her kademesini teslim almak üzere. Demokrasinin kırıntısı kalmadı. Anayasa yerlerde. Ve tüm bunların faali belli. Soru basit. Kiminle, nasıl mücadele edilecek ve kiminle niye ittifak edip birlikte yürünecek? 

Erdoğan durumun farkında. Gençler ve kadınlardan umudu yok. Hedefinde ilk olarak emekliler var. Kendi deyimiyle “hasar gören gönül köprüsünü” tamir etmekle meşgul. Göz boyama hamleleri, vaatler ve inanç siyaseti üzerinden durumu toparlamaya çalışacak. 

Muhalefet partileri yukarıda bir yerde yerel seçimler için üçle beşle uğraşırken Erdoğan’a yeni fırsatlar hediye ediyorlar. Gençlerin, kadınların, sendikasız mücadele eden işçilerin ve de emeklilerin sesini duymayan bir siyasetin kimle yan yana gelirse gelsin başarı şansı kalmadı. Ne 31 Mart’ta ne de sonrasında. 

(Birgün)

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder