Türkiye hâlâ laik mi? (Ali Sirmen)
Avukat Feyza Altun’un şeriatı İslamın hukuku olarak gösteren görüşleri eleştiren sözleri üzerine adli kontrol şartına bağlı olarak tahliye edilmesi üzerine o korkunç soru yine gündeme geldi: “Türkiye İran olur mu, Türkiye ve laiklik yıkılır mı?”
Şuradan başlayalım isterseniz: Türkiye, İran olur mu?
Bu ve benzeri sorular çok soruldu. Sonradan da alınan “hayır” yanıtından hoşnut olarak insanlar kulaklarının üzerine yattılar.
Oysa Türkiye İran olarak değil kendine özgü yoldan şeriatın pençesine düşebilirdi. Öyle de oldu. Türkiye, İran olmaz diye diye antilaik bir iktidarın işbaşında olduğu dönemi yaşamaya başladı. Şimdi avukat Feyza Altun hakkında verilen yargı kararı Türkiye’nin laiklik karşıtı güçlerin eline geçtiğinin kanıtıdır.
Artık size kim ne güvence getirirse getirsin Türkiye laiklik karşıtlarının iktidar oldukları bir ülkedir. Ve anayasa ve yasalar çiğnenerek laiklik hukuka aykırı olarak cezalandırılmaktadır. Yargıda, yürütmede, yasamada laiklik karşıtları köşe başlarını tutmuşlardır. Türkiye yalnız kâğıt üzerinde laik görünmekte, bu anayasal güvencenin de herhangi bir kıymeti harbiyesi bulunmamaktadır.
- Toplumsal yaşam din kurallarına göre şekillendirilmektedir.
- Yargıda zaman zaman hatta kimi yerde çoğu zaman şeriat hükümlerine göre hareket edilmektedir.
- Milli eğitimde gençlerimiz tarikat ve cemaatlerin eline bırakılmıştır. Tarikat ve cemaat temsilcileri de devletin temsilcisi Diyanet İşleri Başkanlığı ile bu alanda eşgüdüm halinde çalışmaktadırlar.
- İnsanlar karşısındakilere görüşlerini inanışlarını dayatabilmektedirler.
- Milli ordu kendi üniformasının üzerine laiklik karşıtlığının libası olan cüppeyi fütursuzca giyebilmektedir. Bu durumda Türkiye’nin hâlâ laiklikten sapıp sapmayacağı konusunda kuşku duymak abestir.
***
Türkiye artık laik bir ülke değildir.
Bu konudaki tek teselli toplumun henüz tam olarak teslim olmaması ve direncini korumasıdır.
Ama sivil darbeyle devletin erklerini ellerine geçirenler laik güçler karşısında ne kadar gerileyebilirler?
Bunun için ne yapmak lazım?
Her şeyden önce yaşadıklarımız bugüne kadar tutulan yolun geçerli olmadığını göstermiştir. Yapılan antilaik hamlelerin demokrasiye ve anayasaya aykırı olduğunu söylemek, bunlara tepki göstermek yetmez. Demokratik direniş hakkını kullanmak gerekir.
Laik düzen üretimin baş tacı olduğu üretim biçimleri için geçerlidir. Onunla demokrasiye, sürdürülebilir kalkınmaya erişmek mümkündür. Din kurallarını devlet düzeninin egemeni haline getirenler ise üretmeyen, talancı ve yağmacı sistemlerdir. Biliniz ki onlar her zaman el ele kol kola gezerler. Laikliğe saldırılarla talan ve yağma düzeni birlikte ele alınmalıdır. İrtica, toprak ağaları, komprador burjuvazi ve emperyalizmin kol kola girerek saldırıp laikliği geriletmeleri İkinci Dünya Savaşı sonrası NATO döneminin edimidir. Bu işbirliğinin ürünü olan “cici demokrasi” kimseyi aldatmasın. O dönemde demokrasi, özgürlük falan yoktu. “Cici demokrasi” tek sesli çok enstrümanlı müziğin bize çoksesli gibi gösterilmesi benzeri bir durumdu. Yukarıda sözü edilen güçlerin vurucu kısmı siyasal İslamın 22 yılda elde ettiği bütün mevzileri almak için topyekûn bir saldırı başlatmış bulunuyor.
31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlere giderken bu oylamanın gerçek yüzünü iyi görmek lazımdır.
Evet boş hayallerle avunmanın anlamı yok. Türkiye’nin laik kalması isteniyorsa bunun için lafta kalmayan, acemi tutkuların esiri olmaktan kurtulmuş, tıpkı Kuvvacılarınkine benzeyen bir diri mücadele vermek zorundayız.
Üç kulis (Barış Pehlivan)
1- Lütfü Savaş, kendisinin yeniden belediye başkanlığı koltuğuna oturmasını istemeyenlerden birinin de Ekrem İmamoğlu olduğunu düşünüyormuş. Dahası bu iddiasına dair çok ilginç bir tezi de varmış.
Hatırlayanlar çıkar... Savaş, 2022 sonlarında cumhurbaşkanı adayı olmak istediğini şu sözlerle açıklamıştı: “Geçmişim hem sahada hem de bürokraside çok parlak. Ben de diğer arkadaşlarım gibi yarışta olmak istiyorum. Ben de değerlendirilmek isterim. Aday adaylarından biri olmak isterim.”
Deniyor ki... Lütfü Savaş, hem sağdan hem de soldan oy alabilecek nadir insanlardan biri olduğuna inanıyormuş. Bu nedenle cumhurbaşkanı olabileceğini halen düşünüyormuş. İmamoğlu’nun da cumhurbaşkanlığı seçimlerinde rakibi olarak görmek istemediğinden dolayı kendisini siyasetin dışına atmaya çalıştığını ileri sürüyormuş.
Bazen kelimeler kifayetsiz kalıyor.
2- Arka Bahçe’nin sıkı takipçileri hatırlar; RTÜK Hukuk Müşaviri Özlem Sevgi Keleş’in icraatlarını bu köşede yazmıştım. Acun Ilıcalı’nın RTÜK’e açtığı davaya karşı kurumun savunmasını zamanında vermemesinden, TELE1’e gelen sansür için RTÜK’ün mahkemeden belge saklamasına kadar okudunuz.
Şimdi öğrendim ki tartışmalı hukuk müşaviri Keleş, RTÜK’teki görevinden alınmış. Kuşku yok ki “göstermelik” resmi gerekçede yazmıyor bu iddia ama görevden alınmasının nedeni “Kimi zaman kurulu yanıltması ve hukuk müşavirliği içerisinde iş barışını bozması” olarak düşünülüyor.
Peki, yerine kim atandı? Adalet Bakanlığı Hukuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nde daire başkanlığı yapan Şeyma Günay.
RTÜK’ün çiçeği burnunda hukuk müşaviri Günay’ın AKP’de gençlik kolları yöneticiliği yapan ve partiden belediye başkanlığına da adaylığını koyan bir avukat ile evli olduğu ileri sürülüyor.
3- “Şeriat” paylaşımının ardından gözaltına alındıktan sonra adli kontrol şartıyla serbest bırakılan avukat Feyza Altun hakkında 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası istendi.
İddianameyi Beykoz Cumhuriyet Başsavcılığı hazırladı. Peki, bu soruşturmayı yürüten Beykoz’un çiçeği burnunda başsavcısına dair iddiaları biliyor musunuz?
Zamanında İzmir’de basşavcı vekiliydi. Kendisini “sosyal demokrat” diye tanıtır ama Ülkücülerle de arası hep çok iyiydi. Zamanında İzmir başsavcısının “Ya o ya ben” diyerek onu şikâyet etmişliği, sonraki başsavcıya karşı da “kapıyı çarpıp gitmişliği” vardı.
Şaşırmıyoruz, o başsavcıya Artvin üzerinden bir hemşericilik desteği de ileri sürülüyor. Öyle ki devletin en üstündeki bir yöneticinin Hâkimler ve Savcılar Kurulu’ndaki kararname görüşmesi sırasında bizzat kurulu aradığı ve o savcıya sahip çıktığı konuşuluyor.
Deniyor ki Beykoz’un o yeni başsavcısı, geçen seneki seçimler öncesinde de iktidarın değişeceğini düşünerek harekete geçmiş. Öyle ki açıkta kalmamak için İYİ Parti’den içişleri bakanı olacağı konuşulan bir ünlü siyasetçiyi arayıp “Yeni dönemde emrinizdeyim” bile dediği öne sürülüyor.
/././
Felaket kapitalizmi, yeni sömürgecilik ve düzensiz göç (Zülal Kalkandelen)
Gündemin yoğunluğu içinde öne çıkmadı ama emperyalist canavarlardan biri hortlayıp zehrini yeniden saçmaya hazırlandığını duyurdu.
Irak Savaşı’nda sivil katliamları ile suçlanan ABD’li Blackwater şirketinin kurucusu Erik Prince, YouTube’da yayımlanan bir videoda “Kendini yönetemeyen ülkeleri yönetmeliyiz” dedi.
“ABD-Meksika sınır güvenliği” ve “düzensiz göçmen sorunu” hakkında şunları söyledi:
“Dünyadaki bu ülkelerin çoğu kendini yönetemiyorsa bizim tekrar emperyal tavrımızı takınarak bu ülkelere ‘Kendinizi yönetemiyorsanız biz yöneteceğiz’ deme zamanımız geldi. Artık yeter. İşgal edilmekten bıktık.”
Eski bir deniz komandosu olan Prince, küstahlığın zirvesine çıkarak bu sözlerinin Afrika’nın büyük kısmı için geçerli olduğunu söyledi ve o bölgelerdeki hükümetleri yolsuzlukla suçladı.
Önce dünyanın hemen her yerinde yüzyıllardır sömürgeciliği sürdür, kaynaklara el koy, böylece halkı yoksullaştır ve toplumda karışıklık çıkmasını sağla, sonra da “Bunlar kendilerini yönetemiyor” diyerek sömürgeciliğine kılıf hazırlayıp işgal et!
Sömürgecilik tarihi, insanlığın ahlaksızlık tarihidir!
Sömürgecilik, bencilliğin ve açgözlülüğün beslediği doymazlığın kudurmuş halidir.
Erik Prince de 21. yüzyılda “felaket kapitalizmi” denilen uluslararası hırsızlığın temsilcilerinden biridir. Özgeçmişine baktığınızda neler yok ki!
2007’de Irak’ta 17 sivil, Blackwater çalışanlarınca öldürüldü.
2008’de Blackwater için çalışan dört eski paralı asker, “kasten adam öldürme” dahil birçok suçtan yargılandı.
Arap Baharı sırasında Birleşik Arap Emirlikleri tarafından sadece emirlik ailesinden talimat alarak gerektiğinde ayaklanmaları silah zoruyla bastırmak için bir lejyoner kraliyet muhafız birliği kurmak için görevlendirildi.
2019’da Trump’a Venezüella’da Maduro’yu devirmek için beş bin paralı askerden oluşan özel ordu konuşlandırılmasını da öneren kişi Erik Prince’di.
21. YÜZYILIN SÖMÜRGECİLİK YÖNTEMLERİ
Erik Prince’in itirafı, günümüzde “sığınmacı” meselesinin emperyalistler tarafından bir toplumda kaos yaratmak ve bu yolla o ülkeyi işgal etmek için kullanıldığının kanıtlarından biridir. Avrupalı politikacıların 14 Mayıs 2023’te Erdoğan’ın kaybetmesinden endişe duyduklarını söylemelerinin nedeni de AKP ile yürüttükleri ortak sığınmacı politikasıdır.
Türkiye’nin sınırlarının kontrolsüz bir şekilde bırakılarak kevgire çevrilmesi, Taliban, IŞİD gibi İslami cihat teröristlerinin ülkeye doldurulması da emperyalist bir plandır. Bu yolla toplumsal huzursuzluğun artırılarak kaos yaratılması ve artan ekonomik bunalımın da etkisiyle, ülkenin “kendini yönetemez duruma gelmesi”, emperyalistlerin rüyalarını süslüyor.
Halka bu gerçekleri anlatmak, her yurtsever aydının görevidir. Seçimlerde kime ne için oy verdiğini bilmeyenler, günlük kişisel çıkarlar için ülkeyi sattıklarının bilincinde midir? Kapitalizm ile hiçbir sorunu olmayanların emperyalizmle uyumlu olacağının farkında mıdır?
Bu ülkeye sahip çıkmak isteyen her yurtsever, 6. Filo’yu kıble yapıp namaz kılanlara karşı emperyalizmi protesto edenlerin yanında yer almak zorundadır. Sömürgeci zihniyetin 21. yüzyıldaki yayılmacılığının oyunlarını elinin tersiyle itmek, tam bağımsızlıkçı 1923 Cumhuriyet Devrimi’ni savunmak zorundadır.
İçerideki gericiliğe karşı verilen laiklik ve Aydınlanma mücadelesi, dışarıdaki emperyalistlere karşı verilen bağımsızlık mücadelesinden ayrı değildir. ABD öncülüğünde ilerleyen felaket kapitalizmine, sömürge madenciliğine direnmek için de içeride ümmetçiliği ve gericiliği püskürtmek gerekir. Çünkü varlığı yurttaşlık bilincine ve halkın egemenliğine dayanmayan yönetimler, mutlaka emperyalizmin sömürgecilik aparatına dönüşür!
(Cumhuriyet)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder