Kolaj: Evrensel Fotoğraflar: DHA & Sakin Yıldıran Geniş bir coğrafya maden kaynakları için ‘süper bölge’ ilan edilecek olan plan Türkiye’yi de kapsıyor. Toprakları, orman ve suları talana açacak plan için AKP’nin yasal hazırlığı da Mecliste.
Uluslararası sermaye, üretimde artan ham madde ihtiyacına karşı harekete geçti. Uluslararası sermaye, Türkiye’nin de aralarında bulunduğu bölgede değerli maden üreterek Çin ile rekabet etmeyi hedeflerken, AKP iktidarı enerji ve maden kaynaklarına ilişkin art arda düzenleme gerçekleştirdi.
AKP iktidarı 51 ilde 195 bin 222 futbol sahası büyüklüğünde maden alanını ihale etti. Resmi Gazete’de 13 Aralık 2023’te yayımlanan Cumhurbaşkanı kararıyla Antalya, Balıkesir, İstanbul, İzmir, Kütahya, Manisa, Muğla, Mersin, Sivas, Trabzon ve Yozgat olmak üzere 11 ilde toplam 1 milyon 41 bin 980 metrekarelik alan orman sınırı dışına çıkarıldı.
İktidar eliyle TBMM’ye getirilen 15 maddelik kanun teklifi ile Maden Kanunu, Kıyı Kanunu, Doğal gaz Piyasası Kanunu, Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanun, Enerji Verimliliği Kanunu, Elektrik Piyasası Kanunu ve Nükleer Düzenleme Kanunu hedef alındı.
Torba yasada yer alan düzenleme ile tarım arazileri, ormanlar, meralar, zeytinlikler gibi birçok alanın maden rezervi olarak tespit edilerek ruhsatlandırılması kolaylaştırılacak.
Nükleer Düzenleme Kanunu’nda yapılacak değişiklikle, taşıyıcı kişi sorumlu olabilecek. Tesisi işleten kişi nükleer maddelerin taşınmasına ilişkin sigorta yaptırma veya teminat gösterme yükümlülüğünü taşıyıcıya devredebilecek. Yükümlülüğü devralan taşıyıcı, işleten olarak sorumlu olacak. Böylece nükleer nedeniyle oluşabilecek felakette sorumluluk, ‘taşere’ edilecek.
Yenilenebilir enerji yatırımlar ve üretim alımlarında Türk lirası değil, yeniden ABD doları kullanılacak.
ENERJİDE EMPERYALİST PLAN
Britanya sermayeli enerji, kimya, yenilenebilir enerji, metal ve madencilik endüstrilerine veri sağlayan küresel araştırma ve danışmanlık kuruluşu Wood Mackenzie (WoodMac), metal ve madencilik için ‘süper bölge’ önerdi. Türkiye’nin de aralarında bulunduğu ‘süper bölge’ projesi ‘Afrika, Ortadoğu, Orta Asya ve Güney Asya’yı kapsıyor.
Wood Mackenzie, sermayenin artan enerji ihtiyaçlarına yanıt olabilecek yeni maden kaynaklarını gözüne kestirdi. Britanya sermayesi tarafından hazırlanan rapora göre maden ve değerli metal üretimi için ‘süper bölge’ oluşturulması planlanıyor. Afrika, Ortadoğu, Orta Asya ve Güney Asya’dan oluşan süper bölgede Türkiye de yer alıyor.
Rapora göre 2.5 santigrat derecelik küresel ısınma senaryosunda elektrikli binek araçları, fotovoltaik (PV) sistemler ve rüzgar türbinlerinin satışlarının 2030 yılına kadar yüzde 164, yüzde 171 ve yüzde 132 oranında artması bekleniyor. Bu teknolojilerin mevcut ve tahmini satışları, bazı ham maddeler için benzeri görülmemiş bir talep yaratıyor.
Örneğin ortalama bir elektrikli araç, içten yanmalı motorlu (ICE) bir araca göre altı kat daha fazla mineral gerektirirken, rüzgar enerjisi, gazla çalışan bir tesise göre otuz kat daha fazla bakır yoğun olabilir. Genel olarak kobalt, lityum ve nikel gibi minerallere olan talebin 2040 yılına kadar sırasıyla yüzde 60, 300 ve yüzde 90 oranında artacağı öngörülüyor.
“Dünyanın dört bir yanındaki hükümetler ve piyasalar, artan maden talebini karşılamak için yavaş yavaş harekete geçmeye başlıyor” denilen raporda, “Şirketler ayrıca enerji dönüşümüyle bağlantılı maden arama ve operasyonlarını da hızlandırıyor” ifadeleri kullanılırken şu örneğe yer verildi: “Temel durum 2.5°C senaryomuzda, 2030 yılına kadar teorik talep ile lityum ve neodimyum gibi minerallerin taahhüt edilen arzı arasında yüzde 10’dan fazla bir fark olacağını tahmin ediyoruz. 1.5°C’lik bir patikayı tutturmak, çoğu geçiş mineralinde daha da ciddi eksikliklere yol açacaktır. 1.5°C hedefi kapsamında, 2030 yılına kadar taahhüt edilen kobalt, lityum ve grafit arzının talebin yüzde 70’inden azını karşılayacağı öngörülüyor. Wood Mackenzie, arz talep açığını kapatmak ve küresel sıcaklık artışlarını sanayi öncesi seviyelerin 1.5°C üzerinde sınırlamak için 2030 yılına kadar kritik minerallerin madenciliği, rafine edilmesi ve eritilmesi için yaklaşık 400 milyar ABD doları tutarında CAPEX’e ihtiyaç duyulacağını tahmin ediyor.”
Veriler: Mackenzie Grafikler: Evrensel
YENİ TEKNOLOJİLER, YENİ MADENLER İSTİYOR
Raporda gelişen teknolojiye bağlı olarak, üretimin ihtiyaçlarının da zaman içinde değiştiği vurgusu yapıldı. Raporda şu gerekçelere yer verildi:
Metal ve madencilik sektörünün daha sorunsuz ve daha hızlı bir enerji geçişini kısıtlamak yerine mümkün kılabilmesini sağlamak için daha fazla üretime yönelik arz ve yatırım gerekiyor. Madencilik projeleri için uzun teslim süreleri, yatırımın derhal artması gerektiği anlamına geliyor.
Pek çok temiz enerji teknolojisinin uygulamaya konması yıllar alacağından ve sonunda geri dönüşüm akışına gireceğinden, kullanım ömrü sonundaki ham maddelerin maden tedariki üzerinde yalnızca 2030’ların ortalarında büyük bir etkisi olacak.
AVRUPA SERMAYESİ ÇİN İLE REKABET EDİYOR
Raporda, ham madde üretiminde Çin egemenliğine dikkat çekilirken, Çin ile rekabetin asıl unsur olduğu kaydedildi: “Çin’in maden rafinajı ve teknoloji üretimindeki hakimiyeti belirgindir. Örneğin, lityum iyon pil tedarik zincirinde Çin, küresel kobalt, lityum, nikel ve sentetik grafit rafine etme kapasitesinin sırasıyla yüzde 74, 67, 84 ve 52’sini ve küresel kapasitenin yüzde 80, 74 ve 79’unu kontrol ediyor. Devasa ekonomik fırsatların yanı sıra bu dinamikler, Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği, Avustralya ve Kanada dahil olmak üzere Batılı ulusları yatırım çekmek, üretimi teşvik etmek ve tedarik zincirlerinin stratejik aşamalarını yakalamak için çok çeşitli politikalar uygulamaya yöneltti. Doğu Asya’da, doğal kaynak sıkıntısı çeken iki ülke olan Japonya ve Güney Kore, onlarca yıl önce minerallerin stratejik önemini fark etti ve alt üretim için yem sağlamak amacıyla yabancı madencilik varlıklarına yatırım yaptı. Güney Amerika ülkeleri de, son dönemdeki milliyetçi politika dalgasıyla madenlerden daha fazla değer elde etmeye çalışıyor. Bu arada, birçok maden tedarik zincirinin ana üreticisi olan Çin, maden tedarik zincirlerinin tüm aşamalarına yoğun yatırımlar yaparak rakiplerinden bir adım önde olmayı hedefliyor. Bu girişimlere rağmen, orta aşama işlemeye yönelik politika odağı büyük ilerlemeler sağlamakta başarısız olurken, tedarik zincirlerinin üst aşamadaki temel zorluklar büyük ölçüde ele alınmadan kalıyor. Örneğin bakır piyasasında, temel arz ile on yıllık süre için öngörülen talep arasında beş milyon tonluk zımni bir boşluk var. Bu arada projelerin taahhüt edilme hızı yavaşlıyor ve ima edilen arz açığını doldurmak için gereken yıllık 700 kt’un altına düşüyor. Maden fizibilite, inşaat ve üretime başlama sürelerinin 15 yıldan fazla sürmesi nedeniyle arz, talebi karşılayacak yolda değil.”
AB VE ABD SERMAYESİNİN ÇÖZÜMÜ: SÜPER BÖLGE
AB ve ABD sermayesi, Çin’e karşı ‘süper bölge’nin doğal kaynaklarını, mali ve insan sermayesini kullanmak istiyor. Süper bölge, kobalt, doğal grafit ve manganez gibi stratejik minerallerin sırasıyla yüzde 79, yüzde 53 ve yüzde 44’ünü barındırıyor.
Wood Mackenzie, süper bölgenin 2050 yılına kadar küresel elektrikli araç satışlarının yüzde 24’ünü oluşturacağını, dünya devlet varlık fonlarındaki sermayenin yaklaşık yüzde 42’sini elinde tutacağını ve 2050’lerin ortalarında küresel nüfusun yüzde 56’sını oluşturacağını tahmin ediyor.
Türkiye'de ocak ayında 212 yeni maden sahası açıldı.
TORBA YASA PATRONLARIN ÖNÜNÜ AÇIYOR
AKP milletvekilleri imzasıyla enerji piyasasına ilişkin 15 maddelik bir torba yasa Meclise sunuldu. Yedi ayrı kanunda değişiklik öngören yeni torba kanun maden, doğal gaz, yenilenebilir enerji sektörü için pek çok avantaj sağlıyor. Sunulan torba kanun teklifinin kabul edildiği durumda;
Yerli üretim ve farklı kaynaklardan ithal edilen doğal gaz, Türkiye’de sıvılaştırılarak dünya piyasalarına LNG olarak pazarlanabilecek. Mevcut depolama tesisleri düzenlemenin sisteme erişime ilişkin hükümlerinden Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının görüşü alınarak kurul kararı ile belirli süre muaf tutulabilecek. Sıvılaştırma tesislerinde yürütülecek faaliyetlere ilişkin usul ve esaslar Bakanlık görüşü alınarak kurul tarafından belirlenecek.
Göller üzerine santral: Kıyı Kanunu’nda yapılacak değişiklikle göller üzerinde de imar planı yapılmaksızın yenilenebilir enerji üretim santralleri kurulabilecek.
‘Verimlilik’ teşviki: Enerji verimliliğini artırmak amacıyla hazırlanan projeler, Bakanlık tarafından 15 milyon lirayı geçmemek kaydıyla bedellerinin en fazla yüzde 30’u kadar desteklenecek.
Maden işletmek için rapor gerekmeyecek: Maden Kanunu’nda değişiklik yapılarak Ulusal Maden Kaynak ve Rezerv Raporlama Komisyonu (UMREK) koduna göre raporlama zorunluluğu sadece IV. grup maden işletme ruhsatları açısından devam edecek. Diğer maden grupları açısından bu zorunluluk kaldırılacak. UMREK koduna göre rapor hazırlama şartı aranmaksızın MTA tarafından hazırlanan raporlar ile buluculuk hakkı kazanılacak.
Şirketlere birden çok kaynak izni, lisanssız da üretim yapılabilecek: Hidrolik kaynaklara dayalı ön lisans veya üretim lisansı sahibi tüzel kişiler tarafından yenilenebilir enerji kaynağına dayalı birden çok kaynaklı üretim tesisi kurulması mümkün olacak. Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü veya Genel Müdürlüğün izniyle yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı lisanssız elektrik üretim tesisi kurulabilecek.
Enerji alımında dövize dönüş: YEKA yarışmalarına ilişkin usul ve esaslar, ilgili yarışma şartnamesinde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından belirlenecek. Yarışma sonucunda oluşan fiyat ve/veya bedel, yarışma şartnamesinde belirlenecek süre boyunca YEK Destekleme Mekanizması kapsamında değerlendirilecek.
Lisansı dolan tesisler farkı ödeyerek lisans alabilecek: 10 yıllık süresini bitiren lisanssız üretim faaliyeti kapsamındaki tesisler, lisans alma bedeli ile lisans süresi boyunca elektrik piyasasında oluşan saatlik piyasa takas fiyatını, tesis tipi bazında uygulanan güncel YEK Destekleme Mekanizması fiyatından fazla olması halinde aradaki fiyat farkının YEK Destekleme Mekanizmasına katkı bedeli olarak ödeyerek lisanslı üretim faaliyetine geçebilecek. Lisanssız üretime devam edecek üretim tesislerinde üretilecek ihtiyaç fazlası elektrik enerjisi için, elektrik piyasasında oluşan piyasa takas fiyatını geçmemek üzere uygulanacak fiyat ve uygulamaya ilişkin usul ve esaslar cCumhurbaşkanı tarafından belirlenecek.
Afet bölgesinde elektrik kurulun belirleyeceği şartlarla sağlanacak: OHAL kararı alınan veya afet bölgesi olarak kabul edilen yerlerde, geçici süreli elektrik enerjisi talepleri kurul kararı ile belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde karşılanabilecek.
Kamulaştırmada ödenen bedel düşecek: Elektrik dağıtım tesisleri ve/veya nakil hatlarına ilişkin irtifak alanı, en düşük yaklaşım mesafesi, iletkenin salınım mesafesi ve direkler arası uzaklık dikkate alınarak ilgili mevzuata göre belirlenecek. Kamulaştırma bedelleri azaltılacak.
Nükleer sızıntıda tesisi işletenin sorumluluğu olmayacak: Nükleer Düzenleme Kanunu’nda yapılacak değişiklikle, taşıyıcı kişi sorumlu olabilecek. Tesisi işleten kişi nükleer maddelerin taşınmasına ilişkin sigorta yaptırma veya teminat gösterme yükümlülüğünü taşıyıcıya devredebilecek. Yükümlülüğü devralan taşıyıcı, işleten olarak sorumlu olacak.
"İKTİDAR TÜM KAYNAKLARA META GÖZÜYLE BAKIYOR"
İktidarın enerji politikalarının, ‘yenilenebilir’ kılıflı projelerinin ve Meclise sunulacak torba yasanın içerisindeki çeşitli maddelerin çevre üzerindeki tahribatını TMMOB Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şube Yönetim Kurulu Evrensel’e anlattı:
Yenilenebilir enerji kaynak alanı ilan edilen alanlarda imar planı yapılmaksızın her türlü yenilenebilir enerji üretim santrali kurulmasının önü açılmaktadır. İmar planlarının ortadan kaldırılmasının sonucu, enerji santrallerinin etkileri sağlıklı bir biçimde değerlendirilmeden ve onay süreçlerinden geçmeden kurulması olacaktır.
Suların üzerine kurulacak güneş enerjisi santrallerinin sıcaklık değişikliği, oksijen geçişi, buharlaşma ve ışık geçirgenliği gibi parametrelerde olumsuz etkilerinden söz edebiliriz. Rüzgar enerjisi santrallerinin de kuş göç güzergahında olması durumunda kuş popülasyonuna etkileri, oluşacak titreşim ve manyetik alanın deniz ekosistemine etkileri göz önünde bulundurulmalıdır.
Özellikle son yıllarda iktidarın yatırım teşviklerini artırdığı termik santraller; yarattığı toprak, su ve hava kirliliğine neden olarak insan sağlığı üzerinde olumsuz etkilere yol açmakta ve erken ölümlere neden olmaktadır. İklim kriziyle mücadele etmek için fosil yakıtlardan çıkılması gerekirken iktidarın karbon salımını azaltma iddiasıyla nükleer santraller kurması hem ekosistem hem de tüm canlılar üzerinde geri dönüşü olmayan ve uzun vadeli etkilere yol açma riskini taşımaktadır.
Kamu yararından ziyade rant ve talan odaklı politikalarla orman alanlarına RES, derelere, akarsulara HES, tarım arazilerine JES ve GES projeleri; “yeşil enerji” ve “yenilenebilir enerji” gibi maskelerle süslenerek yaşamı yok etmektedir. Dahası, bu gibi projelerde biyolojik çeşitlilik, tarihi eserler ve kültürel mirasın göreceği zararlar da göz önünde bulundurulmamaktadır.
Burada asıl sorun iktidarın tüm doğal kaynaklara meta gözüyle bakması ve kâr süreçlerine dahil etmesi. Dün “çevreci” ilan edilen HES’ler ile yok edilen su ekosistemleri, bugün bambaşka projelerle ve teşviklerle yine sermayenin hedef tahtasına oturtulmakta. Dün termik santrallerin bacalarına filtre takılmasına karşı çıkanların bugün yenilenebilir enerjiden, yeşil dönüşümden bahsetmesi yaşam alanları ve iklim krizi için çözüm değil ancak yeni sorunlar doğuracaktır. Çünkü amaç iklim kriziyle mücadele değil, sermaye birikimi için yeni rant alanları doğurmaktır.
İnsanlığın yaşamını sürdürebilmesi için ihtiyaç duyduğu şey temiz enerjidir. Yenilenebilir enerji ancak bulunduğu bölgedeki biyolojik çeşitliliği göz önünde bulunduran, insanların yerinden edilmesine neden olmayacak ve doğal varlıkları gözetecek bir şekilde üretildiğinde gerçek anlamda temiz enerji olarak nitelendirilebilir. Bu nedenle savunmamız gereken şey yenilenebilir enerji yalanı değil, temiz enerji olmalıdır.
Yapılan yasa değişiklikleri kamu yararı ya da enerji güvenliği sağlamak yerine gözünü doğal varlıklara diken sermayeye kaynak yetiştirmek için doğa talanının önünü açmaktadır. Dünün fosil yakıtlı motor üreticileri iklim krizinin baş suçlularından birisiyken bugün aynı şirketler elektrikli araçlarla “çevreci” marka pozlarına bürünmekteler. Üstelik bu “doğa dostu” üretim modelleri için teşvik adı altında devletten, yani halkın parasından ödenek almaktadırlar. Bu vb. torba yasalarla yapılan kanun değişikliklerine duyulan en büyük ihtiyaç, büyümekte olan “yeşil enerji” sektöründen maksimum karlılığı elde etmenin önündeki yasal engellerin kaldırılmasıdır.
"İKTİDARIN TEMEL HEDEFİ ENERJİDE ÖZELLEŞTİRME"
TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Nur Güleç, iktidarın enerji politikasını ve neden böyle bir torba yasa teklifine ihtiyaç duyulduğunu Evrensel’e anlattı:
Türkiye’nin enerjide dışa bağımlılık oranı yüzde 60’a yakın. Türkiye’de enerji üretimi için hidroelektrik, biyogaz, rüzgâr, güneş santralleri ve termik santraller var. Türkiye’de termik ve hidroelektrik santrallerin yaşı oldukça fazla olduğu için verimi düşük. Rüzgar ve güneş gibi yenilenebilir kaynaklarda da verim en yüksek olduğu durumda yüzde 50 oluyor. Doğal olarak bu durumda doğal gaz önemli bir girdi haline geliyor.
Enerji alımında garantinin artık TL üzerinden verilmeyecek olması ise tamamen ekonomik bir sebep. Hesap yapılırken maliyet ve gelir arasında artık uçurumlar oluşmaya başladı. TL üstünden enerji bulunamamaya başlandı, o nedenle paranın paritesi değiştirilerek yabancı para kaynaklarına geçiş yapılıyor. Ancak şu anda dünya enerji fiyatları kısa vadede yükselmeyecek, enerji piyasası dengede. Dünyada enerjinin maliyeti değişmeyecek ancak alım garantisinin TL yerine döviz cinsinden yapılacak olması tüketiciye doğrudan yansıyacaktır.
Aslında enerjiye ilişkin atılan tüm adımlar ekonomik koşullara önlem olarak alınmak istenen tedbirler. Ancak enerjiye ilişkin yavaş yavaş ilerleyen bir süreç var: özelleştirilme. EÜAŞ’nin özelleştirilmeyen bir yüzde 17’lik payı var. Bunun özelleştirilmesi sürecini geçen yıllarda kanun olarak çıkardılar fakat aktif değil. Aktifleşmesi durumunda enerji üretimi tamamen özel sektörün eline geçecek. Bu koşullarda atılan tüm adımlar buna yönelik gibi gözüküyor.
Nisa Sude DEMİREL- Uğur ZENGİN / EVRENSEL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder