14 Şubat 2024 Çarşamba

Kanlı Pazar’dan bugünlere - Fatih Yaşlı / soL

 

"Türkiye’yi 22 yıldır yöneten zihniyet devletle Türk sağı arasında kurulan antikomünist mutabakatın içerisinden süzülerek geldi."

Bundan tam 55 yıl önce bugün, 14 Şubat 1969’da, Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) ve Türkiye Komünizmle Mücadele Derneği’nin (TKMD) öncülüğünde bir “komünizmi tel’in ve bayrağa saygı” mitingi düzenlenmişti, mitingin gerekçesi ise 11 Şubat 1969’da Beyazıt Kulesi’ne Mihri Belli ve arkadaşları tarafından bir “kızıl bayrak” çekilmesiydi. 

Sağ basın hadiseyi günlerce köpürtmüş, Türk bayrağının indirilip yerine kızıl bayrak asıldığı, bayrağın bizzat Sovyetler Birliği’nden gönderildiği, Karadeniz’de teslim alındığı ve İstanbul’a öyle getirildiği yönünde sayısız yalan dolaşıma sokulmuştu; oysa ortada kızıl bir bayrak bile yoktu, olay bambaşkaydı.

Bir grup devrimci genç, Mihri Belli'nin 1944 yılında yaptığı bir eylemden esinlenmişlerdi. Belli 1944 yılında bir arkadaşıyla birlikte Süleymaniye Camii’nin minareleri arasına dönemin başbakanı Şükrü Saraçoğlu’nu protesto etmek için “Saraçoğlu faşisttir” yazılı bir mahya asmıştı; şimdi ise devrimci gençler Beyazıt Kulesi’ne bir pankart asacaklardı. Bu pankartta bir önceki sene 6. Filo’yu protesto eylemlerinde polis tarafından öldürülen Vedat Demircioğlu’nun resmi yer alacaktı.

Harun Karadeniz, Demircioğlu’nun nasıl öldürüldüğünü şöyle anlatmıştı: 

Elliye yakın arkadaşımız bayıltıncaya kadar dövülmüştü. Vedat Demircioğlu dövülüp pencereden atılmış ve sonra da üç yüz metre kadar ayaklarından tutularak yerde tekmelenerek sürüklenmiş ve PTT önünde öldü diye terk edilmişti. 


İşte 6. Filo’yu protesto ederken öldürülen Demircioğlu Beyazıt Kulesi’nden bir kez daha Amerikan askerlerinin karşısına çıkacaktı. Resmin renginin kırmızı olmasının ise “kızıllık”la doğrudan bir ilgisi yoktu. Devrimci gençler resmi üzerine basacakları bir kumaş ararken önce mavi renkte karar kılmışlar, ancak içlerinden biri “buna Yunan bayrağı” derler demişti; bir diğeri ise “o zaman Türk bayrağı desinler” diyerek al bir kumaş seçmişti.

İşte 14 Şubat günü güya “bayrağa saygı” mitinginde buluşanların protesto ettikleri “kızıl bayrak” hadisesi buydu ama mesele zaten bayrak değildi; mesele devrimci gençlere karşı ABD 6. Filo’suna göğsünü siper etmekti. Bu amaçla iki gün sonraki 6. Filo’yu protesto eylemine karşı sokak çağrısı yapılmış ve o çağrıya eşlik edecek şekilde, tarihe “Kanlı Pazar” olarak geçecek provokasyonun taşları döşenmeye başlanmıştı.

Aynı gün MTTB ve TKMD yöneticileri bir araya gelerek iki gün sonrasını planlamışlardı. Bu toplantıda konuşulanlardan devletin haberi vardı; çünkü her iki örgüt de istihbarat birimleri tarafından yakından takip ediliyordu. Yıllar sonra Nokta dergisine konuşan Yarbay Celal Küçük o gün yaşananları şöyle anlatmıştı:


 Kürsüye İlhan Darendelioğlu çıktı. 'Pazar günü komünistler miting yapacak. Biz bu mitingte savaşacağız. Silahı olan silahıyla, olmayan baltasıyla gelsin' şeklinde bir konuşma yaptı. Ortalık bir anda elektriklendi. 'Bu uğurda ilk şehit ben olacağım', 'Hayır ben olacağım' diye bağırışmalar oldu. Resmen ölüm kokusu vardı havada. Ayrıldık. Hemen Kara Harp Akademisi Komutanı 2 Tümgeneral Süleyman Aşiroğlu'na durumu arz ettim. 'Paşam' dedim, 'Korkunç bir durum var. Kan dökülecek. Vali'nin haberi var dediler. Silahlı gelecekler.' Aşiroğlu Paşa 'Bu korkunç. Merkez Komutanlığı Kurmay Başkanı Edip Bayoğlu'nu ara, haber ver' dedi. Hemen Süleyman Aşiroğlu'nun yanından Bayoğlu'na telefon ettik. Ben konuştum. Çok teşekkür etti. 

Provokasyonda en büyük rolü oynayan gazetelerden biri Mehmet Şevket Eygi’nin Bugün gazetesiydi. Gazete her gün manşetten kışkırtıcı haberler yapıyor, katliam çağrısında bulunuyordu. Zaten Eygi uzunca bir süredir Türkiye’ye Endonezya’yı örnek gösteriyor, komünizmle ancak Endonezya gibi, yani büyük bir komünist katliamıyla mücadele edilebileceğini söylüyordu. 15 Şubat tarihli yazısına “Cihada hazır olun” adını koyan Eygi şöyle diyordu: 

Büyük fırtına patlamak üzeredir, Müslümanlar ile kızıl kâfirler arasında topyekûn savaş kaçınılmaz hale gelmiştir... Müslüman kardeşim, sen bu savaşta bitaraf kalamazsın. Ben namazımı kılar, tesbihimi çekerim... Etliye, sütlüye karışmam deyip de kendine zulüm edenlerden olma, gözünü aç, bak!.. Onlarda taş, sopa, demir, molotof kokteyli mi var? Biz de ayni silahları kullanmaktan aciz değiliz... Cihat eden zelil olmaz. Sağ kalırsa gazi olur, canını verirse şehitlik şerefini kazanır.

Anlaşılacağı üzere Kanlı Pazar, Türkiye tarihinin sayısız benzer hadisesi gibi kendisini hiç saklamadan, adeta “geliyorum” diye bağırarak gelmişti ve elbette ki gelişi bilindiği halde önlenmemişti. O gün sağ gruplar devrimcilerin üzerine silahlarla, sopalarla, bıçaklarla saldırdılar ve 2 kişi hayatını kaybetti, çok sayıda kişi de yaralandı. 

Saldırının tertipleyicilerinden MTTB, düzenlenen saldırı ve yaşanan olaylar hakkında gayet açık sözlüydü. Saldırıya ilişkin yapılan değerlendirmede “müttefik Amerikan 6. Filo’sunun memleketimize nezaket ziyaretinde” bulunmasının, “anarşist, kuzey rüzgârı fırıldakları” tarafından bir fırsat olarak görüldüğü ve komünistlerin bu ziyaret bahanesiyle “Amerika, NATO ve Türkiye aleyhinde veryansın ederek milli bütünlüğümüzü zedeleyip Russeverliklerinin, kızıllıklarının icabını” yerine getirdikleri söyleniyordu. “Go Home Amerika” diyen bu Amerikan düşmanları, “daha düne kadar Kars’ı Anadolu’yu isteyen Rus emperyalizmine karşı hür devletlerin birleştiği NATO’ya” da düşmanlık besliyorlardı ve bunun nedeni de Rus hayranı ve komünist olmalarıydı.  

Komünizmle mücadele adına bu olayları tertipleyen ve farklı örgütlerden oluşan antikomünist şebekenin mensupları, bir yandan bunları yaparken bir yandan da fetih mitingleri düzenliyor, Ayasofya’nın yeniden ibadete açılmasını istiyorlardı. Türkiye’de siyasetin “Osmanlılaşma”sı bu dönemde başladı. Mustafa Kemal ve Cumhuriyet’le doğrudan hesaplaşmak yerine, Osmanlı Cumhuriyet’in karşısına yerleştirildi ve onun anti-tezi olarak kutsandı. 

Buna göre Osmanlı İslam’la yöneten bir devletti ve bu yüzden Osmanlı’da mutlak adalet hüküm sürüyordu. Osmanlı gittiği her yere adaleti götürüyordu ve aldığı topraklarda yüzlerce yıl hüküm sürmüştü. Osmanlı İslam’ın bayrağını “gavur”a karşı dalgalandırmış, Müslüman bir cihan imparatorluğu kurmuştu vs.

Cumhuriyet ise batı taklitçiliğiyle, dinsizlikle, maneviyattan uzaklıkla suçlanıyor ve tüm bunların neticesinde bir toplumsal buhranın ortaya çıktığı söyleniyordu. Cumhuriyet’in kurucu felsefesi, özellikle de yanlış eğitim politikaları, beraberinde gençlerin yanlış fikirlere, yani komünizme yönelmelerini getirmişti. 

İşte Türk sağı buradan yola çıkarak Cumhuriyet düşmanlığıyla komünizm düşmanlığını aynı potada eritiyor, yükselen sola karşı, aynı anda hem Osmanlı’yı yücelterek Cumhuriyet düşmanlığını yükseltiyor hem de devletle arasında antikomünist bir mutabakat tesis etmeye çalışıyor, “komünizme karşı din ve milliyetçilik panzehri” üzerinden devleti “sağa çekme”yi, “özüne döndürmeyi” hedefliyordu.

Bunda başarılı oldu mu peki? Bu sorunun yanıtının “evet” olduğunu en iyi biz biliyoruz. Türkiye’yi 22 yıldır yöneten zihniyet devletle Türk sağı arasında kurulan antikomünist mutabakatın içerisinden süzülerek geldi. Bugünkü iktidar kadrolarının 60 yaş civarında olanlarının hemen hepsinin yolu 12 Eylül öncesinde Nakşilikten, İskender Paşa Dergâhı’ndan, MTTB’den, komünizmle mücadele derneklerinden, İlim Yayma Cemiyeti’nden, Mücadele Birliği’nden, Ülkü Ocakları’ndan geçti. Atsız’lar, Topçu’lar, Kısakürek’ler, Mısıroğlu’lar bugünkü kadroların düşünce dünyasını oluşturdu. Hepsinin düşünsel üretimlerinin merkezinde cumhuriyet düşmanlığıyla birlikte sol düşmanlığı, antikomünizm vardı.

Bugün Türkiye’nin geldiği yerin, içine düştüğü karanlığın, gördüğü kâbusun bir geçmişi var, tarihsel temelleri var. O tarihsel temellere baktığımızda ise gericiliğin cumhuriyet düşmanlığıyla antikomünizmi sentezlemesini görüyoruz. Eğer bu karanlıktan ve kâbustan çıkmak istiyorsak cumhuriyetçilikle sosyalizmi sentezleyerek bu sentezi toplumsallaştırmamız, bir kurucu fikir haline getirmemiz, yeni bir cumhuriyet inşasını siyasetin ve toplumsal mücadelelerin kurucu talebi haline getirmemiz gerekiyor. Bunu başaramadığımız takdirde neler olacağını ise bir kez daha yazmama gerek bulunmuyor.

Fatih Yaşlı / soL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder