10 Şubat 2024 Cumartesi

Saray’ın deprem raporunda ifşaat ve itiraflar - Hakkı Özdal / EVRENSEL

 

Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı’nın (SBB), 6 Şubat Maraş depremleriyle ilgili ikinci raporu, depremin birinci yıldönümünde yayınlandı. İlk rapor, büyük yıkımdan 40 gün kadar sonra 17 Mart 2023’te yayınlanmıştı. Bu ilk rapor, ‘soğukkanlı’ denebilecek bir perspektifle, bir tür ‘hasar analizi’ yapıyordu. Temel bulgularda, sözgelimi depremin toplam maliyeti hesabında, Dünya Bankası verileriyle örtüşen gerçekçi sonuçlara varılmıştı. Yıkılmış işyerine giren bir patron, etrafa dikkatle göz atıp sayım yapmış ve bütün bunları not almış gibi bir metindi. Kapitalist devlet için bu yordam zaruridir.

6 Şubat 2024’te yayınlanan ikinci rapor ise geride kalan bir yılda uygulanan stratejiyi açığa çıkardı. Raporun tümüne şamil olan ve esasen bu stratejinin özünü oluşturan perspektif, 6 Şubat’ta 11 ile ağır yıkım yaşatan depremin, bölgedeki kapitalist yapılanma için bir fırsat olarak değerlendirildiğini gösteriyor. Rejimin, halkın ve ülkenin başına gelen felaketlerde kendi siyasal ikbali için bir fayda görmesi tutumu, 15 Temmuz itibariyle bir sloganda cisimleşmişti: Allah’ın lütfu… Bu rapor gösteriyor ki 6 Şubat depremlerinin yol açtığı yıkım da Allah’ın bir lütfu olarak görülmüş.

Raporda, gerek maddi kaynakların kullanımı gerekse yasa-mevzuat düzenlemelerinin açıkça sermaye lehine bir stratejiyle yapıldığı görülüyor. Buna ilişkin temel başlıkları, arkadaşımız Nisa Sude Demirel’in haberinde  okuyabilirsiniz. Burada Saray rejiminin, tüm kaynakları ve mevzuatı, temsil ettiği egemen sınıf blokunu önceleyecek şekilde sermaye sınıfına yönlendirmesine dair politik-ekonomisi için temsil gücü yüksek birkaç başlığa değinilecek.

***

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 15 Şubat 2023 günü, neredeyse tüm TV kanallarının katıldığı yardım toplama şovuna canlı yayında bağlanarak, bir yıl içinde, yıkılan her binanın yerine yenilerini yapacaklarını vaat etmiş ve “Ben halkımdan bir yıl müsaade istedim. Bir yıl içinde inşallah biz bu konutları tamamlayacak ve sahiplerine teslim edeceğiz” demişti. Depremden 9 gün sonra savrulan bu vaat kısa sürede revize edildi. 23 Mart’ta kalıcı konutların temel atma töreninde konuşan Erdoğan, “Mevcut planlamaya göre bir yıl içinde 319 bin, toplamda 650 bin konut yapacağız” dedi. Bir yılda teslim edilecek konut sayısı şubat sıcağındaki 650 bine oranla yarıdan fazla azalmış ve 319 bine düşmüştü. Ama TRT başta olmak üzere iktidar medyası bu ‘küçük farkı’ hokus pokusladı. Başlıklar “Bir yılda 650 bin konut teslimi” diye atıldı. Yaklaşan seçimlerin de etkisiyle vaat küçültmek uygun görülmemişti. İşte SSB raporu, bu vaadi satır aralarında iki yıla çıkarıyor. Kalıcı konutların iki yıl içinde teslim edileceğini söylüyor. Neden bir yılda bitirilemediği ve sürecin iki katına uzadığı konusunda ise hiçbir açıklama sorumluluğu duymuyor.

Üstelik bugün ortaya çıkan tablo, bu 319 bin vaadinin de fiyaskoya dönüştüğünü göstermektedir. Bir yılda inşaatı yüzde 70’in üzerinde tamamlanan sadece 25 bin konut üretilebildi. Evler teslim edilemeyince anahtar teslimi adı altında düzenlenen törenlerle kura çekimi yapıldı. SBB’nin 2024 raporu tam bu noktada da dikkat çekici bir veriyi adeta gözümüze sokuyor. Cumhurbaşkanlığı verilerine göre evleri yıkılan ya da ağır hasarlı olduğu için kalıcı konut hak sahibi sayısının en yüksek olduğu il, doğal olarak, yıkımın en ağır olduğu il Hatay. Bunu sırasıyla Maraş, Malatya ve Adıyaman izliyor. Ancak iş kura çekimine gelince hak sahipliği ile hak dağıtımı, adeta bir kum saati gibi tersine çevriliyor. Raporda, 16 Ocak 2024 itibarıyla hazırlanan tabloya göre, toplam 117 bin hak sahibi olan Hatay için 7.275 konutun kurası çekiliyor. Velev ki Hatay’daki yıkımın boyutları yeniden imarı da zorlaştırmış olsun. Peki Gaziantep’te 9 bin 587 hak sahibi için 10 bin 204 konutun kuraya konması nedir? Hatay’da hak sahiplerinin yüzde 5’ine (ev de değil) çekiliş verilirken, Antep’te neden bu oran, mantık dışı şekilde yüzde 105’e çıkar?

Bu çarpık tablo da elbette Anteplilerin kara kaşı kara gözü için değil. Depremin ilk günlerinden itibaren ayyuka çıkmaya başlayan “devletin bölgeye dönük çoklu stratejisinin” somut, ete kemiğe, sayıya yüzdeye bürünmüş halidir bu. Sermaye ve devlet, bölgede sanayi için önemli role sahip kentlerde, başta ihracat olmak üzere tüm kapitalist faaliyeti aksatmayacak şekilde göçü durdurmayı/engellemeyi, geri dönüşleri hızlandırmayı ve özellikle işçi sınıfının iskânını sağlamayı amaçlamıştır. Yıkımın en ağır olduğu Hatay’ın merkez ilçeleri ise doğrudan sanayi ve hizmetler için değil, daha uzun vadeli bir turizm faaliyeti için rezerv edilmiştir. Sözde kültürel bir kisve de giydirilen bu plan, Antakyalıların olmadığı bir yeni Antakya inşası için bölge halkının göçünü teşvik etmiş, buna zorlamıştır. Kalıcı konutların dağıtımında Antep ile Hatay arasında oluşan bu sansasyonel farka bu gözle de bakmak gerekir. Antep, Maraş ve Urfa’nın bölge sanayiinde ve Türkiye kapitalizminin toplamında oynadığı rol, konut kurasından işçi direnişlerine dönük şiddete dek bir dizi olguda tekraren görünmektedir.

Tüm planlamalar bölge sanayisini ayağa kaldırmak ve sermayeyi ihya etmek üzerine kurulurken, halka yönelik sınırlı harcamaların da, toplanan bağışlar ve işsizlik fonundan karşılandığı raporda açıkça görülüyor. Gazetemiz daha önce haber yaptı: Özellikle ilk günlerde yapılan tüm nakdi yardımların AFAD bünyesinde toplanan bağışlardan karşılandığı bu raporda itiraf ediliyor. SSB raporunda yer alan tablo deprem için kaynak tahsisinde merkezi bütçeden sonra ikinci kalemin bağışlar olduğunu gösteriyor. Yerel yönetim bütçelerinden sonra 4. sırada ise İşsizlik Fonu var. Depremin yaralarının sarılması için halkın bağışları ve emekçilerin işsizlik fonu kullanılırken bunun siyasal kaymağının yendiği itiraf edilmiş oluyor.

Son bir nokta ise hibe ya da kredi yoluyla gelen dış kaynaklar. Dünya Bankası Avrupa Yatırım Bankası, İslam Kalkınma Bankası, Japon Uluslararası İşbirliği Ajansı gibi kuruluşlardan sağlanan dış finansmanın tutarı 2,8 milyar dolar. Yaklaşık 84 milyar liralık bu kaynağın aslan payı Şehircilik Bakanlığı, KOSGEB, İhracat Kredi Bankası gibi aracılara gidiyor. Bu kaynağın, inşaat sektörünü, siyasal iktidarın sosyal sınıfsal tabanını oluşturan orta ölçekli sermayeyi ve ihracatçılara aktığını tahmin etmek zor değil.

6 Şubat’tan bir yıl sonra, bizzat rejimin merkezinden yayınlanan rapor, halkın felaketinin sermaye kesimlerini ihya etmek için fırsata dönüştürüldüğünü gösteren başka pek çok itirafla dolu. 

Bunları takip etmeye ve yazmaya devam edeceğiz.

Hakkı Özdal / EVRENSEL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder