18 Mart 2024 Pazartesi

BAB-I ALi’NiN RENKLi KALEMi ANLATIYOR -Röportaj: Özlem Özdemir(Milliyet)-(04/09/2012)

 

Türk basınının usta kalemlerinden Ali Sirmen, Bâb-ı Âli’yi ve gazetecilik öyküsünü anlattı ‘Boxer’ dergisine.

Türkiye’nin gidişatını hiç iyi görmediğini belirten Sirmen, gazetecilik hayatının en önemli anını, Cumhuriyet gazetesinin sahibi Nadir Nadi’nin kendisine iş teklif ettiği gün olarak açıklıyor

İlk yazınız Akşam’da. Üniversitede hukuk okudunuz. Profesyonel gazeteciliğe o ilk adım nasıl oldu?

1965’te Paris muhabiri olarak başladım. Bir sene sonra dış politika yazarlığına geçtim. Akşam’daki ilk yazımı hatırlıyorum. Eylül 1966’da ‘Vietnam’da Seçimler’ diye ikinci sayfada ‘Dış Haberler ve Yankıları’ başlığı altında bir yazıydı. Aslında okurken avukat olmayı istiyordum. Paris’e doktoraya gittiğim zaman Hulusi Turgut’un aracılığıyla Doğan Özgüden bana Akşam gazetesinin Fransa muhabirliği görevini verdi. Maalesef muhabirliğim azdır ve bundan hep üzüntü duyarım çünkü esas gazetecilik muhabirliktir. Ama bir sürü şey de yapıyordum hatta bir ara enginarlar kararmasın diye ne yapmak gerekiyor gibi şeyler de yazılır ya onları da yazdım. Sonra bir de takma isimlerle yazı yazdım.

Neden takma isim?

Birincisi hapisteydim. Barış Derneği davasından tutukluyken 1985 Ocak-1986 Mart ayları arasında Cumhuriyet gazetesinde haftada üç kere yayımlanan yazılar yazdım. Daha sonra onları ‘Kelepçeli Yazılar’ kitabında topladım. Samim Lütfü adıyla yazıyordum. Babamın adı Samim, onun babasının adı Lütfü... Daha sonra Star’da gastronomi yazıları yazdım. Orada da Bekri Çeşnici adıyla yazıyordum. Yine pazar günleri bir de söyleşi yapıyordum Cumhuriyet’te. Bir söyleşide adım çıkıyor, bir kendi köşemde çıkıyor. Bir de başka bir yerde olmasın diye bir isim bulalım dedik. Böylelikle üç tane adım vardı.

Gazetecilik hayatının en önemli anı Cumhuriyet’e geçiş süreciniz nasıl oldu?

12 Mart döneminde de, 1971’de Akşam’dayken de hapse girdim. Hapisteyken İlhami Soysal’la ikimiz gazeteden atıldık. Hapisten çıktım, askere gittim. Sonra Yeni Ortam’da dış politika yazıları yazmaya başladım. Cumhuriyet’te de dostum Mehmet Barlas vardı. Mehmet, TRT’ye gidince Cumhuriyet’te yer açıldı. Ve İlhan Abi’nin tavsiyesiyle zannediyorum Nadir Nadi bir gün çağırdı beni. Nadir Bey, beni çağırınca havalara uçtum tabii. Nadir Bey, “Yazılarınızı okuyorum, bizimle çalışır mısınız?” dedi. Tabii gazetecilik hayatımın en önemli anı odur.

Sonra bir dönem Cumhuriyet’ten ayrıldınız...

O, ben Cumhuriyet’e girdikten 18 sene sonra oldu. 12 Eylül’den sonra Hasan Cemal, Cumhuriyet’in başına geldi. Hasan Cemal ekibiyle gazetenin yazar-çizer kadrosu arasında bir ihtilaf oldu. Ve Hasan Cemal, Okay Gönensin bir yanda kaldılar; yazarlar bir tarafta kaldılar. Ve ayrıldılar gazeteden, ben de ayrıldım.

Bir röportajınızda Nadir Nadi’yi de İlhan Selçuk’u da patron gibi değil dostlarınız gibi gördüğünüzü okumuştum...

Üç olay anlatmak istiyorum. Bir tanesi, Nadir Bey, Ağustos 1991’de öldüğünde Yeniköy’deki eve gittik, tabutu salonda masanın üzerinde duruyor. Nadir Bey’in eşi: “Al bakalım ben kocasız kaldım, sen babasız” dedi. İkincisi, ölümünden kısa bir süre önce yine Yeniköy’de, Nadir Bey tekerlekli sandalyesinde oturuyor. Alacakaranlık hava, Nadir Bey de iyice hasta. “Sayenizde kaç sene onurumuzla gazetecilik yaptık” dedim. Baktım yaşlar inmeye başladı gözünden. Böyle bir yakınlık vardı. Uğur (Mumcu) derdi, “Burası ailedir. Ben ailenin doktora yapan çocuğuyum, sen, ailenin şakacı haylaz çocuğu, İlhan Abi, ailenin işlerini yürüten büyük abisidir.” Hakikaten öyleydi. İlhan Abi, İlhan Abi’ydi işte. Üçüncüsü de, bir gün Nadir Bey’in odasında oturuyoruz. İlhan Abi geldi sonra odaya. Nadir Bey baktı, “Hoş geldin İlhan Abi” dedi. Böyle bir aileydi orası.

Türkiye nereye gidiyor sizce?

“Türkiye, hiç iyi bir yere gitmiyor” Türkiye’nin hiç iyi yere gitmediği açık seçik ortada. Çok ciddi ve üstesinden gelemeyeceğimizden korktuğum sorunlarla karşı karşıya kaldık ve bu sorunlar iktidarla birlikte gittikçe artıyor. Müthiş bir toplumsal uzlaşma aranırken toplumsal ayrışma dönemine girdik. Bu toplumların içinde bulundukları en büyük tehlikedir.


Türkiye’nin rejimi değişebilir mi?

Yani böyle bir soru olamaz. Bir arkadaşım “Biz bu hallere düşecek insan mıydık?” dedi. “Düştük bile çoktan, ne anlatıyorsun” dedim. Onun için değişebilir mi değil, değişti bile...

“Cumhuriyet yazarı olmanın bir büyük avantajı da, yazın ve düşün yaşamımızın seçkin kişileriyle tanışma olanağına ulaşmaktır” demiştiniz bir röportajınızda. Sizin yaşamınızda böyle iz bırakan kimler oldu?

“Her biri derya gibiydi” Hayatta o kadar önemli kişiyi tanıdım ki, bir kısmı tanınmış önemli kişilerdi, bir kısmı da tanınmamış önemli kişilerdi. Pek tanınmazlar ama o kadar etkileyici, derinliği ve bilgisi olan insanlar vardı ki benim hayatımda bunlar çoktur. Ne bileyim Aziz Nesin’i tanıdım az bir şey mi? Turan Selçuk’u tanımak az bir şey mi? Her biri derya gibi adamlar tanıdım. Bu mesleğin en büyük kazancı da budur.

Sizin bir de oyunculuk yönünüz var. Niye devam etmediniz?

“Bu kadarı bana yetti” 10 tane kadar dizide oynadım. Daha Galatasaray Lisesi’ndeyken tiyatroda oynardım. Haldun Taner’in öğrencisi oldum Şehir Tiyatroları’nda. Mesela işte, Haldun Taner gibi bir adamı tanımak... Diziler, aradan 40 sene geçtikten sonra gelişen işlerdi. Zaten dizilerde herkes oynar. Oyunculuk değil o, oyunculuk, tiyatrodadır. Sonra Işıl Özgentürk’ün ‘Seni Seviyorum Rosa’ filminde oynadım. Orada Ziya Öztan görmüş, beğenmiş. Yunus Nadi’yi oynadım. Oradan görmüş beğenmişler. Başkomiser Kamil’i oynadım ‘İkinci Bahar’da. Keyifliydi. O kadar, zaten yetti.

Eylül 1981BAB-I ALi’NiN RENKLi KALEMi ANLATIYOR

Tan Oral, Ali Sirmen ve Yaşar Kemal sorularıyla Altan Öymen’i sıkıştırıyorlar.

Mart 1990BAB-I ALi’NiN RENKLi KALEMi ANLATIYOR

Nadir Nadi’yle yapılan bir röportaj.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder