Depremin yıktığı Hatay, şimdi de siyasi enkazla karşı karşıya. CHP’nin Lütfü Savaş’ı yeniden adaylaştırmasının ardından yükselen toplumsal tepkiye karşılık Gökhan Zan’ı aday gösteren TİP, seçime 14 gün kala “şaibe” vurgusu yaparak Zan’ın adaylığını geri çekti. Zan ise adaylığının devam ettiğini ve çekilmeyeceğini söyledi. Zaten Zan’ın tutumu, eski futbolcunun 31 Mart’ta TİP logosuyla pusulada yer alacağı gerçeğini değiştirmeyecekti.
Gökhan Zan iddia edildiği gibi AKP ile kirli ilişkilere girdi mi girmedi mi, adaylıktan çekilmemesi karşılığında para ve iş talep etti mi etmedi, buna dair kesin bir hükme varmak doğru olmaz. İddialara karşılık Zan kendini “Konuşmalarım montajlandı” diyerek savunuyor. Hakikat, gerekli incelemeler yapıldıktan sonra ortaya çıkacak.
Ancak şu bir gerçek ki TİP, Zan’a güvenemedi ve adayının arkasında durmamayı tercih etti. Partinin bu tavrı, kamuoyunda Zan’a yönelik şüpheleri güçlendirerek “Demek ki bir bit yeniği var” düşüncesini besledi. Çünkü eğer bir partinin, bütünüyle aynı siyasi fikirleri sahiplenmese bile adayının duruşundan ve karakterinden emin olması, her türlü itham karşısında onu savunması beklenir. Sonuçta düzen siyaseti kirlidir, kumpaslıdır; sonuca etki edebilecek her aday hakkında bu tür spekülasyonlar üretilebilir. İşin özü, “Hatay ittifakının adayı” denilen Gökhan Zan, aslında TİP’in bile gerçekten inandığı ve itibar ettiği bir isim değilmiş. Öyle anlaşılıyor ki aday yapılmasının nedeni de siyasi arenada kazandığı dönemsel şöhretmiş.
Deprem sürecinde futboldan gelen tanınırlığı sayesinde öne çıkan, İYİ Parti’den milletvekili adayı olan, seçilemeyince istifa eden ve son olarak TİP’ten belediye başkan adayı yapılan Zan, popülaritesinin altını dolduran fikirsel bir altyapıya ve özgül bir siyasi değere sahip olmadığı için hiçbir parti ve kurum tarafından sahici saygı göremiyor. Zan kazandıracaksa “iyi”, kaybettirecekse “kötü” oluyor. TİP Genel Başkanı Erkan Baş’ın T24 yazarı Murat Sabuncu’ya yaptığı açıklamada “Bundan sonrası bizim sorumluluğumuz değil. Gökhan Zan kendisine kumpas kurulduğunu iddia ediyorsa bunu ispatlayacak” demesinin sebebi de bu olsa gerek.
Erkan Baş sorumlulukları bulunmadığını savunsa da Hatay’a yapılan bu hatayı, bir daha tekrar etmemesi adına etraflıca konuşmak gerekiyor. Çünkü mesele bir adayı geri çekme kararından ibaret değil. Süreç en başında yanlış kurgulandı; solun demokrasi, dayanışma ve müzakere anlayışına uygun bir yöntem benimsenmedi. Bir emrivaki ve el çabukluğuyla Gökhan Zan “Hatay ittifakının adayı” olarak sahneye sürüldü ancak ortada gerçek bir ittifak yoktu. Solda bir mutabakata, fikir birliğine varılamadı. TİP’in Tarsus örgütü dahi Zan’ın isminin açıklanmasının ardından “popülizm” eleştirisi yaparak istifa etti.
Kimileri Zan’ın aday yapılmasını Marksist düşünürlerin kavramlarını tahrif ederek rasyonel bir zemine oturtmaya, bu hamleye soldan entelektüel bir meşruiyet kanalı açmaya çalıştı. Gökhan Zan’ı “dönüştürmek”, kitleleri örgütlemek ve düzene karşı harekete geçirmekle eş tutulup zorlama izahatlar geliştirildi. Buna karşılık ülke devrimcilerinin yarım asırlık mücadele birikimden damıttığı eleştiriler, uyarılar küçümsendi, hiçbiri dikkate alınmadı. Ki sosyalist mahalleden TİP’e yönelik eleştirilerin her şeye rağmen sürece zarar vermemek adına son derece ölçülü bir dille yapıldığını da buraya not etmek gerek.
Sonuçta ne oldu? Yıkımdaki sorumluluğu nedeniyle eleştirilen Lütfü Savaş’a karşı büyüyen muhalefet potansiyeli heba edildi. Seçimde AKP ve Savaş’ın karşısına sol bir alternatif çıkarılabilecekken, şimdi sandığa günler kala farklı bir Hatay isteyen kesimlerin etrafında birleşebileceği hiçbir aday kalmadı. Savaş’a itiraz edilerek çıkılan yolda, düzen karşıtlarına Savaş’tan başka seçenek sunamayan bir muhalefet tablosu şekillendi. İktidarla girişilen kirli pazarlıklara ilişkin iddia, söylenti ve siyasi kararlar, Savaş için mümkün olabilecek en uygun koşulları yarattı.
Bu mesele ne “Bizim sorumluğumuz yok” ne de “TİP’in hatası bizi bağlamaz” denilip içinden çıkabilecek kadar basit bir mesele… Yapılan hatalar, sadece bir partinin hanesine yazılmıyor, bütün olarak devrimci siyasete dönük toplumsal bakışı ve algıyı etkiliyor. Bunu kafasını kendi fanusundan dışarıya çıkaran herkes fark edecektir. Türkiye sosyalistleri belki mücadelelerini ayrı çatılar altında sürdürüyor ve hatta kiminin kapısı birbirine bile bakmıyor ama içinden geçilen süreçte o çatılar uzaktan tek bir mahalle olarak görünüyor. Bu bilinç ve sorumlulukla hareket etmekte yarar var. Umalım ki Hatay süreci sola, sosyalistlere bu gerçeği bir kez daha hatırlatsın.
/././
Stagflasyon giderek yaklaşıyor (Hayri Kozanoğlu)
Geçtiğimiz hafta Fitch kredi değerlendirme kuruluşunun not artırımı piyasalarda Mehmet Şimşek ve ekibinin umduğu olumlu etkiyi yaratmadı. Türkiye’nin kredi notu yatırım yapılabilir düzeyin 5 kademe altında iken, 4 kademe altına terfi etti. Bunu matematik notu 10 üzerinden 2 olan öğrencinin son sınavda 3 almasına benzetebiliriz. Bir ilerleme gözleniyor ama henüz geçebilmek için yeterli sayılmaz.
Fitch, Moody’s, Standard and Poors gibi kredi değerlendirme kuruluşlarının harf notları bir ülkenin dış borçlarını ödeme kabiliyeti ve eğilimini gösterir. O ekonomide işlerin yolunda gidip gitmediği, insanların yaşam düzeyinin yükselip yükselmediği bu kuruluşlar için ikincil önemdedir. Örneğin 31 Mart seçimi öncesi emekli maaşlarının asgari ücret düzeyine yükseltilmesi talebi karşılansaydı, bu “ratingçiler” açısından olumsuz bir alamet kabul edilir, büyük olasılıkla bu not artırımı bile söz konusu olmazdı. Çünkü bütçe kaynaklarından emeklilere yapılacak bir kaydırma, finans kapital perspektifinden dış borçların aksatmadan ödenmesini zorlaştırabilirdi. “Piyasa dostu”,Merril Lynch yatırım bankası emektarı Şimşek döneminde kendilerini güvende hissetmeleri nedeniyle not artırımları sürpriz değil.
Aynı şekilde CDS olarak bilinen kredi temerrüt takası da dış borçların sigorta primidir. Dış borçların kuruşuna kadar ödenmesinden şüphe duyulmayan bir ekonomide CDS primi de düşüktür. O nedenle rezervleri yetersiz, dış borç yükü ağır Türkiye’nin risk primi bekleneceği üzere yüksek seyreder. Ancak geçtiğimiz yıl aynı dönem 550 dolaylarında bulunan CDS primi şu anda 310 civarında. CDS piyasa koşullarına göre günlük değişir, buna karşın not indirim/artırımları belli aralıklarla sıçramalı gerçekleştirilir. Bu etmenler göz önüne alınarak Fitch’in not yükseltmesi CDS’in seyrinden tahmin edilebilirdi. Şu olumlu etkiyi unutmayalım; bir ülkenin risk primi düşerse yurtdışından o ölçüde ucuza borçlanabilir. Nitekim CDS’in düşüşü Türkiye’nin eurobondlarının maliyetini aşağı çekti.
FİNANSAL PİYASALAR ÇOK HAREKETLİ
Seçimler için son iki haftaya girilirken döviz ve altın piyasalarında yoğun bir hareketlilik gözleniyor. Çünkü dört gözle beklenen sıcak para gelmediği gibi, yavaş da olsa ülkeyi terk ediyor. Siz her fırsatta yabancı para girişine bel bağladığınızı beyan ederseniz onlar da pazarlık kabiliyetlerini sonuna kadar kullanırlar ve ek tavizler vermenizi beklerler.
Sıcak para en yüksek kurdan girmek, örneğin 1 milyon dolarını 30 lira yerine, 33 liradan bozdurmak ister. Bir kere ülkeye giriş yapınca da, en yüksek getiriyi bulmak, örneğin politika faizinin %45 yerine %50 olmasını tercih eder. Elinizi zayıf görünce yani tavizler koparmak için yüklendikçe yüklenir. Hatırlayın piyasa yorumcularının “faiz %30 olsun bu iş tamam”, sonraki aşamada “%40’ı bir görelim orada duralım” benzeri yorumlarını. Nitekim bugün de aynı kişilerce %45 bile yeterli görülmüyor, 250 veya 500 baz puanlık bir ek faiz artışı talep ediliyor. Şimdilik TCMB’nin 21 Mart toplantısında seçim öncesi faiz artışı yapmaması, ancak politika metninde buna açık kapı bırakması en yüksek olasılık görünüyor.
REZERVLER HIZLA DÜŞÜYOR
8 Mart haftasında yabancılar borsada 293 milyon dolar, tahvil piyasasında 260 milyon dolar satış yaptılar. Böylelikle borsada 4, tahvilde 2 hafta arka arkaya çıkış yaşandı. Brüt döviz rezervleri 2023 sonuna göre 9.5 milyar dolar gerileyerek 130.5 milyar dolara düştü. Dünya altın fiyatlarının yükselişi sayesinde, altın rezervlerinin piyasa değerinin yıl sonuna göre 4.5 milyar dolar artışının katkısıyla rezervlerindeki kanama bir parça hafifletilebildi. Buna karşın 2024 Mart ayında görece, yüklü 3.5 milyar dolarlık dış borç ödemesi bulunması da kur üzerinde baskı yarattı.
Döviz tevdiat hesapları da 5.7 milyar dolar sıçradı. Her ne kadar bunun 2.5 milyar doları altın fiyatlarının artışı, söz konusu haftada avronun dolara karşı değer kazanmasından, yani parite etkisinden kaynaklanıyorsa da, 3.2 milyar dolarlık parite etkisinden arındırılmış bir artış yaşandı. Böylece bireylerin döviz mevduatı 107 milyar doları, firmaların 74 milyar doları buldu. Bunun bir kısmı KKM dönüşleri sonucuysa da, dövize bir yönelim olduğu ortada. Ayrıca TL uzlaşmalı döviz satışları da son iki haftada döviz talebinin 2.7-2.8 milyar dolarını emdi. Bu pislikleri halının altına süpürmeye benziyor. Merkez Bankası ile vadeli sözleme yapan taraf, diyelim bir şirket, dış borç ödeme vadesi geldiğinde veya ithalat bedeli ödemesi kapıya dayandığında kur farkını lira olarak tahsil etse de, serbest piyasada şipşak döviz alımına yönelecek.
DÖVİZ SIÇRAYACAK BEKLENTİSİ
Seçim sonrası dövizin fırlayacağı beklentisi 100 dolarlık, 50 avroluk sınırlı kapasitesi bulunan sade yurttaşın da döviz büfelerine akın etmesine yol açtı. Döviz sıçrayacak öngörüsü, herkes akın edince kendini doğrulayan bir kehanete dönüşür. Bunun nedeni de 2023 29 Mayıs seçimlerine kadar doları 20 liranın altında tutmak için tüm koşulları zorlayan, rezervleri yakan, sonra da 2 ayda kurun %35 artışla 27 liraya çıkmasına neden olan Saray rejimidir. Bugün o dönemdeki gibi düşük faizden borçlanıp dövize yönelmek o denli avantajlı olmasa da, dövizin o denli sıçraması için bir neden bulunmasa da, teknik argümanlar ortalama yurttaşı ikna etmeye yetmiyor. Olayı basite indirgersek, herkes seçim sonrası bir artış beklerse, haliyle o günler gelip çatmadan pozisyon alma çapasına girişir. Yaşanan da aynen bu.
KESKİN SIKILAŞTIRMA ADIMLARI
Ekonomi yönetimi piyasa aktörlerinin alkışları arasında üst üste ek sıkılaştırma önlemleriyle piyasadaki likiditeyi emme, kredi arzını daraltma adımları attı. Ticari ve bireysel kredilerde aylık artış hızı enflasyonun çok altına, %2’ye çekildi. Zorunlu karşılıklara blokaj kondu. En son olarak da kredi kartı ve kredili mevduattan nakit çekim aylık faizi %5’e yükseltildi. Özellikle bu en son adım, nakit çekip dövize koşacakları caydırmayı amaçlıyor.
ENFLASYONUN SUÇLUSU KART KULLANANLAR MI?
Görüldüğü kadarıyla enflasyonun başlıca sorumlusu borçlanarak harcama yapan, talebi canlı tutan sade insanlar gibi sunuluyor. Halbuki rakamlar aksine, kredilerde yavaşlamaya işaret ediyor. Konut, taşıt ve ihtiyaç kredilerini içeren tüketici kredileri son 1 yılda enflasyonun çok altında, sadece %29.26 artarak, 1.507 milyar liraya yükselmiş. Buradan borçlanamayan bireyler mecburen kredi kartı harcamalarına yönelmiş. Bireysel kredi kartı bakiyesi böylelikle %154 artışla 1.320 milyar lirayı bulmuş. Ancak kredi kartı faizleri 2023’teki gibi aylık 1.29 gibi düşük bir düzeyde olmadığı için, bu harcamalar tuzu kuru kesimlerin değil genellikle dar gelirli yurttaşların iki yakalarını bir araya getirme çabalarının sonucu.
Kaldı ki, bireysel krediler 12.145 milyar liralık toplam kredilerin sadece %23.3’ünü oluşturuyor. Ekonomi genelinde de tam aksine kredi yavaşlaması var. 2020 sonunda kredi/mevduat oranı %103.5 iken, 2024 Ocak sonu itibarıyla %79.9’a gerilemiş durumda. Kredi, piyasa ekonomilerinde damarda dolaşan kan gibidir. Bir kez tükenirse ekonomideki hayatiyet belirtileri kaybolur.
Demek ki Şimşek ve Merkez Bankası ekibinin enflasyonu düşüreceğim diye ekonomiyi boğma riski var. Üstelik enflasyon beklentileri de tam düşürülemediği için, bu durumda sonbahara doğru ekonomi enflasyon ile durgunluğun bir arada yaşandığı stagflasyona sürüklenebilir. Halihazırda %26.5’e dayanan atıl işgücü oranı büyük bir sosyal trajediye neden olacak şekilde artabilir. Dış ticaret verilerinde 2024 Ocak’ta yüksek gelir grubunun iştahını yansıtan tüketim malları ithalatı bir önceki yıla göre %13.6 artarken, ara malı ithalatının %28.8 daralması yaklaşan durgunluğun en açık habercisi kabul edilebilir.
MALİYE BAKANI MEHMET ŞİMŞEK’İN İKİLEMİ
Ayrıca ekonomi yönetimi şöyle bir ikilem de yaşıyor: Döviz kurunu tutamadıkları takdirde, geçirgenlik etkisi nedeniyle enflasyonun önünü kesemeyeceklerini biliyorlar. Ancak mevcut döviz kurunu sıcak para yeterli bulmuyor, verilerden görüldüğü gibi şimdilik gelmiyor. O zaman geriye faizleri daha da keskin biçimde yükseltmekten başka çare kalmıyor. Bu da ekonomide ani yavaşlama, çarkların birden durması tehlikesi yaratıyor. Bu içine düşülen çıkmazın asıl sorumlusu ise Nebati’si, Şimşek’i değişik aktörleriyle, uyguladığı yanlış politikalar ve emek karşıtı sınıfsal tercihleriyle halkı inanılmaz bir yoksulluğa sürükleyen AKP rejiminin ta kendisidir.
/././
Aydınlığa kapalı, karanlığa açık (Kaan Sezyum)
Siyasilerin gerçekleri saptırması ya da kendi gerçekliklerinde yaşaması biz faniler için artık tamamen sıradan bir durum haline geldi. Kendi hayallerindeki, olmayan bir ülkede, olmayan vatandaşlar olarak yaşıyoruz yıllardır. 99 depreminden sonra kendisini belli eden, umursamazlık ve vurdumduymazlık, yıllar içinde daha da güçlendi, daha da kendisinden başka bir sesi duymamaya başladı. Ardından 2023’teki devasa depremle de iyice coştu, adeta bir rock yıldızı gibi yaşamına devam etti.
Bizimkilerin dediklerine inanırsak, ülke süpersonik bir noktada, enflasyonla mücadele -batmamıza rağmen- muhteşem gidiyor, içimizdeki ve dışımızdaki güçler, zaten rüzgar esse darmaduman olacak memleketimizi her geçen gün daha da kötü hallere sokmak için durmaksızın çalışıyor, cümle alem bizi kıskanıyor, açlık dünyada da sıradan bir durum, yeterli beslenemediği için güdük kalmış çocuklar dünyanın her yerinde var ve zaten bilime ve üniversitelere gerek yok. Çocuklarımıza 4-5 yaşından itibaren din eğitimi vermek dünyadaki en iyi seçim, geleceğimiz çok parlak, aslında hepimiz refah içinde yaşıyoruz. İsrail’le ticaretimiz devam ederken, her geçen gün ölenlere dualar ediyor, ticaret yaptığımız ülkeyi lanetliyoruz. Çünkü lanet dünyadaki en kuvvetli ilaç.
∗∗∗
İşçilerimiz zaten hayatla ölüm arasında bir mesai içindeler. Mesailerini canlı bir şekilde tamamlayabilirlerse şükredip, evlerine dönebilir, ailecek karınları guruldarken bir arada huzur içinde yaşayabilir. Zaten o da çok uzun sürmez.
Vatandaş olarak hiçbir değerimiz yok. Hepimiz her an can vermeye hazırız. Gerek bir trafik kazasında, gerek denetlenmemiş bir inşaat sahasında, gerek kontrol edilmeyen bir madende, gerekse devasa bir depremde. Nasıl olsa, “Hayatını kaybedenlere rahmet ve ailelerine sabır” dileyeceğiz sonunda. Yıllar içinde gördük ki gereken her şeyi adım adım yapmamıza rağmen nedense bir türlü belimizi doğrultamazken, iktidarın çevresine kendilerini yerleştirmiş gruplar her geçen gün daha da zengin, daha da görgüsüz, daha da şatafatlı yaşamanın yollarını bulabilmekte.
Seçimlerimizin ve varoluşumuzun sebeplerini ve sonuçlarını bir arada yaşıyoruz. Gün geliyor, sağlam bir yağmur yağıyor otobanda arabamız içinde boğularak can veriyoruz. Neyse ki her canını yitirene öbür dünyada şanlı ve şerefli yerlerimiz var. Bu dünyada yaşayamadığımız her şeyi öbür dünyaya havale ediyoruz. Umarım diğer tarafta da seçim filan yoktur. Allah korusun, bu dünyadaki cennetlerden biri olan vatanımızın her parçasını başkalarına sattığımız gibi, oralarda da nehirleri, vadileri ona buna satmayız umarım.
∗∗∗
Adalet konusunda ise bambaşka bir boyuta geldik ve ilerledik. Artık gücü olan ve gücü yeten bir araya gelip anayasayı tanımıyor. Sırf bir inat uğruna, sipariş üzerine mapuslarda yaşlanan insanlarımız var. Canımız istedi diye gün geliyor ekonomist, gün geliyor stratejist, gün geliyor dünya devi, gün geliyor mazlum oluyoruz. Bunlar olurken bol bol da kandırılıyoruz ama Allah da millet de affetsin, bu işi güzelce tatlıya bağlayalım.
Ülkenin iyi taraflarına da göz devirmemek lazım. Mesela Avrupa’da aranan bir uyuşturucu baronuysanız, haberler iyi. Sizler için Esenyurt’ta, Şişli’de ya da dilediğiniz bir yerde huzur içinde işlerinizi evinizden çevirme imkânımız da var. Çok detaya takılmaya da gerek yok, makul bir miktar karşılığında sattığımız vatandaşlığımızın koruyucu kanatları altında dilediğiniz kadar konaklayabilir, misafirperverliğimizin tadını çıkarabilirsiniz.
Kendi ülkenizde tadınızı kaçıran isimler mi var? O kadar konsolosluk arazisini sizlere boşuna mı tahsis ettik. Her şeyi de bizden beklemeyin…
Seçimler yaklaşırken Titanik’ten daha derine doğru batmaya devam ediyoruz. Titanik’e benzerliğimiz sadece derinlik sevdamızdan değil, batmadan önce ortadan ikiye kırılmamızdan da gelmekte. Diplere doğru inerken geleceğimiz aydınlığa kapalı, karanlığa ardına kadar açık; zamanda ileri giderken medeniyette geriye doğru batıyoruz.
Nasıl olsa yalana dolana hâlâ vergi gelmedi.
/././
‘Bırakamazsın’ talimat mı? (Nurcan Gökdemir)Her seçimde halk desteği daha da azalan AKP’nin, Erdoğansız yoluna devam edemeyeceği gerçeğinin farkında olan Bahçeli’nin ‘‘Bırakamazsın’’ sözlerini bir dilekten daha çok talimat olarak görmek mümkün.
“Seçim sonrası AKP ile MHP’nin yolları ayrılır mı, Erdoğan Bahçeli’den kurtulup kendine yeni yol arkadaşları mı bulacak?” soruları “Yerel seçim sonrası ne olur?” ile birlikte sorulan temel sorulardan. Bu sorulara verilen yanıt muhtelif, rasyonel verilerle değerlendirme yapanların bu dönemde hep yanılmaya mahkûm olduğu gerçeğinin altını bir kez daha çizerek devam edelim. Bu sorulara karşılık olarak iki liderin siyasi geçmişlerine bakıldığında söylenecek tek şey var: “Duruma, geleceğe dönük hesaplara, angajmanlara ya da siyasetin görünürde olmayan aktörlerinin telkinlerine bağlı…”
HAKARETLERDEN BÜYÜK DOSTLUĞA…
Recep Tayyip Erdoğan ile Devlet Bahçeli’nin birbirleri hakkında kürsülerden dillendirdikleri eleştiri sınırlarını aşan suçlamaları, özel yaşamlarına kadar uzanan nitelemelerinin üzerinden çok geçmedi. Siyasetle ilgili ya da değil herkesin kolaylıkla hafızasını tazeleyerek bulabileceği bu sözler siyasetin arşivlerinde…
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, hafta sonu yapılan ve geçmişte sert tartışmalara sahne olan MHP Kurultayı’ndan 1295 delegenin tamamının oyunu alarak bir kez daha Genel Başkan olarak çıktı. Partisinin oy oranı ve TBMM’deki milletvekili sayısıyla orantısız bir şekilde iktidar nimetlerinden yararlandığı bilinen MHP camiası liderine oylarıyla teşekkür etti. Erdoğan’ın kendi icadı olan Başkanlık rejiminin yarattığı engellerden kurtulabilmek için sıkı sıkıya sarıldığı yenisini bulana kadar birlikte yol yürümek zorunda olduğu Bahçeli’ye olan muhabbetine kamuoyu sık sık tanık oluyor. Bahçeli de Erdoğan’ın jestlerine karşı güllerle karşılık vermekten geri durmuyor.
Ancak partisinin kurultayından sonra Bahçeli kürsüden öyle bir konuşma yaptı ki Türkiye siyaseti bunu bugüne kadar değil farklı siyasi parti liderleri arasında aynı parti içindeki siyasiler arasında bile görmeye çok alışkın değil. Bir süre “Bu benim final seçimim. Yasanın verdiği yetkiyle son seçimim olacak” açıklaması yapan Recep Tayyip Erdoğan’a şöyle seslendi:
"Cumhur İttifakı 31 Mart'ta millet tarafından verilecek görev için hazırdır. MHP ve Cumhur İttifakı'nın başarması Türk milletinin şahlanmasıdır. Sayın cumhurbaşkanı yanınızdayız, Türk milletini yalnız bırakamazsınız. Ayrılamazsın, bırakamazsın, Türkiye Yüzyılına beraber yürüyeceğiz. Yeni yüzyılın kurtarıcısı olarak sizi görüyoruz."
ÇIKAR ORTAKLIĞI
Bahçeli’nin daha önce de Erdoğan sempatisinin sayısız örneği görülmesine karşın kurultay kürsüsünden yapılan bu konuşma şaşkınlık yarattı. Konuşmanın tamamlanmasının hemen ardından “Ne anlama geliyor?” sorularına yanıt aranmaya başlandı. Erdoğan iktidarının Bahçeli’ye ve dolayısıyla partisine bürokrasideki kadrolaşmadan, kamu ihaleleri konusunda kollanan iş çevrelerine kadar çok yararlı bir alan yarattığı biliniyor. Bahçeli’nin hiçbir zaman oyuyla ulaşamayacağı bu hareket alanından vazgeçmek istememesi “İktidar olanaklarını seven” sağ siyaset için çok akılcı bir tercih.
Bunun Bahçeli’nin çok rahatlıkla tartışılabilir hale gelebilecek liderliğini güçlendirdiği, kurultaydan firesiz çıkmayı sağladığı da bir başka gerçek…
Hiçbir zaman iktidar olabilecek kadar oy çoğunluğuna erişme imkanı kısa vadede görülmeyen Bahçeli ile oy desteği sürekli azalan, koltuğu her gün biraz daha altından kayan Recep Tayyip Erdoğan’ın birbirinden vazgeçmesi kolay değil.
BAHÇELİ’NİN TALİMATI
Kurultay kürsüsünden yaptığı konuşmada Bahçeli’nin AKP’nin, Erdoğan kimliğine bağımlı olduğu, genel başkanlığı bırakması durumunda partide büyük bir çözülmenin yaşanabileceği ihtimalini dikkate aldığını görmek mümkün. Siyasi yaşamlarını sürdürebilmek için parti tüzel kişiliklerinin değil liderlerin kim olduğunun artık belirleyici olduğu yeni siyaset modelinde Erdoğan’ın olmadığı bir AKP ile Bahçeli’nin olmadığı bir MHP’nin varlığını sürdürmesi çok zor görünüyor. O nedenle Bahçeli’nin “Bırakamazsın” sözlerini Erdoğan’a yönelik bir talimat olarak da yorumlamak mümkün…
/././
Ekonomi neden düzelmeyecek? (Ozan Gündoğdu)
Ekonomi düzelecek mi?
Bu soru Türkiye’deki milyonların aklını kurcalıyor. Ekonominin düzelmesinden kasıt muhtemelen enflasyonun düşmesi, fiyatların makul seviyelere gelmesidir. Buradan hareketle bir iddiayı dillendirelim; Ekonomi düzelmeyecek. Mevcut iktidar, enflasyonu hedeflendiği üzere tek haneye düşüremeyecek. Bırakın 3-5 yılı, 30 yıl daha iktidarda kalsa da biz hedeflenen tek haneli enflasyonu yaşayamayacağız. Fakat mevcut düzende bırakın iktidarı, herhangi bir başka iktidar adayı da ekonomiyi düzeltemeyecek.
Çünkü sorun sadece iktidarda değil, düzenin kendisinde. Bu iddiayı biraz daha açalım…
2023’ÜN BEKLENTİ YÖNETİMİ NASILDI?
Seçimden sonraki günleri hatırlayalım. Ekonomi yönetimi tümüyle değişmiş, dümene daha önce hırsız denilen Mehmet Şimşek oturtulmuş, “rasyonel politikalara geri dönülüyor” denilmiş. TCMB’nin başına “liyakatlı” Hafize Gaye Erkan ve yardımcısı olarak yine “liyakatlı” Cevdet Akçay oturtulmuş. Faiz neden, enflasyon neticedir diyen “cahiller” TCMB’den uzaklaştırılınca “muhalif ekonomistler” umutlanmış. Faizler peyder pey artırılmış, rezervler satılarak döviz kurunu sabit tutma çabasına son verilmiş, rezervler artmaya başlamış. Başkan Gaye Erkan da her fırsatta rezervlerin güçlenmesiyle övünmüş, piyasa da bu veriyle teselli bulmuş. Bu sayede çok büyük bir döviz talebi oluşmamış.
Bu sayede, eskisinden daha makul bir patikaya girilmiş. Böylece 2023’ün sonuna gelinirken, iyimser bir rüzgar yakalanmış; “Enflasyon düşmüyor ama düşebilir, döviz kuru durmuyor ama durabilir”…
Bu haliyle denebilir ki, 2023’ün ikinci yarısında ekonomi yönetimi adına tek başarılı şey “beklenti yönetimi” olmuş.
TCMB’nin yıl sonu enflasyon tahmini olan yüzde 36’lık oran, yakalanması zor ama imkansız olmayan bir hedef olarak algılanmış. Böylece “beklenti yönetimi” sayesinde, 2024’e kapak atılmış. 2024 yılı boyunca yüzde 36 enflasyon olacağına inanıyorsanız, yüzde 45’lik bir politika faizini makul bulabilirsiniz. Böyle bir ortamda döviz kurlarının da yükselmeyeceğini düşünebilirsiniz. Bu düşüncedeki bir piyasa aktörü, döviz talep etmeyecek, ithalatçı sipariş vermek için aceleci davranmayacaktır.
Fakat ekonomiyi sadece ekonomi gündemi üzerinden takip edenler 31 Mart’taki seçimlerin TCMB üzerinde nasıl bir yük oluşturduğunu doğru kavrayamıyor.
31 Mart’taki seçimi gören TCMB faiz artışlarının sonuncusunu ocakta yapıyor. Belli ki bu daha haziran ayında planlanmış. Ocak ayına dek faizler yüzde 45’e taşınacak, seçime gidilen 2 aylık süreçte faizlere dokunulmayacak. Bugünden anlıyoruz ki, TCMB’den istenen politik hedefler, ekonomik hedeflerden daha öncelikli…
SEÇİMLER TCMB’NİN DENGESİNİ BOZDU
Fakat 2023’ü “beklenti yönetimi” sayesinde kotaran TCMB 2024’te aynı gerekçeyle çuvallıyor. O zamana dek birincil hedefinin “fiyat istikrarı” olduğunu düşündürten TCMB, Ocak ayından itibaren seçim ekonomisine meze oluyor ve böylece siyasi endişeleri, fiyat istikrarından daha fazla önemsediğini belli ediyor. Üstelik Ocak ayında yaşanan “başkan” krizi de beklenti yönetimini daha da zorluyor. Böylece TCMB, bu rejimde hiçbir kurumun kendine özgü hedefleri olamayacağını, tüm kurumların Cumhurbaşkanının politik endişeleri doğrultusunda hareket etmek zorunda olduğunu ispatlayan bir politikaya adım atıyor.
İşte bu ortamda, kimse TCMB’nin yıl sonu yüzde 36’lık enflasyon tahminine inanmamaya başlıyor. Geçmiş yıllarda gördüğümüz gibi piyasa kendi enflasyonunu kendisi tahmin ediyor ve kötümser davranıyor. Haliyle yüzde 45’lik politika faizi de anlamını kaybediyor. İşte bu ortamda döviz talebi artıyor. İthalatçı olduğunuzu düşünün; 3-4 ay sonra vermeniz gereken bir sipariş var. Eğer döviz kurunun yükseleceğini düşünüyorsanız, bugünden sipariş vermek daha akılcıdır. Bugünden sipariş vermek demek dövize ihtiyacınız olduğu anlamına gelir. Dövize ihtiyacınız artarsa döviz kurları yükselir. Döviz kurlarının seçimden önce yükselmesini de iktidar istemez.
Yine bir politik endişeye hapsoldu TCMB… Peki ne yapılacak? Seçimi kurtarmak için başlanıyor döviz satışlarına. TCMB verilerine göre Şubat ayının ikinci haftasından mart ayının ikinci haftasına kadar geçen 4 haftada 20 milyar dolar büyüklüğünde net döviz satışı yapılmış. Son 2 haftadaki satışlar 12 milyar dolara ulaşmış. Ne için? Döviz kuru mart ayında değil de, nisan ayında yükselsin diye… Bunun için rezervlerindeki her 6 doların 1’ini satıyor TCMB. Böyle bir Merkez Bankası, tahminler yoluyla beklentiyi yönetebilir mi?
KRİZ EKONOMİK DEĞİL POLİTİKTİR
2023 yılı boyunca rezervlerin güçlendiğini rasyonel politikalara geri dönüldüğünü anlatan TCMB, seçimlere sayılı günler kala rezervlerini yakıyorsa, kim bu TCMB’ye güvenir? TCMB’ye güvenilmezse kim yıl sonu enflasyonunun yüzde 36 olacağına inanır? Yıl sonu enflasyonu yüzde 36’dan daha yüksek olacaksa, döviz kuru ne olacaktır? Beklenenden yüksek olacaksa, bugünden döviz talep etmek rasyonel değil midir?
Nitekim böyle oluyor ve piyasa seçim öncesinde döviz topluyor. TCMB de, seçim öncesinde iktidara zarar vermesin diye döviz kurundaki yükselişi seçim sonrasına ertelemek adına milyarlarca doları yakıyor. Tıpkı 2023’ün mart ve nisan ayında olduğu gibi…
Bu rejimde, hiçbir ekonomik kurumun önceliği, uzun vadeli ekonomik hedefler olamaz. Bu rejim, tek bir kişinin tüm kurumları vesayeti altına almasıyla tanımlanır ki, bu rejimde kurumlar değil, tek bir kişinin endişeleri bürokrasiye yön verir. Böyle bir rejimde olağan olan krizdir. Krizin dışındaki seçenekler olağandışıdır. Bu rejimin krizleri çözebilecek kudreti yoktur zira rejimin kendisi krizlerin nedenidir. Çünkü bu rejimde krizleri çözecek kurumlara tek bir kişinin politik endişeleri yön vermektedir. Bu nedenle mevcut kriz ekonomik değil politiktir. Düzen değişmediği takdirde ekonomi düzelemez. Ekonominin düzelmesi için bu düzen değişmelidir.
/././
Nasıl bir belediyecilik? (Özgür Gürbüz)
Yerel seçimlere iki haftadan az bir süre kaldı. Seçim yaparken aslında bir belediye başkanını değil, yeni yöneticilerimizi ve yönetim anlayışını da seçiyoruz. Peki, nasıl bir yerel yönetim istiyoruz? Ne istediğimizi söyleyerek çözümün bir parçası olmak adına bu soruya verdiğim yanıtları sizlerle paylaşıyorum, ekleme yapmak, itiraz etmek serbest.
Belediyeler atık toplama, yol yapma gibi temel hizmetleri elbette aksatmamalı. Ancak bu işler günü kurtarmayı değil kenti geleceğe hazırlamayı hedeflemeli. Atıklar toplanmalı, geri dönüştürülmeli, geri dönüşümü kolaylaştıracak yollar bulunmalı. Atık yakmaktan kaçınmalı.
Basit işlerin insanların hayatını kolaylaştırdığı göz ardı edilmemeli. İstanbul’da son dönemde yapılan meydan düzenlemeleri, âtıl tarihi alanların sanat alanlarına dönüştürülmesi iyi örnekler arasında. Birkaç şirketi zengin etmek değil yurttaşların hayatını kolaylaştırmak amaçlanmalı.
Basit işlere devam. Örneğin, kardeş kentler, sokak panolarında (billboard) ilan değiş tokuşları yaparak birbirlerinin tanıtımına destek verebilir. Reklama para vermeden kentlerimizin yurt dışında tanıtımı artırılabilir.
Şeffaflık ve liyakat padişahlığa benzer cumhuriyet rejiminde erozyona uğradı. İşe alımlar sınavla, gerekirse tarafsız aracı kurumların denetiminde yapılmalı. Belediyelerin özgeçmiş havuzlarına, çeşitli ayrımlara neden olabilecek fotoğraflı özgeçmiş bile kabul edilmemeli. Arpalığa dönüşmüş belediyelerdeki fazla kadrolarla vedalaşmalı.
Yol yapmayı asfaltlamaktan ibaret sanmayıp, bisikletleri ve yayalaştırmayı hesaba katmalı. Pedal destekli bisikletler (elektrikli) yokuş sorununu da çözüyor ama ülkemizde bisiklet yolu yoksa bisiklet sürmek zor. Özellikle ana arterlerden okullara uzanan bisiklet yolları olmalı. Bisiklet deyip geçmeyin. Kentlerde trafik, hava kirliliği ve dışa bağımlı petrol tüketimi sorununu çözebilir. Kopenhag, Amsterdam örnekleri var, ülkemizin iklimi ise daha uygun. Kayseri gibi çok uygun yerler var ama belediyeler fırsatı görmüyor.
Sadece bisikletle olmaz elbette. Ulaşımda elektrikli toplu ulaşım araçlarının (elektrikli minibüs, otobüs, tramvay ve metro) sayısı artırılmalı. Belediyeler istisnalar dışında, içten yanmalı motorla çalışan toplu ulaşım aracı almamalı.
∗∗∗
Belediye binalarının hepsinde enerji verimliliği en yüksek seviyeye getirilmeli, yeni binalar “neredeyse sıfır enerjili bina” standardında yapılmalı. Güneş ve rüzgar gibi kaynaklardan elektrik üretimi artırılıp, belediyelerin kendi enerjisini karşılama oranı azami seviyelere çıkarılmalı. Merkezi hükümet enerji kooperatiflerinin önünü tıkamaktan vazgeçerse, belediyeler bu konuda öncü olmalı, yurttaşlarını enerji üreticisi olmaya teşvik etmeli. Üreten kentliler yaratma prensibini tarımdan tamire, sanattan elektriğe kadar yaymalıyız.
Şehir planlaması geleceğe uygun yapılmalı. İklim krizinin etkileri hesaba katılmalı. Binaların çatılarında güneş paneli kurulması büyüklüğe bağlı kalmadan zorunlu tutulmalı, kurulamıyorsa, çatıdaki uygun alanlar kuruluma uygun şekilde boş bırakılmalı. Her bina yağmur hasadı yapmalı, yalıtım standartları yükseltilmeli, ısı pompalarına ve artacak elektrikli araçlara uygun altyapı zorunlu tutulmalı. Ankara’nın geriden gelen mevzuatlarının ötesinde adım atılmalı. Gerekirse teşviklerle bu zorunluluklar cazip hale getirilmeli.
∗∗∗
Belediyelerin kültür sanat destekleri sansür baskısı altındaki sanatçılar için elzem. Bu alanda belediyeler iyi sınavlar vermiyor. Bütçelerini çok ses getirecek işlere harcıyor, kısa vadeli işler yapıyorlar. Halbuki, bütçenin bir bölümü ünlü sanatçılara, bir bölümü genç yeteneklere bir bölümü ise öne çıkarılması gereken ve destek bulamayan sanat dallarına ayrılabilir. Bu süreç şeffaf bir şekilde yürütülebilir. Konser ve toplantı mekanları, o yılki öncelikli alanlara ve içerikle ilgili koşullar belirlenerek çevrimiçi randevu sistemiyle sanatçılara, yazarlara tahsis edilebilir. Böylece kayırmalar, dedikodular biter, yeni seslere fırsat tanınır.
Kentlerimizin yeşil alan ihtiyacı had safhada. Kentsel dönüşüm sadece binaları yenilemek olamaz. Belediyeler bütçelerinin bir bölümünü yeşil alanın olmadığı alanlardaki eski binaları satın alıp, kamusal alana dönüştürmeye ayırabilir. Kamunun yıkılan binalarını yeşille değiştirebilir. Çanakkale’de İskele Meydanı ve Cumhuriyet Meydanı böyle geliştirildi.
En önemli maddeyi en sona bıraktım. Kentleri güzelleştirmenin yolu korumadan geçiyor. Seçeceğiniz belediye başkanı kentin dokusunu yok edecek, onu bina yığınına dönüştürecek “çılgın ya da manyak projelere” dur demeli. Kanal İstanbul’a karşı çıkmayandan İstanbul’a hayır gelmeyeceği gibi, termik santrala, kenti boğacak bir konut projesine itiraz etmeyen belediyeden de bir ilerleme beklenmez. Bu gibi projelerin önünü kesecek, işlerini zorlaştıracak ve sivil toplum örgütleriyle dirsek temasını sürekli kılacak belediye yönetimlerini sandıklardan çıkarmalıyız.
/././
Çanakkale: Milli şehrin sosyolojik fotoğrafı (Şükrü Aslan)
Modern Türkiye’nin inşasında bağımsızlık savaşı ve Çanakkale’nin önemi, hemen her zaman geniş bir mutabakatın konusu olmuştur. Bu nedenle her yıl 18 Mart haftasında çok sayıda etkinlik düzenlenir ve Çanakkale bütün bu ‘milli’ etkinliklerin merkezinde yer alır. Ne var ki bu ‘millilik’ gerçekte şehrin çoğul kimlikler mekânı olduğu ve kurtuluş savaşının da bu çoğul dokuyla kazanıldığı gerçeğini genellikle göz ardı etmiştir. Oysa resmi verilerin de gösterdiği gibi Çanakkale, sözcüğün gerçek anlamında bir kimlikler şehridir ve bağımsızlık savaşı da bu çoğul dokunun ortak mücadelesinin neticesidir.
Şehrin toplumsal dokusunu anlamamızı mümkün kılan en önemli veriler nüfus sayımları ile elde edilmiştir. Cumhuriyetin, anadilleri de soran ilk sayım verileri, Türkiye coğrafyasının değişik şehirlerinde belli bir ağırlığı olan kesimlerin Çanakkale’de de mukim olduğunu göstermişti. Gerçi bunların bir kısmının, nüfus miktarı fazla değildi ama varlıkları kayıtlara geçmişti. Lazca, Acemce, Lehçe, Macarca, Gürcüce, Sırpça, Ermenice, Tatarca bu gruptaydı.
∗∗∗
Bazı dillerin nüfusu görece daha fazlaydı ama yine de yoğun değillerdi. Kürtçe ve Arapça bu dillerdendi. Ama kayıtlara göre, bu iki dil grubunda 1945 yılı nüfus sayımında aşırı yükselme meydana gelmişti. Bu durum olasılıkla 1930’lu yılların ikinci yarısı ve 1940’lı yılların ilk yarısında doğu vilayetlerinden Kürtçe, Zazaca, Arapça konuşan toplulukların 2510 sayılı İskan Kanunu ile Çanakkale’ye nakledilmelerinden oluşuyordu.
Kafkasya’dan gelen göçmen grupların dillerinden Abhazca ve Çerkesce’nin de Çanakkale’deki varlığı tüm sayımlarda tespit edilmişti. Bunlardan Abhazca görece az bir kesimin anadili gibi görünüyordu ama Çerkesce daha 1927’de bile şehrin yaygın konuşulan dillerinden birisiydi. O yılki kayıtlara göre anadili Çerkesce olan nüfusun en fazla bulunduğu vilayetler Kayseri, Bolu, Kocaeli, Tokat, Balıkesir, Samsun, Çorum, Sivas ve Bursa’dan sonra Çanakkale idi. Demek ki Çanakkale 1860’lı yıllardaki Çerkes göçlerinde mühim iskân sahalarından birisiydi. Benzer durum anadili Kıptice olan kesim için de geçerliydi. 1935 yılı sayımına göre Anadili Kıptice olanların en fazla bulunduğu vilayetler sırayla; Edirne, Balıkesir, İstanbul, Kocaeli, Kırklareli, Bursa, Kastamonu, Tekirdağ, İzmir idi ve bunları Çanakkale takip ediyordu.
∗∗∗
Balkan göçmenlerinden oluşan anadil gruplarından Arnavutça ve Bulgarca Çanakkale’deki bütün sayımlarda kayıtlara geçmişti. Buna karşın Boşnakça ağırlıklı olarak Kocaeli, İzmir, Bursa ve Balıkesir’den sonra Çanakkale’de toplanmış görünüyordu. Bu grubun iskânı için Çanakkale ilk tercihler içindeydi. Pomak nüfus için ise bu durum daha da geçerliydi. Resmi verilere göre anadili Pomakça olan nüfus, Kırklareli’den sonra en fazla Çanakkale’de ikamet ediyordu. Hatta Türkiye’de anadili Pomakça olan nüfusun dörtte biri Çanakkale’deydi.
Benzer durum bu coğrafyanın kadim kültürleri olan Rumca ve Yahudice konuşan nüfus için de geçerliydi. Anadili Rumca olanların en fazla bulunduğu il, İstanbul’dan sonra Çanakkale idi. Anadili Yahudice olan nüfusun en fazla yaşadığı dördüncü il (İstanbul, İzmir, Bursa’dan sonra) yine Çanakkale’ydi. Yani şehir, Müslüman olmayan kültürlerin de mekânıydı.
∗∗∗
Özetle bu dillerin büyük bir kısmı 20. yüzyılın ilk çeyreğinde, Çanakkale savaşı sırasında da bu coğrafyanın nüfus gruplarıydı. Sonraki yıllarda yeni iskân uygulamalarıyla bu toplumsal doku daha da çeşitlenecekti. Mesela 1938 Dersim sürgünlerinin iskânı için en çok kullanılan illerden birisi, yine ilgili yasaya göre ‘Türk kültürlü nüfusun’ ağırlıkla yaşadığı il Çanakkale idi. Buraya yerleştirilen ve anadili Kırmancki (Zazaca) olan nüfusun bir bölümü, yeni yasal düzenlemelere rağmen eski memleketlerine dönmemişlerdi. Yani Çanakkale’nin demografik dokusuna başka coğrafyaların kadim kültürleri de eklenmişti.
Bağımsızlık savaşının Çanakkale’deki kısmı gerçekte bu çoğul toplumsal/kültürel dokunun ortak başarısıydı ve bu durum şehrin mezar taşlarındaki yazılardan da izlenebiliyordu. Ama şehir, tıpkı ülke gibi bu çoğul dokudan adeta habersizmiş gibi duruyor. Resmi verilerle bile tespit edilmiş bu dokunun diğer renklerinden hiç söz etmeden bir milli başarının öyküsünü anlatıyor. Ne tuhaf!
/././
Sandık harekâtı (Timur Soykan)
Türkiye, seçime giderken bir kez daha “İktidar oylarımızı çalacak mı?” gerilimini yaşıyor. Maalesef halkın iradesinin çalınması, sandıkta dönen dolaplar, mühürsüz zarflar, atı alıp Üsküdar’ı geçenler vaka-i adiye oldu. Ancak ne sandık hileleri ne de sandık güvenliği seçim günü başlıyor.
31 Mart 2024 Yerel Seçimleri öncesinde iktidara adil olmayan seçim süreci yetmiyor. Muhalefet partilerinin tespitlerine göre; taşıma seçmen ile halkın iradesi gasp edilmek isteniyor. Çok çarpıcı iddialar var ama nedense gündem olmuyor. Oysa sandıktan oyların çalınmasından bir farkı yok.
2019 seçiminde Şırnak’ta AKP’nin kazanmasının ‘Taşıma seçmen’ konusunda bir dönem noktası olduğu yorumu yapılıyor.
Şırnak’ta 2014 yılında BDP, yüzde 59,5 oyla kazanmıştı, AKP ise yüzde 29 oyla ikinci olmuştu. 2019 yılında HDP, çok sayıda asker ve polisin, oy dengesini AKP lehine değiştirmek için şehre kaydırıldığını iddia etmişti. 2019 yerel seçimlerinde AKP yüzde 61,7 (19 bin 718 oy) ile birinci oldu. HDP ise yüzde 35 (11 bin 194) oy oranında kaldı. YSK, HDP’nin itirazlarını kabul etmedi.
İNCELEME YAPILDI
2024 yerel seçimlerinde ise hem CHP hem de DEM Parti ‘taşıma seçmen’ konusunda detaylı incelemeler yaptı.
CHP Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’ndan Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı, Yığma Seçmen Raporu hazırladı. Seçmen listelerinin askıya çıktığı tarihten itibaren normal olmayan seçmen hareketliliğini anlamaya yönelik bir analiz altyapısı oluşturuldu. Sorunlu il ve ilçeler tespit edildi. Hem CHP hem de DEM Parti’nin anormal seçmen hareketleri tespitleri üç ilde yoğunlaşıyor:
Kars, Iğdır ve Siirt.
Bu üç şehirde de Cumhur İttifakı ile muhalefet arasındaki oy farkı çok az. Ve bu bölgede Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 2024 Kış Tatbikatı’nın seçim dönemine denk getirilmesine dikkat çekiliyor. Tatbikat gerekçesiyle özellikle Kars ve Iğdır’a Türkiye’nin çeşitli bölgelerinden askerlerin getirildiği ve bu şehirlere seçmen olarak kaydedildikleri öne sürülüyor.
BEŞ BİN YENİ SEÇMEN
Binlerce taşıma seçmen getirildiği öne sürülen dört şehirdeki iddiaları tek tek anlatalım:
KARS: 2019 yerel seçimlerinde Kars’ta AKP aday çıkarmamış ve MHP adayını desteklemişti. Seçimi yüzde 29,58 (12 bin 192 oy) oy oranıyla HDP’nin adayı Ayhan Bilgen kazanmıştı. MHP’nin adayı ise yüzde 26,57 (10 bin 954) oy almıştı. Aradaki oy farkı bin 238’di. Seçimden sonra tutuklanan Ayhan Bilgen, İçişleri Bakanlığı tarafından görevinden alınmış ve belediyeye Kars Valisi, kayyum olarak atanmıştı. Bu seçimde de AKP, Kars’ta aday çıkarmadı ve MHP adayını destekliyor.
CHP’nin analiz sisteminde sadece seçmen sayılarına bakılmıyor. Bir adreste daha önce kaç seçmenin oy kullandığı ve bu seçimde kaç kişinin oy kullanacağı belirleniyor. Hatta seçmenlerin daha önce hangi şehirde oy kullandığı da sistemde görünüyor. CHP’nin yığma seçmen raporuna göre; Kars Merkez ilçeye 2023 Mayıs seçimleri ile 2024 yerel seçimleri arasında 5 bin 472 yeni seçmen kaydedildi. Bunların bir kısmı şehir dışından bir kısmı ilçe ve beldelerden şehir merkezine geldi, bir kısmı ise yeni seçmen.
Cumhuriyet Mahallesi’ndeki orduevinde 2023’te 13 kayıtlı seçmen görünüyordu. Bu seçimde ise 2 bin 784 seçmen kaydedilmiş. Bu seçmenlerin tamamı 20-35 yaş aralığında ve erkek. Oy kullanabilen subay, uzman çavuş ya da sözleşmeli erlerden oluşuyor.
DEM Parti’nin incelemesine göre ise Kars merkezde 3 bin 500 taşıma seçmen var. Orduevindeki seçmen sayısı ise 3 bin 5 kişi. Bir önceki seçimdeki oy farkının bin 238 olduğu düşünüldüğünde 3 bin 500 taşıma seçmen sonuçları iktidarın lehine çevirebilir.
‘GÜVENLİK ÖNLEMİ’
IĞDIR: 2019 yerel seçimlerinde AKP, Iğdır’da aday çıkarmamış ve MHP adayını desteklemişti. Iğdır’ı HDP’nin adayı yüzde 50,10 (22 bin 227 oy) ile kazanmıştı. MHP’nin adayı ise yüzde 46,68 (20 bin 713 oy) ile ikinci olmuştu. Aradaki oy farkı bin 514’tü. HDP’li Belediye Başkanı Yaşar Akkuş 15 Mayıs 2020’de tutuklandı ve belediyeye kayyum atandı.
2024 seçimlerinde MHP aday çıkarmadı ve AKP adayına destek verecek.
DEM Parti seçmen kayıtlarını inceledi ve Mayıs 2023’deki seçimde Iğdır’da oy kullanmayan 4 bin 361 kişinin Iğdır merkezde seçmen yapıldığını açıkladı. Bin 514 oy farkını düşündüğümüzde yine seçimin sonucunu değiştirecek bir sayı. DEM Parti Iğdır Milletvekili Yılmaz Hun, “Bu taşıma seçmenlerin çok büyük çoğunluğu 20-25 yaş arasındaki asker ve polisler. Örneğin bazıları Mayıs’taki seçimde Kayseri’de oy kullanmış. Bir kısmı Afrin’de görev yapmış” dedi.
Taşıma seçmen arasındaki askerlerin kış tatbikatı ve güvenlik önlemi gerekçesiyle Iğdır’a getirildiği iddia ediliyor.
CHP’nin analiz sistemine göre ise; Iğdır Merkez ilçeye 2024 Mart-2023 Mayıs arası anormal gelen seçmen sayısı 3 bin 50. Rapora göre; Pir Sultan Abdal Mahallesi’ndeki bir adreste bin 345 yeni seçmen kaydedildi. Aynı mahalledeki bir başka adrese ise bin 257 erkek seçmen yeni geldi. Atatürk Mahallesi’ndeki bir adreste ise 753 erkek seçmen yeni kayıt edilmiş görünüyor.
DEM Parti’nin tespitine göre ise; Konak Mahallesi’ndeki İl Emniyet Müdürlüğü binasına 743 seçmen kaydedilmiş. 2023 seçiminde İl Emniyet Müdürlüğü binasında kayıtlı seçmen yoktu.
Iğdır’da Cumhur İttifakı’nın açık ara üstünlüğünün olduğu ilçelerden merkeze seçmen kaydırıldığı da iddia edildi. DEM Parti’nin raporuna göre; ilçelerden bin 163 seçmen Iğdır merkeze kaydırıldı. Bu kişilerin 943’ü genel seçimde Aralık ilçesinde oy kullanmış ve 2024 yerel seçiminde Iğdır merkezde oy kullanacaklar. Aralık ilçesinde HDP’ye hiç oy çıkmıyor ve AKP, 2019’da yüzde 56,39 oranıyla seçimi kazanmıştı. Yılmaz Hun, “Aralık ilçesinde 4 bin seçmen var ve bin seçmen Iğdır Merkez’e geliyor. Yani ilçeden Iğdır’a çok büyük bir göç yaşanmış olması gerekir ama öyle değil. Nüfus mühendisliği yapılıyor ve halk iradesi mobil seçmenlerle gasp edilmek isteniyor” diye konuştu.
Ayrıca Mayıs 2023’te yurtdışında oy kullanan yurtdışı seçmen kütüğüne kayıtlı bin 186 seçmenin 2024 seçimlerinde Iğdır merkezde oy kullanacak şekilde kaydedildiği ortaya çıktı.
ANORMAL ARTIŞ
SİİRT: 2019 yerel seçimlerinde HDP yüzde 48,36 (33 bin 227 oy) ile belediye başkanlığını kazandı. AKP’nin adayı oyların yüzde 46,01’ini (31 bin 611) aldı. Aradaki fark bin 616 oy. Mayıs 2020’de HDP’li Belediye Başkanı gözaltına alındı ve Siirt Valisi, belediyeye kayyum olarak atandı.
CHP’nin raporuna göre; Siirt Merkeze 2023 Mayıs-2024 Mart arası anormal gelen seçmen sayısı 5 bin 46.
Barış Mahallesi’ndeki bir adrese bin 710 erkek seçmen, aynı mahalledeki diğer adrese 703 erkek seçmen, yine Barış Mahallesi’ndeki bir diğer adrese 672 erkek seçmenin kaydedildiği raporda yer alıyor. Yeni Mahalle’deki bir adrese bin 944 erkek seçmenin kaydı yapıldığı tespit edildi. Doğan Mahallesi’ndeki bir adreste ise bin 940 seçmen yeni taşınmış görünüyor.
DEM Parti ise Siirt’e 6 bin 643 taşıma seçmen getirildiğini öne sürüyor. Bu seçmenlerin çok büyük çoğunluğunu asker, polis ve korucular oluşturuyor. İncelemede Emniyet Müdürlüğü Özel Harekat Şube Müdürlüğü’nde mayıs ayında 7 seçmen görünürken 2024’te bu sayının bin 989’a yükseldiği anlatılıyor.
CHP’nin analiz raporuna göre; Kars, Iğdır ve Siirt’in tüm ilçelerine 17 bin 619 erkek seçmen ve 87 kadın seçmen taşındı.
DEM Parti’nin incelemesinde Hakkari, Batman’daki ilçelere de çok sayıda taşıma seçmen kaydı yapıldığı öne sürüldü. Hatta bazı ilçelerde taşıma seçmen sayısı, ilçedeki normal seçmen sayısını geçti. DEM Parti Eş Genel Başkan Yardımcısı Rüştü Tiryaki’nin açıklamalarına göre; Hakkari Çukurca’nın Yeşilçeşme Mahallesi’nde 5 bin 57 seçmen var ve sadece 801’i Hakkarili. Buradaki adreslerden birinde 14 Mayıs 2023 seçiminde sadece tek seçmen var ama 2024’te 923 seçmen bu adrese kaydedilmiş. Batman Hasankeyf, Gerçüş gibi ilçelere de çok sayıda seçmenin taşındığı iddia ediliyor.
(Birgün)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder