23 Mart 2024 Cumartesi

Birgün KÖŞEBAŞI - 23 MART 2024 -

 

Kısa söz uzundan hakkın alacak!(Atilla Aşut)

“Bu ülke uzun laftan battı!” demişti sevgili ustamız Şinasi Nahit Berker. O yüzden kısa tümcelerle konuşacağım bugün…

*

“FETÖ” dedikleri aslında AKP'dir! AKP’yi kazıdığınızda altından Fethullah çıkar!

*

"Cumhur İttifakı", Türk-İslam Sentezi'nin cisimleşmiş, ete kemiğe bürünmüş halidir.

*

Askerin, polisin, yargıcın başında türban olmaz! Olursa, o rejim “laik” olmaz!

*

Savaş karşıtlığı siyasal, felsefi ve etik bir duruştur; kriminalize edilemez!

*

Adıyaman seninle el ele verdi de başı göğe mi erdi? Orası hâlâ Acıyaman!

*

Diktatörler güçlü oldukları için değil, korktukları için saldırırlar!

*

Sağda ve solda popülist / medyatik aday arayışı, partilerin varlık nedeni olan ideolojik ayrımlarını görünmez kılıyor.

*  

Bazen doğru adayla kaybetmek, yanlış adayla kazanmaktan iyidir!

*

Murat Kurum konuşunca çok gaf yapıyor. Konuşmayıp pandomim yapsa daha mı başarılı olur acaba?

*

Atatürk'e "soysuz" diyen soysuzlar hakkında bugüne değin soruşturma açıldığını duyan oldu mu?

*

Bir yazarın silahı dilidir. Benim silahlı örgütüm Türkçedir!

* * *

-OKURDAN-

KİMDEN KORKMALI?    

Halimizin Halim Şefik’çesi

Açınca polis beyler
Attila Aşut'un kapısını
Binlerce kitapla karşılaştılar
Kitaplar arasında
Bir ışık adam gördüler
Alıp götürdüler
Kitaplar ağladı arkasından.

Korkacaksan
Kitapsızlardan kork
Kimseye zarar gelmez kitaplılardan!

(20 Mart 2024)

Nusret ERTÜRK / Ankara

(Eğitimci ve Yazar)

*

HAFTANIN NOTU

Bir Gözaltı Öyküsü

20 Mart sabahı evimizin kapısına gelen üç sivil polis, önce kimlik gösterdi ve İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yürüttüğü bir terör soruşturmasında “şüpheli” sıfatıyla sorgulanmak üzere götürüleceğimi söyledi. Ellerindeki dosyada “Yakalama ve Gözaltı Kararı” vardı. Ekip şefi, “Avukatınız varsa çağırın, yoksa biz barodan birini isteriz” dedi. O anda aklıma kimse gelmedi. Çünkü uzun süredir davalık işim olmamıştı. Beni Mustafa Kemal Mahallesi’ndeki Terörle Mücadele Şubesi’ne götüreceklerini söylediler. Durumu bir dostuma ve gazetemizin Ankara Bürosu’na bildirdim. Sonra ekip otosuna binerek yola çıktık. Soruşturmanın İzmir kaynaklı olmasına bir anlam verememiştim. Yol boyunca düşündümse de bir neden bulamadım.

Böyle durumlarda bir sürü bürokratik işlemin yerine getirilmesi gerekiyor. Önce muayene için hekime götürülüyorsunuz. Tabii, “muayene” lafın gelişi. Oturduğu yerden size bakıp  “Bir şikâyetiniz var mı?” diye soruyor hekim. Siz de “Yok” diyorsunuz. Böylece ilk “prosedür” evrak üzerinde tamamlanmış oluyor. Sonra Terörle Mücadele Şubesi’nde sorgu hazırlığı başlıyor. Ekip şefi, elindeki dosya ile birçok yere girip çıkıyor. Durmadan matbu evrak dolduruyor. Bu arada avukatlarımız Nihal Yıldırım Selvi ile Ezgi Ergen Sürer geliyor. Yaşımdan dolayı avukatların biraz kaygılı olduklarını seziyorum. Onlara iyi olduğumu söylüyorum. Sorgu başlayınca “İzmir” gizemi de çözülmüş oluyor. Meğer konu, Yeni Şakran Cezaevi’nde yatan bir hükümlüye üç beş kuruş harçlık göndermemle ilgiliymiş. Suçum ise “6415 Sayılı Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkındaki Kanun’a Muhalefet”miş! Sayın savcı, benim cezaevindeki bu garibana altı yılda posta havalesiyle gönderdiğim toplam 600 lirayı “Terör örgütü hükümlüsüne finansal fon sağlamak” diye değerlendirmiş! Hakkımda MASAK raporu bile hazırlatmış. Belli ki beni karapara aklayan fenomenlerle karıştırmış!

Tabii, işin içine “terör” suçlaması girince, bana “DHKP/C” örgütünün yapısı, çalışma biçimi, propaganda yöntemleri ve finans kaynakları üstüne akıl almaz sorular soruldu. 60 yıllık siyasal kimliğim ortadayken, hiç tanımadığım bir yapıyla ilgili sorguya çekilmek elbette canımı sıktı. Bu konudaki rahatsızlığımı dile getirince de sorguyu yapan görevli, soruların tamamen İzmir Savcılığı’nca hazırlandığını, kendilerinin bu konuda bir tasarrufta bulunmadıklarını söyledi.

En şaşırdığım konulardan biri de bana Güray Öz ve Erdem Gül ile ilgili sorular sorulmasıydı. Kıdemli meslektaşım ve yakın arkadaşım Güray Öz’le aynı gazetede çalıştığımızı; Cumhuriyet gazetesinin uzun süre Ankara Temsilciliğini yapan Erdem Gül’ün ise şimdilerde İstanbul Adalar Belediye Başkanı olduğunu, bu insanlarla tanışıp görüşmemden daha doğal ne olabileceğini söyledim.

Uzatmayayım, 10 sayfalık sorgu tutanağında buna benzer daha pek çok anlamsız soru vardı. Olayın ayrıntıları gazetelerde yer aldığı için burada ayrıntıya girmem gereksiz. Ancak “Haftanın Notu”nu, bu süreçte olağanüstü dayanışma gösteren dostlara gönül borcumu topluca ödeyerek noktalamak istiyorum.

Bu hukuksuz gözaltı sırasında yanımda olan TKP’li, Sol Parti’li ve CHP’li avukatlara; salıverildikten sonra telefonla arayan, çeşitli kanallardan destek ve dayanışma iletisi gönderen, sanal ortamda sayısız paylaşımda bulunan dost ve arkadaşlara; olayın başından sonuna dek beni hiç yalnız bırakmayan BirGün gazetesi çalışanlarına; yakın ilgilerinden onur duyduğum sevgili meslektaşlarıma, yazar örgütlerine ve basın kuruluşlarına sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.

Her biriniz benim için çok değerlisiniz.

Yaşasın dayanışma!

                                                              /././

Erdoğan’ın olumlu etkisi oluyor mu? (Nurcan Gökdemir)

Murat Kurum’un performansı nedeniyle Erdoğan'ın İstanbul'a ağırlık vermesi bekleniyor. Ancak seçmende ekonomik kriz hoşnutsuzluğunun arttığı tespit ediliyor. Mitinglerde coşkunun da yakalanamaması sebebiyle "Erdoğan'ın etkisinin" değerlendirildiği konuşuluyor. Bu soru AKP'nin siyasi tarihinde ilk kez gündemde.

Türkiye siyasetinde rakamlarla ispatlanan bir gerçek var: Yerel seçimlerde yurttaş iktidarla hesaplaşır... İktidar partileri her zaman yerel seçimlerde genel seçimlerdeki oy oranının bir miktar gerisine düşer. AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından sonra 2004 yılında yapılan yerel seçimleri dışarıda tutarsak bugüne kadar yapılan tüm yerel seçimlerde AKP, bir önceki genel seçime göre yüzde 7’ye yaklaşan oranda daha az oy alabildi. 2007 genel seçiminde yüzde 41,67 olan oyu 2009’da 38,39’a, 2014 yerel seçimlerinde 2011’e göre yüzde 49,83’ten yüzde 43,16’ya, 2015’te 49,5 olan oy oranının 2019 yerel seçimlerinde yüzde 44,33’e gerilediğini biliyoruz. 2023 yılında yapılan genel seçimde ise AKP’nin oy oranı 2004 yerel seçimleri sonrası en düşük düzeye geriledi. 2002 yılında yüzde 34,28 ile iktidara gelen ve ondan sonraki tüm seçimlerde bunun üzerinde oy alan AKP ilk kez 14 Mayıs seçimlerinde yüzde 35,62’yi gördü. Bu seçimden de birinci parti olarak çıktı ama bazı kentlerde yüzde 10 düzeyinde oy kaybı yaşandı. Her seçimde tekrarlanan bu gerçek 31 Mart seçimlerine giderken AKP’nin önündeki olası başarısızlığın en büyük işareti olarak duruyor.

KRİTİK KENTLER

Kampanya şekillendirilirken son seçimde büyük oy artışlarının yaşandığı kentlere özel ilgi gösterilmesi kararı verildi. 14 Mayıs seçimlerinde AKP, kalelerinden Isparta’da yüzde 15, Aksaray’da yüzde 13, Sivas ve Elazığ’da yüzde 14, Erzurum’da yüzde 11.5, Recep Tayyip Erdoğan’ın memleketi Rize’de, Maraş’ta, Konya’da yüzde 11, Urfa’da, Kayseri’de yüzde 10, Manisa’da yüzde 9, Ankara’da, Bursa’da yüzde 8, Antep’te, İstanbul’da 6.5 dolayında oy kaybetti. Bu kentlerdeki sorunun uygun aday belirleme, ittifaklar oluşturma, cömert vaatlerde bulunma ile aşılması için harekete geçildi. Bazılarında tabloyu olumluya çevirebilecek adımlar atılabildi ancak bu kentlerden gelen anketler hala AKP’yi sevindirecek nitelikte değil.

KILPAYI KENTLER

Bir de kıl payı sonuçlanan belediye başkanlığı seçimleri var: İlk seçimde yüzde 0,17 olan oy farkı ikinci seçimde yüzde 9,2’ye çıkan İstanbul, Cumhur İttifakı’nın MHP’li adayının yüzde 0,25’le kaybettiği Kırklareli, yine MHP’li adaya karşı AKP’nin yüzde 1,11 ile kaybettiği Aksaray, MHP’nin adayına karşı 0,37 ile kaybedilen Bartın, yüzde 0,93’le ittifak ortağı MHP’ye kaptırılan Karabük, yüzde 0,82 ile kazanılan Muş, 0,49’la kazanılan Giresun, yüzde 0,54’le CHP adayının seçildiği Yalova, yüzde 1,3’le AKP’nin kazandığı Balıkesir, yüzde 1,39’la zorlukla AKP’nin kazandığı Uşak…

Bu kentler de AKP’nin ajandasında özel bir yer aldı. Bunlardan belediye başkanlıklarının zorlukla kazanıldığı ya da kıl payı kaybedildiği yerlerde yapılan son genel seçimde de oy kaybı yaşananlar daha fazla dikkate alındı.

Bütün bunların yanı sıra AKP’nin yerel seçim yarışında önüne başka güçlükler de çıktı. Aday belirleme sürecinde yaşanan zorluklar, koordinasyonsuzluk, neredeyse tüm partiye hakim olan kakofoni ve esas önemlisi önlenemeyen enflasyon, büyük hayat pahalılığı, yoksulluk, hatta açlık sınırının altında yaşayan milyonlar…

31 Mart 2024 seçim kampanyası, 14-28 Mayıs seçimlerinde iktidarını ve Cumhurbaşkanlığı koltuğunu ikinci turda kıl payı koruyan Erdoğan’ın siyasi yaşamının en zorlu kampanyası olarak AKP tarihinde yer alacak gibi görünüyor.

Seçimin simge kenti olan İstanbul için aday olarak gösterilen Murat Kurum’un gafları, bilgisizliğini bakanlarını sahaya sürerek nötralize etmeye çalışan AKP’ye bir darbe de Ankara’dan geldi. Ankara adayı Turgut Altınok’un açıkladığı ve gizlediği mal varlığının büyüklüğü büyük bir tartışmayı ateşledi.

“Eriyen oylarına, şaibelerin karıştığı iddia edilen seçimlerle korunabilen iktidarına“ karşın “Siyaset ve seçim ustası” olarak lanse edilen Erdoğan, bu seçim için de başlangıçta kendisine “Aday benim” diyeceği bir kampanya hazırlattı. Tüm siyasi liderlerden daha önce meydanlara çıktı ve iktidar olanaklarını kullanarak oy arayışına başladı.

Doldurulamayan meydanlar, sınırlı da olsa dile getirilen eleştiri ve tepkiler Erdoğan’ın çok alışkın olduğu durumlar değil. Miting meydanlarında sergilenen acemice senaryolar, alanlara taşınan belediye ya da kamu çalışanları da Erdoğan’a alışkın olduğu bir kampanyayı yaşatmaya yetmiyor.

İSTANBUL TEREDDÜDÜ

Seçim kampanyasının son haftasına girilmek üzere iken seçimin esas mücadele alanı olarak kabul edilen İstanbul’da sahaya çıkması beklenen Erdoğan’ın tereddüt ettiği haberleri de yayılmaya başladı. Ekonomik krizin etkisiyle seçmende muhalefet partilerinin çok da katkısı olmasa bile kendiliğinden oluşan AKP karşıtlığının yeniden görünür olmaya başladığı tespiti AKP Genel Merkezi ve Saray’a anketler yoluyla ulaşmaya başladı. AKP'de Erdoğan’ın İstanbul kampanyası ile ilgili kararların gözden geçirildiği duyuldu.

Erdoğan son hafta İstanbul’da "Olacak mı olmayacak mı?" bunu hep birlikte göreceğiz. Buna kendisi karar verecektir, çevresindekilerin Erdoğan'a isteklerine aykırı bir telkinde bulunmasının çok mümkün olmadığı biliniyor. Ama “Erdoğan’ın fazla görünür olması kampanyayı olumsuz etkiler mi?” sorusunun AKP’nin siyasi yolculuğunda önemli bir kırılma noktası olduğunun altını çizmek gerek…

                                                             /././

Sandık taktiği mi yoksa çaresizlik mi? (Yaşar Aydın)

Ortada ne TOGG var ne İHA ne de SİHA. Erdoğan’ın son haftada halka sunacağı hiçbir şey yok. Kriz, düşük profilli adaylar, eski ortaklar Erdoğan’ın elini kolunu bağlarken belki de asıl taktiği mevcudu korumak.

Ülke daha seçim havasına giremeden oy atma zamanı geldi. Bunun bir nedeni ülkenin seçim yorgunu olması ve muhalefetin 28 Mayıs yenilgisiyse diğer nedeni de iktidarın özellikle de Erdoğan’ın izlediği seçim siyaseti oldu. Türkiye yıllardır her seçimde AKP-MHP blokunun sözcüsü Erdoğan’ın kendisini oylattığı, muhalefete karşı saldırgan bir siyaset izlediği seçim kampanyalarına tanıklık etti. Müjdeleri, montaj kasetler izledi.

Çok değil 10 ay öncesine dönelim:

Gabar Dağı’nda petrol ve Karadeniz’de doğalgaz bulunmuş benzin pompalarından evin mutfaklarına borular döşenmişti. Yenikapı açıklarına TCG Anadolu gemisi demir atmış ziyarete açılmıştı. İHA ve SİHA’lar göklerde uçuyor, konu ile ilgili festivaller düzenleniyordu. 6’lı Masa başta olmak üzere neredeyse tüm muhalefet terör odağı ilen edilmiş Erdoğan’ın da montaj olduğunu kabul ettiği görüntüler mitinglerde gösteriliyordu.

Mitingler taşlanıyor, hakaretler rutin konuşma dili olmuştu. Bakan, vali, kaymakam Türkiye’nin ilk “milli” aracı TOGG ile poz verme yarışına girmişti. Politika faizi yüzde 8’ler inmiş Bakan Nebati’nin gözünden ışıklar saçılıyordu. Deprem illerinde temeller atılmış anahtar teslim tarihi veriliyordu.

YEREL OLMASI MI ETKİLEDİ?

Açıkça ifade etmek lazım ki Erdoğan ve ekibi seçimi savaşa çevirerek her türlü yolu denedi ve kendisini iktidara taşıyacak sonucu aldı.

İktidarın seçimlere bir hafta kalmasına rağmen etkili bir kampanya yürütememesi sandığın “yerel” için kurulmuş olmasına bağlandı.

Etkisi var mıdır bilinmez ama 2019 yerel seçimlerinde bugün yaşanan hareketsizliğe benzer bir fotoğrafın olmadığını söylemek gerekiyor. Bu açıdan seçimlerde belediye başkanlarının oylanması durumu açıklamaya yetmiyor. Nihayetinde neredeyse her ilde miting yapan her gün bir televizyon kanalında konuşan Erdoğan varlığını devam ettiriyor. Ama mesele nerede ve ne zaman konuştuğunda değil ne konuştuğunda. Elde avuçta CHP’nin İstanbul İl başkanlığı binasının satın alınmasıyla 2019 görüntüsünden başka bir şey yoksa konuşmalardan birbirini tekrardan öteye gidemiyor.

Kürt seçmenin bazı illerinin sonucuna direkt etki edecek güçte olması DEM konusunda da volümün düşmesine neden olunca geriye seçimsiz günlerin bildik çok konuşanı ama konuşmasında hamasetten başka bir şey olmayan Erdoğan kalıyor.

Kurultay yorgunu durumuna, Millet İttifakı’nın dağılmasına ve DEM’in aday çıkarmasına rağmen CHP’nin büyükşehirlerde kazandığı illeri koruduğunu gösteriyor.

MUHAFAZA ETSE YETECEK

Hatta üzerine bir iki şehir eklenme şansı elinde tuttuklarını kaybetmesinden daha güçlü bir ihtimal olarak ortada duruyor. Kuşkusuz bu durumun ilk nedeni illerdeki adayların CHP’nin önünde bir oy potansiyeline ulaşması.

Bununla birlikte iktidarın ülkeyi içine sürüklediği durum da en az belediye başkanlarının performansı kadar seçimleri belirleyici konumda. Öyle ki Erdoğan ekonomi başlıklı vaat bile veremiyor. Bir aydır tek söylediği “sabredin düzelecek” oldu.

Sadece 10 ay önce yaşanan seçimde vaat olarak sunduğu hiçbir şey gerçekleşmediği gibi ülke daha kötüye gitti. Kasada para, borç isteyecek ülke kalmadı. Yine bir ülke düşünün ki halinden memnun olanların oranı yüzde 20’lerde. Ama tüm bu koşulara rağmen hâlâ birinci parti olarak kalan AKP ve Erdoğan orta yerde duruyor. Yani söyleyecek sözü olmasa da, elindeki kadro yıpranmış olsa da devlet olanaklarını da arkasına alan Erdoğan iddiasını muhafaza ediyor. İşte tam da burada akla soru geliyor. Belki de 22 yıl sonra ve üstelik ülke bu durumdayken iktidar için “muhafaza” kelimesi bu seçimin başarı çıtası olmuştur. Kim bilir?

Bu sorunun yanıtını almak için ilk olarak hafta sonu Ankara ve İstanbul mitinglerini sonra da 6 günlük İstanbul koşturmasını beklememiz gerekecek.

ŞAPKA VE TAVŞAN MESELESİ

Yılardır izlediğimiz Erdoğan’ın tüm mermilerini son haftaya bıraktığı bir seçim olmadı. Son hafta genellikle pastanın üzerindeki çilek tarzında geçti. Erdoğan genellikle son haftayı kampanya boyunca anlattığı, tekrarladığı, iyice pekiştirdiği söylemi hedef seçmenin kanaati haline getirmeye yönelik bir hamle olarak planlar. Yanı şapkasından çıkaracağı tavşanı asla son haftaya bırakmadı.

Bu seçim kampanyasını diğerlerinden ayıran başlıklarından biri de bu. Net bir hedef ortaya koymadan zaman zaman çelişen açıklamalarla arayışta olan bir görüntü sergiledi. Daha çok maçı uyutmayı tercih eden, rakip adayların hata yapmasını kollayan, beraberliğe razı bir takım görüntüsü verdi.

Şapkanın içinde tavşan kalmadıysa, adaylardan da istediği performansı alamayacağını görmüşse aslında çok da yanlış bir taktik değil.

Her şeye muktedir olduğu düşünülen Erdoğan, emekliye müjde diye verdiği vaadin banka promosyonu olduğu düşünülürse beraberlik yani durumu muhafaza edebilmek hiç de kötü bir sonuç olmayabilir.

Belki Erdoğan kampanyasına bir de buradan bakmak gerekiyor.

(BİRGÜN)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder