9 Mart 2024 Cumartesi

Birgün KÖŞEBAŞI - 9 MART 2024 -

 

Dillere Düşman Olunmaz! (Atilla Aşut)

21 Şubat, UNESCO üyesi ülkelerde 2000 yılından beri “Dünya Anadili Günü” olarak kutlanıyor.

Türkiye’nin resmi dili Türkçedir. O, bizim ortak paydamızdır. Ancak Türkiye’de anadili farklı olan başka halklar da vardır. Onların dilleri de en az Türkçe kadar saygıyı hak ediyor. Türkçe benim ağzımda nasıl “annemin ak sütü gibi” ise başka diller de o insanlar için öyledir.

Gelin görün ki ülkemizdeki ikinci büyük etnik topluluk olan Kürtlerin dili uzun yıllar yasaklı kaldı. Oysa herkesin anadilini öğrenme ve konuşma hakkı, temel bir insan hakkıdır. Bir halkın dilini yasaklamak zalimliktir, faşistliktir.

Türkiye’de ne yazık ki Türkçe dışındaki dillere yönelik önyargılar henüz aşılabilmiş değildir. O kadar ki TBMM’de Kürtçe bir selamlama tümcesi bile bazen büyük olay olabiliyor.

Bu çiğliğin yeni bir örneğine, üstelik tam da Dünya Anadili Günü’nde tanık oldukCHP’li bir vekilin annesine iletmek istediği Lazca mesaj, TBMM’de sansürlendi!

CHP Rize Milletvekili Tahsin Ocaklı, Anadili Günü dolayısıyla Genel Kurul’da, “Annem ekrandan beni bekliyor” diyerek Lazca konuşmaya başlayınca MHP’li Meclis Başkan Vekili, mikrofonu hemen kapatıverdi!

Bir milletvekilinin Anadili Günü’nde anasına anadilinde seslenmesini engelleyen bu tutum çağdışıdır, mutlaka aşılmalıdır!

Çokdillilik ve çokkültürlülük, toplumları ayrıştıran değil zenginleştiren bir olgu olarak değerlendirilmelidir.

Bu arada belirteyim: “Anadili” sözcüğü, gazetelerde ve haber sitelerinde genellikle “anadil” olarak yazılıyor. Oysa “anadil” ile “anadili” kavramlarının farklı şeyler olduğunu bu köşede birkaç kez belirttik. Yazık ki “anadili”nin önemine vurgu yapan kimi kurumlar bile bu ayrıma dikkat etmiyor!

∗∗∗

BAŞKAN’IN “İLGİ VE ALAKASI”

Kartansaş A.Ş., İstanbul Kartal Belediyesi’ne ait bir şirket… İlgi alanı da hayli genişmiş. Yapı işinden taşınmaz kiralamaya; resmi ve özel kurumlara giyim malzemeleri ve çeşitli besin maddeleri sağlamaya; kültür, sanat, eğitim ve spor organizasyonları yapmaya kadar çok değişik alanlarda hizmet veriyor…

Kartansaş’ın bilgisunar sitesinde, Kartal Belediye Başkanı Gökhan Yüksel’in bu şirketi tanıtan yazısı şöyle bitiyor:

“Bu vesileyle şirketlerimize göstermiş olduğunuz ilgi ve alakadan ötürü sizlere teşekkür ediyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.”

“İlgi” ile “alaka”nın eşanlamlı sözcükler olduğunu, bir sözün Türkçesiyle Arapçasının aynı tümcede kullanılmaması gerektiğini, Kartal Belediyesi’nin “Ke” adlı Edebiyat-Kültür-Sanat Dergisi’nde yazan arkadaşlardan biri anımsatsın Sayın Başkana!

HAFTANIN NOTU

Başkentte Kültür-Sanat

Ankara, siyasetin merkezi olarak bilinir ama aslında kültür- sanat kentidir. Zaten sonradan İstanbul’a demir atan sanatçıların çoğu da Ankara kökenlidir.

Başkentin değişik mekânlarında her gün sayısız etkinlik yapılıyor. Sergiler, dinletiler, tiyatro gösterileri, imza günleri, söyleşiler… Elbette hepsine yetişebilmek olanaksız. Ama artık bıkkınlık veren siyasal gündemlerden ve TV’lerdeki gevezeliklerden uzaklaşıp bu etkinliklere zaman ayırabilirsek, yorgun düşmüş ruhlarımızı biraz dinlendirmiş oluruz.

Geride bıraktığımız hafta, biri resim, öbürü karikatür olmak üzere iki sergiyi gezme olanağı buldum. Daha önce Mülkiyeliler Birliği’nde “Portreler” konulu resim sergisini izlediğim Hakan Eken, bu kez çiçeği burnunda bir karikatürcü olarak çıktı karşıma. Karikatür, çok emek isteyen bir sanat dalı. Bu alanda evrensel dili yakalayabilmek için derdinizi sözcüklerle değil çizgiyle anlatmanız gerekiyor. Arkadaşımız henüz yolun çok başında. Çizgisini geliştirip yalınlaştırması, espri anlayışını derinleştirmesi ve sözsüz karikatüre yönelmesi, benim “naçizane”  öğütlerim arasında…

∗∗∗

“TOPRAĞIN FISILTISI”

Ankara, galeriler açısından da zengin bir kent. Birbirinden değerli sanatçıların yapıtları, değişik mekânlarda art arda görücüye çıkıyor!

Ressam Ayla Aksoyoğlu, daha önce “On Bin Yıllık Hikâye” ve “Fragmanlar” adıyla sergilediği tematik çalışmalarını, geçen hafta Cumhuriyet Vakfı Galerisi’nde açtığı “Toprağın Fısıltısı” sergisiyle üçlemeye dönüştürmüş bulunuyor. Sanatçı, dizinin son ayağını oluşturan bu sergide, tuval üzerine resimlerle siyah beyaz desenlerden bir seçki sunuyor. Çalışmalarında Anadolu tarihinden ve arkeolojisinden esinlenen Ayla Aksoyoğlu, bu yaklaşımının gerekçesini şöyle açıklıyor: “Hepimizin Anadolu’ya, toprağa, suya, geyiklere, kuşlara, kısaca doğaya borcumuz var. Benimkisi sanat diliyle bir ödeşme çabasıdır.”

              Ana Tanrıça Kibele  (Resim: Ayla Aksoyoğlu)

Ankara doğumlu olan Ayla Aksoyoğlu, Gazi Üniversitesi Resim Bölümü’nü bitirdikten sonra uzun yıllar Trabzon’un Beşikdüzü ilçesinde Resim Öğretmenliği yapmış ve orada köy enstitüsünden kalan araç gereçleri toplayarak bir müze oluşturmuştu. Bir dönem Birleşmiş Ressamlar ve Heykeltıraşlar Derneği Genel Sekreterliğini de yapan Aksoyoğlu, konularını daha çok Anadolu mitolojisinden alıyor ve insan eksenli resimler yapıyor. Başat izleği ise “Kadınlar”…

“Toprağın Fısıltısı”, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ne yakışan bir sergi…

                                                               /././

Hançerin adresi İmamoğlu (Berkant Gültekin)

CHP Grup Başkanvekili ve Afyon Belediye Başkanı Adayı Burcu Köksal’ın “Seçildiğimde Afyonkarahisar Belediyesi'nin kapıları DEM Parti hariç her siyasi partiye açık olacak” sözü, CHP’de yeni bir kırılma yarattı.

Bu sözlerin ardından CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Burcu Köksal’ın “dil sürçmesi” yaşadığını söylese de Afyon adayı hiç oralı olmadı. Barış Yarkadaş’a konuşan Köksal, “Ben bir dil sürçmesi sonucu değil, verdiğim söz üzerine konuştum” diyerek o cümleyi bile isteye kullandığını tescilledi. Bunun üzerine Özel, tüm CHP’li belediyelerin, her bireye eşit ve adil belediye hizmeti sunma taahhüdünde bulunacağını duyurarak Köksal’ın kırıp döktüklerini toparlamaya çalıştı.

CHP içinden Köksal’a en sert yanıt ise İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’ndan geldi. İmamoğlu, Köksal’a yönelik, “Öyle 'Ben belediye başkanı olursam şu partilileri belediyeye almam, şu partiler hariç şunlarla görüşürüm' diyen ya kendine başka bir iş bulacak ya da başka parti bulacak” ifadelerini kullandı. İmamoğlu’nun dışında CHP’de çok sayıda isim de Köksal’ın sözlerini kınadı ve bunun sosyal demokrat belediyecilik ilkeleriyle örtüşmediğini vurguladı.

***

Burcu Köksal’ın seçimi kazanmak amacıyla böyle şovenist bir teminat verdiği sanılmasın. CHP’nin Afyon’da güçlü bir iddiası yok. 2019’daki belediye seçimlerinde CHP Afyon’da aday çıkarmamış, Millet İttifakı’nın İYİ Partili adayı AKP ile MHP’nin ayrı isimlerle yarıştığı seçimde yüzde 39 oy toplayabilmiş ve ikinci sırada yer almıştı. Son genel seçimde de AKP ile MHP’nin Afyon’daki toplam oyu yüzde 60’ı aşarken CHP’nin oyu yüzde 20’nin altında kaldı.

Cumhur İttifakı partileri burada o denli dominant ki AKP ile MHP, Afyon’da yine ittifak yapmayı gereksiz buldu. Ek olarak, ittifakla bile ittifaksız AKP’yi yenemeyen CHP ve İYİ Parti ise bu kez ayrı adaylarla pusulada olacak. Yani CHP’nin 31 Mart’ta belediyeyi kazanması neredeyse imkânsız. İşin ilginç yanı, DEM Parti’nin de Afyon’da özel bir gücü bulunmuyor. Yeşil Sol Parti’nin Mayıs genel seçimlerinde kentteki oy oranı sadece yüzde 0,64.

Köksal’ın sözlerinin, iktidarın yarattığı atmosferde gelişen ve büyüyen ayrımcı siyasi yaklaşımın uzantısı olduğu açık. Ancak meseleyi bir adayın tasvip edilmeyen siyasi fikirleriyle izah edebilmek de güç. Çünkü Köksal, hem Afyon’u hem de kişisel hedeflerini aşan bir mesaj verdi. Kazanmasına ihtimal verilmeyen bir aday olarak, seçildiğinde geçerli olabilecek senaryo üzerinden algı yaratmaya çalıştı. Bunu da kasıtlı olarak yaptı. O sözleri esnaf ziyaretinde, mahalle gezisinde ya da bir ev sohbetinde değil, bizzat CHP Genel Başkanı’nın katıldığı, tüm gözler ve kameraların kendine döndüğü bir anda sarf etti. Söyleyeceklerinin Afyon’un ötesinde yankılanacağını, kapladığı alanın dışında daha geniş bir siyasi zemininde sarsıntı yaratacağını pek tabii ki biliyordu.

Mayıs 2023 seçimlerine giderken Kemal Kılıçdaroğlu’na destek veren Yeşil Sol Parti’yi dışlamayan Köksal, neden böyle bir aksiyon alma gereği hissetti? O zaman Kürtlerden gelecek oy iyiydi de şimdi kötü mü oldu? DEM Partililer geçen sene hizmet almayı, belediyede söz sahibi olmayı hak ediyordu da artık hak etmiyor mu? Kılıçdaroğlu “helalleşelim” derken sorun yoktu da artık zaman sırt dönme, inkar etme, dışlama zamanı mı? 31 Mart’ta ne değişti de Köksal bir anda Saray ağzıyla konuşur hale geldi?

***

Cevap, Burcu Köksal’a en vurucu yanıtı kimin verdiğinde saklı… Ekrem İmamoğlu, Köksal’ın hamlesini gördü ve artırdı; “Ya kendine gel ya da başka partiye git” diyerek de çizgiyi çekti. Zira Köksal’ın sözlerinden en fazla zararı görecek isim hiç şüphe yok ki İmamoğlu’ydu. İmamoğlu’nun sağlamaya çalıştığı taban ittifakı, bir CHP adayının doğrudan DEM Parti’nin ismini zikrederek sergilediği ayrımcı tutumdan dolayı ciddi şekilde zarar görebilirdi. O nedenle İmamoğlu, Özel’in ateşi soğukkanlı bir şekilde dindirme taktiğini yeterli bulmayarak daha tavizsiz bir duruş ortaya koydu. Böylece ayaklarını bastığı zeminin çatırdamasını engelledi ve karşısından esebileceği düşünülen rüzgârı ters yöne çevirerek yelkenini şişirdi.

Burcu Köksal’ın hamlesi, CHP’deki güç savaşlarının bir parçası. Parti içindeki bir kliğin yeni CHP yönetiminin başarısızlığı üzerine bir gelecek tasavvuru yaptığı artık gizlenemez bir hakikat. Ne gariptir ki iktidar kazanırsa bir kısım CHP’li de kendini “kazanmış” sayacak. Kendi kariyerini ve makamını memleketin yarınına tercih eden, sözüm ona “vatansever” bir politik akıl… Sefaletin siyaseti böyle bir şey olsa gerek.

Kılıçdaroğlu koltuğunu kaybettiği kurultayda, “Sırtımdaki hançerlerle seçime girdim” demişti. Kendisi, Burcu Köksal’a talimat verdiği yönündeki iddiaları yalanladı ve bunun bir iftira olduğunu söyledi. Elde bir kanıt yoksa aksini kimse iddia edemez elbette. Ancak görünen şey, bugün onu destekleyen bazı aktörlerin hançeri özelde İmamoğlu’nun, genel planda ise CHP’nin sırtına saplamaya çalıştığıdır. CHP en büyük sınavı yine kendine karşı veriyor.

                                                           /././

Günah emeklinin sırtına nasıl yıkıldı? (Ozan Gündoğdu)
Erdoğan emekliye “Paramız size zam yapmaya yetmiyor” dedi. Hazine’deki Mülkiyeli uzmanları aradım, durum neydi? Pek çoğu vicdan azabı çekiyor. Çünkü vicdanlı hiç kimse açlığa mahkûm emekliye ‘paramız bitti’ demez.
                        Emekliler yaptıkları eylemlerde insanca bir yaşam talep ediyor. (Fotoğraf: BirGün)

Erdoğan, salı günü Kabine toplantısının ardından emekliye özetle “Paramız size zam yapmaya yetmiyor” dedi. Bunun üzerine Hazine’de çalışan, aynı okuldan mezun olduğum, Mülkiyeli uzmanları aradım. Para gerçekten yok muydu? Hazine’de durum neydi? Gelen cevapların bir kısmı kamu maliyesinden anlayan insanların vicdanlarının ne kadar kanadığını gösteriyordu. Konuştuğum uzmanların neden bu kadar üzgün olduğunu anlamak için temel düzeyde kamu maliyesi bilgisine ihtiyacımız var.

Türkiye ekonomisi son beş yıldır, iktisat öğrencilerine ders niteliğinde bir laboratuvar sunuyor. Enflasyona rağmen belirlenen düşük faizle varlık fiyatları şişerken, mülk sahipleri görülmemiş oranda zenginleşiyor. Aynı esnada sabit gelirli emek sahipleri yaratılan enflasyon nedeniyle alım güçlerini kaybediyor. Peki tüm bu esnada kamu maliyesinde neler yaşanıyor? Devlet, zenginleşiyor mu, yoksa yoksullaşıyor mu?

Bu soruya cevap ararken çeşitli verilere bakılabilir. Fakat söz konusu faiz-enflasyon ilişkisinde Hazine’nin gelirleri ise, devlet borçlarına mercek tutmak faydalı olacaktır. Çünkü devletin zorla elde ettiği vergi, harç, para cezaları gibi gelirlerden farklı olarak devlet borçları zorla elde edilmez, gönüllülük esasına dayanır. Başka bir ifadeyle devlet zorla borç toplamaz, aksi halde topladığı şeyin adı borç değil vergi olur. Topladığı zorunlu borç da gelecek dönemdeki faizleri artırır.

Devlet borçlanması, borç verenin rızasına dayalı bir gelir türüyse, demek ki bu rızayı oluşturacak karşılık da sunulmak zorundadır. Bu karşılığın adı da borcun faizidir. Fakat, enflasyonun çok altında bir faiz piyasaya dayatılırsa, devlet bütçe açığının finansmanı için nasıl borç toplayacaktır? Yüzde 80’lere varan bir enflasyon oracıkta dururken, yüzde 15 ile borçlanma ihalesi açılsa, bu ihaleye kim, neden girecektir? Düşük faiz ortamında, nakit parayı dövizde, KKM’de, borsada ya da varlık alımlarında kullanmak varken, neden düşük faizli devlet tahvilleri alınsın?

Bu sorular 2018’den başlamak üzere, kamu maliyesinin öncelikli sorunlarını oluşturdu. Faizleri baskılayıp piyasaya ucuz kredi pompalanırken, ekonomik büyümenin tadını çıkaran devlet, bu sefer bütçe açığının finansmanı için borç bulmakta zorlanmaya başladı. Bu ablukada, günahsız çözüm bulunamadı.

TEMEL GÜNAH NEDİR?

Devlet borçlanmasında kamu maliyesinin belli ilkeleri bulunuyor. Bu ilkelerin başında iç borçların yerli para cinsinden edinilmesi gelir. Hatta buna “borçlanmanın altın kuralı” denir. Bu kuralın ihlaline de “Temel Günah” adı veriliyor. Kuralın mantığı çok basittir. Kendi kontrolünde olmayan bir para birimiyle borçlanılmamalıdır. Bu başkasının kanatlarıyla uçmaya benzer. Bu günah, hazineleri batırabilir. Peki bizim Hazine günahkâr mıdır?

2017’nin Eylül ayına kadar Hazine’nin iç piyasaya tek bir kuruş döviz borcu bulunmuyordu. Bu tarihe dek, Hazine’nin günahı yok. Bu tarihte Hazine’nin döviz cinsinden 319 milyar 376 milyon TL borcu bulunuyor ve bu borcun tümü dış borçlardan oluşuyordu. Hazine’nin iç piyasaya olan 523 milyar 510 milyon TL’lik borcun tümü Türk Lirası cinsindendi ve olması gereken de buydu. Öyle ya da böyle, türlü yanlışlıklar yapılmış olsa da 2017’nin Ekim ayına dek, temel günah işlenmemişti. O tarihe kadar Hazine’nin iç piyasaya tek bir kör kuruş döviz borcu yoktu.

İLK GÜNAH 2017’DE İŞLENDİ

Fakat düşük faiz baskısı Hazine’nin içeriden TL cinsinden borç bulmasını engelliyordu. İşte bu ortamda ilk günah 2017 Ekim’de işlendi. O ay, Hazine, tarihinde ilk kez, mevzuata da aykırı olarak iç piyasadan döviz cinsinden 237 milyon TL’lik borçlandı. Çok küçük bir tutar gibi görünse de, ilk günah artık işlenmişti. İhaleye talep yağdı. Devlet garantili döviz alacağı için bankalar sıraya girdi.

Hazine de bu günahının tadını çıkardı. Borçlanma sorunu çözülmüştü. Faizler düşükse, iç piyasadan TL cinsinden borç bulanamıyorsa o halde döviz cinsinden borçlanılabilirdi.

Böylece geldik, 2018 yılının Haziran ayına… Türk Tipi Başkanlık Sistemi yetkileriyle donanmış Cumhurbaşkanlığı sisteminin ilk ayında, Hazine’nin iç piyasada döviz cinsinden borcu 735 milyon TL’yi bulmuştu. Bu tutar, toplam borç stoku içinde önemsiz bir değere sahipti. O tarih için Hazine’nin her on bin liralık borcunun sadece 7 lirası, iç piyasadan edinilen döviz cinsinden borçlardı. On binde 7…

Bu kadar küçük tutarda olması kimsenin tepkisini de çekmiyordu. Fakat dedik ya, Hazine kolay borcun yolunu bulmuş, temel günahın tadına bakmıştı. O yılın sonunda yani 2018 Aralık’ta döviz cinsinden iç borç tutarı 5 milyar 865 milyon TL’ye çıkacaktı. Türk Tipi Başkanlık Sistemi’nin ilk 6 ayında iç piyasaya döviz cinsinden borç 8 katına çıkmıştı. Çünkü hem döviz yükseliyor hem de döviz cinsinden borç ihaleleri açılıyordu.

Filmi 1 yıl ileri saralım. 2018 Aralık ayında 5,9 milyar TL olan döviz cinsinden iç borçlar 2019 Aralık ayında 86 milyar TL’ye ulaştı. 1 yıllık artış yüzde 1400’ü geçmişti. 2020’nin Aralık ayında aynı tutar 266 milyar TL’ye çıktı. 2021 Aralık ayında 388 milyar TL’ye, 2022 Aralık ayında 513 milyar TL’ye çıktı.

GÜNAHA BATAN HAZİNE

“Düşük faizle TL cinsinden borç bulunamıyorsa o halde döviz cinsinden borçlanalım” diyerek kamu maliyesinin en temel günahını alışkanlık haline getiren Hazine, bataktan çıkamıyordu. Zira borç dövize endeksli olduğu için döviz kuruyla birlikte borç da artıyor, borç arttıkça faiz ödemeleri Hazine’yi zorluyor, faiz ödemelerinin döndürmek isteyen Hazine, iç piyasadan yine döviz borcu ediniyor, fakat döviz kuru dur durak bilmeden yükseldikçe bir fasit daire oluşuyordu.

2023’ün Aralık ayına geldiğimizde Hazine’nin iç piyasaya 800 milyar TL değerinde döviz borcu bulunuyordu. 2018’de her 10 bin liralık borcun sadece 7 liralık kısmı döviz cinsinden iç borçlardan oluşurken, bugün Hazine’nin her 10 bin liralık borcunun 1200 lirası döviz cinsinden iç borçlardan oluşuyor. Buna yine döviz cinsinden olan dış borçları da eklersek tablo trajik bir boyut kazanıyor.

Bugün Hazine’nin her 10 bin liralık borcunun 1200 lirası iç piyasaya döviz borcu, 5200 lirası dış piyasada döviz borcu. Yani her 10 bin liralık borcunun 6400 lirası döviz cinsinden.

Bu günahı bile isteye işleyen Hazine uzmanları bugün vicdan azabı çekiyor. Bir kısmı sınıf arkadaşım olan, yurtsever insanlar işledikleri suçun bedelini halk kesimlerinin ödemesinden muzdarip. Kimi bizim suçumuz yok, bize verilen emri uyguladık diyorlar. Kimi ise daha vicdanlı, istifa etmeliydik diyorlar. Çünkü günahlarının bedelinin ne olduğunu biliyorlar. Fakat Erdoğan ya bu günahların sonuçlarından habersiz ya da vicdanı Hazine uzmanları kadar güçlü değil, daha acımasız. Çünkü bir miktar vicdanı olan hiç kimse bu günaha ortak olduktan sonra açlığa mahkûm edilmiş emekliye “paramız bitti” demez, dememelidir.

Siz devletsiniz! Ya günah işlemeyeceksiniz ya da emekliyi açlığa mahkûm etmeyeceksiniz.

(BİRGÜN)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder