22 Mart 2024 Cuma

Cumhuriyet KÖŞEBAŞI - 22 MART 2024 -

 


Onları arayan da polis değildi (Barış Pehlivan)

Siz eski sevgilinizden mesaj beklersiniz, heyhat gönderen İçişleri Bakanlığı’dır:

“Sizleri telefonla arayarak kendilerini polis, asker ve savcı olarak tanıtıp ‘adınız terör örgütü soruşturmasına karıştı’ diyerek sizden para ve altın isteyen şahıslara inanmayın.”

Murat Ağırel’in yeni kitabı Havala’yı okuyana kadar bu dolandırıcılık yönteminin sadece Türkiye’ye özgü olduğunu sanırdım. Meğer değilmiş. Daha doğrusu, yine Türkler var işin başında ama kurbanlar sadece Türk değil.

Ne mi demek istiyorum?

Havala’da okuyorum...

Her şey bir Almanın Bremen polis karakoluna gitmesiyle başladı. O kişi, Alman polise “Benden aldığınız altınlar ne oldu? Geri vermediniz” dedi.

Sonradan anlaşıldı ki...

Kendilerini polis olarak tanıtan birileri,

“Sizin mahallede hırsız yakaladık. Hırsızın üzerinde sizin adres bilgileriniz vardı. Bu hırsızın iki arkadaşı kaçak durumda. Sizin eve girebilirler. Altın ve paranız varsa korumaya almamız lazım” diyerek mağdur Almanı dolandırmıştı.

Alman polisi benzer şikâyetleri toplayıp soruşturmaya karar verdi. Ve çarpıcı bir gerçekle karşılaşıldı: Dolandırıcılar Almanları Türkiye’nin İzmir şehrinden arıyordu.

Eldeki bilgiler Türk Emniyeti’ne bildirildi. İşin elebaşlarından biri olan Halit Demir, suçları nedeniyle Almanya’dan memleketi Türkiye’ye sınır dışı edilen biriydi. Halit Demir’in sosyal medyada paylaştığı bir videosunda “Alman devletini her gün si... orum” demesi dikkat çekiyordu.

SES KAYDINDAKİ POLİS SİRENİ

Soruşturma evrakında bir ses kaydının deşifresi de vardı...

Arayan kişi: “Merhaba Bayan B., ben Kriminal Soruşturma Departmanı’ndan Müfettiş Bach. Bütün kapı ve pencereleri kilitlediniz mi?”

Bayan B: “Neden, neden?”

Arayan kişi: “Bugün sokağınızda üç hırsızı tutukladık. Tutuklananlarda bir liste bulundu ve üzerinde şu not yazıyordu: ‘Kadının çok parası var.’ Evde paranız ya da mücevheriniz var mı?”

Öyle bir tezgâh vardı ki o anlarda caddede bir polis sireni çalmaya başlıyordu. Bir devriye arabası kadının evinin olduğu sokaktan geçiyordu. Çağrı merkezindeki sahte polis de olup biteni ahizeden duyuyor ve bu anın tadını çıkarıyordu:

“Meslektaşlarım geçiyor, kaçan bir fail görmüşler.”

Alman kadın B. de arayanın gerçek bir polis olduğuna ikna oluyordu ve telefonun diğer ucundaki sesin dediklerini harfi harfine yapıyordu.

Peki, tam telefon çaldığı sırada polis arabası nasıl evin önünden geçebiliyordu? Aslında hem basit hem de korkutucu. Halit Demir’in dolandırıcı çetesi, hırsız olduğu iddia edilen kişiler hakkında ihbarda bulunarak yakındaki istasyona isimsiz bir çağrı yapıyordu. Alman kadının tüm bu tezgâhtan haberinin olmaması, işlerin dolandırıcıların istediği gibi gitmesini sağlıyordu.

Neyse ki sonunda çeteye uluslararası bir operasyon yapılıyor ve yargılama süreci başlıyordu.

Hazırlanan 181 sayfalık iddianamede, 25 Alman vatandaşı mağdur sıfatıyla yer alırken 24 farklı eyleme yer verildi. Yani 24 farklı seferde Almanları dolandırmayı “başarmış” bir örgütten bahsediyoruz. İddianamede şu ifadeler kullanıldı: “Şüphelilerin Almanya’da yaşayan yaşlı Almanların sabit hatlarını arayarak kendilerini polis, savcı, devlet görevlisi ve banka görevlisi olarak tanıttıkları, güvenlerini kazanarak bundan acımasızca yararlandıkları, soygun, saldırı masalları ile onları korkuya sevk ettikleri belirlenmiştir. Mağdurların eleştiri yapabilme ve muhakeme yeteneklerini kaybeden yaşlı insanlar oldukları, şüphelilerin mağdurlara duygusal anlamda baskı uyguladıkları ve mağdurları büyük miktarda zarara uğrattıkları, bazılarının tüm birikimlerini aldıkları anlaşılmıştır.”

Murat’ın okurla buluşan yeni kitabında buna benzer onlarca gerçek öykü, ilk kez okuyacağınız detaylarla yer alıyor. Polisten değil sevdiklerimizden gelen mesajlarla dolu bir geleceğin özlemiyle okudum Havala’yı...

                                                    /././

Devlet hata yapamaz (Özdemir İnce)

Önce alet çantamı açıp “devlet” ile “hükümet” kavramı arasındaki karmaşaya bir kez daha son verelim ve sonra bir örnek üzerinden giderek yanlışı onaralım.

DEVLET NEDİR? 1

“Devlet teriminin biri geniş, öteki de sınırlı iki anlamı var: Geniş anlamda devlet, milli bir topluluk olup, tarihi geçmişi ve belli bir birliği ile özgünleşir. Bu birlik, özellikle farklı dillerin, dinlerin ve etnik grupların bir arada bulunduğu topluluklarda, doğal olmaktan çok insanların istek ve gayretleri sonucu oluşur. Milli topluluk, zorunlu olarak, devlete bağımlı olan ya da devletlerüstü öteki topluluklardan farklı olarak bazı siyasi ve hukuki özellikler taşır. Bu özelliklerin başında, devleti yönetenlerin hukuk kuralları koyma ve kamu gücünü kullanma tekelini bulundurmalarıdır. İkincisi, sınırlı anlamda, devlet terimi, bu topluluğun çeşitli zorlama araçları ile yegâne yönetim aygıtını ifade etmektedir.”

HÜKÜMET NEDİR? 2

“Hükümet, genellikle bir devletin yönetimini üstlenen ve düzenli bir topluluğu idare eden sistem veya insanlar grubudur. Hükümetin geniş bir tanımıyla, genellikle yasama, yürütme ve yargı organlarından oluşur. Hükümet, organizasyonel politikaların uygulandığı ve politikaların belirlendiği bir mekanizmadır. Birçok ülkede hükümetin kendi anayasası bulunur, bu anayasa yönetim ilkelerini ve felsefesini belirtir.”

Ayrıca hükümetin tanımı, “Devlet nedir?” sorusuna yanıtın, “Bu özelliklerin başında” ile başlayan bölümünde yer almaktadır.

Birkaç yıl öncesine kadar ülkemizde “devlet” ve “hükümet” kavramları eşanlamlı olarak kullanılıyor ve devlet ile hükümetin aynı şeyler olduğu sanılıyordu. Bu saçma karmaşaya şu bilgece örnekle son verdim: “Devlet” (teşbihte hata olmaz ve söylemesi ayıp) eşektir (ya da herhangi bir taşıttır) “Hükümet” ise eşeğe binip dehleyen Göde Omar’dır ve şofördür, makinisttir, vatmandır, pilottur. Göde Omar üzerine binmezse eşek olduğu yerde durur, pilot olmazsa uçak uçmaz. Otomobil de öyle, kamyon da öyle, tren de öyle... Kısacası eşek, kamyon, tren, uçak devlettir; sürücü insan kadrosu ise hükümettir.

13 Mart 2024 günü Şırnak ve Mardin’de seçim propagandasına çıkan AKP Genel Başkanı R.T. Erdoğan Türkçesi zayıf konuşmalar yapmış. 14 Mart 2024 tarihli Cumhuriyet’te şöyle bir konuşmasını okuyorum: “Şırnak ile aramıza girmek isteyenler oldu, bu bölge ile bağımızı kesmek istediler. Devletin hataları elbette olmuştur ama bölücü örgüt karanlık bir senaryonun maşalığını yapmıştır. Biz bu sinsi oyunu bozduk.”

Siyaset diline hiç yakışmayan bir cümle: Şırnak ile R.T. Erdoğan sevdalı çift mi ki araya arabozucular girmiş olsun. Arabozucu bölücü örgüt Şırnak’ı ele mi geçirdi? Hayır! Peki 2023 cumhurbaşkanı seçiminde Şırnak’ta vaziyetin durumu ne? Kılıçdaroğlu: yüzde 75.85; Erdoğan: yüzde 21.23. Buna göre Şırnak ile Erdoğan arasında bir aşk yok. 2023 milletvekili seçiminde durumun vaziyeti ne? Emek ve Özgürlük İttifakı: yüzde 62; Cumhur İttifakı: yüzde 24. Şırnak, Erdoğan’ın partisi AKP ile ortaklarına hiç de kara sevdalı değil? Bir hüsnükuruntu söz konusu. R.T. Erdoğan, bu sonuçlara göre “Ama bölücü örgüt karanlık bir senaryonun maşalığını yapmıştır. Biz bu sinsi oyunu bozduk” diyor. Ancak seçimi muhalefet kazandığına göre bölücü örgüt PKK’nin istediği olmuş (!)... Aslında bu bir vehim. Şırnak halkının özgür iradesine vicdansızca kara çalınmakta. Eğer seçimlerde bizzat Erdoğan ve partisi seçimi kazanmış olsaydı “sinsi oyun” bozulmuş olurdu. Ama tam tersi olmuş. Erdoğan özür dilemek zorunda. Tek yanlı bir aşk.

Beni asıl şaşırtan şu cümle: “Devletin hataları elbette olmuştur. Son 21 yılda gerçekleştirdiğimiz demokrasi ve kalkınma devrimiyle tüm unsurlarıyla bu sinsi oyunu bozduk.”

Yazımızın başında DEVLET ile HÜKÜMET’in tanımını boşuna yapmadık. Bu tanımlara göre devlet hata da yapmaz mucize de yaratamaz. Devlet aygıtının örgüt ve kurumlarının başında hükümet vardır. Beni şaşırtan cümleye göre o bölgede 21 yıl içinde devlet hatalar yapmış ama Erdoğan’ın başında bulunduğu iktidar yaptığı demokrasi ve kalkınma devrimiyle büyük bir başarı kazanmış. Günahlar suçsuz devletin sırtına, sevaplar Erdoğan’ın kucağına. Olmaz öyle şey!

Erdoğan iktidarı demokrasiyi de kalkınmayı da d-e-v-i-r-m-i-ş ve bu devriğin altında kalmış durumda!

1 Erdoğan Teziç, Anayasa Hukuku, Beta Yayınları, 20. basım, 2016, s.128. 2 Vikipedi.

                                                   /././

Devrimcileri şeriatçılarla aynı grup içinde anamazsınız (Zülal Kalkandelen)

DEM Parti Erzurum Milletvekili ve İstanbul Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı Adayı Meral Danış Beştaş, sosyal medya hesabında miting görüntülerinin üzerine şu sözlerin okunduğu bir video paylaştı:

Meral başkanla Murat başkan size kimlerin emanetidir biliyor musunuz?   Deniz’lerin, Mahir’lerin, Seyit Rıza’ların, Şeyh Sait’lerin, Demirtaş’ların,    Kışanak’ların, bedel ödeyen milyonların emanetidir. Emanetinize sahip çıkın İstanbul!”

Bunun öncesinde birkaç gün önce bir video daha izlemiştim. Yenikapı’da düzenlenen Nevruz etkinliğinde, üzerinde Deniz Gezmiş’in resimlerinin bulunduğu flamalar yakıldı. Barzani’nin destekçisi olduğu anlaşılan kişiler, Atatürk’e de küfrederek “Biji Kürdistan” ve “Kemalizm p*çleri, yıldıramaz bizi” sloganı attılar.

Bu olay, DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan ve Halkların Demokratik Kongresi (HDK) Eş Sözcüsü Esengül Demir’in de katıldığı mitingde meydana geldi.

Yenikapı’daki provokasyonu yapanların ellerinde taşıdıkları bayraklarda, siyah zemin üzerine sarı güneş ve Kürt milliyetçileri Remzi Nafi ile Gazi Muhammed’in resimleri vardı.

DİNCİLİK, ETNİKÇİLİK VE MEZHEPÇİLİK SOLUN ZEHRİDİR

Tam da bu olayın olduğu gün, geçen pazar günü bu köşede, “Dincilik, etnikçilik ve mezhepçilik solun zehridir” başlıklı yazım yayımlanmıştı. O yazıya farklı kesimlerden çok sayıda yorum ve tepki aldım.

Özetle diyordum ki Şeyh Sait, Said Nursi gibi gericiliğin bu coğrafyadaki simge isimlerinin izinden gittiğini, onların torunu olduğunu söyleyenlerin etnikçi, dinci ve mezhepçi siyasetinin “sol” olarak tanımlanması yanlıştır ve sol üzerinde kurmaya çalıştıkları hegemonyaya son verilmelidir.

Meral Danış Beştaş’ın paylaşımı, belli ki Yenikapı’daki olaya yönelik tepkileri püskürtmek ve o provokasyonu yapanlardan ayrıldıklarını göstermek için yapılmış. Deniz Gezmiş’in resminin olduğu flamaları yakanlarla, Atatürk ve onun yolundan gidenlere küfredenler ile birlikte görünmeleri, seçim öncesinde hiç de akıllıca olmaz sonuçta...

BU ÇÜRÜMÜŞLÜKTÜR!

Ancak ben yine söz ettiğim yazımdaki temel düşünceye döneceğim. Çünkü hem Deniz’lere hem de Şeyh Sait’e aynı anda sahip çıkılamaz.

Deniz Gezmiş, bu ülkede emperyalizm karşıtı mücadelenin öncülerinden biridir. Yazılarında, mektuplarında ve mahkemedeki savunmalarında her zaman emperyalizme karşı mücadelede örnek aldığı Mustafa Kemal’e atıf yapan, 30 Ekim 1968’de Samsun’dan Ankara’ya “Tam Bağımsız Türkiye İçin Mustafa Kemal Yürüyüşü”nü başlatan devrimcidir. 

Yaşamlarını “Tam bağımsız Türkiye” mücadelesine adayan, emperyalizme canları pahasına direnen yurtsever sosyalist devrimcileri, emperyalistlerle işbirliği yapan gericilerle, laik Cumhuriyete karşı olan şeriatçılarla, onun kurucusuna hakaret eden aşiret ve tarikat liderleri ile bir arada anmaya kimsenin hakkı yoktur.

Yenikapı’daki provokasyonu açıkça kınayabilir, atılan sloganlara katılmadığınızı söyleyebilirsiniz ama devrimcileri karşıdevrimci feodal şeriatçılarla aynı yerde gösteremezsiniz. Bu çürümüşlüktür!

(Cumhuriyet)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder