Mesele Havala değil karapara (Barış Terkoğlu)
Her sabah uyanıyorsun. Bir başka operasyon. Dünyanın en ünlü baronları, malları, adamları Türkiye’de yakalanıyor. Uyuşturucunun nasıl geldiğini haberlerde okuyorsun. Muzun arasında, peynir kovası ile TIR zulasında... Peki paralar nasıl taşınıyor?
Gazetemizin yazarı Murat Ağırel’in yeni çıkan Havala kitabı bu soruya bir yanıt veriyor. Kitap, Türkiye’ye gelen uyuşturucunun ve karaparanın peşine düşerken eski bir kapının yeniden açılışını da göstermiş.
NEDİR BU HAVALA
Hepimiz havaleyle para gönderiyoruz. “Havala”dan geliyor. Hikâyesi çok eski. Bir zamanlar İpekyolu üzerinden yapılan ticarette kullanılıyordu. Esası bir güven ilişkisine dayanıyor. Bir başlangıç noktası ile bir sonuç noktası arasında paranın taşınmasına yarıyor.
Diyelim İstanbul’dan Hindistan’a para ya da altın göndereceksiniz. İstanbul’da alıcı kuyumcuya veriyorsunuz. Size bir kod veriyor. Bu kodu siz ya da alacaklınız Hindistan’daki anlaşmalı vericiye götürüyor. Paranızı ya da altınınızı o veriyor. Elbette bu işlemde aracı da olanlar da banka gibi komisyonunu alıyor. Para taşınırken elinizdeki kod dışında bir iz de kalmıyor. İşte Ağırel’in kitabına adını veren Havala sistemi tarihte böyle kuruldu.
Kolombiya’dan Mersin’e gelen uyuşturucuları hatırladınız mı? Muz konteynerinde yakalandı. Ancak uyuşturucu parasının Bakırköy’deki bir döviz bürosundan ödendiği ortaya çıkınca Havala sisteminin karapara transferinde kullanıldığı da anlaşıldı.
Ağırel sistemin nasıl çalıştığını anlamak için Almanya’ya gitmiş. Almanya’dan Türkiye’ye para transfer eden Havalacıların yargılandığı dosyayı bulmuş. Olan biteni aktarmış. Düsseldorf Savcılığı’nın yürüttüğü soruşturma karapara trafiğini açığa çıkarmış. Sadece tek dosyada 200 milyon Avronun üzerinde karapara hareketi tespit edilmiş. 19 Kasım 2019’da harekete geçen savcılık, aralarında kuyumcuların da olduğu 60’dan fazla adrese baskın yapmış. Kapılar kırılmış, kepenkler kaldırılmış, kasalar açılmış. Duisburg’daki bir kuyumcuda o kadar bu¨yu¨k miktarda nakit ve altın ku¨lçe ele geçirilmiş ki mu¨fettişler bunları taşımakta zorlanmış. İddianamede 6 kişinin ismi var. Sistemin Tu¨rkiye’deki ayağında başlangıçta Yalçın ve Mustafa Karasu’nun kurucusu olduğu Karasu Alyans döviz bürosu bulunuyordu.
Gizliliğe çok önem veriyorlar. Para işlemleri sırasında kodlar kullanıyorlar. Telefonlarda da iletişim bilgileri kodlanarak kaydediliyor. Mücevher dükkânındaki ödeme noktasında, yatırma ve çekme işlemlerini el yazısıyla belgeleyen bir not defteri tutuluyor. Bu arşiv du¨zenli olarak siliniyor. Ayrıca takip edilen Hasan Kaplan, Tu¨rkiye’deki yatırma ve çekme işlemlerini du¨zenli olarak sanık Yalçın Karasu’ya teleks yoluyla bildiriyor.
SORUN HAVALA DEĞİL KARAPARA
Türkiye’deki şirketlerin benzeri Almanya’da da kurulmuş. Dosyaya göre, sistem, sanıkların bir döviz bürosunda işlem yaptırıp hesap açtırmasıyla başlamış. Almanya’dan Türkiye’ye hızlı ve uygun fiyatlı para transferine büyük bir talep olduğunu görmüşler. Kendileri de sisteme dahil olmuşlar. Sistem için gereken nakit para hem Almanya’da hem de Türkiye’de hazırlanmış.
Şüphelilerin kullandığı mekânlar da başka para işlemleri için kullanılıyormuş. Bu mekânlarda, şüphelilerden biri tarafından iletişim kurulan ve müşterilerin paralarını sistem aracılığıyla transfer eden kişiler para yatırıyormuş. Sonra da örgütün yöneticilerden biri alıyormuş.
Almanya’da bir yatırım yapıldığında, Yalçın Karasu, Mehmet Güzel’e uygun miktardaki parayı ödemesi talimatını veriyor. Sonra müşterilere ödemeler gerçekleştiriliyor. Sistemin büyümesinin ardından yeni mücevher dükkânları da sisteme dahil edilmiş. Sistemin bir de Kıbrıs ayağı kurulmuş. Alman polisinin yaptığı soruşturma sonucunda günde 1 milyon Avroya kadar transfer yapıldığı belirlenmiş. Ancak sistemle Türkiye’ye çok daha fazla ödeme yapıldığı da anlaşılmış. Ağırlıklı olarak Türkiye’ye yapılan transferlerdeki mali dengesizliği telafi etmek amacıyla Almanya’da 6 tonun üzerinde altın alınıp satılarak elde edilen gelir Türkiye’deki nakit toplama noktalarına ödeniyormuş.
Almanya’da karapara sahibi kişiler Türkiye’ye paraları aktarabilmek için bu sistemi kullandılar. 200 milyon Avro’nun çok üzerinde bir rakamdan bahsediliyor.
Soruşturma Türkiye’ye de uzandı. Almanya’dan buraya Havala ile PKK, IŞİD ve FETÖ gibi örgütlerin para transferleri tespit edilmiş.
Kuşkusuz karaparanın bir kısmı mafyanın ya da örgütlerin faaliyetlerinde kullanıldı. Esas olarak ise Varlık Barışı gibi yasalar sayesinde sisteme sokuldu. Belki de ev alınıp vatandaşlık da elde edildi. Haliyle Ağırel’in kitabı bize gösteriyor ki sorun Havala’da değil karaparada. Onu ülkeye çağıranda. Parayı temizlediğimiz gün ülke de temiz olacak.
/././
Neoliberal ayetullahların kafası karıştı...(Ergin Yıldızoğlu)
Bu ayetullahların itikadının temelinde “rasyonel beklentiler” dogması yatar. Bu dogmaya göre insan ekonomik çıkarlarını bilir, onlarla uyumlu rasyonel tercihler yapar.
Bill Clinton başkanlık seçimlerine giderken ünlü olmuş bir söz vardı “It’s economy stupid” (“ekonomidir, ekonomi aptal”... dış politika ya da başka bir şey değil gibi... ). O dogmaya göre seçimleri, ekonomi iyiyse iktidardaki kazanır, kötüyse muhalefetteki... Seçim kampanyasında olumlu ekonomik beklentiler yaratmak çok önemlidir.
Bu ayetullahlar, 2008 finansal krizinin ertesinde “gerçek hayatın”, o zaman FED başkanı Greenspan’ın değimiyle “kafalarındaki ideolojiye (dogmalaraEY) uymadığını fark ettiler.” Bu “uyanış” kısa sürdü, dogma yeniden egemen oldu.
‘Ekonomi değil, aptal!’
Şimdi ABD’de yaşanmakta olanlar karşısında ayetullahların kafası yine karışmış: “Seçmen neden ekonomideki iyileşmeyi görmüyor, rasyonel davranmıyor?” tartışması, New York Times, Financial Times, CNN gibi yayınlarda canlandı.
Gerçekten de ABD’de ekonomik göstergeler iyiye doğru işaret ediyor ama seçmenin gözünde Başkan Biden’ın konumu iyileşmiyor. Bu sırada, Türkiye’de çok derin bir ekonomik kriz var, yoksulluk hızla arıyor, orta sınıf hızla “aşağı düşüyor”, neoliberal Ayetullahların çözüm önerilerinin kötüyü daha kötü yapacağını halk görüyor ama 20 yıldır ülkeyi yöneten AKP’nin seçmenden aldığı destek yüzde 30+’larda oturmuş, yerinden kıpırdamıyor.
Bir Financial Times yorumuna göre ABD’de “yeni kural” artık, “Ekonomi değil, aptal!” (John Burn-Murdoch, 22/03). ABD’de ve Türkiye’de ekonomik toparlanma veya açlık, yoksulluk seçmenin belli bir kesiminin düşüncesini etkilemiyor. O zaman soralım: “Ekonomi değilse ne?”
‘Ekonomi değilse ne?’
Olgular anlamlarını ancak bir “anlamlar sistemi” (daha teorik bir ifadeyle bir “hakikat rejimi”) içinde kazanırlar. Amerika’da, Türkiye’de, belli bir ekonomik olgu, toplumun farklı kesimlerince farklı anlamlandırılıyorsa bu kesimlerin farklı “anlam sistemleri” (hakikat rejimleri) içinde düşündükleri sonucunu çıkarmak gerekir: Birbiriyle uyuşmayan iki “kültür” farklı talepler, beklentiler zemininde toplumu ikiye bölmüştür diyebiliriz. Buna karşılık, henüz kutuplaşmamış, siyaseti çok parçalı Avrupa ülkelerinde, seçmenin ekonominin durumuna ilişkin algısıyla hükümete karşı tutumu arasında hâlâ belirgin bir pozitif korelasyon görülüyor (FT, agy).
Karşımızda ilginç bir simetri var: ABD’de ekonomi olumlu sinyaller verirken Biden’ı suçlamaya devam eden, Türkiye’de derin ekonomik krize karşın, bu ekonomiyi bu hale getiren yönetimi desteklemeye devam eden seçmen kesimleri birbirine çok benziyor: ABD’de ve Türkiye’de bu tür seçmenin büyük bir kısmı dini “hakikat rejimi” içinde düşünüyor, yaşıyor.
ABD’de bu tür seçmen, yabancı (Müslümanlar, Yahudiler, “Lationo”lar gibi) düşmanlığı, kadın hakları, LGBTQ hakları, doğum kontrolü, silah merakı, şiddet eğilimi gibi konularda tercihlerini kökten dinci Hıristiyanlık temelinde şekillenmiş bir “hakikat rejimi” içinde yapıyor. Türkiye’de de söz konusu ettiğim seçmen de tercihlerini, kökten dinci bir Sünni Müslümanlık temelinde şekillenmiş bir “hakikat rejimi” içinde yapıyor. Türkiye özelinde bu hakikat rejimi, ek olarak beden estetiği (kılık, kıyafet, sakal saç), zaman ve mekân kullanımı/denetimi üzerinden bir “biyopolitik” de dayatıyor.
Türkiye’de muhalefet değil ama rejim, bizim yaklaşık 20 yıldır vurguladığımız bu gerçeğin farkında. O güvenle ülke kaynaklarını talan etmeye devam ediyor. Neoliberalizmin ayetullahları, ekonomide çok daha büyük yıkımlar pahasına, finans-kapitalin talepleri doğrultusunda, faizleri daha fazla yükseltmekten kamu harcamalarını kısmaktan, kaynakları talan etmeye gelecek uluslararası spekülatör sermayeye güven vermekten, rahatlıkla ve halk sınıflarının içine düşeceği zorlukları düşünmeye gerek duymadan söz edebiliyorlar. Bunlar “dinci hakikat rejiminin” egemenliğine güvenerek olası bir tepki riskinden de kaygılanmıyorlar.
Hem rejime hem de neoliberal awyetullahlara karşı, “ya bize dinsiz derlerse”, “ya bize illiberal/devletçi/ popülist filan derlerse” korkusuyla, dinci “hakikat rejimine”, liberalizme karşı kültürel mücadeleden kaçtıkça bu durumun içinden çıkılamaz.
/././
Moskova’ya terörist saldırının siyasi arka planı (Mehmet Ali Güller)
22 Mart’ta Moskova’da bir konser salonunu hedef alan ve 130’dan fazla insanın ölümüne yol açan terörist saldırı, Rusya’nın da merkezinde olduğu geniş coğrafyamızdaki güç ilişkileri açısından dikkat çekici.
O nedenle saldırının siyasi arka planını analiz etmeliyiz öncelikle...
ABD IŞİD’e, Rusya Ukrayna bağına işaret ediyor
Moskova’daki terörist saldırının ortasında, daha operasyon sürerken ABD’li yetkililerin “Saldırıya Ukrayna’nın ya da Ukraynalıların dahli olduğuna ilişkin bir emare yok” açıklaması yapması, fazlasıyla şüpheli.
Oysa Putin başta Rus yetkililer “Ukrayna bağı”na işaret ediyor, teröristlerin Ukrayna’ya geçme hazırlığındayken yakalandığının altını çiziyor.
Öte yandan saldırıyı IŞİD’in üstlenmesi meseleyi daha da ilginç kılıyor. ABD’nin “kullanışlı düşmanı” IŞİD, ağırlıklı olarak üç aydır “yeniden” sahnede: ABD’nin hedef aldığı ülkelerde; İran, Türkiye, Irak, Suriye ve Rusya’da saldırılar düzenliyor!
3 Ocak’ta İran’ı, 22 Mart’ta Rusya hedef alan kanlı saldırılar, yeri, büyüklüğü ve etkisi bakımından iki ülke için de ilkti. Bu iki takvim arasında, Irak, Suriye ve Türkiye’de de IŞİD eylemdeydi.
YPG devletçiği kaldıracı olarak IŞİD
Bölgenin son dönemdeki en önemli tartışma konularının başında, ABD’nin askeri varlığı sorunu geliyor. Rusya, İran ve Türkiye’nin oluşturduğu Astana Platformu’nun da ele aldığı konulardan biri bu.
İşte ABD’nin Irak ve Suriye’den çıkarılmasının gündeme geldiği, Iraklı yetkililerin “IŞİD bitti, topraklarımızda ABD’ye gerek yok” dediği ve “IŞİD karşıtı koalisyonun” varlığının müzakere edilmeye başlayacağı süreçte IŞİD ortaya çıktı ve üç aydır saldırılar düzenliyor.
IŞİD, 2014’ten itibaren ABD tarafından PYD/YPG’ye uluslararası meşruiyet sağlamanın aracı olarak değerlendirilmişti. “Kötü IŞİD’e karşı insanlığı savunan iyi PYD/YPG” teması Atlantik medyasında ince ince işlendi. Böylece Suriye’nin kuzeyinde bir PYD/YPG devleti yolunun taşları döşenmiş oldu.
Ancak ABD’nin Irak’tan çekilmesi demek, Suriye’den de çekilmeye mecbur kalması demekti. ABD’nin Suriye’den çekilmesi ise PYD/YPG devleti inşa sürecinin çökmesi demekti.
İşte IŞİD’in tam da bu süreçte, ABD’nin bölgedeki varlığını sürdürmesine gerekçe üretecek şekilde yeniden aktif olması, elbette onun “kullanışlı düşman” olma özelliğiyle ilgiliydi.
Ukrayna cephesine özel savaş ihracı
Meselenin Ukrayna cephesi boyutu da önemli. ABD’nin daha çatışmanın ortasında parmağıyla IŞİD’i gösteren tutumu karşısında, Rus yetkililerin “Ukrayna bağı”na dikkat çekmesi önemli. Önümüzdeki günlerde netleşecektir.
Bu boyut konusunda bir siyasi arka plan analizinde altını çizebileceğimiz iki unsur var:
1) “Nuland’ın isrifası”nı ele aldığım 22 Mart tarihli son yazımda anımsatmıştım. Kiev’i son olarak 31 Ocak’ta ziyaret eden ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı ve Ukrayna operatörü Nuland, buradan Putin’e “savaş alanında güzel sürprizler” sözü vermişti!
2) “Ukrayna’ya özel savaş ihracı” başlıklı 2 Mart tarihli yazımda iki olasılığı incelemiştim: “ABD ve İngiltere nasıl ‘uzun savaş’ sürdürecek? Ya Ukrayna’ya ‘savaşacak asker’ gönderecekler ya da Ukrayna’ya ‘özel savaş’ ihraç edecekler.”
Kısacası, Orta Asya’dan Ukrayna’ya, Irak ve Suriye’den Karadeniz’e, geniş coğrafyamızda çok boyutlu bir güç mücadelesi sürmektedir; sadece faile işaret eden parmaklara bakmak aldatıcı olabilir, o nedenle geniş siyasi arka plana bakılmalıdır.
/././
Erdoğan ekonomiyi neden çökertti? İki kötümser yanıt (Orhan Bursalı)
Bir bilmecem var çocuklar, diye başlar masal... Şimdi o masalın içindeyiz. Evet madem faizler enflasyonun nedeniydi, yani yüksek faiz enflasyona yol açıyordu, şimdi “baş ekonomist” RTE faizleri neden yüzde 50’ye yükseltti? Soran yok.
2023’ün şubatında faizi yüzde 8.5’e indirirken o tarihte TÜİK’in yalancı rakamı bile enflasyonu yüzde 55.18’i gösteriyor, ENAG ise enflasyon yüzde 126.91 diye bas bas bağırıyordu.
Bir ekonomi bilmezlik miydi, yoksa bir inanç mıydı, yoksa dünya ekonomi tarihine yeni bir model hediye edebilecekleri sanrısı mıydı? Bütün uşak medyası alkış tutuyordu (şimdi de faiz yüzde 50’ye alkış tutuyorlar!)
Yüzde 8.5 faiz indirimi, ekonomiyi mezara götüren tabuta çakılan son çivi oldu. Bugün yaşadıklarımızın hepsinin başlangıç tarihi...
Faizi bugün yüzde 50’ye çıkartması, tüm yoksulluğun, çöküşün nedeni benim itirafıdır.
Okurum, işadamı T.A. üşenmemiş, çöküşün ekonomik kronolojisini yazıp göndermiş.
SON DOĞRUCU DAVUT
Naci Ağbal’dı, MB başkanı olarak faizi, 19.03.2021’de 19’a çıkararak yıllık tüketici enflasyonunu 16’larda tutmaya çalıştı. Tabii faizi yükseltmek ne demek, hemen görevden alındı ve yerine doğrudan Saray’ın emir ve talimatlarını uygulayacak Şahap Kavcıoğlu’nu getirmesiyle büyük savrulma veya fırtınalı denizlerde gördüğümüz hortumlama başladı.
Şahap Kavcıoğlu gösterge faizini 19’dan düşürmeye başladı.
Faiz Tüketici enflasyonu; yıllık
Bu dönemde doların yükselişini dizginlemek için kur korumalı mevduat ucube sistemiyle Hazine’den 1 trilyonluk yük getirildi. Para babalarının hesaplarına aktarıldı.
SON ÇARK
Genel seçimlerde hemen sonra baş ekonomistimiz, içinden yaaa böyle değilmiş olay, veya yeter zenginlik devretme diyerek Mehmet Şimşek Hazine ve maliye bakanı, Hafize Gaye Erkan da 9 Haziran’da Merkez Bankası başkanı yapıldı.
RTE’nin NAS NAS dediği faizler artırılarak enflasyon yakalanmaya çalışıldı. Önce yüzde 8.5 yüzde 15, sonra yüzde 30, atlayarak 40, 45 ve geçen hafta yüzde 50 ilan edildi. Şubatta faiz yüzde 45 iken TÜİK’in enflasyonu 67.07 ENAG’ın ise yüzde 122 idi.
Faiz enflasyonu yakalamaya çalışıyor ama ENAG enflasyonu hâlâ iki kat.
Fakat tüm bunlar bir bilmecem var çocuklar sorusunun yanıtını vermiyor.
RTE ve çevresindeki adamları neden faizi indirirsek enflasyonu da indiririz, düşüncesine saplandılar, hesapları neydi?
EN İYİMSER YANIT:
Faizi iyice düşürürsek, ucuz para ile yatırımlar patlar, ekonomi iyice canlanır, mal bollaşır, enflasyon da dizginlenir.
Evet ekonomiyi öldürmediler ama pahalılıkla milleti süründürdüler. Bir kısım iyice zengin olurken eşitsizlik ve yoksulluk tepe yaptı. Yatırım? Kimse ekonominin çarklarının tersine çalıştırıldığı bir dönemde olayın ne zaman patlayacağını göremeyeceği ve okkanın altına gideceğini gördüğü için yatırım matırım hak getire. Tam tersine, birileri milyarların nasıl yurtdışına taşındığını, kasalara kilitlendiğini gösterebilse. Hesap kitap işi!
KÖTÜMSER YANIT 1:
İktidar zenginini daha zengin yapmak ve halkın varını yoğunu enflasyona yedirerek sınıfsal bir zenginlik değişimini gerçekleştirmek. Bunun en büyük kanıtı belirli bir orta sınıfın yok olması ve yaşam kalitesinin asgari ücretle neredeyse denkleşmesidir.
KÖTÜMSER YANIT 2:
İktidara bağımlı, vereceği sadakalara bakan, verirse yine devlet/AKP iktidarı verir, biraz daha yalvaralım düşüncesinde çok daha büyük bir seçmen kitlesi yaratmak. Cehalet ve birikiminin, ideolojik/dinsel sarmalın hapsettiği kitlenin varlığı bir sanı değil, sosyolojik gerçektir.
Yerel seçimleri tüm bunları kısmen test edecek sonuçlar üretecektir.
Acaba meydanlarda bu gerçeği dile getirmek çok mu zor, bilmiyorum. Nasıl anlatırız sıkıntısı yaşıyor olabilirler.
(Cumhuriyet)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder