8 Mart 2024 Cuma

Cumhuriyet KÖŞEBAŞI - 8 MART 2024 -

 

FETÖ’ye oy veren 6 bin 323 hâkim ve savcı şimdi nerede? (Barış Pehlivan)

Mademki gazeteciliğin olmazsa olmazı fikri takip...

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sessiz kalmamız mümkün değil" dediği Danıştay kararını tartışmalıyız. Sahi, HSK tarafından ihraç edilen çok sayıda yargı mensubunun göreve iade edilmesi ne anlama geliyordu?

Bir bilene, TSK'de yıllar önce FETÖ soruşturması başlatan askeri hakim Ahmet Zeki Üçok'a sordum.

Bakın, Üçok rakam rakam hangi gerçekleri hatırlattı...

-Danıştay’ın FETÖ iltisakı nedeniyle ihraç edilen 435 hâkim ve savcıyı görevlerine iade etmesi ve eski ÖSYM Başkanı Ali Demir’in FETÖ üyeliği suçundan beraat etmesiyle tartışma yaşanıyor. Sizin bakışınız ne bu yaşananlara? 

15 Temmuz sonrası başta TSK olmak üzere yargıda, Emniyet’te ve birçok kamu kurumunda FETÖ temizliği yapıldı. Ancak hepimizin malumu olan, AKP’li birçok üst düzey yöneticisinin, teşkilat mensuplarının, onların çocuklarının, damatlarının ve akrabalarının bu terör örgütü ile olan ilişkileri maalesef FETÖ ile mücadelenin başarılı olmasını engelledi. Bakan onayı ile kamu görevinden uzaklaştırma yetkisi veren KHK’nin süresinin 31 Temmuz 2022’de sona ermesiyle de FETÖ ile mücadele resmi olarak sona erdi.

-Özellikle 2010’da yapılan seçimlerle Fethullahçıların HSYK’yi ele geçirmesi Türk yargısında büyük bir dönüşüme neden oldu. Balyoz’dan Ergenekon’a, Askeri Casusluk’tan Kozmik Oda’ya kadar kumpas davaları ile binlerce kişi hukuksuz olarak bu HSYK’nin atadığı hâkim ve savcılar tarafından hapse atıldı, görevlerinden alındı. Kanaatimce FETÖ yargısının hüküm sürdüğü 2010-2014 yılları arası Türk hukuk tarihinin en karanlık dönemi oldu.

Haklısınız. Türk adalet sistemi dört yıllık süreçte hukuk tarihinin en karanlık, en hukuksuz günlerini FETÖ güdümlü bu HSYK döneminde yaşadı. 2010 yılında 10 bin 739 olan hâkim savcı sayısı, bu heyetin görev yaptığı dört yıllık süreçte neredeyse tamamı FETÖ ile iltisaklı 4 bin 273 kişi alınarak 15 bin 12’ye çıkarıldı. Keza Yargıtay’da 107 yeni üyelik kazandılar. Böylece Türk yargısı adeta FETÖ yargısına dönüşmüştü.

-Sadece yargı değil TSK, Emniyet, üniversiteler yani neredeyse tüm kamu kurumları FETÖ’nün kontrolüne geçmiş; uluslararası ilişkilerden tutun da ticari hayata kadar Fethullahçıların etkili olmadığı hiçbir alan kalmamıştı.

Ne yazık ki o günler çabuk unutuldu. Danıştay’ın kararı olmasaydı kimse FETÖ’yü hatırlamayacaktı. Toplum, medya sanki o günler hiç yaşanmamış gibi duyarsız ve FETÖ’nün yeniden yapılanmasına sessiz. Unutmamak lazım; Türk yargı sistemindeki karanlık gidişi gören diğerleri, yani FETÖ üyelerinin dışında kalan sosyal demokratlar, Ülkücüler, muhafazakârlar, dindarlar hepsi bir araya gelerek “Yargıda Birlik Platformu” adı altında toplandı. Sonunda da 2014’te yapılan HSYK seçimlerini kıl payı kazandılar. 

 

 

‘O 2 binden fazla hâkim ve savcı halen Türk yargısında’

-Bu seçim sonuçları ile bugünkü durum arasında nasıl bir ilişki kuruyorsunuz?

HSYK’nin açıkladığı resmi seçim sonuçlarına göre durum şu: 12 Ekim 2014 HSYK seçimlerinde oy kullanan 373 Yargıtay üyesinin 196’sı, 151 Danıştay üyesinin 73’ü, 11 bin 618 adli yargı üyesinin 5 bin 319’u ve 1147 idari yargı üyesinin 735’i olmak üzere toplam oy kullanan 13 bin 289 yargı mensubunun yüzde 47.58’i, yani 6 bin 323 hâkim ve savcı FETÖ adaylarına oy verdi.

-Peki, Fethullahçılara oy veren o 6 bin 323 hâkim ve savcı şimdi nerede?

Bu hâkim ve savcıların 4 bin 102’si FETÖ iltisakı nedeniyle ihraç edildi.

-Ya geriye kalanlar?

FETÖ’ye oy veren 196 Yargıtay üyesinden 133’ü ihraç edildi, 63’ü halen Yargıtay’da görev yapıyor. Herkesin konuştuğu Danıştay’da FETÖ’cü adaya oy veren 73 üyeden 43’ü ihraç edildi, 30 üye görevlerine devam ediyor. Adli yargıda FETÖ’ye oy veren 5 bin 319 kişiden 3 bin 236’sı ihraç edildi ancak 2 bin 83’ü adliyelerde hâkim ve savcı olarak görevlerine devam ediyor. İdari yargıda ise FETÖ’cü adaylara oy veren 735 kişinin 690’ı ihraç edildi, 45’i halen görevde.

-Kuşku yok ki Fethullahçı adaylara oy vermiş olmaları onların FETÖ’cü olduğunu göstermez.

Ben kimseye FETÖ’cü demiyorum. Türk yargısının ölüm kalım mücadelesi olan 2014 HSYK seçimlerinde FETÖ’nün adaylarına oy veren 2 binden fazla hâkim ve savcının Türk yargısında halen fiilen görev yapmaya devam ettiklerini söylüyorum. Zaten şimdi baksanız bunların çoğu renklenmişlerdir. Menzilci, Süleymancı, Hakyolcu, Nurcu vb. olmuşlardır.

-Renklenmeyi kısaca açıklasanız...

FETÖ’cüler kendilerini gizlemek için çeşitli kisvelere bürünür. Sosyal demokrat da olurlar, Atatürkçüden daha Atatürkçü de... Tarikatlara karışıp en derin Menzilci, Süleymancı olurlar. İşte buna renklenme denir. Bukalemun gibi, girdiği yerin rengine bürünürler.

-Sizce son günlerde yargının içerisindeki çekişmelerde bu durum etkili midir?

Bence Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay arasındaki çatışmaya bu gözle bakıldığında süreçleri bilenler farklı sonuçlar çıkarabilir.

-Nasıl yani?

ByLock, Bank Asya, ankesör delilleri ile ilgili alınan kararların nasıl yok sayıldığına bir bakın. 15 Temmuz öncesi FETÖ’cülere sınav sorularının verildiği herkes tarafından bilinirken, bu hususta kesinleşmiş mahkeme kararları varken, dönemin ÖSYM başkanı olan Ali Demir FETÖ üyeliğinden beraat ediyor. Bazı acımasız FETÖ üyelerinin nasıl tahliye edildiklerini inceleyin. Bir de bu kararları, HSYK’nin FETÖ’cü adaylarına oy veren adli yargının içerisinde bulunan 2 binden fazla hâkim ve savcıyla birlikte değerlendirin. Birçok çatışmanın nedenini anlayacaksınız.

Helal mi haram mı? (Özdemir İnce)

Mümtaz, ferasetli, hak sever, merhametli, dürendiş (akıllı, uzak görüşlü) ama madrabaz, cambaz halkımızın vaziyetinin durumu, amelleri (amacı gerçekleştirmek için yapılan işler) ve emellleri beni çok kaygılandırıyor ve karamsar yapıyor. Yaptıkları ama kötü olduğundan kuşkulandıkları işlerin varsa cezasını bir avukata sormak yerine Diyanet TV’de Diyanet İşleri Başkanlığı Yüksek Kurulu’na soruyorlar. Bu acayip işler sanki AKP iktidara geldiğinden beri kullanışlı oldu. Bir örnek verelim:

Dindar ve sıkı ahlak sahibi bir vatandaş, Diyanet TV’de yayımlanan “Diyanet’e Soralım” programına, AKP saltanatı döneminde pek revaçta olan torpille işe girmek hususunda bir soru yöneltmiş ve DİB Din İşleri Yüksek Kurulu üyesi bir zat şöyle cevap vermiş:

“Bir kişinin hak etmediği işe girmesi, o şekilde girmesi kul hakkıdır, vebaldir, mesuliyeti vardır, başkalarının haklarını gasp etmek vardır. O şekilde işe girmesi kimsenin tasvip edeceği bir şey değil, hoş değil. Fakat girdikten sonra emek verdi, bir mesai harcadı ve onun karşılığında da bir kazanç elde etti. Onu ayrı tutmak lazım. Yani işe girdikten sonra elde edeceğimiz kazanç, tamamen meşrudur. Emeğimizin karşılığıdır. Yapılan iş de meşrudur. Oradan elde edilen kazancın, işe girme sebebimizle ayırt etmemiz lazım. Farklı tutmamız lazım. Yani elde edilen kazanç helaldir.”

Sınavlarda kopya çekerek başarılı olan vicdan sahibi bir gencimiz, yaptığı işten dolayı vicdan azabı çektiği için aynı programa bu hususta soru sormuş: “Üniversitede bazı sınavlarda kopya çektim ve mezun oldum. Acaba mesleğimi yaptığımda kazandığım maaşa bir sıkıntı, halel gelir mi?”

Soruyu yanıtlayan ulema zat şöyle buyurmuş:

“Kopya çekmek, hak etmediğimiz bir şeyi elde etmeye çalışmaktır, bir bakıma hak gaspıdır ve hırsızlıktır. Bunu tasvip etmek, takdir etmek mümkün mü? Vicdanlı hiç kimse bunu kabul edemez. Dolayısıyla kopya çekmeyi teşvik etmek, bunun üzerinde maddi manevi hatta belli bir makamı, mevkiyi, konumu elde etmek, o hırsızlığın basamaklarını aşarak elde edilmiş bir sonuçtur. Yapılan iş haksız bir kazanımdır. Fakat bunun üzerine bir iş bulunmuş ve iş neticesinde de bir mesai sarf ederek elde edilmiş kazanç, haram olarak değerlendirilemez. O ayrı bir şey. Karıştırmamak lazım. Yapılan iş yanlıştır fakat yaptığımız işin karşılığında emek vererek aldığımız maaş helaldir.”

Torpille işe giren yurttaşın ve sınavlarda kopya çeken delikanlının durumlarını değerlendiren ulema zat, yapılan işin yasa açısından suç, İslam açısından haram olduğunu bile bile bu sayede elde edilen kazancın helal olduğunu söylemekte. Bu durumda bize de bir yorum yapmak düşüyor: Bir yöntem suç ya da haram olabilir yeter ki (kendince) yararlı (?) bir sonuç versin.

Suça karşı hoşgörülü bu kafa yapısının yasal olmayan bu işleri AKP saltanatı döneminde deterjanlı bir eylem haline geldi. Bundan cesaret alarak ve örnek sayıp anonim bir ulema zata iki soru yöneltmek istiyorum:

Hocam seçimlerde rakiplerini ve seçmenleri tehdit etmek helal midir?

Halk da iyidir ama cahildir. Ancak bu cehalet münevverin dediği cehalet değildir, bir başka cehalettir. Bu halk dinini bilmez. Kendi menfaatine asidir. Bilmez. Kendi aleyhine mi, tersine mi bilemez. O zaman ne yapacaksın?

“Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir” atasözündeki gibi önce nazikçe öğüt verilir, eğer bu öğüt işe yaramazsa daha sert bir uyarı yapılması gerektir. Kendi iyiliği bilmez adam. Para kimdeyse onun yanında olacaksın. Züğürdün yanında ne işin var? Züğürdün biti kanlansın diye ona neden arka çıksın? O hesap, seçimde tehdit iyi niyetli ve yol gösterici olup günah, haram değildir.

Hocam yönetimde partizanlık etmek haram mıdır?

Saban nedir? Toprağı süren, toprakta karıklar açan, onu altüst eden alettir. Eskiden iki öküz çekerdi sabanı ama iki öküzün de ortak huylu olması lazımdır; biri çeker, biri kendi kafasına giderse olur mu, olamaz. Teşbihte hata olmaz, iki öküzün de aynı partiden olması iyidir. Bu sebeple de koalisyon kötüdür. Biri çeker, biri çekmez. Ama artık traktör var. Var ama bir de süreni var. O zaman sürücü derdi çıkar. Çıkar mı? Çıkar! İşte o zaman da sürücü senden olacak. Partizanlık bu manada haram değildir.

Gün gelecek bu tiksindirici eril şov bitecek! (Zülal Kalkandelen)

Bugün yine tarihin en sahte şovlarından biri sahnelenecek. Kadın katillerinin cezalarında “iyi hal” bahanesiyle indirim yapanlar, tecavüzcüleri serbest bırakanlar, kadına saygıdan söz edecek.

Türkiye’nin kadını şiddete karşı koruyan en etkili uluslararası sözleşmeden bir kişinin imzasıyla bir gecede çekilmesine seyirci kalanlar, kadına şiddete karşı olduklarını duyuracak.

İktidarda oldukları süre boyunca kadın haklarında büyük bir gerilemeye yol açan AKP’liler sosyal medya hesaplarından kadına olan “sevgi ve saygılarını” anlatan paylaşımlar yapacak.

İktidarda olmasalar da kendi örgütlerinde kadınları siyasette bir süs gibi geri planda tutan siyasetçiler de kadına eşitlikten söz edecek.

AKP'li Cumhurbaşanı, 27 Nisan 1985’te Milli Gazete’ye verdiği röportajda, “Kadının yeri evidir. Oy kullanmanın dışında hiçbir siyasal katılma göstermemelidir. Türkiye’nin bu anarşik ortama gelmesinin nedeni, kadının evden dışarı çıkması, şefkat ve sevgiden mahrum terörist gençliğin yetişmesine neden olmuştur” dememiş gibi, Gezi’de sokağa çıkan kadınları “sürtük” diye nitelememiş gibi, “Kadın erkek eşitliği fıtrata ters” dememiş gibi, 8 Mart mesajında, “Kadınlara hak ettiği değeri vermek; inancımızın, kültürümüzün, medeniyetimizin, anayasa ve yasalarımızın bize emridir” diyecek.

***

Cumhuriyet Devrimi’nin tüm kazanımlarını yerle bir etmeyi amaçlayan gericiler, laik hukukun simgesi Medeni Kanun’u değiştirmeyi hedeflemiyormuş gibi, kadın hakları konusunda konuşup rol yapacak.

Türkiye Kadın Milli Voleybol Takımımızdaki oyunculara “baldırı çıplak” diyerek cinsiyetçi hakaretlerde bulunan Diyanet hukuk müşaviri, halkın ödediği vergilerle oluşan bütçeden maaş almaya devam edecek.

Toplumun hemen her alanında yönetimi kadınlara bırakmamak için kıyasıya yarışanlar, kadınlara ne kadar değer verdiklerini anlatacak.

Kadınların toplum içinde attığı kahkahaya, mini eteğine “ahlaksızlık” diyen din tacirleri, halkın parasını çalıp çırpmayı, hak yemeyi, iftira atmayı, yalan söylemeyi sürdürecek.

Çocukların bacağından, annesinin dizinden tahrik olan onursuzlar, toplumun ahlak bekçiliğine devam edecek.

Kadınları evde sigortasız çalıştırarak sömürenler, bugün sosyal medyada “Çiçeğimizsiniz” diyerek kadınlara olan “sevgisini” gösterecek.

Dört beş erkeğin konuk olduğu TV programlarına tepki gelmesin diye arada bir kadın çağırıp kendince eşitlik sağladığını düşünenler, kadınların öneminden bahsedecek. Mesleğinde başarılı bir kadından “ünlü birinin eşi” olarak söz eden medya çalışanları, yayınlarında kadın haklarını savunduklarını iddia edecek.

Erkeklerin konuşup yönettiği bu ülkede seslerini duyurmak için her yıl sokağa çıkan kadınlar yine şiddet görecek, gazlanacak

Dünyanın birçok yerinde kadınlar sokaklarda barış içinde dans edip geleneksel yürüyüşü gerçekleştirirken, AKP Türkiye’sinde kadınlar yerlerde sürüklenecek.

Bütün bunlar kadının hak ettiği şekilde toplumsal hayatta ön plana çıkmasını sağlayan Cumhuriyet Devrimi’nin gerçekleştiği ülkemizde yaşanacak.

Ancak bütün bunlar olurken kadınlar da seslerini yükseltmeye devam edecek. Zulüm arttıkça çıkan ses de yükselecek. Büyük bir Kadın Devrimi’nin yolunu açan, gururla andığımız laik Cumhuriyetin 100 yıl önceki kazanımlarını geri almalarına izin verilmeyecek.

Evde, işte, sokakta, her yerde kadınların sesi yükselecek. O ses, yalnızca 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde değil, her gün yükselecek.

Ve emin olun, gün gelecek bu tiksindirici eril şov sona erecek!

(Cumhuriyet)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder