17 Mart 2024 Pazar

Evrensel GÜNDEM - 17 MART 2024 -

 Yoksullaştır ve yardıma muhtaç et! (Nuray Sancar)

                                                                                                                                                      Fotoğraf: Cem Öksüz/AA

Cumhurbaşkanı Erdoğan geçtiğimiz ay Hatay’da konuşurken ‘Merkezi yönetimle yerel yönetim el ele vermezse, dayanışma halinde olmazsa o şehre herhangi bir şey gelmez. Hatay’a geldi mi? Şu anda Hatay garip kaldı, mahzun kaldı. Şu anda Hatay’daki mevcut yerel yönetim maalesef şu deprem olayından sonra ‘Bad-el harab-ül Basra’ oldu’ demişti. 11 kentte milyonlarca insanı etkileyen felaketten bir yıl sonra yaraların sarılması ve kentlerin yeniden inşa edilmesi için devletin yapması gerekenleri oy şartına ve şantajına bağlıyordu.

Aslında her seçim döneminde bu tür şantajlar yapılıyor. Ama bu seferki öncekileri katlayan cinsten oldu. İnsanların bir yıldır çadır ve konteynerlerde kaldığı, vadedilen konutların çok azının yapıldığı ortadayken bu sözleri söylenebilmesini kolaylaştıran koşullar AKP’nin 22 yıllık iktidarı tarafından yaratılmıştır. Bu süre zarfında devletin, kendisini kimi sosyal hizmetlerden sorumlu gördüğü müktesebat adım adım tasfiye edildi. Ancak AKP’nin geçmişten bir miras aldığını da unutmamak gerekir. Erdoğan rejiminin yaptığı, 12 Eylül rejiminin devamındaki düzenlemelerin üstüne kat çıkmak oldu.

1986 yılında, Özal’ın ANAP’ı iktidardayken ‘Fak Fuk Fon’un Mecliste yoğun tartışmalara rağmen kabul edilmesi önemli bir başlangıçtır. ‘Fak Fuk Fon’, fakir fukara diye anılan yoksullara resmi bütçe dışındaki kaynaklardan Sosyal Yardım ve Destekleme Fonu olarak tanımlanmıştı. Fonun geliri de çeşitli tüketim vergileri biçiminde vatandaştan sağlanacaktı. Fak Fuk Fon macerası biriken paranın bir süre sonra yoksul ve kimsesiz insanlara değil sermayeye kaynak olarak aktarıldığının ortaya çıkmasıyla dağıldı.

Sosyal yardım kavramının gündeme gelmesi özelleştirmeler, düşük ücret politikası, emeklilik yaşının yükseltilmesi, sosyal hizmetler bakımından devlet harcamalarının kısılması gibi emekçileri köşeye sıkıştıran neoliberal kapitalizmin bir kazığıdır ve ‘Türk tipi’ ya da yerli-millileştirilerek uyarlanmıştır. Finans kurumları ve tekeller devletin sırtında yük olan sosyal politikaların terk edilmesini ve toplumsal dayanışmanın sivil topluma havale edilmesini ya da devlet dışı kaynaklar oluşturarak desteklenmesini dayatırken bunun yerli biçiminde, nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman olan, devleti Osmanlı kurumlarının geleneğine sahip bir ülkede adı geçen ‘sivil toplum’ vakıflar, fonlar, cemaatler ve nihayet AKP’nin yerel örgütleriyle belediyeleri olarak belirlendi. Yani devlet ‘sivil’liği de kimseye bırakmaya niyetli değildi. Bu süreçte işçi ve emekçilerin kazanımı olan dayanışma kurumları; sigorta ve emeklilik sistemleri yavaş yavaş bozuşturuldu. Buna karşı çıkabilecek sendikal örgütlerle sol birikim tasfiye edilmeye çalışıldı.

KOLİ KOLİ YARDIM

22 yıldır hemen hemen her yıl yapılan seçimlerden sonra AKP’nin seçimleri kazanmasının başlıca nedeni olarak halka dağıttığı yardımlara vurgu yapılır. Tek sebep bu değildir ama iktidar partisinin yerelden başlayarak kurduğu örgütlenme ağının başlıca harcının bu yardımlar olduğu da bir gerçektir. Halka kömürden, bakliyata, beyaz eşyadan temizlik malzemelerine kadar akla ne gelirse her şeyin dağıtıldığı, birçok yoksulun Yeşil Kart sahibi yapıldığı bu sistem oy karşılığında yardımların süreceği vaadiyle hayatta kalabildi.

Emek Partisi İl Başkanı Sema Barbaros’un mayıs 2023 seçimlerinden kısa bir süre önce saha çalışmalarından aktardıkları dikkate değerdir: “Devletten sosyal yardım alan kadınlar, seçim sürecinde AKP tarafından isimlerine ve adreslerine ulaşıldığını ve kendilerine aba altından sopa gösterildiğini iddia ediyor: ‘Bizim kaydımız her yerde var. Bize ulaşmak isteyen çok kolay ulaşıyormuş bunu anladık. AKP Kadın Kolları başkanı, kapı kapı dolaşarak, hatta bazılarımızı telefonla arayarak, konum isteyerek bir çalışma yürütüyor. Hem oy istiyor hem de ‘Yardımın kesilmesini istemiyorsan dediğimiz yere oy vereceksin’ diye mesajlar veriyor. Üstüne yetmiyor, bazı kadınlar oy vermez belki diye düşündüğünden, ‘Oyunun fotoğrafını çekip atacaksın’ diyor.”

Hakların tasfiyesine eşlik eden yardımların iktidar partisinin lütfuna dönüşmesi, yoksul seçmenlerin konsolidasyonunda kullanılması mevcut iktidarın alameti farikasıdır.

Giderek cemaatler, tarikatlar ve eşe dosta kurdurulan vakıflar da sivil toplum kümesine dahil edildiler. Fitre, zekat, kurban derisi, yoksula yardım gibi İslam dininin şerhleri arasında olan dayanışma biçimleri bu tür oluşumlar tarafından toplanmaya başladı. Bu sözde sivil ağ tek tek bireylerin alicenaplığını da kışkırtıyor ve yoksullar giderek daha fazla yardıma bağımlı hale getiriliyorlar. Askıda ekmek gibi uygulamalar, devletin bakmayı reddettiği SMA’lı çocuklar için kurulan kampanya stantları sosyal politikayı bireylerin vicdanına yüklemiş durumda.

AKP bir yandan kıdem tazminatına göz dikmişken, yaygınlaşan işsizlik karşısında da bir parmak bal olsun diye İşsizlik Fonu gibi merkezi fonlar da kurdu ancak buralarda biriken dolaylı vergiler ve kesintiler beşli çete ve benzerlerine sermaye desteği olarak aktarıldı. Depremden hemen sonra televizyondan naklen yayımlanan bağış parodisi ile toplanan milyonlarca liranın nereye gittiği belli değil. Ama toplumsal dayanışmayla toplanan yardımların devlet yardımıymış gibi dağıtıldığı, Kızılay’ın elindeki çadırları depremzedelere parayla sattığı da ortaya çıkmışken o paranın nerelerde kaybolduğunu tahmin etmek zor değil.  

SADAKA CUMHURİYETİ

Yardım artık bedelini halkın bir şekilde ödediği ‘sosyal politika’ taklidi haline gelmiş durumda. 2019 seçimlerinden itibaren büyükşehirlerin belediyelerini kazanan ana muhalefet partisi de bundan geri kalmıyor ve iktidardaki rakibiyle rekabet ediyor. Bundan 10 yıl önce 2012’de AKP’nin ‘alnımızın akıyla 9.5 yıl’ raporunda, ‘2 milyon aileye kömür dağıttık. 0-6 yaş grubundaki dar gelirli aile çocuklarının aşı ve doktor kontrolüne götürülmesi için annelere maddi destek sağladık. İhtiyaç sahibi vatandaşlarımıza 1 milyar lirayı aşan ayni ve maddi destek verdik. Doğumunu hastanede yapan dar gelirli kadınlarımızı, şehirde misafir ettik ve kendilerine nakdi ödeme yaptık. 973 Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfından, her ders yılı başında, dar gelirli aile çocuklarına giyim ve kırtasiye malzemesi temin edilmesi için 700 milyon liralık kaynak aktardık…’ açıklamaları yer alırken bugün İBB’nin sitesinde yardım alacakların sosyalyardim.ibb.gov.tr adresine giriş yapmaları öneriliyor. Yardımlar da sosyal destek kartı, eşya desteği, tersine göç desteği, süt desteği, bebe bisküvi desteği, halk ekmek desteği, askıda fatura, anne bebek destek paketi, eğitim destek paketi, tablet desteği, yeni doğan desteği gibi başlıklarla listeleniyor. İzmir Büyük Şehir Belediyesi ise ‘Nakdi eksikliklerden dolayı zorluk çeken öğrencilerle su ve doğal gaz faturalarını ödeyemeyen ihtiyaç sahiplerini HAYIRSEVERLERLE buluşturuyoruz’ duyurularını yapıyor.

Çünkü lütuf ve sadaka bir devlet politikası. Bir zamanlar hak olarak tanınan her şey için halktan el açması oyunu rehin bırakması bekleniyor. Yoksul halk yardım politikalarının kapsama alanı dışında kalmamak için korku, şantaj ve tehdit siyasetine boyun eğmek zorunda bırakılıyor. Belki çoluk çocuk iş bulabilir, belki bazı önceliklerim olur, ne kadar nedamet edersem o kadar yolumu bulurum aklının da inşa edildiği bir zemin bu. Seçimler ise devletin emekçilere güvenceli ve insanca bir yaşam sağlaması için yüklenmesi gereken sorumluluğu unutturmak için partiler arasında bir yarışa, rekabete dönüşmüş durumda.

Kısacası devlet politikası olarak yardım, karşılığının itaatla ödendiği bir kuşatma, yoksulluğu ve işsizliği her gün üreten kapitalizmin yeni bir tür şiddeti haline gelmiştir.

                                                            /././

Sadaka çarkı / Türkiye’nin dörtte biri doğrudan yardıma muhtaç hale getirildi

                               Tarsus Kaymakamlığının yardım araçlarına Erdoğan’ın pankartı asıldı.

Zirvedeki gelir eşitsizliği, büyüyen yoksulluk topluma sadaka ilişkisi ve kültürünü dayatmak için fırsata dönüştürülüyor. Evrensel Pazar sosyal yardım adı altındaki muhtaçlık düzenine mercek tutuyor.

Türkiye, tarihinin en ağır gelir eşitsizliğini yaşarken, büyüyen yoksulluk topluma sadaka ilişkisi ve kültürünü dayatmak için fırsata dönüştürülüyor. Emek mücadelelerinin kazanımı olan sosyal devletin tasfiyesi, ‘sosyal yardım’ adı altında muhtaçlık düzenini hakim hale getirdi.

ÖZELLEŞTİRME, DÜŞÜK ÜCRET, MEZARDA EMEKLİLİK

Yaklaşan yerel seçimler nedeniyle ‘sosyal yardımlar’ yeniden gündemde. On yıllardır süren özelleştirmeler, düşük ücret politikası, emeklilik yaşının yükseltilmesi, bütçede sosyal hizmet harcamalarının kısılması, çok geniş kesimleri temel yaşam gereksinimleri için muhtaç hale getiriyor. Burada da devreye siyasal iktidar ve ortakları giriyor. Sosyal yardımlar, emekçilerin ehlileştirilmesinin ve düzenin meşruiyet kazanmasının aracına dönüşüyor.

DÖRT BUÇUK MİLYON AİLE YARDIMA MUHTAÇ

2000’li yıllar Türkiye’sinde sosyal yardım adı altındaki yoksulluk yönetiminin hacmi giderek arttı. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının 2022 verilerine göre kamu kurumları tarafından yapılan sosyal yardım harcaması 152 milyar liraya ulaştı. Ülke genelinde 4 buçuk milyona yakın hane yardıma muhtaç. Tarikatlar, dini vakıflar, hatta bazı kapitalistler, toplumdan çaldıklarının zerrelerini ‘hayırseverlik’ adı altında sadaka gibi dağıtıyor.

HALKIN PARASIYLA HALKA SİYASAL ŞANTAJ

Büyük bir sektöre dönüşen sosyal yardımlardaki artış “siyasi başarı” olarak sunuluyor. Seçimlerde ise yurttaşların siyasal iradesinin rehin alındığı bir şantaja dönüşüyor. Bir zamanlar kazanılmış olan haklar için halktan el açması, oyunu rehin bırakması bekleniyor. Bu çarkın hedefinde de öncelikle kadınlar var. Yardım ilişkisi kadınlar üzerinden kuruluyor. Sadaka düzeni ne yoksulluğa ne de kadınların yaşam koşullarının iyileştirilmesine çözüm oluyor.

                                                     /././

Harabe hayatlar değil, insan gibi yaşamak! (Hilal Tok)

Yardımlarla yoksulluğun çözülmediğini artık öğrendik. Gırla yardımı yapılıyor ama hâlâ aynı kişiler hatta daha fazlası yoksul. Kadınların güvenceli ve eşit olabileceği bir yaşam yardımlarla sağlanmaz.

2000’li yıllar Türkiye’sinde sosyal yardımların, sosyal politikalar içindeki payı giderek arttı. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının 2022 verilerine göre kamu kurumları tarafından yapılan sosyal yardım harcaması 151.9 milyar lira. Ülke genelinde toplam 4 milyon 419 bin 286 hane sosyal yardımlardan faydalandı. İktidar sosyal yardımlardaki artışı “başarı” gibi sunarak yardımlardan faydalanan kadınların oylarına talip oluyor. Buna karşın “lütuf” gibi sunulan sosyal yardımlardaki artış ne yoksulluğa ne de kadınların yaşam koşullarının iyileştirilmesine çözüm oluyor.

Her geçen gün eğitim ve sağlık başta olmak üzere kamu hizmetleri piyasalaşırken işsizlik ve yoksulluk artıyor. Kadınların istihdam içindeki oranı erkeklerin ancak yarısı kadar. Sosyal politikaları “yardım”a indirgeyen iktidar, her türlü politikayla kadını dört duvar arasına sıkıştıracak uygulamaları devreye sokuyor. Devletin sırtlanması gereken engelli ve yaşlı bakım yükünü “aylık” ödemesi ile kadınların üzerine yıkan ve kadını eve daha çok bağlayan iktidarın sosyal politikaları, yoksulluğun hafifleştirilmesinden ziyade “yönetilebilir” olmasını; kışkırtılan “minnet” duygusu ile siyasal aidiyet ve “tamah ettirme”yi hedefliyor.

Bugün milyonlarca kadın yardımlarla ayakta kalmaya çalışıyor. Temel tüketim maddelerine gelen fahiş zamlar karşısında sosyal yardım ücretleri yaraya merhem dahi olamıyor. Derinleşen yoksulluk ve iktidarın “Biz gidersek yardımlarınız kesilir” propagandası yoksullardaki elindekinden olma korkusunu da büyütüyor.

DEĞERSİZ HİSSETTİRİYOR…

Sosyal yardımların sunulma biçimi ise kadınlar arasındaki “değersizlik” hissini artırıyor. Doç Dr. Özge Sanem Özateş Gelmez’in “Sosyal yardımların toplumsal cinsiyetli doğası” adlı makalesinde yardım alan kadınların yaşadığı değersizlik duygusuna dikkat çekici biçimde yer veriliyor. Sosyal demokrat refah rejimine rağmen İsveç’te gelir tespitine dayanan yardımlardan yararlananlar arasında güçsüzlük, umutsuzluk ve bağımlılık gibi duyguların oldukça yaygın olduğu ortaya konuluyor. Türkiye’de yardımların “vatandaşlık hakkı” ya da demokrasinin gereği değil iktidarın lütfu olarak görülmesi de değersizlik hissini doğuruyor.

MİNNET Mİ ETMELİ?

Yükümüz azalmıyor, sadaka mahiyetindeki yardımlarla refaha ulaşmıyoruz, aksine her geçen gün daha fazla dört duvar arasına sıkışmak zorunda kalıyoruz. Çünkü devlet “Evdeki yaşlına ya da engelli çocuğuna bakarsan, çalışmazsan yardım alabilirsin, minnet et!” diyor.

Bugün yardıma muhtaç hale getirilen kadınlar, “Ücretsiz kreş olsa çocuğumu gönderir çalışırım” derken önemli bir talep ortaya koyuyor. “Al gülüm ver gülüm” siyasetiyle kadınları haneye ve iktidara bağımlı kılan politikalar karşısında gerçekçi, güçlendirici, hak temelli sosyal politikalar; ücretsiz nitelikli kreşler, eşit istihdam olanakları, yaşanılabilir ücret mücadelenin önemli taleplerine dönüşüyor. Talepler etrafında mücadeleyi örmekten; kapı komşumuzdan, bant başındaki arkadaşımızdan başlayarak örgütlenmeye başlamaktan daha gerçekçi başka bir çözüm görünmüyor. 

YARDIM İÇİN KAPI KAPI DOLAŞAN KADINLAR

Nüfusunun önemli bölümünün sosyal yardıma bağımlı hale geldiği Pendik’te Esenyalı Kadın Dayanışma Derneği Başkanı Adile Doğan yardım alan kadınların deneyimlerinden örnekler aktarıyor. Özellikle boşanma aşamasındaki kadınların sorunlarına dikkat çekiyor: “4 çocuklu şiddet tehdidi altındaki bir kadının sosyal yardım başvurusu reddedildi. Uğraştı didindi, bir eğitim seti çıktı. Sosyal hizmetlerden personeller eve gidip kontrol ediyor. Eve çocukların babası girip çıkıyorsa yardım kesilir.”

Bir başka örnek: “Boşanma süreci devam eden, iş bulsa bile kocası iş yerini basıp tehdit eden ve işten attıran başka bir kadının çocukları hâlâ küçük, kirasını ödeyemiyor. 153’e kayıt oluşturduk, memur ‘Size daha önce yardım yaptığımız için yardımda bulunamıyoruz’ dedi. Kadının mevcut durumu değişmese bile yardım alamıyor.”

SEÇİM DÖNEMİ YARDIM ÇALIŞMASI

Ha deyince yardıma ulaşamayan kadınlar için tablonun seçim süreçlerinde değiştiğini de anlatıyor Doğan: “Dün pide dağıtan İBB personeli kapı aralarında ‘Sosyal yardım alıyor musunuz, kayıt oluşturalım’ diye not bırakarak hizmeti ayağa getirmişler. Yardım isteyen bütün kadınlara kayıt açtılar. Derneğe de geldiler, 3 günde 500 kişinin yardım talebi oldu. Bu ayağa hizmet seçim döneminde oldu, ilçe belediyesinde de böyle. AKP’li belediyelerin de koli hizmeti artmış durumda. Koliler dağıtıldığı yerlere gidip AKP’nin olmadığı koşullarda bu yardımların yapılmayacağını söylüyorlar. Şiddet gördüğü için taşınmak isteyen başka bir kadın yeni bir yaşam kurabilsin diye belediyeye başvurduk. Belediye ‘Sana 2 bin lira ve bir koli de erzak vereyim’ dedi. Kadın taşınmak istiyor, nakliye yardımı istiyor, şiddetten kurtulmak için çocuklarıyla güvence altında olacağı bir şehre yerleşmek istiyor ve hiç imkanı yok. O kadından şu an haber alamıyoruz, başına ne geldi bilmiyoruz. Bu kadının hayatının kurtulması 50 bin liralık bütçeye bakıyor. Ve belki bu bütçe çıkarılmayacağı için kadın göz göre göre öldürülecek. Devasa projeler yapan, patronlara vergi teşvikleri akıtan hükümet, kadını kendisini ölümle tehdit eden erkekle burun buruna yaşamaya itiyor.”

"YARDIMLARLA YOKSULLUĞUN ÇÖZÜLMEDİĞİNİ ARTIK ÖĞRENDİK"

Sosyal yardım politikasının kadınları ekonomik ve siyasi açıdan bağımlı hale getirdiğini söyleyen Doğan, “Sürekli bir hastaya yaşlıya, çocuğa bakmak durumundaki kadınlar sosyal yaşamdan kopuyor. Kadınlar uzun vadede depresyona girip hasta oluyorlar. Sağlık sorunu olmadığı müddetçe dışarı çıkamaz hale geliyor. Yardımlarla yoksulluğun çözülmediğini artık öğrendik. Gırla yardımı yapılıyor ama hâlâ aynı kişiler hatta daha fazlası yoksul. Kadınların güvenceli ve eşit olabileceği bir yaşam yardımlarla sağlanmaz. Kadınları güçlendirecek mekanizmalar şart.”

"YARDIM DEĞİL ÇALIŞABİLMEK İÇİN KREŞ İSTİYORUM"

Leyla’nın iki çocuğu var. Biri beş diğeri 3 yaşında. Eşi asgari ücretli bir tekstil işçisi. Küçükçekmece Belediyesinden gıda yardımı alıyor. İBB’den aldığı aylık nakdi destek 1200 lira. Üniversite mezunu Leyla, geçinebilmek için geceleri tekstil atölyesinde çalışıyor. Günlük yevmiyesi 700 lira. Gündüz eşi çalışıyor, o çocuklarına bakıyor. Gece eşi gelip çocuklarla kalıyor Leyla işe gidiyor. Günde 5 saat uyuyor. Eşinin sigortası olduğu için bakanlıktan, kaymakamlıktan yardım alamıyor. Belediyelerden aldığı yardımlarla da ancak birkaç haftalık gıda karşılanabiliyor. Leyla’nın isteği yardım değil, iş ve kreş: “Aldığımız 1200 lira yardım ile iki torba bile dolmuyor. Bizim atölyede gece hep benim gibi çocuğunu eşine bırakıp gelen kadınlar çalışıyor. En az 20 kadın var. Keşke kreş açsalar, ben de çalışsam. Yetmiyor bir asgari ücret.”

‘İNSANDA ÖZGÜVEN DE KALMIYOR’

Yardımın çare olmadığı noktada eve kapanmanın kadınları nasıl güçsüzleştirdiğini de anlatıyor Leyla: “Bir kadının bence kesinlikle çalışması lazım. Düşünün gece çalışmaya gitmeden önce bile eşim farklı davranıyordu. Şimdi bana destek oluyor. Ekonomik güvencemiz olmayınca erkekler tarafından eziliyoruz. ‘Nasıl olsa bana bağlılar’ diye bakıyorlar. Bu durum da bizi daha çok eve bağlıyor. 22 senedir iktidardalar, sorun devam ediyor. Bizim menfaatimizi düşünseler çalışma hayatına katılmamız için üzerimizdeki çocuk yükünü alırlardı. Nasıl, hangi koşullarda baktığımızla ilgilenmiyorlar. Eve kapanmak çok kötü bir şey. Dört duvar içinde bu bodrum kattayım hep. Özgüven kalmıyor insanda.”

                                                       /././

İşçi böyle kripto bataklığına saplanıyor (Murat Uysal)


Eskişehir’de Eti fabrikası işçisi Özcan Zenginol’un intiharına neden olan borcun arkasından kripto para coin çıktı. İşçi coinde kaybettikleri nedeniyle borçlandıkça borçlandı ve batağa saplandı.

Eskişehir’de bulunan Eti Kraker Fabrikasında 5 Mart günü Özcan Zenginol adlı bir işçi intihar etti. İntihar eden işçinin Eti’de çalışan mesai arkadaşları 2019’dan beri kripto borsasıyla ilgilendiğini, çok fazla borcu olduğunu ve arkasında bıraktığı notta borçlu olduğu insanlardan helallik istediğini anlattı.

Türkiye’de yaş ve gelir düzeyi fark etmeksizin her yurttaşın rahatlıkla ulaşabildiği kripto para borsası adeta bir balon gibi büyümeye devam ediyor. Paribu’nun araştırmalarına göre 2020 yılında yurttaşların sadece yüzde 16’sı tarafından bilinen kripto para kavramı 2023 yılında yüzde 99 seviyesine çıkmış durumda. Kripto para kaba işlem hacmi açısından Türkiye 2022 yılında 170 milyar doları aşan hacmiyle ABD, Hindistan ve Birleşik Krallık’ın ardından dünyada 4. sırada yer alıyor. Veriler, Türkiye’de iki insandan birinin Eti’de intihar eden işçinin de yaptığı gibi kripto para borsasına yatırım yaptığını söylüyor. Prof. Dr. Mustafa Durmuş, kripto para piyasasının işçiler ve emekçiler açısından bir ek gelir kapısı olarak görüldüğünü yetmeyen ücretlerini ikame etmek için bu yola girdiklerini söyleyerek kapitalist sistemin işçileri örgütlü mücadeleden koparmak için kripto para borsasına teşvik ettiğini anlattı.

‘EK GELİR İHTİYACI İŞÇİYİ KRİPTO BORSASINA İTİYOR’

İşçiler, ücretiyle geçinenler arasında kripto para borsasının yaygınlaşmasını üç temel ayağa oturtan Durmuş, işçilerin çok ciddi bir yoksulluk içerisinde olduklarını ve ek gelire ihtiyaç duyduklarını anlattı. Durmuş, “İşçiler, ek gelir yaratmaya çalışıyorlar çünkü ücretleri yetmiyor. Ayrıca artık krediler de daraltılmaya başlandı. İhtiyaç kredilerinin faizleri yüzde 100’leri aşar duruma geldi. Geçinebilmeleri için gerekli olan tutarı mevcut reel ücretleri ile karşılamaları mümkün değil. Bu nedenle işçiler yeni ek gelir arayışları içerisine giriyorlar. Bir diğer neden olarak yüksek enflasyon tasarrufların erimesine yol açıyor. İşçilerin zaten çok azı tasarruf yapabiliyor. Bunu da bir şekilde erimeyen yerlerde değerlendirmeye çalışıyor. Borsayı takip edebilmesi imkansız gibi bir şey daha büyük yatırımlar yapmaya bütçesi de yok bu nedenle kripto borsasına yöneliyorlar” dedi.

‘KAPİTALİST SİSTEM BİREYSEL KURTULUŞA TEŞVİK EDİYOR’

İşçilerin ev, araba ya da çocuklarına daha rahat bir gelecek hayaliyle bireysel kurtuluş yollarına başvurduğunu belirten Durmuş, “Sistem geçim zorlukları ve tasarrufun değerini korumaktan ziyade toplu mücadele, örgütlü mücadele yöntemlerinden işçi sınıfını uzaklaştırabilmek için bu kripto paraları teşvik ediyor. Böylece insanlar mücadeleden kopuyorlar. İşçi sınıfının normal koşullarda bu işlerle değil gelirini artıracak ve daha iyi bir yaşam seviyesine ulaşabilecek bir örgütlü mücadele içerisine girmesi gerekirken mücadeleden vazgeçiyor ve bütün zamanını, aklını, fikrini bir kripto parayla zengin olma hayaline harcıyor. Sistem bu şekilde işçi sınıfını uyutuyor” diye konuştu.

Durmuş, işçilerin kripto paranın büyüsüne kapıldığını, böyle bir büyüyle sadece kendi paralarını değil başkalarının parasını da bu kripto paralara yatırdığını anlattı. Durmuş, “Böylece kripto para borsası işçi için içinden çıkılmaz bir bataklığa dönüşüyor” dedi.

PİRİNCE GİDERKEN EVDEKİ BULGURDAN DA OLMAK

İstanbul Büyükşehir Belediyesi bünyesinde güvenlik görevlisi olarak çalışan Yusuf G. de kripto para borsasına yakasını kaptıran işçilerden sadece biri. Birkaç sene öncesine kadar kripto paranın ne olduğunu bilmediğini bugüne gelene kadar süreç içerisinde piyasaya dair birçok şey öğrendiğini anlatan Yusuf tüm birikimini kaybettiği olaya dair, “Devlet memuruna, polise, geçinemeyene yardım ediyoruz diye kandırdılar, hangi coine fırlayacak dedilerse yerle bir oldu. Ev hayalim vardı, şimdi hiçbir şeyim yok” diye anlatıyor.

‘ASKERİ, POLİSİ DOLANDIRMAYA GÜÇLERİ YETMEZ SANDIK’

Bir tanıdığının tavsiyesiyle kripto piyasasına girdiğini başta iyi paralar kazandığını anlatan Yusuf, “Biri iki yapmak istedim. Bunca zaman çalışmışım bir dikili ağacım yok. Aldığımız maaşla bir bu kadar daha çalışsam bir şey sahibi olamayacaktım. Umut ettim de girdim keşke girmez olaydım” diyor. Sosyal medyada çok takipçili hesaplar tarafından önerilen alt coinlere yatırım yaptığını söyleyen Yusuf, “Özellikle Telegram’da dönüyor bu işler, çünkü takip edilmesi mümkün değil, kimliğini ele vermiyor. Biz de duvar kağıdında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın fotoğrafı var, memuru, askeri, polisi mutlu edeceğiz dedikleri için güvendik. Askeri, polisi dolandırmaya güçleri yetmez sandık, Sayın Cumhurbaşkanını bile oyunlarına alet etmişler” diye anlatıyor.

Coinlerde parasını kaybetmeden önce 160 bin lira birikimi olduğunu anlatan Yusuf, “Şimdi elimde hiçbir işe yaramayan coinler kaldı. Bir anda dip yaptı. Bu mesele yüzünden intihar edenler oldu. Daha eşime söyleyemedim, hakkım haram olsun nereye nasıl şikayet edeceğimi de bilmiyorum” diyor.

Kripto: İşçiye kurtuluş değil felaket / Andaç Aydın ARIDURU

Eskişehir’de yaşayan Özcan Zenginol 5 Mart Salı günü çalıştığı Eti Kraker Fabrikasının üçüncü katında intihar etti. Zenginol’un mesai arkadaşları Zenginol’un 5 yıldır Eti’de çalıştığını, borçlarından dolayı intihar ettiğini ve arkasında helallik istediği 45 kişinin isimlerinin yazdığı not bıraktığını anlattı.

Zenginol’un intiharının ardından çalıştığı Eti Kraker Fabrikasından da örgütlü olduğu Tek Gıda-İş’ten de bir açıklama gelmedi. Zenginol’un 2019 yılından beri kripto paralara yatırım yaptığını anlatan mesai arkadaşları, “Arkadaşımızın borçları nedeniyle kendi canına kıyacak noktaya gelmesi bizi hem üzüyor hem korkutuyor” dedi.

Eti’de çalışan işçiler kripto yatırımlarda kaybettiği parayı telafi etmek için sürekli borçlandığını sonra daha da batağa saplandığını anlattı.

Eti Kraker Fabrikası, Eskişehir’in en büyük fabrikalarından biri. Eti, görece saatlik ücretlerin yüksek ve sosyal hakların gelişkin olduğu bir fabrika. Buna rağmen Eti’de çalışan işçi kazandığı ücret yetmediğinden kripto para borsasına yöneliyor. Maalesef Zenginol gibi işçilerin sayısı az değil.

Genç kuşak işçiler arasında borsa, kripto para yatırımcılığı ve online bahis/kumar gibi yöntemlerle para kazanma çabası yaygın. Enflasyonun hızla yükseldiği ve kazançların gün gün eridiği bu ekonomik iklimde işçiler, ekstra bir kazanç elde etme çabası içerisinde oluyor. Böylesi bireysel kurtuluş yolları beraberinde büyük yıkımlar getiriyor. Giderek yaygınlaşan bu tekil ek getiri çabaları aslında tüm işçi ve emekçilerde ortak bir talebin varlığına işaret ediyor. İşçiler yoksulluk sınırının üzerinde insanca yaşanacak bir ücret istiyor. Bu acı örnekle karşımıza çıkan geçim derdi ve gelecek kaygısı dünya işçilerinin ve emekçilerinin ortak gerçeği iken insanca yaşanabilecek bir ücret talebi daha da yükseltmek gerekiyor.

                                                            /././

Milyonlar riskli konutlarda ama trilyonlar köprü ve otoyola aktı (Cem ŞİMŞEK)

Yerel seçime günler kaldı. Seçim tartışmaları özellikle İstanbul merkezli sürerken tartışmanın odağını ise partilerin yerel yönetim anlayışlarından ziyade adaylar ve adayların popülist vaatleri oluşturuyor. Özellikle 6 Şubat depremlerinin yaraları dahi sarılmamış; yıkıma uğrayan kentlerde insani barınma koşulları sağlanmamış, fay hattı üzerinde her an alarm veren kentlerde depreme karşı ciddi önlemler alınmamışken AKP’nin İBB Adayı Murat Kurum’un “5 yılda 650 bin yeni konut” vaadi yerel seçim tartışmalarının öne çıkan başlıklarından biri.

Ancak bu tartışma 22 yıldır ülkede iktidar olan AKP’nin güvenli ve insani barınma koşullarını, depreme dirençli kentleri bugüne kadar neden inşa etmediği ya da edemediği sorusuna yanıt veremiyor. Bu tartışmanın perspektifini genişletmeyi hedefleyen haberlerden biri bu hafta gazetemizin manşetine taşındı. Arkadaşımız Uğur Zengin’in “Bu parayla İstanbul 5 kere ihya olurdu” başlığıyla manşete taşınan haberi; iç edilen deprem ve özel tüketim vergilerine işaret ediyor. 1.5 milyonu İstanbul’da olmak üzere Türkiye’de toplam 6.8 milyon riskli konut bulunuyor. İktidarın iç ettiği vergi miktarı ise 15 trilyon lira. Bu miktar ülke genelindeki riskli tüm konutların yenilenmesine yetiyor.

Yerel seçim öncesi mercek tuttuğumuz bir diğer konu da belediyelerin kaynak aktarım aracı olarak kullandığı ihaleler… Defalarca kez Sayıştay raporlarına yansıyan ihale usulsüzlüklerine dair arkadaşımız Nisa Sude Demirel’e konuşan Gazeteci Çiğdem Toker, AKP’li yıllarda belediyelerde bir ihale yöntemi olmayan doğrudan temin yöntemine daha sık başvurulduğuna dikkat çekiyor ve uyarıyor: “Bu kamuoyuna açık olmuyor, rekabete de açık olmuyor, şeffaf da olmuyor.”

ERDOĞAN’DAN SEFERBERLİK ÇAĞRISI

Haftanın tartışma yaratan diğer bir gündemi ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Bu son seçimim” açıklaması oldu. Önce Erdoğan’ın meali aynıya gelen daha önceki açıklamaları sıralandı ardından açıklamanın amacı üzerine tartışmalar sürdü. Arkadaşımız Serpil İlgün’e konuşan Siyaset Bilimci Prof. Dr. Menderes Çınar, Erdoğan’ın bu çıkışını; varlığını, imkanlarını, fırsatlarını, tamamen kendisine borçlu “çıkar ortaklarına” dönük bir seferberlik çağrısı olarak yorumladı.

SIKIŞMIŞLIĞA PERDE: DİPLOMATİK TEMASLAR

AKP ve diğer burjuva politik akımların yıllardır uygulayageldiği üzere iç politikada yaşanan sıkışmışlığın perdesi de yine dış politikada hız verilen diplomatik ataklar ve manevralar. Özellikle Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın geçtiğimiz hafta ABD’de gerçekleştirdiği temasların ardından bölge diplomasisine hız verildi. Erdoğan’ın 12 yıl sonra Irak’a gideceği açıklandı. Erdoğan’ın ziyareti öncesi de Milli Savunma Bakanı, Dışişleri Bakanı ve MİT Başkanı Bağdat’ta düzenlenen güvenlik zirvesine katıldı. Ardından Fidan; Bakü’de Gürcistan ve Azerbaycanlı mevkidaşlarıyla görüştü.

Arkadaşımız Birkan Bulut’un haberine göre iç siyasete yıllardır ‘yerli-milli’ söylemi pompalanan Türkiye’de, dışişlerinin son dönemdeki faaliyetleri, Karadeniz’in batısından Basra Körfezi’ne uzanan hatta adeta bir ‘NATO hilali’ oluşturuyor.

Irak ve Suriye sınır boyunda sürdürülen operasyonlar ve “güvenlik koridoru” tartışmalarının Türkiyeli işçi ve emekçilere faturası daha fazla ölüm. Operasyon, çatışma ve savaşların yarattığı fırsatları ise yerli ve yabancı silah tekelleri havada kapıyor. Bu durum SIPRI’nin geçen hafta yayımladığı rapora da yansıdı. Raporda yer alan verilere göre Türkiye bölgede savaşların bir an olsun dinmediği son 10 yılda silah ihracatını ikiye katlayarak dünyanın en büyük 11’inci silah ihracatçısı konumuna geldi.

                                                    /././

Niğdeli besiciler: Kurbanda koyun 15 bin TL'yi bulur 

Niğdeli besiciler: “Maliyet arttı, mazota ve yeme çalışıyoruz. Mazota güç yetmiyor. Kazanmıyoruz. Bu yıl kurban 15 bini bulur.”

CHP Niğde Milletvekili ve Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyon üyesi Ömer Fethi Gürer, küçükbaş hayvancılık yapan sürü sahipleri ile görüştü. Sürü sahipleri bu yıl kurban fiyatının 15 bin lirayı bulacağını ifade etti. Besiciler ayrıca yeme ve mazota çalıştıklarını söylerken hayvancılığın gittikçe küçüldüğüne dikkat çekti.

BESİCİDE BU İŞİ SÜRDÜRECEK HAL BIRAKMADILAR

Ömer Fethi Gürer, küçükbaş hayvancılığın yıllar içinde maliyetlerin artmasıyla birlikte giderek zorlaştığını ve özellikle yem ve mazot fiyatlarındaki artışların, bu işten para kazanamayan besicilerin sayısını hızla artırdığını ve bunun Niğde'de kurulan hayvan pazarına da yansıdığını belirtti.  

"MAZOTA VE YEME ÇALIŞIYORUZ"

Besici Cercis Özen, "Kazanmıyoruz, mazota çalışıyoruz, yeme çalışıyoruz. 50 kiloluk yem 500 lira" diyerek besicilerin durumuna dikkat çekerken  meralara ilişkin de "Eskiden meraya hayvan çıkıyordu. Kış uzun sürünce… Mera kalmadı. Biz yazın Temmuz ayında da yem yediriyoruz. Beslenme maliyetleri arttı. Mazota güç yetmiyor. Mazota, yeme çalışıyoruz” dedi.

CHP Milletvekili Ömer Fethi Gürer ise karşılaştığı tablo karşısında "Pazarlarda da talep düşüklüğü gözleniyor. Artık çoğu köyde ahırlar boşalmış durumda ve hayvancılığı sürdürebilen çok az kişi kalmış durumda. Küçükbaş hayvancılığın sorunları, sadece Niğde'de değil, ülke genelinde de benzer şekilde yaşanmaktadır. İktidar bu konuda acil önlemler alması ve sektöre destek vermesi gerekmektedir. Aksi halde, küçükbaş hayvancılığı bırakan sayısı hızla artacak, aynı zamanda köylerin sosyal dokusu da ciddi şekilde zarar görecektir” dedi.

(EVRENSEL)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder