Mücadeleci kadınlar denildiğinde ABD’de ilk akla gelen isimdir Mary Harris, diğer adıyla Jones Ana.
“Ölüler için dua edin,
yaşayanlar için cehennem azabı gibi savaşın.”
Mother Jones
19’uncu yüzyıl, işçi sınıfı açısından çok hareketli ve sıcak bir yüzyıldır. Avrupa’nın dışında, yeni kıtanın kuzeyinde üretime dayalı önemli bir sermaye birikimi sağlanmaktadır. Ağır çalışma koşulları, salgın hastalıklar nedeniyle Avrupa’daki birçok ülkeden daha iyi bir yaşam hayali için Kanada ve ABD topraklarına göçen yoksul yığınlar vardır. Sonradan “Jones Ana” olarak ünlenen emekçi ve örgütçü bir kadının, Mary Harris’in ailesi de bunlardan biridir.
Mary Harris’in 1837’de İrlanda’da dünyaya geldiği söylenir ancak söz konusu tarih onun vaftiz tarihidir. Doğumunun güçlü bir ihtimalle 1830 olduğu yazılır. Ailesi, kızları okul çağındayken İrlanda’da yaşanan büyük kıtlığın ardından Kanada’nın Toronto şehrine göç eder. Mary, Toronto’da okula başlar ve öğretmen olmayı hayal eder. Yetişkinliğinde zamanın çok geçerli bir mesleği olan terziliği de öğrenir. Genç kadın, öğretmenlik yeterliliğine ulaştığında ailesiyle birlikte bu sefer ABD’ye göç eder ve Memphis'te öğretmenlik yaptığı bir zamanda Çelik Dökümcüleri Sendikası’nın devrimci üye ve yöneticisi George Jones ile 1861’de evlenir. Mary Harris’in bu evlilikten 1867 yılına kadar peş peşe dört çocuğu olur. Bu arada çalışmayı bırakmıştır, eşinin kazancı ile geçimlerini sürdürmektedirler.
Aynı yıl, yani 1867’de Memphis'te yayılan sarıhumma hastalığı işçilerin ve yoksulların kabusu oldu. Evlerin kapıları kapandı. Hastalığa yakalananlar kendi kaderiyle baş başa kaldı. Belediyenin at arabaları sabahın erken saatlerinde evlerin kapısına geceden ölenlerin cesedini toplamak için uğruyordu. Mary Harris Jones’un evi de sarıhummanın şiddetle abandığı evlerdendi. Mary perişan haldeydi. Salgında dört çocuğunu ve eşini kaybettiğinde tarifsiz bir acı içindeydi. Avrupa’da proletaryanın yoksulluğunun rengi neyse o dönemde ABD’de de oydu.
Salgının etkisini yitirmesinden sonra Mary, Chicago’ya taşındı ve hayatını terzilik yaparak kazanmaya başladı. Terzilik yaptığı semt lüks yaşam sürdüren zengin bir çevreydi. O yüzden Mary, zenginlik ve yoksulluk arasındaki uçurumu daha kolay fark etmekteydi. 1871’de Chicago’da büyük bir yangın yaşandı. Mary yangında terzi dükkanı dahil her şeyini kaybetti. Bundan sonra Chicago’nun yeniden inşası ve onarımı başladı. Önemli bir dayanışma hareketi olarak kurulan Emek Şövalyeleri’ne1 katıldı.
Mary Harris Jones, yoksulluğun dibindeki işçilerle işte bu çalışmalar sırasında daha çok yakın olmaya başladı ve bundan sonra da günlük geçimini sağlayacak bir çalışmanın dışındaki zamanını yoksulluğa ve ağır sömürüye karşı işçilerin bilinçlenmesi ve örgütlenmesi mücadelesine kendini adadı. Bunun için şehir şehir, eyalet eyalet dolaşmaya başladı. Nerede büyük bir grev olsa ya da grevin başarısı tehlike arz etse Mary Jones oraya koşmaktaydı.
İleri görüşlü ve pratik zekalı oluşu, zor ve karmaşık görünen işlerin hakkından gelme başarısında kendini gösteriyordu. Onun yaşının getirdiği tecrübeye ve zekasına işçiler hayran kaldı. Ona inandılar ve saygı duydular. 1890’lı yıllara gelindiğinde işçiler, halk ve resmi makamların dilinde o sadece “Jones Ana”ydı. ABD basını da ondan ilk olarak 1897’de “Jones Ana” olarak bahsediyordu. Daha sonraki yıllarda 1902’deyse hakkında bir soruşturma başlatan bölge savcısı onu “Amerika’nın en tehlikeli kadını” olarak ilan edecekti.
Jones Ana, kadınlarla birlikte güçlü
Jones Ana’nın mücadele yılları, hızla çoğalan ABD işçi sınıfının ağır sömürü altında sefil bir hayat sürdüğü dönemlere denk gelir. On dört saate ulaşan uzun çalışma saatleri, çocuk işçilik, kadın emeğinin daha ucuz oluşu, barınma koşullarının yetersizliği, aşırı yorgunluk ve yetersiz beslenmeden kaynaklı erken ölüm gibi toplumsal bir tablo söz konusudur.
Maden şirketlerinin üretim için maden çıkaracakları sahalarda kurdukları maden kasabaları aslında birer toplama kampını andırır. İşçiler sıkça kan kusar. Babaları erken yaşta hayata veda ettiğinde yerini çocukları almaya başlar. Kasabada her şey madeni işleten şirkete aittir. İşçinin yaşadığı baraka niteliğindeki ev, kilise, otel, okul vs. patronundur. Dolayısıyla silahlı muhafızların olduğu açık alan bir kampta işçilerin bağımsız olarak örgütlenmesi, harekete geçmesi çok zor olmaktadır.
İşçiler Jones Ana’nın faaliyetlerini duymuş, biliyorlardır. Jones Ana da aslında onları biliyordur. İşçiler patronu nasıl dize getirecekleri konusunda mektup yazarak Jones Ana’yı yardıma çağırır. Jones Ana’nın kasabaya geleceği söylentisi bile polis şefini öfkelendirmeye yeter, gelirse öldürüleceğine dair tehditler de bununla birlikte yayılır. Örgütsüz işçileri sendikaya üye yapmakta ve başarısızlığa mahkum görünen greve yeni bir çehre kazandırmakta ya da bir yerdeki grevin yakın çevresindeki işçiler tarafından desteklenmesini sağlamakta işçi sınıfının “Jones Ana”sı çok sayıda başarılı çalışmaya imza atmıştır. Polisin ve işletmecinin gözlerinden uzak, geceleri yol kenarlarında, dağ başında yapılan miting ve toplantılar, bildiriler dağıtmalar, gazete çıkarmalar, yürüyüşler, dayanışma/yardım ziyaretleri, onun hayatının toplumsal pratikteki belli başlı biçimleridir.
Jones Ana’nın direnişleri başarıya ulaştırmak açısından uyguladığı yöntemlerden biri, işçi eşlerini de direnişin önemli bir öznesi haline getirmekteki başarısıdır. 1889’dan önce Pensilvanya’daki işçiler örgütsüzdü. Çalışma şartları çok ağırdı. Avrupa’dan gelen ya da getirilen yeni göçmen işçilerle ücretler iyice ucuzlatılıyordu. Jones Ana anılarında “Şirket barakalarındaki aileler domuzlardan beter durumda yaşıyordu. Çocuklar ailelerinin cehaleti ve yoksulluğu nedeniyle öldüğünde buna içten içe seviniyorlardı” diye bahsettiği Pensilvanya Arnot’ta dört beş aydır süren bir madenci grev vardı.
Patron, işçilerin işe dönmesi için hazırlanan metni imza için doktor, rahip, eğitimci vasfı olan kişilerle tek tek evlere gönderiyordu. İmzacı işçiler çoğalmış olarak hafta başı işe gitme hazırlığındaydı. Sendika başkanı, hemen Jones Ana’nın örgütlenme çalışması yaptığı Barnesboro’ya telefon ederek tez yollu Arnot’a gelmesini talep etti. Jones Ana ancak pazar öğleden sonra dağ yollarından geçerek maden işçilerinin kampına ulaşabildi ve hemen bir toplantı organize ederek yüzlerinde yılgınlık okunan işçilere “Söz vermelisiniz. Ayağa kalkın ve grev zafere ulaşıncaya kadar kardeşlerinize ve sendikaya bağlı kalacağınıza söz verin” diye seslendi. Erkekler kem-küm ederken, kucaklarında çocuklarıyla kadınlar ayağa kalkarak, ertesi gün kimsenin işe gitmemesini sağlayacaklarına söz verirler.
Maden kasabasında şirketin bir oteli vardı ve işçiler Jones Ana’ya otelde bir oda ayırtmışlardı. Jones Ana, şirketin talimatıyla gece otelden çıkarılınca bir işçinin evine misafir edildi. Ama sabah erkenden gelen yeni bir haberle, o işçi de ailesiyle birlikte evden atıldı. Tüm eşyaları bir at arabasının içinde evden ayrıldılar. Bu manzara kamptaki işçileri çok öfkelendirdi ve madene inmemeye kesin karar verdiler. İşçiler işe dönmekten vazgeçince sırada işverenin grev kırıcısı getirme çalışması vardı. Jones Ana, ellerinde kovaları, süpürgeleri ve paspasları olan bir kadın ordusu örgütlemeye karar verdi.
Maden ocakları Drip Mounth’ta idi. Jones Ana eğer oraya kadar kadınlarla birlikte yürüyüşe geçerse kendisini tutuklayacaklarını ve kadınların başsız kalacağını düşünerek, öncülük yapması için İrlandalı bir kadını seçti. Bunun nedenini de “Kırmızı bir iç eteği bulmuş ve onu pamuklu, ince bir geceliğin üzerine geçirmişti. Çoraplarının biri siyah biri beyazdı. Dağınık kızıl saçlarına, kırmızı, püsküllü, küçük bir eşarp bağlamıştı. Yüzü kızarmıştı, gözleri kızgındı. Ona baktım ve bir patırtı koparabileceğini hissettim” şeklinde açıklamıştı. Jones Ana, lider tayin ettiği kadına gerekli talimatları vermişti. İlk grev kırıcılar katır ve ya eşek sırtında göründüğünde kadınlar, liderleri öncülüğünde bağırmaya ve teneke kovalara vurmaya başladılar. Polis şefinin ilk başta İrlandalı kadına yaklaşarak “bayan, katırları ürküteceksiniz” dediğinde kadın “katırların da senin de canın cehenneme” diye sert çıkmasıyla geri çekildi. Gürültüden ürkmeye başlayan katırlar sırtlarındaki grev kırıcıları yere atıp dereye aşağı yöneldiler, grev kırıcıları da aynı şekilde onların peşinden koşarak kaçmaya başladı. Kadınların taktiği çok başarılıydı.
O günden sonra kadınlar, grev kırıcılarına karşı battaniyeye sarılı bebeklerini kucaklarında taşıyarak direnişte aktif rol almayı sürdürdüler. Jones Ana kadınların hareketini şöyle değerlendirdi: “Kadınlar şirketin grev kırıcı getirmesini engellemek için madenleri sürekli gözlediler. Her gün, bir ellerinde süpürge ya da paspasları ve diğer kollarında küçük battaniyelere sarılmış bebekleriyle madenlere gittiler ve kimsenin ocağa girmemesine dikkat ettiler. Ve bütün gece boyunca da nöbet tuttular. Onlar destansı kadınlardı. Gelecek uzun yıllar boyunca, büyük bir ülkenin ilerlemesi uğruna mücadele ettikleri için, ulusumuz onları derin bir saygıyla anacaktır.”
Arnot’taki grev bir süre daha devam etti. İşveren çevredeki çiftçileri de grev kırıcılığı yapmaları için ikna etmeye çalıştı. Çiftçiler de çoğunlukla İsviçre’den göçüp gelmiş bir kesimdi. Jones Ana kurduğu ekiple çiftçileri tek tek ziyaret ederek durumu anlattı ve maden işletmecisine yüz vermelerine engel oldu ve çiftçiler madene gitmediler. Arnot’ta grev başarı ile sonuçlandı. İşçiler bir yıl sonra Arnot zaferini kutlamak için şenlik düzenleyip Jones Ana’yı da davet ettiler. Kendisine altın bir saat hediye etmek istediler ama Ana, “küçük çocukların ekmek parası” dediği o saati almayı reddetti.
İşçilerin iyi örgütlenip başarılı direnişler yapmasına karşı, işletme sahipleri resmi kolluk güçleri ve özel güvenliğe yaslanmak dışında bir de silahlı gangsterleri devreye sokuyorlardı. Gangsterler örgütçü işçileri tehdit edip öldürüyor, toplantı basıyor, işçi evlerini tarıyor, yol kesiyor vs. idi. Öldürdükleri sendikacı ve işçi liderlerinin haddi hesabı yoktu. Lattimer kömür bölgesinde de örgütlenmek zorlu ve kanlıydı ve bölgede 26 sendikacı öldürülmüştü. Eğer Jones Ana, Lattimer’e adım atarsa onu da öldüreceklerini ilan etmişlerdi.
Jones Ana tehditlere aldırmadan sıkı korunan ve gözetlenen Lattimer’e ulaştı. Çalışmalarını yine geceye göre ayarlamıştı. Toplantılarını yol kavşağında yaptılar. Lattimer’deki grevi kırmak için sabah eşek ve katılarıyla birlikte madene grev kırıcıları getirilecekti. Jones Ana eşliğindeki işçilerin aldığı karara göre grev kırıcılarını madende bekleyecek üç bin işçi de şafak vakti gizlice ocaklara sokulacaktı. Ve öyle de yapıldı. Sabah olduğunda Jones Ana kadınlardan kurulu bir tabur hazırlamıştı. Eşleri gün doğmadan madene gizlenen kadınlar kocaları evdeymişçesine sabah ellerinde süpürgeleriyle dışarı çıkıp kapıyı süpürür gibi “bugün işe gitmek yok” diye söylenerek etrafı süpürüyorlardı. Eşekleriyle sabah madene çalışmaya giden işçileri ise içeridekiler geri göndermek için hazır bekliyordu.
İçerideki işçilerin kavga ve tartışma sesini bastırmak için kadınlar süpürgeleriyle kovalara vurarak büyük bir gürültü çıkarıyor ve şarkılar söylüyorlardı. Kadınları gören direniş kırıcıları da hayretler içinde “aman tanrım yaşlı ana ve ordusu” diyerek şaşkınlıklarını dile getiriyorlardı. Grev kırıcılığına giden her işçi geri çıktığında dışarıda bir alkış kopuyordu. Tabi grev kırıcılar sabah madene giderken Jones Ana “eşekler grev kırıcılığı yapmayacak, eşekler grev kırıcılığı yapmayacak” diye seslenerek ortalıkta yaygara koparmıştı. Eşekler girdikleri ocaktan binicilerinden daha önce çıkıyordu. Grev kırıcılığı yapan erkekleri de dışarıda onları pataklamaya hazır eşleri karşılıyordu.
Nihayetinde şirket müdürü alana gelerek Jones Ana’dan kadınları alıp alandan götürmesini istedi. O da hiçbir işçinin burnunun kanamayacağına dair bir şart koşarak bunu kabullendi. Şirket grev bitene kadar maden sahasının kapalı olduğuna dair afişler astırmak zorunda kaldı. Bu arada sendika başkanı John Mitchell, Mary Jones’in maden sahasına geldiğinden önce haberi olmamıştı. Sonradan “ana biliyorsun seni öldürmekle tehdit ettiler, sahaya gitmekten korkmadın mı” dediğinde “Ait olduğum sınıfın kurtuluşuna hizmet edecekse, hiçbir şeyle karşılaşmaktan korkmam” karşılığını almıştı. Lattimer’de grev başarıya ulaştı. Jones Ana ise “teneke tavalar ve ıslıklarla yürüyerek taştan duvarları yıkmayı başaran o cesur kadınları asla unutmadığını” anılarında üstüne basarak ifade eder.
Pennsylvania Hazelton’da, Shamokin taş kömürü sahasında işçiler çok kötü olan çalışma şartlarına karşı grev kararı almış; 150 bin işçi greve çıkmıştı. İşçiler her ne pahasına olursa olsun kazanmak istiyordu. Sendika liderlerinden biri greve çıkmadan aldığı paranın yarısını ailesine bırakmış, yarısını da grevle ilgili yer kiralama ve benzeri masraflar için kendine ayırmıştı. Jones, Ana grevin başarısı için Shomakin’e ulaştığında işçilerin gittiği kilisenin papazı, işçilere işe dönmelerini bunun karşılığını da cennette alacakları yönünde bir konuşma yapıyordu. Jones Ana da kilisenin yakınında bir yerde toplanan işçilere “Çocuklar bu grev çağrısı, siz, karılarınız ve çocuklarınız ölmeden önce cennetten bir kırıntı elde edebilesiniz diye yapıldı” sözleriyle sesleniyordu. Şirketin tehditleri, papazın karşı propagandası işe yaramadı. Toplantı yapmaları için hiç bir salondan izin çıkmamasına karşın Jones Ana ve işçi liderleri bütün bir kampı örgütlemeyi başardı.
Grev başarıyla sonuçlandı. Tabi Hazelton grevinin başarısı yakındaki bir maden işletmesi olan Coaldale’deki işçilerin destek vermesine bağlıydı. Onlar da dayanışma greviyle bunu sağladılar. Ama Coaldale madenlerinde işçilerin dayanışma grevine çıkmasında kadınların önemli bir rolü oldu. Zaten Jones Ana erkekleri greve çıkarmak için Hazelton’daki kadınlardan özellikle yardım istemişti. Kadınlar evdeki işleri ve çocukları grevdeki kocalarına bırakarak paspasları, kovaları ve teneke tavalarıyla dışarı çıktılar. Kadınlar, tavaları zil gibi birbirine vurarak on beş kilometre ötedeki dağlık alan Coaldale maden kampına doğru akşamın karanlığında yürüyüşe geçtiler. Yolda devriye gezen şirketin silahlı milisleri kalabalığı geri çevirmek için durdurdu.
Jones Ana’da en öndeydi. Milislerin albayı ile Jones Ana arasında şöyle bir konuşma geçti:
“Albay, Amerikan işçileri ne duracak ne de geri dönecek. İşçiler ilerleyecek…”
“Süngüleri taktıracağım”
“Kime karşı?”
“Seninkilere.”
"Biz düşman değiliz. Biz sadece kardeşleri ve kocaları ekmek kavgası veren bir grup kadınız. Coaldale’deki kardeşlerimizin kavgamızda bize katılmasını istiyoruz. Çocuklarımız uğruna, memleket uğruna, bu dağ yollarındayız. Biz kimseye zarar vermeyeceğiz ve eminiz ki siz de bize zarar vermeyeceksiniz.”
Kafilenin geçişine yine de izin vermediler. Saat gecenin üçü idi. Sabaha kadar orada karşılıklı beklediler. Gün ışıdığında karşılarında paspasları, teneke tavaları olan kadınları gördüklerinde hem şaşırmış hem gülmeye başlamışlardı ki küçümser bir eda ile kadınların geçmesi için yolu açtılar. Uzun ve zahmetli yürüyüşten sonra kadınlar maden kampına erişmişti. İşçiler işe gitmek için hazırlanıp kapıya çıktıklarında kadınlarla yüz yüze geldiler. Kadınlar, ellerindeki tavaları birbirine vurarak “sendikaya katıl, sendikaya katıl” diye slogan atmaya başladılar. Jones Ana ve kadın ordusu sahada sadece madencileri değil madene grev kırıcı taşıyan arabacıları hatta şirketin güvenlik işlerinde çalışan milisleri bile ikna etmişlerdi. Milislerin yaşadığı lojmanın mutfağında onlarla birlikte yemek de yediler.
Evet, Hazelton grevi başarılı oldu ama Jones Ana önderliğindeki kadınların dağ başındaki Coaldale kampındaki işçilerini örgütlemesinin bunda payı çoktu. Kadınlar bu eylem sürecinde 50 kilometrelik yol katettiler. Hazelton’da sendika başkanı Mitchell’e, “Jones Ana vahşi bir kadın çetesiyle dağların tepesinde kıyameti koparıyor” haberi ulaştığında irkildi. Sonradan Jones Ana’dan öğrenmişti ki hiçbir mülke zarar verilmemiş ve kimsenin de burnu kanamamıştı. Gerek sahada görev yapan şerif, gerekse de maden patronları, Jones Ana’nın kadınların arasında olduğunu ne anlamış, ne de bu yönde bir ihbar almıştı. Hatta bir keresinde kadınların önüne çıkan şerif karşısındakinin Jones Ana olduğunu anlamadan aralarından aşağıdaki şekilde bir diyalog cereyan etmişti:
“Tanrım, şu Jones Ana kesinlikle tehlikeli bir kadın” deyince Jones Ana;
“Onu niçin tutuklamıyorsunuz?”
“Tanrım, yapamam. Paspasları ve süpürgeleriyle o kadın çetesini peşime düşürmüş olurum ve hapishane hepsini alacak kadar büyük değil. Bunlar adamın hayatını kaydırırlar.”
Sendika başkanı Mitchell şaşkındı. “Aman Tanrım, Ana, eve sağ salim döndün mü barı, neler yaptın sen öyle?” dedi.
“Beş bin adamı çekip çıkardım ve örgütledim. Zamanımız artınca, arabacıları da örgütledik, kampa hiçbir grev kırıcıyı taşımayacaklar.”
“Canınız yanmadı ya, Ana!”
“Hayır, can yakan bizdik.”
“Patronların adamları peşinize düşmedi mi?”
“Hayır, biz onların peşine düştük. Onların karıları ve bizim kadınlarımız kediler gibi bağrıştılar. Müthiş bir kavgaydı.”
Çocuk işçiliğinin yasaklanmasında
Jones Ana 1903 baharında Pensilvanya Kensington’da çoğu genç kadından oluşan 75 bin tekstil işçisi greve çıktı. Grevci işçilerin on bini çocuktu. Ki 12 yaşın altındaki çocukların çalıştırılması yasaktı. Babaları ya madende ölmüş ya da çalışırken sakatlanmış çocukların anneleri, çocuklarını olduğundan büyük göstererek üç dolar haftalık için işe gönderiyordu. Jones Ana sendikaya gelip gitmelerinden dolayı öteden beri çocukların içinde bulunduğu vahametin yakın tanığıydı. Kiminin bir parmağı yok, kiminin parmağı eklem yerinden kopmuş, kimi de sıska ve kamburu çıkıktı.
Grev sırasında Kensington’a giden Jones Ana çocuk işçilerin dururumu ile yakından ilgilendi. Çocukların okul yerine, işte olmasının yasadışı bir durum olduğunu kamuoyuna yaymak için grevdeki çocuklarla belediyenin önünde bir miting düzenledi. Jones Ana gazetecilerin de izlediği mitingde elleri ezilmiş, parmakları eksik çocukları kürsüye çıkartarak çevreye ve gazetecilere gösterdi. Amacı çocuk işçiliğinin yasaklanmasıydı. Yaptığı konuşmada “Philadelphia’nın köşklerinin, bu çocukların kırılmış kemikleri, titreyen yürekleri ve eğik başları üzerine inşa edildiğini; onların kısacık yaşamının zenginlerin mutluluğu için harcandığını” haykırdı. Çocuk işçiliği ertesi gün gazetelere haber oldu ve kamuoyunda tartışılmaya başlandı. Ama sorun tez unutuldu.
O sene, yüzyıl önce çalınan özgürlük çanı ABD’de dolaştırılıyor ve çanın çevresinde kalabalıklar toplanıyordu. Jones Ana çocuk işçilerin sesini duyurmak için özgürlük çanının dolaşılmasını fırsat bilip çocuk işçilerle çanın gezdirildiği yerlere doğru uzun bir yürüyüş planladı. Yürüyüşü grevci işçiler arasından bir kadın ve erkek ile bir grup çocukla beraber yaptı. Kimi eyaletlere girişleri valilik tarafından yasaklandı ama Jones Ana’nın ısrarlı girişimleriyle bu ve benzeri yasaklar aşıldı. Bazen kentlerin dışında kamp kurarak, bazen sendikaların ev sahipliğinden yararlanarak, bazen de kendilerine otel odalarını açan işletmecilerin yardımıyla halkla bütünleşik büyük bir eylem gerçekleştirdiler. Çocukların ellerinde “Madene Değil Okula Gitmek İstiyoruz” yazılı dövizlerini taşıdılar. Yüzlerce dost ve destekçi kazandılar. Kasabalarda, şehirlerde mini mitingler yaptılar. Üniversite önlerinde akademisyenlerle birlikte toplantılar düzenlediler. Jones Ana’nın birlikte kahramanca mücadele ettiği kadınların yerini bu sefer çocuklar almıştı. Eylem çocuk işçiliğini ABD’de güncel ve tartışılan bir konu haline getirdi. Kensington’daki tekstil grevi başarısızlıkla sonuçlandı ancak çok geçmeden Pensilvanya’da 14 yaş altı çocukların çalıştırılmasını yasaklayan bir yasa çıkarıldı.
***
20.yüzyılın başı itibarıyla ABD’de kadınların oy kullanma, seçme/seçilme gibi talepleri için mücadele yürüten kadınlardan, Jones Ana’nın kendi hareketlerine katılma talebi de gelmiştir. Jones Ana emekçilerin can yakıcı sorunları ile o kadar içli dışlı olmuştu ki “cehennemden kurtulmak için oya ihtiyacımız yok” diyerek süfrajetlere katılmayı reddetti. Bu tavrı onun kadın hakları karşıtı olduğu eleştirilerine yol açınca “sınıfıma özgürlük getiren hiçbir şeye karşı değilim” diye de net bir tavır koydu.
Jones Ana başta maden ve demir çelik, iplik, hazır giyim olmak üzere çok sayıda iş alanında işçilerin örgütlenmesinde, direnişe çıkması ve grevlerin başarıya ulaşmasında 60 yıldan fazla bir süreçte olağanüstü mücadele yürüttü. Çokça ölüm tehditli aldı. Tutuklandı, yargılandı. Haklılığına olan inancıyla kendisini yargılayan kimi savcı ve hakimi ikna etmeyi başardı. Katıldığı son grev 1919’daki çelik işçileri grevi oldu. Ondan sonra aktif saha eylemleri yerine sendika eğitimcisi, organizatör ve deneyimlerini paylaşan biri olarak çalışmalarına devam etti. 1919’dan sonra otobiyografisini de yazmaya başladı ve 1925’te 83 yaşındayken “ ve son cümlesi “Gelecek işçilerin güçlü, nasırlı ellerindedir” diye biten otobiyografisi yayımlandı. Ömrünün son yıllarını Adelphi Maryland’da yol ve mücadele arkadaşlarının çiftliğinde geçirmeye başlamıştı. Doğum tarihini 1830 olarak kabul edenler onun 100. yaşında (30 Kasım 1930) hayata veda ettiğine vurgu yaparlar.
Vasiyeti gereği cenazesi, İllions’ın Virdin kentindeki madencilerin yattığı mezarlığa defnedildi. Amerika’da 11 Ekim Madenciler Günü olarak bilinir. Jones Ana’nın anıt mezarını aralarında 16 bin dolar para toplayan maden işçileri yaptırdı. Anıt mezar 1936’da açıldığında 50 bin kişi ziyaret etti. 1976 yılında onun unvanının ilk hecesinden oluşan (Mother Jones=MoJo), MoJo adlı radikal bir dergi yayın hayatına girdi ve hala yayımlanmaktadır.
- 1.Emek Şövalyeleri 1869’da kurulmuş yasal olmayan bir işçi hareketidir. Emek Şövalyeleri ortaya çıkışından sonra hızla güçlenmiş ve ABD işçi hareketine örgütlenme ve birlikte hareket etme bilinci kazandırmıştır. 1880 yılında üye sayısı bir milyona ulaşmıştır. İşçilerin direnişlerine yönelik bir takım provakatif şiddet eylemleri Emek Şövalyeleri’nin suçlanmasına neden olmuştur. Sendikaların güçlenmeye başladığı bu yıllardan sonra Emek Şövalyeleri’ne ilgi de gittikçe azalmaya başlamıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder