8 Mart Dünya 'Emekçi' Kadınlar Günü kutlu olsun! (Binhan Elif Yılmaz)
2023 yılında üniversite mezunu kadınlarda işsizlik oranı yüzde 11,9 ve lise mezunlarında yüzde 17 iken erkeklerde işsizlik oranları sırasıyla yüzde 6,2 ve yüzde 7,7 olarak gerçekleşti
Geçmişi işçi hareketlerine dayanan "8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü", yüzyıldır Türkiye'de takvim yaprağında yer alıyor, ama sıradan bir gün sanılmasın. Emekçi Kadınlar Günü'nün varlık gerekçeleri, bugün bizlere çok makul gelen insana yaraşır çalışma şartlarına (eşit işe eşit ücret, cinsiyet farklılığının ücret ve çalışma koşullarına yansımaması, süre ve ortam olarak sağlıklı koşullar), oy kullanma ve seçme/seçilme haklarına sahip olmaktı.
Peki, hayatın her alanına emek veren kadınlar işgücü istatistiklerine nasıl yansıyor?
Kadınlar hayatın her alanına emek veriyor. Ancak işgücü piyasasında sunduğu emek ve aldığı karşılık, hâlâ tam olarak arzu edilen düzeyde değil. Hem işsizlik oranının yüksekliği hem de eşitsiz işgücü piyasası olanakları ile karşı karşıya kalmaya devam ediyor. 2023 yılının kasım ayından aralık ayına kadar 43 bin kadın daha işsiz kalırken, aralık ayında istatistiklere giren işsiz kadın sayısı 1.447 bin kişiye ulaştı.
Aşağıda hazırladığım ilk grafikte 2005-2023 yılları arasında kadın ve erkek işsizlik oranları yer alıyor. Kadın ve erkek, 2005-2010 yılları arasında işsizlikte kısmen eşitlenmişti. 2010 sonrası kadın işsizlik oranında gerileme başlasa da erkek işsizlik oranı daha hızlı düştü. Ancak böyle devam etmedi. 2018 son çeyrekte kadın işsizlik oranı yüzde 17'leri gördü. Pandemiden çıkışta bu iki oran birkaç aylığına birbirine yakınlaştı ama son yılların ekonomi politikalarının emek üretim faktörüne ve onun getirisine etkisi sert oldu. TÜİK en son aralık ayı işsizlik oranını yüzde 8,8 olarak açıklasa da erkek işsizlik oranı yüzde 7,1 iken kadın işsizlik oranı yüzde 12.
Kadının eğitim düzeyine göre işsizlik verileri de oldukça yaralayıcı. 2023 yılında üniversite mezunu kadınlarda işsizlik oranı yüzde 11,9 ve lise mezunlarında yüzde 17 iken erkeklerde işsizlik oranları sırasıyla yüzde 6,2 ve yüzde 7,7 olarak gerçekleşti.
Aşağıda hazırladığım ikinci grafikte ise genç kadın ve genç erkek işsizlik oranlarının yıllar itibariyle nasıl değiştiğini görebilirsiniz (TÜİK işgücü istatistiklerinde genç nüfus 15-24 yaş arası olarak kabul ediliyor). 2005-2010 yılları arasında, yani yaklaşık 15-20 yıl öncesinin gençleri arasında işsizlik açısından cinsiyet farklılığı hemen hemen yoktu. İzleyen yıllarda genç kadın ve erkekler işsizlik oranlarında farklılaştılar. 2023 yılı biterken genç kadın işsizlik oranı genç erkek işsizlik oranının iki katına çıktı.
Bu arada Türkiye'de istihdam oranı da hep yüzde 50'nin altında kalıyor. Bu durumun en önemli nedenlerinden biri, kadın istihdam oranının erkek istihdam oranının neredeyse yarısı olması.
Kadına dair resmî kurumların sunduğu verilere ulaşmak oldukça kolay. Peki nihai değerlendirmeyi bu verilere göre yapmamız mümkün mü? Pek değil. Çünkü her birimiz toplumun bir üyesi olarak kadının toplumdaki yerini farklı bölgelerde, farklı zaman dilimlerinde, farklı ekonomik sistemlerde gözlemleyebiliyoruz. Emeğinin değerini, ona duyulan saygıyı, çabasını görüp empati kurabiliyoruz, kurmalıyız.
Bir yandan da kadın kayıt içinde kalarak emeğini arz ederken, özellikle çocuk bakımı, ev işleri için bazen birden fazla kadının kayıt dışı emek arz etmesine yol açabiliyor. Kadının bir başka kadının emeğini talep etmesi, hem de kayıt dışılığın bir versiyonunun ortaya çıkması, Dünya Emekçi Kadınlar Gününde tartışılması elzem bir konuyu karşımıza çıkartıyor. Üstelik kapitalist sistemin tatmin edici ücret ve haklarla emeği ne kadar memnun ettiği sorgulanırken.
/././
İnsanları yakarak öldüren komutan, kaçırıp öldüren sahte "kahraman" (Gökçer Tahincioğlu)
Yakarak insan öldürenler, savunmasız bir gazeteciyi vuranlar, öldürdükleri insanların ceplerindeki parayı paylaşanlar kahraman, öldürülenler hain, terörist… Hak savunan avukatlar, öldürülenlerin yakınları vatan haini, zamanaşımına göz yumanlar vatansever öyle mi?
Ne yapıldığını ne yaşandığını unutturmadan, bıktırana kadar tekrarlayarak anlatabiliriz ancak insanlık suçlarını…
Deprem davaları zamanaşımına giriyor bu ülkede… Yıkılan binaların sorumluları korunuyor.
Maden katliamları cezasız bırakılıyor. Patronlara indirimli cezalar veriliyor, bürokratlar hakkında soruşturma bile açılmıyor.
İş cinayetleri konuşulmuyor bile. Daha fazla kazanmak için işçinin yaşamını çalanlar bir gün olsun cezaevine girmiyor.
Bütün suçlular vatan, millet sloganlarının arkasına gizleniyor. Memlekete asıl kötülükleri yapanlar bin yıldır korunuyor. O koruma kalkanına meşruiyet kazandırabilmek için sahte düşmanlar icat edilip, olmayan düşmanlarla birilerinin kahramanca savaştığı yalanları söyleniyor.
Bütün bu davalarda olanlar sürpriz mi?
Hayır, ipin ucu aslında "meşruiyet" oluşturulan davalara dayanıyor.
* * *
Peki aslında ne oluyor?
Ankara'da görülen JİTEM davası, istinaf mahkemesinin beraat ve zamanaşımı kararlarını yerinde bulmasıyla sonlandırıldı. İstinaf mahkemesinin bir üyesinin kaleme aldığı karşı oy yazısı, çetelerin tarihini, nasıl cezasız bırakıldıklarını açıkça gösteriyor ve tarihe not düşüyor.
Davaya Yargıtay bakacak artık.
Ancak sadece son aylarda olanlara, birilerinin nasıl kollandığına bakalım ve neler planlandığı konusunda akıl yürütelim.
* * *
1993-96 yılları arasında 19 insanın bir çete tarafından sistemli olarak kaçırılarak infaz edilmelerine ilişkin faili meçhul davasında, aralarında eski Bakan Mehmet Ağar'ın da bulunduğu 18 kişi yargılanıyordu.
Bu isimleri aklayan Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi, verdiği ilk beraat kararının bozulmasının ardından yeniden başlamak zorunda kaldığı yargılamanın ilk duruşmasında, salonu hayrete düşüren bir uygulamaya imza atarak, avukatlara yazılı olarak bir not iletti.
Bu notta, beraat kararının bozulmuş olmasına rağmen aslında istinaf mahkemesinin böyle bir yetkisinin olmadığı belirtiliyordu.
Daha ilk duruşmada, istinaf mahkemesinin, "Çeteyi ve kayıp silahları araştır" uyarısına karşılık mahkeme görüşünü açıklıyordu aslında.
Ağar, tek bir gün çapraz sorguya alınmadan yargılama yeniden beraat kararıyla bitirildi.
* * *
İlk beraat kararını bozan istinaf mahkemesinin ikinci yargılama sonunda farklı davranabileceği öngörülüyordu aslında.
İklim değişmişti.
Beklendiği gibi oldu…
Susurluk çetesinin eylemlerinin araştırılması yerine mahkemenin, "Susurluk çetesi üyesi Ayhan Çarkın'ın ifadeleri çelişkili, bant kayıtları yasadışı delil" gerekçesi yerinde bulunarak tekrarlandı.
Karşı oy kullanan üyenin kaleme aldığı muhalefet şerhi ise bir isyan niteliğindeydi.
Cinayetleri anlatan Çarkın'ın ifadelerinin ve cinayetlere ilişkin bant kayıtlarının ne kadar hukuki olduğunu anlatıyordu muhalif üye…
* * *
Ancak bu karardan önce iklimin zaten değişmiş olduğunu görmek mümkündü.
Muhalif üyenin karşı oy yazısında da dikkat çektiği Kutlu Adalı cinayeti ile ilgili takipsizlik kararı bunun örneklerinden biriydi.
Organize suç örgütü lideri Sedat Peker, aylar önce, Susurluk çetesi üyesi olmaktan hükümlü, emekli yarbay Korkut Eken'in, 1996'da Kutlu Adalı'yı öldürmek için kardeşi Atilla Peker'i de alarak KKTC'ye gittiğini anlatmış, Atilla Peker de savcılığa bu konuda suç duyurusunda bulunmuştu.
Korkut Eken, bunun üzerine Atilla Peker'le adaya gittiğini doğrulamış ama Kutlu Adalı cinayeti ile ilgisi olmadığını söylemişti.
Savcılık, Eken'in böyle bir itirafı yokmuş gibi, söz konusu tarihte Atilla Peker'in cezaevinde bulunmasından dolayı KKTC'ye gidemeyeceğini belirterek dosyayı kapattı. Üstelik dosyaya zamanaşımı kaydı da düştü.
* * *
Faili meçhul cinayetler davasında da aslında iki cinayet çoktan zamanaşımına girmişti.
Behçet Cantürk'ün ve Abdülmecit Baskın'ın 1993'te öldürülmelerine ilişkin dosyalar için zamanaşımı kararı verilmişti.
Bir ülke düşünün, faili meçhul cinayetler davasından 6 yıl sonra Susurluk çetesini tespit edip, hapisle cezalandırsın ancak 30 yıl boyunca bu çetenin öldürdüğü iddia edilen insanlarla ilgili davaları tamamlayamasın…
Kutlu Adalı cinayeti dosyasını 30 yıl boyunca bir zahmet araştırmasın…
* * *
Öğüt ailesi
Bu ülkede, insanları yakarak öldüren kişileri kaçırmak da olağan elbette…
Olağan olağan karşılanabilen, "terörist, hain" sözlerinin arasında yok sayılmaya çalışılan bir olay yaşandı bu ülkede.
3 Ekim 1993'te, Muş Korkut'a bağlı Vartinis'te, Öğüt ailesinden 7'si çocuk 9 kişi, evlerinin içerisinde, bütün köyün gözü önünde yakılarak öldürüldü.
Yargıtay, onlarca kişinin katıldığı bu eylemin sorumlusu olarak dönemin Hasköy İlçe Jandarma Komutanı Bülent Karaoğlu'nu belirledi.
Yargıtay'ın kararından sonra bu insanlık suçunu işleyen Karaoğlu'nun tutuklanmasını talep etti avukatlar.
Ancak Kırıkkale 1. Ağır Ceza Mahkemesi, tutuklama talebini reddetti.
Sonra ne mi oldu?
Karaoğlu'nun ifadesinin alınması beklendi bozma kararından sonra.
Ve mahkeme, 3 Ekim 2023'te, 30 yıllık zamanaşımı süresinin dolduğunu belirterek, davayı düşürdü.
Yargıtay kararının üzerinden bir yıl geçmişti.
Bu bir yıl boyunca tutuklama kararı verilmeyen Karaoğlu, elbette kaçmıştı.
Şimdi rahatça ortaya çıkabilir.
Vatana, millete hizmet ettiğini düşünenler, davanın zamanaşımına sokulmasını sağladı.
Kutlu Adalı cinayeti gibi, Behçet Cantürk, Abdülmecit Baskın cinayetleri gibi…
* * *
Bir ailenin, köyünde olağan bir akşam geçiren bir ailenin yakılarak öldürülmesinden vahim ne olabilir ki?
Onlarca köylü tanık, bazı askerler tanık…
Memleketin en üst mahkemesi, Yargıtay cinayeti tespit etmiş…
Daha ne beklenebilir ki?
Öyle olmuyor…
Asla öyle olmuyor…
Yakarak insan öldürenler, savunmasız bir gazeteciyi vuranlar, öldürdükleri insanların ceplerindeki parayı paylaşanlar kahraman, öldürülenler hain, terörist…
Hak savunan avukatlar, öldürülenlerin yakınları vatan haini, zamanaşımına göz yumanlar vatansever öyle mi?
Değil değil elbette…
Biliyor aslında herkes olanı biteni…
Bu aktörlerin neden dışarıda tutulduğunu, kimin ne için korunduğunu biliyor.
Bazı akılların kimlere nerelerden verildiğinin, bu insanların koltuk korumak için neler yapabileceğinin bilindiği gibi.
/././
Hani ekonomi iyiydi? (Mustafa Durmuş)
Kuşkusuz siyasal iktidar, kendi neden olduğu ama içinden de bir türlü çıkamadığı ekonomik krizin faturasını emekçi halklara ödetebilmek için toplumsal bir rıza üretmek zorunda ya da bunun yetmediği yerde zora başvuracaktır. Bunun için de elde kalan tek veri olan ekonomik büyüme verisini bir başarı hikâyesine dönüştürüyor
Hatırlanacağı gibi, Cumhurbaşkanı Erdoğan birkaç gün önce açıklanan ekonomik verilerini değerlendirirken Türkiye ekonomisinin ilk kez 1,1 trilyon doların üzerinde bir büyüklüğe eriştiğini söyleyerek, muhalefete "hani ekonomi kötüydü" diye seslendi.
Siyasal iktidarın elinde ekonomik büyüme verilerinden başka nispeten pozitif gibi görünen veri olmadığından, büyüme verilerinin açıklanacağı günü heyecanla bekliyor ve o gün bir başarı hikâyesi anlatıyor.
"GSYH büyümesi" demode bir gösterge artık
Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla (GSYH), 1 yıl içinde hem özel sektör hem de kamu sektörü tarafından üretilen ekonomik çıktıların (mal ve hizmetler) toplam parasal işlem değerini ölçen bir kavram.
Ancak daha önce de defalarca vurguladığımız gibi, bir ekonominin iyi olma halini ya da sağlamlığını tek başına ekonomik büyüme (GSYH büyümesi) verisi ile açıklayabilmek artık mümkün değil.
Bu ölçüt ya da kavram, tarihsel olarak 1934 yılında, ABD ekonomisinin ne durumda olduğunu tam olarak görebilmek amacıyla Kuznets tarafından geliştirilmiş ve Keynes tarafından da benimsenmiş bir ölçüt.
Savaş sanayi büyüdüğünde ekonomi büyür
O yıllarda bile, Kuznets reklam harcamaları ve savaş harcamalarının bu ölçmeye dâhil edilmemesi gerektiğini söylerken, Keynes aksini savunuyordu ve sonuçta Keynes'in dediği oldu. (1) Yani savaş sanayi gibi öldürmeye ve doğayı yok etmeye odaklı bir sanayi ne kadar büyük olursa ve bu sektör ne denli hızlı büyürse, ekonomik büyüme de o kadar büyük olur ki ABD ekonomisi bunu somut örneklerinden birisidir. Peki, insanı ve doğayı yok eden böyle bir büyüme toplum lehine olabilir mi?
Bir kez daha vurgulayalım: Özellikle de 1990'lardan itibaren, neden olduğu sosyal sınıflar arasındaki ekonomik eşitsizlikleri artırmak, buna karşılık nitelikli ve iyi ücretli kalıcı istihdam yaratmamak, finansal kırılganlıklara neden olmak ve ekolojik yıkıma yol açmak gibi pek çok gerekçeden ötürü, bu ölçüt en azından akademi dünyasında artık tek başına kabul edilebilen bir ölçüt değil.
Alternatif iyilik ölçme yöntemleri konusunda sayısız öneri ve uygulama söz konusu. Öyle ki IMF bile düzenli çıkarttığı bir dergi olan Finance & Development'in Mart sayısında ekonomik büyümeye eleştirel yaklaşan önde gelen iktisatçıların makalelerine yer verdi. Bu iktisatçılar arasında, Ghosh, Coyle, Deaton, Raworth ve Rodrik gibi alanında çok meşhur iktisatçılar var. (2)
Kaldı ki bir an için GSYH büyümesini tek başına başarı ölçütü olarak kabul etsek dahi durum bu siyasal iktidarı haklı çıkarmıyor. Zira siyasal iktidar da, bu ve gelecek yıl ekonominin şu ana kadarki hızda büyüyemeyeceğini kabul ediyor.
Tekno şirketlerin yarısından küçük bir ekonomi
Ayrıca, ülke ekonomisinin tarihsel olarak nereden nereye geldiğine ve diğer ülke ekonomilerini ne durumda olduğuna da bakmamız gerekiyor. Ancak diğer bazı ekonomilerle kıyaslamadan önce 1,1 trilyon dolarlık ekonomik büyüklüğü dünyadaki bazı büyük teknoloji şirketlerinin piyasa değerleri ile kıyaslayalım.
BIS bünyesinde yapılan bir çalışmaya göre (3), (1 Nisan 2023 itibarıyla), dünya teknoloji şirketi devleri olan Apple'in 2,4 trilyon dolar, Microsoft'un 2,1 trilyon dolar, Google'ın 1,4 trilyon dolar, Amazon'un 1,1 trilyon dolar ve Facebook'un 0,6 trilyon dolar piyasa değeri söz konusu. Bu şirketler yıllık gelirlerinin yüzde 68'ini şu anda en revaçta gelir biçimi olan iletişim teknolojileri ve bunlarla ilgili mal ve hizmet satımından elde ediyorlar.
105 trilyon dolarlık dünya ekonomisi
Uluslararası Para Fonu'nun (IMF) 2023 Dünya Ekonomik Görünümü raporundaki son tahminlerine göre, 2023 yılı sonunda dünya ekonomisinin 105 trilyon dolarlık bir gayrisafi yurtiçi hasılaya (GSYH) sahip olması ve bir önceki yıla göre 5 trilyon dolar daha büyük olması bekleniyor. (4)
Türkiye ekonomisinin dünya ekonomisi içindeki payı sadece yüzde 1
Şimdi, Türkiye ekonomisinin dünya ekonomisi içindeki payını 2003, 2017 ve 2023 yılları itibarıyla kıyaslamakta yarar var.
AKP'nin ilk iktidar yılı olan 2003'te Türkiye'nin GSYH'si kabaca 261 milyar dolardı. Buradan bakınca ekonominin son 22 yılda 4 kat büyüdüğü açık ama diğer ekonomiler sabit kalmıyor, onlar da büyüyorlar. Hatta Türkiye 2003 yılında G20 üyesiydi (o tarihte 16'ncı sıradaydı) zira G20'nin kurulduğu 1999 yılından bu yana bu yapının bir üyesi.
Şimdi dikkat! 2016 yılında Türkiye ekonomisinin büyüklüğü yaklaşık 898 milyar dolar, 2017 yılında ise yaklaşık 891 milyar dolardı. Dünya ekonomisinin büyüklüğü ise aynı yıllarda sırasıyla 76,5 trilyon dolar ve 81,4 trilyon dolardı.
Yani Türkiye ekonomisinin büyüklüğü her iki yılda da dünya ekonomisinin yüzde 1'ini aşıyordu. Bugün 105 trilyon dolarlık dünya ekonomisinin içinde Türkiye ekonomisinin payı yüzde 1. Yani 22 yılda payımız yüzde 1'i geçmedi. Hatta bazı yıllarda bu pay yüzde 0,98'e geriledi. O halde başarı bunun neresindedir?
Peki ya diğer göstergeler?
Bir ekonominin iyi olma halini sadece ekonomik büyüme verisi ile sınırlı tutmamak ve başka ekonomik ve sosyal verilere ya da göstergelere de bakmak lazım.
Bu bağlamda Türkiye ekonomisinin performansını görebilmek için, 2024 yılına ilişkin hem ekonomik büyüme hem de enflasyon verilerini birlikte, üyesi olduğu G20 ekonomileri ile kıyaslamakta fayda var.
Nitekim OECD'nin öngörülerine göre bu yıl G20 ülkeleri de, Türkiye ekonomisi de yüzde 2,9 büyüyecekler. Yani bu yılki büyüme açısından Türkiye ekonomisinin G20 ülkelerine bir üstünlüğü olmayacak. (5)
Kaldı ki aşağıdaki tablodan da görülebileceği gibi, Türkiye 2023 yılında, başta Çin, Endonezya ve Hindistan ekonomileri olmak üzere bazı ekonomilerden daha yavaş büyüyebildi, Enflasyon, bütçe açığı ve işsizlik gibi veriler açısındansa bu ülkelerle kıyaslanamayacak kadar kötü durumda.
(Bloomberg, IMF, TÜİK)
Enflasyon "dananın kuyruğunun koptuğu" gösterge
Ancak asıl ayrışma enflasyon oranlarında yaşanacak zira OECD G20 ülkelerinde bu yıl ortalama yüzde 6,6 enflasyon yaşanacağını ileri sürüyor.
Oysa bir OECD üyesi ülke olarak, Türkiye'de enflasyon oranının (resmi enflasyon) yüzde 60-70 arasında olması bekleniyor. Bu da halkın refah durumunu ya da yoksulluğunu en fazla etkileyen faktör olarak enflasyonun G20 ülkelerinin yaklaşık 10 katı olacağını ortaya koyuyor.
Eğer bu bir ekonomik başarıysa, siyasal iktidarın bunu bundan böyle enflasyon altında ezilen kitlelere nasıl anlatabileceği de merak konusudur. Açıkçası özellikle de toplumun en zor durumda olan ve aldığı ücretlerin GSYH içindeki payı sadece yüzde 4,5 olan 16 milyona yakın emeklinin (6) isyanı bundan böyle toplumun kolayca ikna edilemeyeceğini gösteriyor.
Bu arada belirtmekte yarar var: 2012 yılından bu yana her yıl hazırlanan "2022 Natixis Global Retirement Index" adlı bir endekste 44 ülkedeki emeklilerin yaşam standartları ve refah durumları sıralanıyor. "Emeklilerin Durumu Endeksi" olarak dilimize çevrilebilecek bu endeksteki yerimiz 44 ülke arasında 41'nci sıra. (7) Yani fazla söze gerek yok.
Diğer yandan iktidarın bu kesimlerin haklı taleplerine olan duyarsızlığı ise bundan böyle 4 yıl boyunca seçim yapılamayacağı ile ilgili olabilir. Ancak bunun da bir garantisi yok.
Kuşkusuz Türkiye'nin halini ekonomik büyüme verilerinden daha iyi anlatacak başka göstergeler de var. Bunlardan birisi örneğin Küresel Refah Endeksi. Nitekim Londra merkezli Legatum Enstitüsü'nün hazırladığı bu endeksin 2023 yılı sonuçlarına göre, Türkiye 100 üzerinden 55,5 puan ile 167 ülke içinde ancak 95'nci sırada yer alabiliyor. (8)
Ancak endeksin detayları çok daha önemli zira dört alt alanda ülkenin hem sıralaması hem de puanı çok daha kötü. Bunlara göre: "Güvenlik ve Emniyet Göstergesi"nde (savaş, çatışma, terör ve suçun bireylerin güvenliğini hem derhal hem de daha uzun süreli etkiler yoluyla ne ölçüde istikrarsızlaştırdığını ölçüyor) ülkenin puanı 45,7 ve dünya sıralamasındaki yeri 147.
"Kişisel Özgürlük Göstergesi" temel yasal haklar, bireysel özgürlükler ve toplumsal hoşgörü alanlarındaki ilerlemeyi ölçüyor. Türkiye'nin puanı 30,2 ve dünya sıralanmasındaki yeri 152. "Yönetişim Göstergesi" iktidar üzerinde ne ölçüde kontrol ve kısıtlama olduğunu ve hükümetlerin etkili ve yolsuzluğa bulaşmadan çalışıp çalışmadığını ölçüyor. Türkiye'nin puanı 36,9 ve sıralamadaki yeri 128. Son olarak "Sosyal Sermaye Göstergesi", bir ülkedeki kişisel ve sosyal ilişkilerin, kurumsal güvenin, sosyal normların ve sivil katılımın gücünü ölçüyor. Ülkenin puanı 45,0 ve dünya sıralamasındaki yeri 137.
Sonuç olarak
Kuşkusuz siyasal iktidar, kendi neden olduğu ama içinden de bir türlü çıkamadığı ekonomik krizin faturasını emekçi halklara ödetebilmek için toplumsal bir rıza üretmek zorunda ya da bunun yetmediği yerde zora başvuracaktır. Bunun için de elde kalan tek veri olan ekonomik büyüme verisini bir başarı hikâyesine dönüştürüyor.
Bu yüzden de, başta sol sosyalist muhalefet olmak üzere, tüm demokratik muhalefetin bu durumu teşhir etmesi ve yerine hakiki, emekten yana ve eşit bölüşümcü, doğadan yana, farklı kimliklere eşit yaklaşan, toplumsal cinsiyet eşitlikçi ve nitelikli- iyi ücretli kalıcı bir tam zamanlı istihdam yaratan bir ekonomik büyümenin nasıl sağlanabileceği üzerine kafa yorması gerekiyor.
Bunun için de aslında kapitalizmi karşısına alması ayrıca, özellikle de yaklaşan yerel yönetim seçimlerinden hareketle, yerel demokrasi ile güçlendiren yeni bir demokrasiyi inşa etmesi gerekiyor.
Bu bakış açısından hareketle asgari bir alternatif sol program olarak şunlar talep edilebilir:
(i) Yurttaşlara bağış, ya da yardım değil, adil ücret geliri sağlanmalıdır.
(ii) İşçilerin emekçilerin reel ücretlerini koruyabilmeleri için örgütlenmelerinin ve grevli toplu sözleşmeli haklarının önündeki engeller kaldırılmalıdır.
(iii) Devlet uygulayacağı sosyal politikalarla emek sömürüsünü asgariye indirgemelidir.
(iv) Stratejik sektörler kamulaştırılmalı ve ücretsiz ve nitelikli kamusal eğitim, sağlık, ulaştırma ve sosyal güvenlik hizmetleri korunmalı ve yaygınlaştırılmalıdır.
(v) Kamusal hizmetleri fonlayabilecek dik artan oranlı gelir ve servet vergileri hayata geçirilmelidir.
(vi) Yurttaşların toprağa ve konuta adil erişimi sağlanmalıdır.
(vii) Yerinden yönetim uygulamalarıyla güçlendirilmiş demokratik bir siyasal iktidar ve kamu yönetimi inşa edilmelidir.
Dipnotlar:
- Jason Hickel, The Divide, A Brief Guide to Global Inequality and its Solutions, Windsmill Books, 2017, s. 280-286.
- Finance and Development, International Moetary Fund (March 2024), Volume 61, Number 1.
- Sebastian Doerr, Jon Frost, Leonardo Gambacorta ve Vatsala, "Big techs in finance", IS Working Papers, No 1129 (16 October 2023), s. 8, https://www.bis.org (8 Mart 2024).
- International Monetary Fund, World Economic Outlook Update, January 2024.
- OECD Economic Outlook, Interim Report (February 2024), s. 5.
- https://bes.org.tr/aziz-celik-enflasyona-ezdirmedik-ve-kaynak-yok-aldatmacasi-emeklileri-ezdiler (15 Ocak 2024).
- 2023 Natixis Global Retiremend Index, Good News. Bad News, Retirement security improves but few feel more secure, s. 59.
- The Legatum Prosperity Index 2023, https://www.prosperity.com/rankings (8 Mart 2024).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder