Servet vergisi gelebilir mi? (Murat Batı)
Olası bir servet vergisinin alınması/getirilmesi durumunda biri neden diğeri de netice olmak üzere iki temel engel bulunmaktadır. Neden sorusunun cevabını Anayasal ilkelerde; netice sorusunun cevabını ise 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nda aramak gerekiyor.
Bu aralar servet vergisi gelmeli söylemi yine konuşulmaya başlandı. Bir firmanın yönetim kurulu başkanı 6 milyon TL’den fazla servete sahip olanlardan yüzde 1’lik bir servet vergisi alınsın, tahsil edilen bu verginin bir kısmı 6 Şubat’ta zarar gören illere harcansın ve kalan kısmı da başta İstanbul olmak üzere Marmara Bölgesi’nin kentsel dönüşümü için harcansın şeklinde bir öneri getirdi.
Servet vergisi elbette getirilsin ama depremin yaralarını sarmak ve kentsel dönüşüm için getirilecek bu vergi depremin yaralarını sarmak ve kentsel dönüşüm için kullanılabilecek mi? sorusuna cevap bulmamız gerekiyor. Hadi bu vergiyi getirdik diyelim, bu yeni vergi Anayasa Mahkemesinde iptal edilebilir mi?
Yani öyle bir servet vergisi getirilmeliyiz ki bu vergi, depremin yaralarını sarmak üzere ve kentsel dönüşüm için kullanılmalı ilaveten de bu yeni Anayasa Mahkemesi tarafından da iptal edilmemelidir.
Görüldüğü üzere konunun birden fazla cevap bekleyen ayağı var. Bunlardan en anlaşılır ve insani olanı bir servet vergisi getirilmeli ayağıdır. Evet kesinlikle getirilmeli ama…
Olası bir servet vergisinin alınması/getirilmesi durumunda biri neden diğeri de netice olmak üzere iki temel engel bulunmaktadır. Neden sorusunun cevabını Anayasal ilkelerde; netice sorusunun cevabını ise 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nda aramak gerekiyor.
Şöyle ki…
Servet kavramından ne anlamalıyız?
Öncelikli temel sorun servet kavramından ne anlaşılması gerektiğidir. Servetten anlaşılan sadece finans kurumlarında bulunan nakit, hisse senedi, tahvil, bono vs gibi finansal enstrümanlar mı yoksa sahip olunan gayrimenkuller mi? Dünya ölçeğinde bu soruların cevabı genel olarak banka ya da finans kurumlarında bulunan mevduatlar olarak kabul edilmiş. Bizde önerilen servet vergilerine bakıldığında önerilerin öbeğinde banka ya da finans kurumlarında bulunan TL ve yabancı paralar bulunmaktadır. Ben de bu yazıda bunu bu şekilde kabul ederek değerlendirmelere devam edeyim.
6 milyon TL’den fazla “servete” sahip olanların sayısını bilmiyorum. Ama bu kişilerden 6 milyon TL gibi bir tutarı aşan mevduata (servete) sahip olanlardan belli bir oranda özel bir servet vergisi alabilir miyiz? Elbette alabiliriz ama öncelikle verginin ekonomik sonuçlarından ziyade özellikle Anayasal olarak mümkün olup olmadığını ele almamız gerekmektedir.
Bir düzenleme ister kanunla ister Cumhurbaşkanı kararı isterse de başka bir enstrümanla yapılsa bile Anayasa’nın herhangi bir hükmüne aykırılık oluşturmaması gerekmektedir. Özellikle vergi hukuku ile alakalı yapılan düzenlemeler Anayasa’nın 2’nci maddesinde yer alan sosyal hukuk Devleti, Anayasa’nın 10’uncu maddesinde yer alan eşitlik 13’üncü maddesinde yer alan ölçülülük ve 35’inci maddesinde yer alan mülkiyet hakkının ihlali gibi ilkeler ile çelişmemelidir.
Buna göre;
Özel bir servet vergisinin Kanunla konulması gerekmektedir.
Anayasa’nın 73’üncü maddesinin 3’üncü fıkrası gereği vergiler ancak kanunla konulur. Bunun için kendine ait bir kanun ya da özel iletişim vergisinde (deprem vergisi) olduğu gibi var olan bir kanuna ekleme yapılabilir. Bu düzenlemenin ise kesinlikle kanunla yapılması gerekmektedir. Kuvvetle muhtemel bu tarz bir verginin konulması bu aralar oldukça popüler bir yöntem olan torba kanun ile yapılır. Kanunla konulması dışında Cumhurbaşkanı kararı ya da genel tebliğ gibi bir düzenleyici işlemle bu verginin konulması mümkün değildir.
Özel servet vergisi kanunu hangi amaç için konulacak?
Getirilecek özel bir servet vergisinin meşru bir amacının olması gerekmektedir. Bu amaç, depremde zarar görenler ve kentsel dönüşüm için kullanılmak üzere tesis edilebilir. Ancak burada da bir engel var ki bu da 5018 sayılı Kanun’un 13/g maddesinde “Belirli gelirlerin belirli giderlere tahsis edilmemesi esastır.” ilkesidir.
Bu, ademi tahsis ilkesi olarak da adlandırılır. Genel bütçeye doğrudan gelir kaydedilen bu vergiler hazinenin havuzuna aktarılır ve yine bu vergiler toplandığı yer ya da konusuna bakılmaksızın bütçe kanununun izin verdiği ölçüde her türlü kamu hizmeti için harcanabilir. Tıpkı deprem vergisi olarak bilinen özel iletişim vergisinde olduğu gibi. Akıbeti aynı olma ihtimali çok yüksek.
Her deprem sonrası nerede bu deprem vergileri? sorusuna her seferinde yazılarımda bu yanıtı verdim. İşte tam da bu noktada genel bütçeye gelir kaydedilen ve depremin yaralarını sarmak amacıyla getirilecek servet vergisinin sadece deprem için kullanılması 5018 sayılı Kanun’un 13/g maddesi uyarınca mümkün görünmemektedir.
Olur da depremde zarar görenler ve kentsel dönüşüm için bir servet vergisi getirilirse bunu zelzele vergisi diye adlandıracağız. Yani bu amaçla getirilecek vergi hazineye aktarılacak sonrasında ise bütçe kanununda yer alan duble yol, lüks makam araçları gibi harcamalara gidecek. Ve maalesef her deprem sonrasında nerede bu zelzele vergileri? diye soracağız. Benden uyarması…
Konulacak bir “özel servet vergisi” Anayasa’nın eşitlik ilkesini de zedelemeyecek
Anayasanın muhtelif hükümleri uyarınca vergi yükü vatandaşlar arasında adil ve dengeli dağıtılmalıdır. Günümüzde çağdaş devlet olmanın ve hukukun üstünlüğü ilkesini yaşama geçirmenin yolu hukuk devleti olabilmektedir. Hukuk devletinin unsurlarından en önemlilerden biri eşitlik ilkesidir. Devletin eşitlik ilkesine aykırı bir yasal düzenleme ihdas edebilmesi için bu yasal düzenlemenin “haklı bir nedene (meşru amaç)” dayanması ve kamu yararı nedeniyle bu yola başvurması gerekmektedir.
Bununla birlikte Anayasa Mahkemesi, içtihatlarında haklı neden kriterinin kesin bir tanımını yapmış değildir. Anayasa Mahkemesi, önüne gelen somut vakanın durumuna göre gereklilik, zorunluluk, dengeli ve makul ölçüler gibi ifadelerle bu kriteri açıklamaya çalışmaktadır.
Fakat bu konuda şu söylenebilir ki her durumda eşitlik ilkesinden sapmayı gerektirecek bir ayrım kriterinin ayrımın amacına uygun olması gerekecektir. Bu minvalde ademi tahsis ilkesinin varlığı, eşitlik ilkesinden sapmak için gerekçe gösterilen depremin yarattığı sosyal adaletsizlikleri gidermede kullanılamayacak bir servet vergisini Anayasaya aykırı hale getirebileceği gibi, yüksek bir vergi oranının belirlenmesi durumunda mülkiyet hakkı, ölçülülük ilkesine aykırılık sebebiyle de ihlal edilmiş olacaktır.
Ezcümle
Deprem sonrası milyonlarca insanın gelir kaybına uğraması sosyal devlet ilkesini daha anlaşılır hale getirmiştir. Haliyle devletlerin sosyal devlet ilkesini vatandaşları açısından efektif hale getirebilmesi için yeni kaynaklar yaratması gerekmektedir. Bu kaynaklardan biri olarak düşünülebilecek servet vergisi Türk hukukunda bilhassa eşitlik ilkesi bakımından sorun yaratabilecektir.
Her ne kadar yasama organının nisbi eşitlik gereği zorlayıcı durumlarda genel eşitlik prensibinden sapmalar yapma konusunda takdir haklarının olduğu düşünülse de bu takdir hakkının keyfi olmaması, meşru ve somut bir amaca yönelik olması gereği ortadadır.
Türk vergi hukukuna hâkim ilkelerden biri olan ve evvelden beri tartışılan ademi tahsis ilkesi gereğince depremin yaralarını sarmak ve kentsel dönüşüm amacına özgülenmiş olarak belli bir kesimden alınacak servet vergisinin amacına uygun kullanımını sağlayacak somut yasal düzenlemeler yapılmayıp toplanan verginin genel bütçe içerisinde kaybolması bu vergisel düzenlemenin Anayasaya uygunluğunu tartışmalı hale getirecektir. Sosyal devlet ilkesini gerçekleştirmenin önemli olduğu kadar vergilerin harcanmasındaki şeffaflığın da önemli olduğunu unutmamak ve hukuk devleti ile eşitlik ilkesi gibi ilkeleri sosyal devlet kavramının arkasına sığınan bir popülist söylemin kucağına da bırakmamak gerekmektedir.
Yukarıda belirttiğim şekildeki bir servet vergisinin birçok Anayasal hakkı ihlal etmesi olasıdır. Bu verginin Türkiye uygulamasında son dönemde sıklıkla görüldüğü üzere kanun harici bir norm ile konulmasının beraberinde getireceği Anayasaya aykırılık sonucunun yanı sıra, eşitlik ilkesi ve mülkiyet hakkını ihlal edecek içerik ve orantısızlıkta olması da ihtimal dâhilindedir.
Ezcümle, olası bir servet vergisi toplanır ve depremin yaralarını sarmak ile kentsel dönüşümü sağlamak için harcanabilir ama ademi tahsis ilkesi olmasaydı; yüksek servet sahiplerinden özel bir servet vergisi alınabilir ama eşitlik ilkesi olmasaydı.
Bu konunun özellikle Anayasa hukukçularınca tartışılıp ülke menfaatine daha uygun bir hale evrilmesi dileğiyle…
/././
Emniyet'te dikkat çeken iki istifa! (Tolga Şardan)
İki polis müdürünin, her ne kadar kamu görevinden istifa etse de, geçmişte yaptıkları görev sırasındaki sicillerinin kaybolmayacağı aşikâr.
İlginç olduğu kadar da önemli işaretler veriyor, bu gelişmeler.
Yeni bakanın gelişinden sonra yapılan kadro tasfiyeleriyle boşalan makam ve mevkilere yönelik, teşkilat içindeki farklı dini grup ve yapıların birbirleriyle mücadelesi – hatta 'savaş' dense yeridir – hız kesmeden devam ediyor maalesef.
Çok seslendirilmese de; köşe bucak, kapalı kapılar ardında, kadro savaşları yaşanıyor.
Büyüteç'in son bölümünde bu konuyu detaylı aktaracağım. Ancak öncelikle geçtiğimiz günlerde sessiz sedasız yaşanan iki polis müdürünün istifasına dikkat çekeyim.
Her iki polis müdürü sıradan isimler değil. Önemli süreçte önemli yerde görev yapmaları nedeniyle kritik iki isim.
Kolayca tahmin edeceğiniz üzere; her iki isim, önceki İçişleri Bakanı Süleyman Soylu döneminde "etkin" görevdeydi.
Yeri gelmişken belirteyim; geçmişe dönük, hele ki Soylu'nun dönemini Büyüteç'e aldığımda "geçmişle ilgilenmemem" gereken kimi mesajlar, gerek sosyal medya, gerekse tanıdıklar üzerinden ulaştırılıyor, bu satırların yazarına.
Üzgünüm; Soylu döneminde yaşanan, yapıldığı tespit edilen usulsüzlükler, olaylar daha epeyce zaman Büyüteç'in konusu olmaya devam edecek. Şimdilerde yaşananlar nasıl Büyüteç'te yer alıyorsa, önceki dönemde yaşananların ortakları, üzülmeye devam edecekler bir süre daha.
Malzeme bayağı var. Zamanı gelip konular olgunlaştıkça okurla paylaşmaya devam edeceğim. Meraklılarının bilgisine sunarım.
Devam edeyim; istifa eden polis müdürlerinden birisi, Emniyet Genel Müdürlüğü merkez teşkilatında görev yapmış bilhassa siber suçlarda etkindi.
Halen Bursa Emniyet Müdürü olan Sabit Akın Zaimoğlu'nun "prensi" hatta "kara kutusu" olarak bilinen Şube Müdürü konumundaki Kürşat B., bu isim.
Zaimoğlu, Siber Suçlarla Mücadele Dairesi'nde (SSMD) başkan iken ekibine aldığı Kürşat B.'yi, sonra atandığı İstihbarat Başkanlığı'na taşıdı. SSMD'deki görevi sırasında kamuoyunda çokça tartışılan siber uzmanlarının alımı yapılırken komisyondaydı.
Peşinden İstihbarat Başkanlığı bünyesinde de Siber Suçlarla Mücadele Şube Müdürü olarak görev yaptı. Emniyet İstihbaratı'na özel yazılımların alımı sırasında da görevdeydi. Soylu dönemindeki çalışmaların en yakın tanıklarındandı.
Yerlikaya'nın Emniyet İstihbaratı'na atadığı Selami Yıldız'ın göreve başlamasıyla görevden aldığı Kürşat B., kısa süre önce İstihbarat Başkanlığı'ndan Polis Akademisi Başkanlığı'na tayin edildi. Tayin sonrasında Kürşat B., emniyet teşkilatından istifa etti.
Bu arada söz konusu polis müdürünün, Soylu döneminde emniyette oldukça etkin olduğu bilinen bilişim firması sahibi K.T. ile yakınlığının İstihbarat Başkanlığı'ndaki tayinde etkili olduğu iddiası mevcut.
İstifasının ardından Kürşat B., bilişim sektöründe yakınlarının sahip olduğu firmada çalışmaya başladı. Yakın zamanda yaşanması beklenen bir süreç öncesinde, yanına sırlarını da alıp gitti.
İkinci sır kutusu da istifa etti
Emniyet teşkilatındaki görevinden istifa eden diğer isim ise, yakın zamana kadar Ankara Emniyeti'nde Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürü olarak görev yapan Murat B. oldu.
Murat B., diğer meslektaşı gibi kritik görevdeydi. Öyle ki, o da Soylu'nun yakın adamı Ankara Emniyet Müdürü Servet Yılmaz'ın "prensi" idi. Yılmaz'la tanışıklığı, Yılmaz'ın Gümüşhane'deki görev dönemine kadar gidiyor.
İkili yıllar sonra Ankara'da buluştu. Yılmaz, Murat B.'yi finansal suçların en yoğun olarak soruşturulduğu birimin başına getirdi.
Murat B., görevi sırasında pek çok mali suçla mücadele operasyonuna imza attı. Bunlardan en bilineni "Demir Yumruk" adı verilen ve Soylu'nun ballandırarak kamuoyuna duyurduğu operasyondu.
Demir çelik sektöründe, kurulan paravan şirketler üzerinden sahte faturalarla kamunun zarara uğratıldığı ve sonuçları bugün itibarıyla tartışılan operasyonu yürüttü. Operasyonun gerçekleştiği dönemde adliye ve emniyet koridorlarında epeyce kulis dönmüştü.
Söz konusu dosyanın tamamlanıp yargı aşamasına taşındığı dönemde adliyedeki Başsavcı Vekili Ahmet Yıkılmaz'ın da kısa süre önce HSK tarafından görevden alındığını eklemekte fayda var.
Ayrıca, Murat B.'nin başında olduğu birimin FETÖ'ye yönelik hazırladığı FETÖ'nün mülki idare yapılanması dosyası, savcılık ile emniyeti karşı karşıya getirdi. Savcılık, çatı soruşturma çerçevesinde bazı dosyaları usulüne uygun delil toplanmadığı ve hazırlanmadığı için kabul etmedi.
Bu dosyalardan birisi de mevcut İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya'ya ait. Büyüteç okurları bu konuyu hatırlayacaktır. Dönemin Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürü Murat B.'nin hazırladığı dosyayı savcılık geri çevirdi. Gerekçesi usule uygun hazırlanmayışıydı.
Hatta bu soruşturma, Yerlikaya'nın İçişleri Bakanı olacağını öğrenen Soylu tarafından Cumhurbaşkanı Erdoğan'a sunuldu. Fakat Erdoğan, Soylu'nun anlatımını dikkate almadan Yerlikaya'yı bakan olarak atadı.
Soylu döneminin Ankara'daki kritik isimlerinden olan Murat B., geçtiğimiz günlerde istifasını verdi. Tıpkı, meslektaşı Kürşat B. gibi kara kutuluk yaptığı dönemdeki sırlarıyla beraber yeni bir hayata atıldı. Amerika menşeili hamburger firmasında üst düzey yönetici olarak özel sektörde iş başı yaptı, şimdilerde.
İki polis müdürünin, her ne kadar kamu görevinden istifa etse de, geçmişte yaptıkları görev sırasındaki sicillerinin kaybolmayacağı aşikâr.
Emniyet kulislerinde hareketli günler
Gelelim yazının ikinci bölümüne.
Emniyet'te kulisler kaynamaya devam ediyor. Kaynamanın en önemli gerekçesi gelecek haftaki yerel seçimler sonrasındaki takvimde yapılacak yeni atamalar.
İçişleri Bakanı Yerlikaya'nın seçim sonrası yeni atama kararnamesi çıkarma hazırlığında olduğunu yakın zamanda aktardım.
Bu takvime bir de emekliliği gelen polis müdürlerinden boşalacak yerlerin varlığını eklemek gerekir. Bakanlıkta, polis müdürlerinin 60 olan yaş haddinin 62'ye çıkarılması için TBMM nezdinde yapılan girişimlerden sonuç alınamadı. Yaş sınırı 60'ya kaldı.
Hâl böyle olunca halen aktif görev olup yaş sınırından emeklilik potasına giren üst yöneticiler var. Mesela bazı genel müdür yardımcıları emekli olacak yakın zamanda. Konya Emniyet Müdürlüğü yine bu sebeple boşalacak.
Asıl kavga İstanbul için
Asıl önemlisi, İstanbul Emniyet Müdürü Zafer Aktaş'ın yaş haddinden emekliliği yakınlaştı.
Aktaş'tan sonra yeni İstanbul Emniyet Müdürü'nün kim olacağı epeyce hareketlendirdi kulisleri.
İşte yeni tayinlerde, emniyet içindeki hangi cemaat ve grubun baskın olacağı büyük önem kazandı. Söz sahibi konumlardaki devre arkadaşlığı, etkin olmaya başladı. Buna bir de dini cemaat ve grup yaklaşımı eklendiğinde mücadelenin seviyesini artık siz tahmin edin!
Çünkü, artık herkes biliyor ki, İstanbul'a hakim olacak yapı, teşkilat içinde fazlasıyla güçlenecek.
Birbirleriyle kavgalı olanlar bile "kazan – kazan" prensibi gereğince, baltaları toprağa gömüp barış çubuğu etrafında kenetlendiler.
Kimi söz sahibi olanlar da, teşkilattaki konumlarını kullanarak mevzi tutmaya çalışıyor. Özellikle Bakan Yerlikaya ile yakınlaşma içinde olan aktif görevdeki bazı polis müdürleri var. Yakın zamana kadar Yerlikaya'nın eleştirilerinin hedefinde olan bazı isimler, İçişleri Bakanı ile arayı düzelttiklerinin işaretini veriyor bugünlerde.
Kaplan operasyonu yansıması
Unutmadan bir ekleme daha yapayım.
Şöyle ki, Eski Ankara Emniyet Müdürü Servet Yılmaz'la Soylu döneminde sorun yaşayan bazı polis müdürlerinin son dönemde Yılmaz'a destek vermeye çalıştıkları yönünde haberler var emniyet çevrelerinde.
Yılmaz, zaten yargıda söz sahibi olan isimleri bir süredir ziyaret ederek destek almaya çalışıyor sıkıntılarından kurtulmak için.
Yanı sıra, özellikle Ankara'daki Ayhan Bora Kaplan soruşturması çerçevesinde Yılmaz ve ekibi hakkındaki bazı iddiaların gündeme gelmesi, şimdilerde soruşturmayı yürütenleri hedefe koydu emniyet içinde.
Mesela, Ankara Emniyet Müdürü Engin Dinç'in görevden alınmasının gündeme geldiği ifade ediliyor, kapalı kapılar arkasında.
Aynı zamanda teşkilat içinde güç kazanmak isteyen dini grup ve cemaatlerin, birbirlerine üstünlük sağlamaya çalışmaları çerçevesinde, Kaplan'a yönelik operasyonu gerçekleştirenlere yönelik bir kadro operasyonu hazırlığı yapıldığı da kulisleri kaynatan diğer bilgilerden.
Hafta sonundaki yerel seçimler sadece siyaseti değil, emniyeti de şekillendirecek. Tıpkı, 2019'daki yerel seçimlerde olduğu gibi.
O dönem kaleme aldığım Büyüteç'in linkini buraya bırakayım meraklıları için.
Bakın o günlerde ve sonrasında neler oldu.
(T24)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder