5 maddede Meral Akşener’in çöküşü (Berkant Gültekin)
İYİ Parti’de Meral Akşener dönemi kapanıyor. Akşener, “Seçim sonuçları kapsamında ödediğimiz ve ödediğim bedele razıyım” diyerek 27 Nisan’da yapılacak olağanüstü kurultayda aday olmayacağını açıkladı. İYİ Parti’nin bir şahıs partisi olup olmadığını, kurultaydan sonra iş başına gelecek yeni yönetimin performansı gösterecek. İYİ Parti mevcudiyetini sürdürür mü sürdürmez mi bilinmez ama siyaset, artık Akşener’in aktif katılacağı bir faaliyet olmayacak. Akşener’in siyasi kariyerinin sonunu getiren, yaptığı seri hatalar oldu. Çöküşü 5 maddede özetlemeye çalışalım.
1- ALTILI MASA’DAKİ 3 MART KRİZİ
2017’de İYİ Parti’nin siyaset sahnesine çıkmasının ardından Meral Akşener’in tahrip gücü en yüksek hatası, Altılı Masa’da yaşanan 3 Mart krizi oldu. Aylar öncesinden “Kazanacak aday” söylemiyle Kılıçdaroğlu’nun adaylığının önüne set çekmeye çalışan ve onu “Kazanması mümkün olmayan aday” olarak kodlayan Akşener, muradına eremeyince çareyi rest çekmekte buldu. Kılıçdaroğlu’nun adaylığına razı olmayıp masadan kalkan ve İmamoğlu ile Yavaş’a “Aday olun” çağrısı yapan Akşener, bu iki aktörü denkleme dahil etmek için bulunan “yardımcılık” formülüyle 3 gün sonra ağır ithamlarla yüklendiği masaya geri döndü. Bu olayın Akşener’i çöküşe götüren süreçteki rolü büyük. Çünkü seçime kısa bir süre kala yaşanan kriz hem iktidarın Altılı Masa’ya dönük negatif kampanyasını besledi hem de muhalefetin adayını içeriden itibarsızlaştırdı. Muhalif kamuoyu da hiç gereği yokken yıpratıcı bir tartışmaya sürüklendi. Kılıçdaroğlu’nun İmamoğlu ve Yavaş’tan daha az potansiyele sahip olduğu açıktı ancak Akşener’in hoyrat tavrı, eski CHP liderini Erdoğan karşısında çok daha zayıf bir rakip haline getirerek mağlubiyet yolunun en kallavi taşlarını döşedi. Akşener 31 Mart stratejisini de başbakanlık hayallerini suya düşüren Mayıs yenilgisi üzerinden şekillendirdi. Yani 3 Mart krizi ve seçimdeki hüsran, çöküşün öncül basamağıydı.
2- KURULUŞ DİNAMİKLERİNDEN UZAKLAŞMA
İYİ Parti’ye varlık kazandıran, MHP’nin 2017’deki başkanlık referandumuna “evet” demesi sonrası parti içinden kopan kadrolardı. Partinin sırtını dayadığı sosyoloji de aynı siyasi eksendeki kentli, seküler milliyetçi ve ağırlıkla ülkenin batı illerinde yaşayan kesimlerdi. Rejimle barışık olmayan, kendi zaviyelerinden laikliğin varlığını önemseyen ve en kaba şekliyle anti-Erdoğancı olarak tanımlanabilecek bu kesimler, İYİ Parti’nin seçmen tabanındaki ana gövdeyi oluşturuyordu. Onlar için İYİ Parti, iktidarı zayıflatma mücadelesinin bir parçasıydı; asla tam tersi bir pozisyona geçtiğinde koşulsuz destek verilebilecek bir parti değildi. Dolayısıyla 31 Mart yerel seçimleri öncesi parti liderliği tarafından “hür ve müstakil” olarak tanımlanan, pratikte ise muhalefet karşısında iktidara avantaj sağlama sonucunu doğuracak seçim stratejisi, önceki seçimlerde İYİ Parti’ye oy vermiş kitleler tarafından sahiplenilmedi. Bu yola girilmesinden sonra gelen üst düzey istifalar da bunun yansımasıydı. Rejime kaybettirmeyi ikincil plana alan ve bunu önemsiz bir detaymış gibi sunan Akşener, İYİ Partili seçmenle şahsı arasında olan politik ve duygusal köprüleri kopardı. Üstelik arada geçmişe dayanan, enerjisini ideolojik aidiyetten alan bir birliktelik de yoktu. Bu nedenle “Meral Mommy” yakıştırması tarihe karıştı. Yerel seçimde İYİ Parti’nin yüzde 0,6’yla en az oy aldığı 10 ilden birinin İstanbul olması, Ankara’da yüzde 1’i bulamaması, İzmir’de kendi Türkiye ortalamasının dahi altında kalması, parti ile tabanı arasındaki politik uyumsuzluğun göstergelerinden biri olarak not edildi.
3- KİMLİK BUNALIMI
Yerel seçim kararı, kitlenin genel merkeze yabancılaşmasını beraberinde getirerek İYİ Parti’de bir kimlik bunalımını tetikledi. İYİ Parti, rejime kaybettirme mücadelesinin bir yerinde durmuyorsa nerede konumlanacak ve kimlerden, hangi motivasyonla destek alacaktı? Kutuplaşmış Türkiye siyasetinde bu sorunun cevabı oldukça kritikti ancak İYİ Parti anlamlı ve makul bir yanıt üretemedi. Akşener ve kurmaylarının sandığı gibi, CHP’yi ve özellikle İmamoğlu-Yavaş ikilisini hedefe oturtan muhalefet tarzı, İYİ Parti’ye sağ-muhafazakâr tabandan anlamlı sayıda oy getirmedi. Çünkü o kulvar zaten doluydu ve AKP’den kaçacak oyların adresi bir süredir aynı yolu adımlayan Yeniden Refah’tı. Hatta CHP bile bu kaçıştan faydalandı ama İYİ Parti’nin bir sağ bir sol gösteren siyaseti, kitlelerle oy verme eğilimlerini değiştirecek bir güven bağının kurulmasını engelledi. Parti yaşadığı bu kimlik bunalımı nedeniyle, mevcut tabanını büyük oranda kaybettiği gibi taşradan da beklediği desteğe ulaşamadı. Türkiye kamuoyu, amiyane tabirle, İYİ Parti’nin et mi balık mı olduğunu anlayamadı ve parti yüzde 3,7 gibi hayli düşük bir oy oranıyla seçim takvimini kapattı.
4- YANLIŞ CHP HESABI
Esasında bu başlığı altbaşlıklara ayırmak gerekir. İYİ Parti, kendini CHP’den kolay ayırabilecek bir parti değildi. Ancak Akşener kendisine ve partisine heybelerinde olmayan bir güç atfederek, Mayıs yenilgisi sonrası muhalif kamuoyunun CHP’ye dönük eleştirel yaklaşımının, İYİ Parti’ye geniş bir siyaset alanı açacağı yanılgısına düştü. CHP’ye vurma kolaycılığının, kendisine ve partisine seçmen desteği kazandıracağını düşündü. Akşener planını, kuvvetle muhtemel, Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin başında kalmaya devam edeceği senaryo üzerine kurdu. Bu nedenle CHP’nin değişimle sonuçlanan kurultayının yeni bir atmosfer doğurabileceğini hesaba katmadı. Mızrağın ucunu CHP’ye doğrulturken, İYİ Parti’nin iktidarın çıkarına çalıştığı yönündeki toplumsal algının altında kaldı, karşılaştığı güven krizini aşmayı beceremedi. CHP’nin rejim karşıtlığından türettiği taban ittifakına alternatif bir vizyon geliştiremedi. Bununla birlikte, CHP lideri Özel’in kendisine beklediği karşılığı vermeyerek sürekli “Abla” diye seslenmesi, CHP’yi eleştiren İYİ Partililere “Canları sağolsun, eski dosttan düşman olmaz” diye karşılık vermesi, “İyi insanlar” nitelemesiyle İYİ Parti seçmenlerinin gururunu okşaması, İYİ Parti seçmeninde CHP’ye karşı psikolojik bir baraj oluşmasını engelledi. Öte yandan Akşener, özellikle İstanbul ve Ankara’da İYİ Partililerin belediye bürokrasisindeki varlığını gerektiği kadar dikkate almadı. Partinin seçime ayrı girme kararı daha en başta burada duvara tosladı. İYİ Parti’de alınan kararın arkasında duracak kadrosal bir bütünlük oluşmadı.
5- ZAMANLAMA HATASI
İYİ Parti’nin CHP ile ayrışmasındaki temel neden, Akşener’in, CHP ile yan yana yürüyerek hedeflediği oy potansiyeline bir türlü ulaşamayacağını anlamış olmasıydı. Yüzde 9-10 arasında gelip giden İYİ Parti, Mayıs seçimleri kazanılsaydı bunu sorun olarak görmeyecekti. Zira bu destek, onları iktidar ortağı yapacak ve parlamenter sisteme dönülmesiyle birlikte Akşener’i başbakanlık makamına taşıyacaktı. Ne var ki seçim kazanılmayınca “CHP’nin küçük kardeşi” olmak kabul edilebilir bir apolet olmaktan çıktı. Akşener de CHP’ye mesafe koyarak yükselebileceğini düşündü. Ancak atladığı olgu, 31 Mart’ın bir genel seçim değil yerel seçim olduğuydu. Her seçim esasında bir illüzyon yaratır; iddiası ve kazanma ihtimali bulunan partiler olduklarından büyük, iddiasız ve kazanma ihtimali bulunmayan partiler olduklarından küçük görünür. Yerel seçimler, temsil bazlı değil sonuç odaklı bir siyasi yarışma olduğu için oy verilen adaylar ya kazanıp başkan olur ya da hiçbir şey olmaz. Yurttaşların geneli de oylarının boşa gideceğini düşündüğü iddiasız adaylara oy vermeyi mantıklı bulmaz. Günümüz Türkiye’sinin kutuplaşmış siyasi ortamında bu davranış daha belirgin. İYİ Parti bu nedenle, birincil motivasyonu iktidara kaybettirmek olan seçmen tabanını büyük oranda CHP’ye kaptırdı. Çünkü birkaç yer (Nevşehir, Ordu, Çanakkale) dışında, İYİ Parti’nin rekabetçi bir seçenek olduğu hiçbir il yoktu. Bu nedenle Akşener’in partisi, zaten kan kaybıyla girdiği seçimde bir de zamanlama hatası nedeniyle daha küçük göründü. Belediye başkanlıklarında yüzde 3,77’de kalmalarına rağmen il genel meclisi oylarında yüzde 4,5’u bulmaları bu hatanın minik bir göstergesi.
/././
Birdenbire, birden bire (Kaan Sezyum)
Saçlıyım, saçlısın, saçlı, saçsızsın, saçsızım, saçsız… Baharın da gelmeye başladığı, gönül yaylarımızın ve havaların kıpırdaştığı, saçlıların saç renginin açıldığı, kellerin ise şapkaya, fese geçtiği şu güzel bayram gününden herkese sevgiler.
Kırk yılın başı biraz keyfimiz yerine gelsin dedim, yıllardır “Aman şu böyle, aman şu şöyle” diye ağlayıp duruyoruz. Bakın şu okuduğunuz gazete bile 20 yaşına bastı. 20 yıldır, BirGün’de yazan haberleri şöyle bir toplayıp analiz etsek, yüzde kaçı iyi haberdir sorarım size? Varsa yoksa yolsuzluk, yoksulluk, yasaklar, biraz daha yolsuzluk, biraz daha yoksulluk ve daha çok yasak… Hatta yıllar içinde yolsuzluğumuz, yoksulluğumuz ve yasaklarımız arttıkça arttı. Fakirleştikçe fakirleştik, cebimizdeki para yarın bugünkünden daha değersiz oluyor. Bizi yönetenler giderek daha da vasat, daha da yüzsüz, daha da arsız, daha da zengin oldu ama her şeyin sonu var sevgili okur. Yukarı çık çık çık, nereye kadar. En sonunda bizim idareciler de kendilerini halktan, vatandaştan, sokaktan yüksekte göre göre balon oldular, şiştikçe şiştiler, kendilerinin şişmeleri yetmedi, evlatları, çevreleri de şişti şişti şişti… Artık oksijenin olmadığı bir yüksekliğe geldiler… Balonun patlamasına çok az zaman kalmışken, her gün ufak tefek başka balonlar patlamaya başladı. Ülke bir mercan kayalığı ekosistemi gibi kendini hayatta tutabilmek için artık parazitlerden kurtulma arayışına gitti. Parazit diyorum, çünkü bu kesim malum, cüzdanımızla, cebimize, hayatımıza yerleşmiş, bir kene, bir pire gibi. Kanımızla da besleniyor, canımızla da besleniyor, gün geliyor bir günde 50 bin can gidiyor, onunla bile doymuyor. Kanla besleniyor, canla besleniyor, doymuyor da doymuyor.
∗∗∗
Parazit tayfanın da türlü türlü çeşidi var dünyada. Kısmetimize bizim parazitler pek bir vizyonsuz, pek bir bilgisiz, fikirsiz. Konuş desen, dil bilmez, kendi dilinde bile derdini anlatamaz ama çalacak kadar kendisini ifade edebilir. 200 kelime biliyor, kendi yolsuzluğunu kendi yapabiliyor, öyle bir tayfa. Statü sembolleri ise lüks araba ve konvoy. Kıt vizyonlarında haliyle başka bir statü yok. Kitap okuyup bilgi sahibi mi olsun koca koca adamlar. Burada milleti yönetiyorlar. Kitap okuyup ne yapacaklar? Adam adama, adamlık yapmaya devam. Öyle bir tayfa ki bu tayfa, kadınları bile adama evrimleşti zaman içinde. Birbirlerini kışkışlamaktan, birbirlerine saldırmaktan da çekinmediler. Fırsat neredeyse oraya yöneldiler. Tabii şimdi parazit takımına da bütün suçu atmamak lazım. Neresinden baksanız, parazitlerin de yaşayacak bir ortamı olmasa, şu hayatta barınamazlar.
∗∗∗
Çünkü parazitin huyu suyu bellidir, parazitten faydalı bir şey istemek de hayatın akışına aykırı. Sonuçta parazit de bir gün “Ey insanlar, beni biliyorsunuz, ben zaten parazitim, benden neden sizlere yararlı şeyler bekliyorsunuz?” diyebilir… Bu noktada haliyle bu paralara tapanlara ve hayatta kalmanın tek yolunu bu büyük boy parazitlere kölelik yapmada bulan çaresizlere gelelim. Parazite tabiatından dolayı kızmak saçma. Hayatta kalmak için parazitin parazitlik yapması lazım. Başka bir şey bilemez ki. Normalde bakkal kasasında tutsan, bakkalı batırır. İş versen yapamaz, eline yüzüne bulaştırır. İnsanlarla hoş diyaloglar kur desen, yapamaz, kavga eder. Onun varoluş sebebi başkadır. Huyu suyu budur parazitin. Parazite de kızamazsın gün gelir, celladına da kızamazsın bu kafayla. Emri uyguluyor diye… Emirden sonra da kafa kalmaz zaten. Kıp.
∗∗∗
E peki durum böyleyse, kırk yılın başı ensesine bir damla ilaç sıkılmış bir sokak kedisi gibi de sevinmeyelim mi? Rahatlamayalım mı? Zaten sokakta yaşıyoruz, zaten piresi, kenesi, mantarı üzerimizde başımızda, zaten dişlerimiz, diş etlerimiz kirli, iltihaplı, zaten içtiğimiz su leş, yediğimiz mama yaş bile değil… Kırk yılın başı güneş çıkmış, ensemize parazit ilacı damlamış, güneşe çıkıp azıcık kemiklerimizi, etimizi, kulaklarımızı ısıtmayalım mı? Hâlâ hayatta olduğumuza, bu sürdürülebilir yoksulluk ve sefalet içinde, hayata dair hala içimizi ısıtan bazı şeyler olduğunu hatırlayıp da sevinmeyelim mi sevgili mırmır?
Her şey bir anda olacak diye bir şey yok ama bir garip çelimsiz arkadaşım var, buğulu gözleriyle vapurdan çıkanları izler, o da böyle güzel havaları çok sever, sizi ona aktarıyorum. Hatta ve hayatta kalın. (Şiir remiksi yaptım bu vesileyle)
Her şey birdenbire oldu. Birdenbire vurdu gün ışığı yere;
Gökyüzü birdenbire oldu; Mavi birdenbire.
Kız birdenbire, oğlan birdenbire;
Yollar, kırlar, kediler, insanlar...
Aşk birdenbire oldu,
Sevinç birdenbire.
/././
Parmak izi skandalı (Timur Soykan)
AKP’nin varlık barışı yasaları ve ucuz Türk vatandaşlığı kampanyalarıyla dünyanın mafyası Türkiye’ye akın etti. Onlardan biri; Avustralya’da kurulan Komançero Çetesi’ydi. Çetenin liderlerinden Avustralya’da doğan Türk asıllı Hakan Ayık, Yeni Zelandalı Ngakuru, Sırp asıllı İsveç vatandaşı Maximilian Rivkin, İstanbul’dan dünyayı saran uyuşturucu ağını yönetiyordu. Hakan Ayık Türk vatandaşıydı. Ngakuru ile Rivkin ise Kırmızı Bülten ile aranmalarına karşın Türkiye’de oturum izni almıştı. İstanbul Şişli’de aldıkları bir oteli merkezlerine dönüştürmüştü.
TRUVA ATI TUZAĞI
ABD’nin federal soruşturma bürosu FBI ve Avustralya Federal Polisi, 2019 yılında Komançero Çetesi’ne yönelik daha önce eşi görülmemiş küresel bir operasyon başlattı. ANOM adını verdikleri şifreli bir haberleşme sistemi geliştirdiler. Komançero Çetesi’ne sızan FBI ajanları, Hakan Ayık ve Maximillian Rivkin’e ANOM sistemini “Hiçbir şekilde dinlenemez, tam olarak güvenli, konum bilgisi vermez ve tek tuşla bütün mesajlar silinebilir” diyerek pazarladı.
ANOM’a Hakan Ayık ve Maximilian Rivkin ortak oldu. Farkında olmadan FBI tuzağının distribütörlüğünü yapıyorlar, suç örgütü üyelerine satıyorlardı. ANOM kısa sürede 300 suç örgütüne ulaştı, 12 bin kullanıcısı oldu. FBI, 2019 ile 2021 arasında suç örgütlerinin gönderdiği 27 milyon mesajı arşivledi. Suç örgütünün lider ve üyeleri, uyuşturucu güzergahları, cinayetleri, kara para trafiği deşifre olmuştu.
Yeni Zelandalı lideri Ngakuru, Mayıs 2021 tarihli bir ANOM mesajında “Türkiye’de çok güçlü ve etkiliyiz. Bu bizi kolluk güçlerine karşı dayanıklı hale getiriyor” yazmıştı. Hakan Ayık’ın bağlantıları sayesinde güvende olduklarını anlatıyordu.
KÜRESEL OPERASYONDA TÜRKİYE YOKTU
FBI ve Avustralya Federal Polisi’nin ANOM tuzağı sayesinde 7 Haziran 2021’de başlattığı Truva Atı Kalkanı Operasyonu’na 16 ülke katıldı. Ahtapot gibi dünyayı saran suç örgütlerinin 800 üyesi yakalandı, onlarca ton uyuşturucu ele geçirildi. Ne hikmetse bu operasyona Türkiye katılmadı ve bu sayede ahtapotun İstanbul’daki beyni ele geçirilemedi.
16 ülkenin yer aldığı Truva Atı Kalkanı Operasyonu’nda Türkiye yer almadı.
Truva Atı Kalkanı Operasyonu’ndan 2 yıl 4 ay sonra nihayet Türkiye’de Komançero Çetesi’ne operasyon yapıldı. 28 Mayıs 2023 seçiminden sonra Süleyman Soylu İçişleri Bakanlığı’ndan alınmış, yerine Ali Yerlikaya getirilmişti. Hakan Ayık, Ngakuru, Maximilian Rivkin’in de arasında olduğu 42 kişi yakalanmış, 4.5 milyar TL’lik mal varlıklarına el konulmuştu.
Ali Yerlikaya’nın X hesabından yaptığı açıklamada şöyle deniliyordu:
“Komançero Organize Suç Örgütü’nün yönetici kadrosunda yer alan Maximillian Rivkin’in Nikolaj Ankov adına düzenlenen Bulgaristan Pasaportuyla başvuru yaparak Türk vatandaşlığına geçtiği ve Cem Cansu adını aldığı tespit edildi. Bu şahısla ilgili derhal Türk vatandaşlığının geri alınması işlemleri başlatıldı.”
MESAJLARDAKİ BÜYÜK BARON
Maximilian Rivkin, ANOM’da ‘Ice Chef’ kod adını kullanıyordu. Latin Amerika’dan Avrupa ve Avustralya’ya kokain kaçakçılığı yapıyordu. 2020’de Güney Kore’deki ortağı ile Japonya üzerinden Avustralya’ya ton balığı konservelerine gizlenmiş kokaini göndermişti. Nisan 2021’de Avrupa’da metamfetamin üretip Avustralya’ya göndermişti. Aynı dönemde bir teknenin dizel tanklarında gizlenmiş 500 kilo kokaini Avustralya’ya sokmaya çalışıyordu. İstanbul’da Balkanlar ve İskandinav ülkelerinden gelen kişilerle buluşuyordu.
Interpol tarafından Kırmızı Bülten ile aranan, tüm istihbarat örgütlerinin yakından tanıdığı bu uyuşturucu kaçakçısı, Bulgaristan pasaportunu kullanarak nasıl Türk vatandaşı olabilmişti? Vatandaşlık verilmeden önce Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) ve Emniyet Genel Müdürlüğü istihbarat incelemesi yaparak rapor sunuyor. Bu raporlarda uyuşturucu baronunun vatandaşlığına nasıl olur verildi? Ve parmak izi incelemesini nasıl aşabilmişti?
ÇETENİN VATANDAŞLIK OFİSİ
Komançero Çetesi, Türkiye’de o kadar rahattı ki; Türk vatandaşlığı ve oturum izni pazarlıyorlardı. Yabancı baronlar, Türk vatandaşı olmaları halinde Kırmızı Bülten ile arandıkları ülkelere iade edilmiyor ve bu nedenle bu sistemi kurdular.
En az 100 milyon dolarlık serveti tespit edilen Yeni Zelandalı uyuşturucu baronu Ngakuru bir mesajında iki Pakistanlı suçlunun oturum izni için uğraşıyordu. İsmail Saymaz ortaya çıkardı; Ngakuru, Türk vatandaşlığı için danışmanlık hizmeti veren Visal isimli şirkette pazarlama danışmanı kadrosunda sigortalı çalışan görünüyordu. Şirketin sahibi; eski bir polis ve Ankara Emniyet Müdür Yardımcısı’nın kardeşi olan Mustafa Selman’dı. İfadesinde “Ngakuru, bana çok müşteri getirmişti. Oturum izni için şirketimde sigortalı olmak istedi, kabul ettim” dedi.
BARON BARONDAN EV ALIP VATANDAŞLIĞA BAŞVURDU
Maximilian Rivkin de Türk vatandaşlığına geçmek için işlemlerini Visal isimli şirket üzerinden başlattı. Bulgaristan pasaportundaki Nikolaj Ankov ismi ile Hakan Ayık’tan İstanbul Şişli’deki iki daireyi 4 milyon TL’ye satın aldı. Türk vatandaşlığına başvurmak için evleri bile uyuşturucu kaçakçısından almış görünüyordu. Çevre ve Şehircilik İklim Değişikliği Bakanlığı 4 Ağustos 2022’de satın alınan konutlarla ilgili ‘vatandaşlığa uygundur’ belgesi verdi.
Yeni ulaştığım belgelere göre; Maximilian Rivkin, 29 Ağustos 2023 günü Cumhurbaşkanı kararıyla Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı oldu. Yani; Ali Yerlikaya’nın İçişleri Bakanı olduğu dönemde vatandaşlık skandalı yaşandı. Onun vatandaşlık başvurusu sırasında istihbarat incelemesini yapan MİT’in başında ise Hakan Fidan vardı. Vatandaşlık verildiği sırada Hakan Fidan Dışişleri Bakanı’ydı.
FBI’IN ARANIYOR BÜLTENİ
Maximilian Rivkin, İsveç ve ABD’nin talebiyle yıllardır Interpol tarafından Kırmızı Bülten ile aranıyordu. Hatta vatandaş olmasından sadece 2.5 ay önce FBI, Rivkin’in 5 milyon dolar ödül ile arandığına dair bülteni güncellemiş, tekrar yayınlamıştı.
2 Kasım 2023’te başlayan Komançero’ya yönelik operasyonda Maximilian Rivkin yakalandı. Artık ismi ‘Cem Cansu’ydu ve Türk kimliği, pasaportu, sürücü belgesi vardı. Oysa vatandaşlık başvurusu yaptığında yüz tanıma ve parmak izi sisteminin uyarı vermesi gerekiyordu.
İstanbul Başsavcılığı, Maximilian Rivkin’in parmak izi bilgilerini Emniyet Genel Müdürlüğü Kriminal Daire Başkanlığı’ndan istedi.
APFIS ( Otomatik Parmak ve Avuç İzi Teşhis Sistemi) kayıtlarına bakıldı. Kriminal Daire Başkanlığı’nın 28 Aralık 2023 tarihli yazısına göre; Maximilian Rivkin, Bulgar pasaportundaki Nikolay Ankov kimlik bilgileriyle 10 Kasım 2022 tarihinde İzmir İl Göç İdaresi Müdürlüğü’ne başvurmuş ve fotoğraf ile on parmak izleri alınmıştı. Rivkin İstanbul’dan iki daire almasına karşın vatandaşlık başvuru işlemlerini İzmir’den başlatmak istemişti. Onun vatandaşlık danışmanlığını yapan Visal şirketinin sahibi Mustafa Selman da ifadesinde bunu anlatmıştı.
Ama nedense Rivkin bundan vazgeçti.
PARMAK İZLERİ HER YERDE
8 Ağustos 2023 tarihinde yani 28 Mayıs seçimlerinden sonra İstanbul Beyoğlu İlçe Nüfus Müdürlüğü’ne başvurmuştu ve fotoğraf ile on parmak izi tekrar alınmıştı. Sisteme Nikolaj Ankov adıyla kaydedilmişti.
Bu kayıt işleminden 21 gün sonra ise Cumhurbaşkanı kararıyla vatandaş yapıldı. 9 gün sonra, 7 Eylül 2023 günü İstanbul Şişli İlçe Nüfus Müdürlüğü’nce tekrar fotoğraf ve on parmak izi alındı. ‘Cem Cansu’ adına kütüğe kaydedilerek Türkiye Cumhuriyeti kimliği verildi.
Artık Maximilian Rivkin, Türk vatandaşlığına kavuşmuştu. Bu onun için önemli bir koruma kalkanıydı.
Komançero Çetesi’ne yapılan operasyondan sonra savcılık, Maximilian Rivkin’in parmak izi sisteminden nasıl geçtiğini çözmeye çalıştı. Maximilian Rivkin yakalandıktan sonra İstanbul Olay Yeri İnceleme Müdürlüğü parmak izlerini aldı. Nikolaj Ankov adına alınan parmak izleriyle Rivkin’in parmak izleri tam olarak uyuştu. Yani Interpol sistemindeki parmak iziyle vatandaş olmayı başarmıştı.
SKANDAL YANIT: PARMAK İZİ YOK
Savcılık, Kriminal Daire Başkanlığı’na Maximilian Rivkin’in Yabancı kimlik numarasını ve ismini gönderdi, onun parmak izinin sistemde olup olmadığını sordu. Gelen yanıt şaşırtıcıydı:
“996… Yabancı Kimlik Numaralı Maximilian Rivkin kimlik bilgisiyle belirtilen şahsın APFIS veri tabanında yapılan araştırmasında, sistemde belirtilen kimlik bilgisiyle parmak izi kaydının olmadığı tespit edilmiştir.”
Oturum izni olan kişinin parmak izi kaydının olmaması imkansızdı. Ayrıca Interpol tarafından Kırmızı Bülten ile aranan kişinin parmak izleri tüm üye ülkelerin kullanımına açık veri havuzuna yükleniyor. AFIS (Otomatik Parmak İzi Tanıma Sistemi) adı verilen bu sisteme parmak izi girildiğinde hemen uyarı veriyor.
YERLİ VE MİLLİ SİSTEM
Ama 2015 yılından itibaren İçişleri Bakanlığı ‘Yerli ve Milli’ diyerek APFIS’i (Otomatik Parmak ve Avuç İçi Teşhis Sistemi) kurmuştu. Interpol’ün AFIS’i ile aynı işe yarayan bu sistem Havelsan ve Polsan işbirliğinde geliştirilmişti.
Emniyet Genel Müdürlüğü’nün internet sitesinde APFIS ile ilgili tanıtım yazısı Süleyman Soylu’nun övüldüğü şu satırla başlıyor:
“İçişleri Bakanımız Sayın Süleyman Soylu’nun öngörü ve talimatları doğrultusunda… tamamen yerli ve milli imkanlarla kurulan parmak ve avuç içi teşhis sistemidir.”
Kırmızı Bülten ile aranan uyuşturucu kaçakçılarının vatandaş olmasının ardından bu sistemin etkin çalışmadığı ya da müdahale edilebildiği şüphesi doğuyor.
Kırmızı Bülten ile aranan kişiler hakkındaki davalarda deneyimli Avukat Mahmut Barlas, Avukat Ozan Başbakan ve Avukat Avukat Ece Akbaba, ‘Türk vatandaşlığının sonradan kazanılması ve uygulamada karşılaşılan sorunlar’ başlıklı makalede bu konuyu incelemiş. Parmak izi incelemesiyle ilgili detaylı bilgiler yer alan makalede Avukat Mahmut Barlas şu tespiti yapıyor:
“Milli güvenlik bakımından önem arz eden yerli ve milli APFIS sistemimizin verilerinin yetersiz kaldığı görülmektedir. Hal böyleyken Interpol’ün AFIS sisteminin ise yeterince etkin kullanılıp kullanılmadığı sorusu güncelliğini korumaktadır.”
VATANDAŞLIK SKANDALLARI SORUŞTURULMUYOR
Elbette bu parmak izi sistemlerinin devlet içinde kirli şahıslarca etkisiz kılındığı ihtimalini de aklımızda tutmalıyız. Maalesef bugüne kadar incelediğimiz yabancı baronlar hakkındaki iddianamelerde vatandaşlık skandallarının üzerine gidilmiyor. Savcılar, Kırmızı Bülten ile aranan kişilerin nasıl vatandaş olduğunu soruşturmuyor.
Yasalar, devlete yatırım ile verilen istisnai vatandaşlığı 6 ay içinde geri alma hakkı veriyor. Maximilian Rivkin’in vatandaşlığı geri alındı ve iptali için dava açıldı. Halen tutuklu olan Rivkin ise vatandaşlığı kaybetmemek için itirazda bulundu.
(BİRGÜN)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder