Dört dağ içerisinde bir devrimci başkan (İbrahim Varlı)
Sol, sosyalist, devrimci damarın güçlü olduğu Dersim’in Hozat ilçesinde bu aşırı politikleşmenin etkilerini her köşe başında görmek olası. Kentin ve de bölgenin en büyük askeri kışlalarından birisinin içinden geçilerek girilen ilçe merkezindeki tek caddede sizi karşılayan Seyit Rıza’dan Che Guevara’ya, Deniz Gezmiş’ten Terzi Fikri’ye pek çok tarihsel figürün duvarlara asılı fotoğrafları ilçenin “devrimci, ilerici” kimliğine dair pek çok şeyi anlatıyor.
Bir dönem şehir merkezine de “ev sahipliği yapmış” olan Hozat, Dersim’in (Tunceli) orta kesiminde sarp dağlar ile kuşatılmış halde.
SOL GELENEĞİN İZİNDE
Kaypakkaya geleneğinin tarihsel olarak güçlü olduğu ilçe aynı zamanda Devrimci Yol’un da Dersim’e açılan kapısı. Büyük bedeller ödenerek tohumları atılan devrimci fikriyatın izdüşümleri her adımda karşımıza çıkıyor. 31 Mart’ta bir sosyalist adayın belediye başkanlığına seçilmesi bunun sadece bir örneği.
Hozat devrimci geleneğine ve de kimliğine yakışır şekilde tercihini kullandı ve SOL Parti’den Aydın Kaya’yı Belediye Başkanı olarak seçti. Solun solla yarıştığı ilçede CHP ve TİP’ten giren SMF’nin adayını geride bırakarak ipi göğüsleyen Aydın Kaya’nın başarısı sürpriz olarak görülse de, esasında değil.
‘AYDIN ABİ NASILSIN?’
Yıllarca İzmir’de yaşayan Kaya, oldukça sevilen bir isim. Memleket sevdası, halkına olan düşkünlüğü ve dayanışmacı ruhu kendisini öne çıkarmış. Seçimden haftalar önce gazeteye gelen Dersimli politik figürler de seçilme şansının azımsanmayacak oranda olduğunu söyledikleri Kaya’nın çok sevilen biri olduğuna göndermede bulunuyorlardı.
Seçim zaferinin ardından gittiğimiz Hozat’ta bu sevgiye bizzat tanık oluyoruz. Esnafından yurttaşına konuştuğumuz Hozatlılar, Kaya’nın yardımsever, çalışkan kişiliğine dikkat çekiyorlardı. Röportaj sonrası caddede yaptığımız yürüyüş esnasında 9-10 yaşlarındaki bir çocuğun büyük bir sevgiyle yaklaşarak “Aydın Abi nasılsın?” sözleriyle Kaya’ya sarılması oldukça dikkat çekiciydi.
Ana muhalefet partisinin tüm itiraz yollarını kullanarak koltuğuna oturmasını geciktirdiği Kaya, bir haftayı aşkın bir süre sonra ancak Salı günü başkanlık mazbatasını alabildi. “Birlikte üretip birlikte yöneteceğiz” sözü veren Kaya’yı zorlu bir dönem bekliyor. Zira çok sayıda sol örgüt ve yapının bulunduğu, 3 bin 654 nüfuslu aşırı politikleşmiş küçük bir ilçede atılacak her adımın önemi büyük. Tetikte bekleyenler az değil. Politikleşmenin getirdiği rekabet de ayrı bir sorun.
PARLAYAN YILDIZ
İlçenin özgün dinamikleri nedeniyle sadece ilerici, sol-sosyalist güçlerin değil tüm Türkiye’nin gözü de Hozat’ta olacak. 85 milyonluk ülkede Samandağ ile birlikte solun elindeki iki ilçeden biri olan Hozat’ta örnek bir devrimci yerel yönetim anlayışını inşa etmek haliyle ağır bir tarihsel sorumluluğu da beraberinde getiriyor. SOL Partili Başkan Kaya bu durumun farkında. Halkın kendi kendini yönettiği, kamucu, ekolojik ve demokratik bir devrimci yerel yönetim deneyimi yaratmanın muhalefete yeni ufuklar kazandıracağını belirtiyor. Her adımda bu gerçekliği hatırlayacaklarını vurguluyor.
TERZİ FİKRİ’DEN İLHAM ALIYORUZ
SOL Parti Hozat İlçe Başkanı Cafer Bozkurt’un da katıldığı buluşmada Hozat Belediye Başkanı Aydın Kaya ile projelerini, önceliklerini ve seçim zaferini konuştuk. Birlikte üretip birlikte yöneteceklerini kaydeden Kaya, Terzi Fikri’nin Fatsa’da oluşturduğu halkçı, devrimci belediyeciliği kendilerine model aldıklarını belirterek, bu referansla hareket edeceklerini vurguluyor. Kaya şunları söylüyor:
ZAFER SÜRPRİZ DEĞİLDİ
Zaferimiz sürpriz değildi, bekliyorduk. Kazanacağız demiştik, kazandık. Tabi bu benim bireysel bir başarım değil, ekibin, partinin başarısıdır. Hep birlikte çalıştık, omuz omuza verdik ve kazandık. Beş yıllık bir emeğin ürünü bu zafer. Beş yıldır bölgedeyim köy köy, kapı kapı çalışma yaptık. Halkı bilinçlendirdiğinizde, anlattığınızda, kapısını çaldığınızda sizi sahiplenecektir. Sorunları yerinde tespit ettik, çözümler ürettik, halka anlattık, güvenlerini kazandık.
KILAVUZUMUZ TERZİ FİKRİ
Terzi Fikri (Fikri Sönmez) benim idolüm, Fatsa bizim geleneğimiz. Dünya genelinde oluşturulmuş sayılı halkçı devrimci modellerden Fatsa. Önümüzde Fatsa örneği var. Bu örnek doğrultusunda Hozat’ta da adımlar atacağız. “Söz, yetki, karar halkındır!” diyoruz. Halkın da içinde olduğu bir belediyecilik anlayışımız olacak. Alacağımız her karara halkımızı da katacağız. Halkla birlikte tartışarak, konuşarak kararlar alacağız. Her şeyi, hepsini halkımızla birlikte yapmak istiyoruz.
HALKLA YÖNETECEĞİZ
Tarımdan hayvancılığa, imardan üretime liyakatli, kendi alanında uzman kadrolarla çalışacağız. Halka, kitle örgütleriyle tartışarak, birlikte hareket ederek doğru kararlar alacağız. Sorunları çözme konusunda hep birlikte karar alacağız. Toplumun tüm katmanlarıyla ortak karalar almayı hedefliyoruz.
SORUNLARA ÇÖZÜM HAZIR
Hozat’ın büyük sorunları var. AKP iktidarının yarattığı ekonomik krizin en fazla vurduğu bölgelerden ilçemiz. Bu kriz bölgemizde daha çok hissediliyor. Bölgemizde sanayi alanları ve üretim araçları olmadığı için işsizlik hat safhada. Ancak bu sorunların çözümüne yönelik önemli projelerimiz de bulunuyor. Bu sorunlara yönelik çözüm üretme konusunda partimizle birlikte çalışmalar yürüteceğiz. Hayvancılık, tarım ve arıcılık üzerine önemli proje geliştirmekteyiz. Üretimi temel alacağız.
KOOPERATİFLER KURACAĞIZ
Kooperatifler kuracağız, bu kooperatifleri kendimiz yöneteceğiz. Tüketiciye, halka ürünleri ulaştıracağız. Özellikle kadın kooperatifi ilk hedefimiz. Tarım kooperatifi olmazsa olmaz. Mandıra yapacağız, halktan aldığımız sütü buralarda değerlendireceğiz. Üreticiyi koruyacağız, destekleyeceğiz.
GÖÇ, İŞSİZLİK, İSTİHDAM
İlçe nüfusu büyük göç verdi, veriyor. İstihdam, üretim yok, işsizlik yoğun. Yurt dışına özellikle büyük göç var. Bu gençlerimizi burada tutmak için tüm olanakları kullanacağız. Hozat’ın nüfusu eskiden 5 bin 500’dü, şu an 3 bin 300’e düşmüş durumda. Müthiş bir göç var. Bu göçün en büyük sebebi işsizlik. İşsizlik çok büyük bir sorun olduğu için bölgede çok acı bir göç var. Köylerimiz boşaldı, bizim de köylere yönelik bir geriye dönüş projemiz var. Son dönemlerde artan göç sorununa ve gençleri üretim politikalarına katıp onların kendi topraklarında yaşamalarını sağlayacağız.
KADIN HALK EVİ, KOMİTELER
Kadınlar ve gençlerin büyük sorunları var. Kadınlar istihdama katılamadığı için eve, dört duvar arasına hapsolmuş durumda. Kadınlarımız için Hozat bir açık cezaevine dönüşmüş. Kadınlarımızı evden çıkaracağız, sosyal yaşama dahil edeceğiz. Kadınlar için istihdam alanları yaratacağız. Kadın Halk Evi kuracağız. Üretimde tutacağız. Gençlik evi kuracağız, onlarla yakından ilgileneceğiz.
Kadınlar ve genç kadınlar için mahalle kadın dayanışma komiteleri kurmak istiyoruz. Gençlerin içinde olduğu gençlik dayanışma merkezleri kuracağız. Köylerde köy dayanışma komiteleri kurmayı hedefliyoruz.
KÜLTÜR-SANAT MERKEZLERİ
Madde bağımlılığıyla mücadele edeceğiz. Gençlik danışma merkezleriyle birçok kurum ve kuruluşlarla kültür ve sanat alanında eğitimler yaparak gençlerimizin daha sağlıklı bir ortamda yaşamalarını sağlayacağız. Mahallelerimizde belirli periyotlarla halk toplantıları yaparak sorunların yerinden tespiti ve halk meclisleri ile yönetimi bir arada tutup birlikte yönetmeyi sağlayacağız.
DOĞAMIZI KORUYACAĞIZ
Bölgemiz maden şirketlerinin hedefinde. Çevre ve doğa mücadelesini sonuna kadar savunacağız. İlçemizin imar durumunu yeniden ele alıp ilçemizi ranta kapatacağız, köylere dönüş projeleri hazırlayarak köylerimizi tekrar yaşama açacağız.
BARINMA SORUNUNA ÇÖZÜM
Hozat’a gelmek isteyen binlerce aile var, insanlar şehirlerde geçinememekte. Nüfusumuzu yeniden kendi memleketlerinde yaşamalarını sağlayacağız.
/././
Bahçeli İYİ Parti’ye çağrı yaptı: Cumhur İttifakı’na yedek oyuncu (Nurcan Gökdemir)
MHP lideri Devlet Bahçeli, şaşırtıcı hamlelerinden birini daha yaparak 27 Nisan’daki Olağanüstü Kongre’de Genel Başkanlığa aday olmayacağını açıklayan Meral Akşener’e “Partinin başında kal” diye seslendi. MHP’den ayrılıp parti kurduktan sonra Bahçeli’nin hakarete varan tepkilerinin hedefi olan Akşener’e yaptığı bu çağrının nedeninin aniden oluşan bir hayranlık ya da vefa olmadığı açık. Akşener’in, MHP’yi adres göstererek “Namusuma dil uzattılar” diyeceği kadar ölçüsüz bir tepkiyle karşılaştığı, örgütlü grupların evinin kapısına kadar dayandığı daha hafızalarda…
Peki şimdi ne oldu da Bahçeli yıllardır kendisine rakip gördüğü “Terbiyesiz, rezil, pervasız, pişkin” dediği Akşener’e çağrı yaptı.
Bahçeli’nin çağrısına kulak verelim:
“Bizden ayrılmış olan bir siyasi partinin bugün tartıştığı konu 27 Nisan’da olağanüstü kongre. MHP 55 yıllık siyasi hayatı boyunca bu tür davranışları yaşamıştır. Ayrışmalar olmuştur. Fakat sonuç itibarıyla MHP ulu çınar gibi ayakta kalmayı başarmıştır. Şimdi önüne gelen aday olmaya çalışıyor. Çoklu adaylar çoklu bölünmelere de vesile olabiliyor. Önümüzdeki siyasi istikrarı, siyasi partilerdeki istikrarla ilişkilendirerek Sayın Meral Akşener’in ayrışma kararından vazgeçerek partinin başında devamında, onunla beraber aday olmak isteyen insanların etrafında kenetlenerek Türkiye’nin etrafında kenetlenmesi gerektiğini düşünmekteyim. Geçmişte ilişkilerimiz olan, kardeşliğimiz bulunan, siyasi hareketlerde komşuluk imkânını bulan bu siyasi partinin böyle bir oyuna, tahrike düşmeden kararını vermek suretiyle 27 Nisan’da Türk siyasi hayatındaki faaliyetlerini gözden geçiren kongreyle genel başkan seçmesini, istişareyle partilerini güçlendirmelerini öneriyorum."
SAĞ SİYASETİN İLKESİZLİĞİ
Bahçeli, sürpriz çıkışlarla siyasetin rotasını değiştiren, Erdoğan örneğinde olduğu gibi dün düşman ilan ettiği kişiye 70 gül yollayacak kadar muhabbet duyabilen bir siyasetçi. Akşener’e yaptığı çağrıyı da bu bağlamda değerlendirip “Ne oldu?” sorusuna yanıt aramayı sürdürelim.
Meral Akşener’in sürpriz bir kararla 14 Mayıs öncesi tekmelediği sonra geri döndüğü Altılı Masa’nın en büyük partisi CHP ile köprüleri attığı döneme bakarak yanıt bulmak mümkün.
Akşener, Erdoğan’ın seçimi kaybetmesini önlediği ifade edilen masadan kalkışından sonra yerel seçimlerde de iktidardan çok eski ortağı CHP’ye hedef alan bir siyaset tarzı tutturdu. Akşener’in aldığı seçim tutumu CHP’ye kaybettirmeye yetmedi. Kaybeden AKP-MHP ortaklığı ve onunla birlikte İYİ Parti’nin Genel Başkanı Akşener oldu. İstifalarla sarsılan parti içi iktidarını yerel seçim hezimetinin ardından koruyamaz hale geldi ve önce mecburen olağanüstü kongre çağrısı yaptı, sonra da kimilerine göre zorunluluk, kimilerine göre de taktik olarak genel başkanlığa aday olmayacağını açıkladı. Akşener’in aday olmayacağı açıklamasının siyaseti bıraktığı, liderlik iddiasından vazgeçtiği anlamına gelip gelmediğini zaman gösterecek. Yerine güç toplayana kadar “Emanetçi” bir ismi oturtup tekrar aday olacak mı, başka bir mecrada mı devam edecek yoksa siyaset sahnesinden tamamen çekilecek mi bunu hep birlikte göreceğiz. Bu parantezi kapatarak Bahçeli’nin Akşener’e sahip çıkmasının (!) nedenlerini sorgulamayı sürdürelim.
KONTROLLÜ BİR İYİ PARTİ ARAYIŞI MI?
Akşener’in Altılı Masayı fiilen bitiren tutumu yerel seçimlerde oy katkısı sağlamasa da Cumhur İttifakı’nın tercih ettiği bir model oldu. Akşener’in muhalefetten desteğini çekmesi iktidarda memnuniyet yarattı. Akşener’in yakın çalışma ekibinden ve partinin etkili isimlerinin rotasını Cumhur İttifakı’na çevirmesini sağlamak için temaslar sürdüğü de Ankara kulislerine yansıdı. Resmi bir ittifak yapılanması gerçekleşmese bile Akşener liderliğinde “muhalefete muhalefet eden” kontrol altına alınmış İYİ Parti iktidar bloku için muazzam bir konfor alanı açıyor. Bu konfor şimdi İyi Parti’de yaşanacak olası lider değişimi ile tehdit ediliyor. ”Liderlik değişimiyle İYİ Parti’nin yeni bir çizgi tutturması Erdoğan ve Bahçeli’nin en son isteyeceği gelişme. Bu nedenle Akşener’e “Devam” mesajı vermiş olabileceği söylenebilir.
SELDEN KÜTÜK APARTMAK
Oy kaybına rağmen siyasette İYİ Parti’yi kıymetli kılan TBMM’deki 38 kişilik milletvekili grubu. Erdoğan’a “Ebedi iktidar” yolunu açacak bir Anayasa değişikliği ya da bir erken seçim kararı için havayı kalkan 360 ele ihtiyaç var. Cumhur İttifakı’nın Meclis’teki milletvekili sayısı bu değişikliği yapabilmesi yeterli değil. Dışarıdan desteğe ihtiyacı var. İYİ Parti grubundan gelecek en az 37 oy bu değişikliği referandumla da olsa yapabilmesi için umut verici olacak.
Anayasa değişikliği bir yana yerel seçimden büyük yara alarak çıkan Cumhur İttifakı, İYİ Parti Grubu’ndan katılacak milletvekilleri ile Meclis’teki sandalye sayısını arttırarak iktidarı tahkim etme olanağına kavuşacak.
Burada kritik soru İyi Parti’nin bütünlüğünü koruyup koruyamayacağı. Kulislere göre Akşener’in muhalefeti hedef alan çizgisi devam ederse bir düzineye yakın vekilin ayrılacağı yönünde. Bir arada kalmanın ilk koşulu kuruluş çizgisine geri dönmek. Ortaya çıkan adayların bu çizgiye geri dönüp bütünlüğün sağlama şanslarının çok olmadığı görülüyor.
Görünen o ki İyi Parti’de erime devam edecek. Hem iktidar hem de muhalefet için önemli olan bu erimenin hangi boyutta kalacağı olacak. Çok değil 10 gün içinde bu sorunun yanıtını almış olacağız.
/././
Atom bombası yerine nükleer santral saldırısı (Özgür Gürbüz)
İki yıldır Rusya’nın kontrol ettiği Zaporijya Nükleer Santralı, savaş başladığından bu yana tanıklık ettiği en büyük saldırıya maruz kaldı. Rusya’nın iddiasına göre Ukrayna’ya ait insansız hava araçları (İHA) üç ayrı noktaya saldırı düzenledi. Santralın altı numaralı ünitesinin çatısında yüzeysel kavrulma olduğunu Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) da teyit etti. UAEA Başkanı Rafael Mariano Grossi, “Altı numaralı ünitedeki hasar nükleer güvenliği tehlikeye atmamış olsa da bu olay reaktörün muhafaza sisteminin bütünlüğünü zayıflatma potansiyeline sahip ciddi bir olaydı” açıklamasını yaptı.
"Uçak düşse bir şey olmaz"dan İHA ile reaktörün muhafaza sisteminin bütünlüğünün zayıflatılabildiği noktaya geldik. Nükleer yalanları çürütmek için bu cümleyi ayrıca not alınız. İki yıl boyunca Avrupa’nın en büyük nükleer santralında meydana gelen silahlı, toplu ve en son İHA’lı saldırılar bize gösteriyor ki nükleer santrallar savaşta hedef olabiliyor. Nükleer karşıtlarının yıllardır dile getirdiği ve medyanın büyük bir bölümü ile nükleer lobinin kulaklarını tıkadığı bu gerçek artık gün gibi ortada.
Nükleer santrallara düzenlenen saldırıların reaktörlere doğrudan zarar vermesi, elektrik kesintisine yol açması, jeneratörleri devre dışı bırakması, soğutma sistemine zarar vermesi gibi onlarca farklı sonucu olabilir ve bunlar da bizi bir başka Çernobil veya Fukuşima kazasına benzer bir durumla karşı karşıya bırakabilir. Bugün sistem karşıtı silahlı küçük grupların bile İHA’lara erişebildiğini düşünürsek, dünyadaki her nükleer santral çatışma zamanlarında bir hedef olabilir ve sahip olan ülkeye atom bombası atmak kadar bir etki yapabilir. Mersin’de, Sinop’ta nükleer santral isteyenler, bunu bir güç gösterisi sananlar Türkiye’yi tam tersine zayıflattıklarını da anlarlar umarım.
∗∗∗
Zaporijya Nükleer Santralı, 1984 ila 1995 yılları arasında elektrik üretmeye başlamış altı adet 1000 megavat gücünde üniteden oluşuyor. Rus teknolojisi bu reaktörlerin beşi tasarım ömürlerini doldurmak üzere. Saldırıya maruz kalan son reaktör ise 30 yaşında. Savaş nedeniyle reaktörlerin soğuk durdurma evresine geçirildi. Soğuk durdurma, reaktörlerin elektrik üretmediği, daha az miktarda soğutma suyuna ihtiyaç duydukları bir aşama. Bazı kaynaklar ise dört ve altı numaraları reaktörlerin, bölgedeki konutlara ısı sağlaması için “sıcak durdurma” aşamasında olduklarını söylüyor. Sıcak durdurma, reaktörün fisyon reaktörünün kendi kendine zincirleme reaksiyonu devam ettirme (kritiklik durumu) öncesindeki aşama. Sıcak durdurma seviyesinde daha çok soğutma suyuna gereksinim duyarsınız, basınç seviyesi yüksektir. O yüzden de risk daha fazla.
Zaporijya’daki tek risk İHA saldırısı sonucu reaktörlerdeki yakıtın açığa çıkması değil. İHA saldırısından birkaç gün önce santrala elektik sağlayan iki iletim hattından biri de top mermileriyle devre dışı kalmıştı. Santrala elektrik gitmemesi, olası bir kapatma durumunda reaktörlere gereken elektriğin dizel jeneratörlerle sağlanması anlamına geliyor. Jeneratörler çalışmaz, yakıt biterse siz de bitersiniz. Dizel jeneratörler bir yere kadar yardım edebilir çünkü mesele sadece reaktörler değil. Nükleer santrallarda kullanılmış nükleer yakıtların depolandığı havuzların da sürekli soğutulması gerekir. Yoksa orada da radyasyon sızıntısı olabilir. Fukuşima’da yaşanan sorunların hepsi çekirdek erimesi meydana gelen reaktörlerden kaynaklanmamış, kullanmış yakıt havuzları da soğutma suyu yokluğunda başa bela olmuştu.
Son bir söz de Ukrayna ve İHA’lara dair. Malum, Ukrayna’nın savaşta kullandığı İHA’ların bir bölümü Bayraktar ailesinin başında olduğu Baykar firmasına ait. Varsayalım ki bu İHA’lar Zaporijya saldırısında kullanıldı. Saldırı başarılı olsa belki bir başka Çernobil benzeri nükleer felaketle karşı karşıya kalacak, yine ülkemizin üzerinden radyasyon bulutu geçiyor mu geçmiyor mu diye endişe içinde yaşayacaktık. Baykar’ın ürettiği silahlar Türkiye’de kanserden ölümlerin artmasına neden olacaktı. Sahip olmakla övünülen silahların kendi halkının ölümüne neden olması, savaşseverlerin aklını başına getirir miydi acaba? Elbette bahsettiklerim bir varsayım ama çok da hayalperest olduğumu kim söyleyebilir? Silahın ve silahlanmanın kutsanacak bir tarafının olmadığını anlamak için illa bu olayların yaşanması mı gerekiyor?
∗∗∗
Silah tüccarlarının elleri her zaman kanlıdır, silah tüccarının zenginine de fakirine de sahip olmak övünülecek bir şey değildir. Mesele bu bilinç düzeyine ete, süte ota radyasyon yağmadan, evimizin kapısına bayrak asılmadan önce ulaşabilmek.
/././
‘Bir komünistin öldürülüşü’nü hatırattan okumak (Şükrü Aslan)
Hatırat okumanın kendine özgü bir duygu yarattığı muhakkak fakat hatıratların, bunun ötesinde anlam ve işlevleri vardır. Özellikle tarihi yeniden okuma ve yazmada hatıratlar, hafızanın en ilgi çekici araçlarıdır. Bu yüzden Sosyoloji ve Tarih’ten başlayarak sosyal bilimlerden fen bilimlerine kadar her disiplinin doğrudan-dolaylı konusu olmuşlardır. Ayrıca bunun bir neticesi olarak bugün dünyanın her yerinde hatırat yazmak yaygın bir eğilime dönüşmüştür.
Kuşkusuz kamu görevlilerinin hatıratları, diğerlerine göre daha yoğun ilgiye konu olmuştur. Zira devleti/sistemi tarif etmek anlamında ‘kamu’, sanıldığının aksine, genellikle kapalı ve bu nedenle fazla bilinmeyen ve merak edilen bir alandır. Bunun da etkisiyle yönetici düzeyde kamu görevlilerinin hatıratları bazen büyük gizlerin toplandığı bir tür depo işlevi görmüştür.
∗∗∗
Şu sıralar yeniden okuduğum bir kamu görevlisinin hatıratı, Türkiye’nin yakın siyasi tarihiyle ilgili olanlar için çarpıcı bazı detaylar içeriyor. Hatıratın yazarı Nevzat Bölügiray, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin üst kademelerinde görev yapmış bir generaldi. 1980 askeri darbesini izleyen günlerde kulakları radyolarda olanların aşina oldukları bir isimdi. Zira o yıllarda TV ve radyo haberlerinde sıkıyönetim komutanlarının isimleri sıklıkla duyulurdu ve Bölügiray da 6. Kolordu; Adana Kahramanmaraş, Adıyaman ve Gaziantep illeri sıkıyönetim komutanıydı.
Bölügiray’ın Geçmişten Geleceğe (Tekin Yayınevi, 2009) başlıklı hatıratı daha ilk öyküsünde, kendisinin henüz göreve başladığı zamanların bir siyasi cinayetini konu ediniyor. Bu öykünün başlığı da içeriği gibi çarpıcı: “Bir Komünistin Öldürülüşü”! İlginç bir şekilde Bölügiray’ın silahlı kuvvetlerdeki görevi de, tıpkı hatıratı gibi bu olayla başlıyor. Olayın geçtiği şehir Kırklareli, yılı 1948’dir. Rejim tarafından ‘sakıncalı’ görülen kişilerin, dönemin güvenlik siyaseti ve organizasyonu içinde nasıl ‘halledildiklerini’, kendisinin de doğrudan tanıklığı ile gayet detaylı biçimde anlatıyor. Bu anlatıda ‘öldürülen komünist’in ismini vermiyor fakat Türkiye’nin yakın siyasal tarihiyle ilgili olanların hızlıca çözebilecekleri bir bulmaca gibi sunuyor. Çünkü 1948 yılında Kırklareli’de ve Bulgaristan sınırında öldürülmüş ‘siyasal sakıncalı’ kişileri bulmak için internet ortamında kısa bir gezinti bile yeterlidir.
Bölügiray’ın anlatıları sözü edilen siyasal cinayet üzerine o dönemlerde ve sonradan üretilmiş bütün açıklamaları, yorumları ve akademik/politik olarak sözü edilen dönemi yeniden okumak için de bir önemli imkân sunuyor. Konuya dair nasıl inşa edildikleri bile tam olarak bilinmeyen ortak kabullerin öyküsünü sorgulamak için de aynı şekilde vesile oluyor. Hatta sonraki yıllar için de benzer siyasal cinayetlerin bağlamını anlamak için çok önemli bir işlev görüyor.
∗∗∗
Nevzat Bölügiray bugün yaşamıyor. Yaşasaydı ve hatıratını da bugün yazmaya karar verseydi bu ‘halledilme’ öyküsünü yazar mıydı, bilmiyorum. Çünkü bugün daha farklı bir politik iklimde yaşıyoruz. Ama kitabın yayınlandığı 2009 yılı, dolayısıyla öncesi ile sonrasında bu ülkenin politik iklimi bir ölçüde buna benzer öyküleri yazmak için uygundu ve o iklimin Bölügiray’ı da etkilemiş olması muhtemeldir. Nitekim kitabın ‘Ön Söz’ünde yazdığına göre kendisi bu ülkenin kendi ‘tarihinden ders alması’nı, bu tür olayların tekrar etmesine yol açan ‘kısır döngünün kırılması’nı arzu ediyordu ve bu olayı yazmasının bu sürece katkısı olabileceğini düşünmüştü.
Nevzat Bölügiray’ın hatıratı, tam da öldürülmesinin yıldönümüne denk gelen şu günlerde, çok çeşitli, kıymetli etkinliklerle anılan Sabahattin Ali’nin ve bu vesileyle benzer şekilde hayatına kıyılmış diğer muhaliflerin öykülerini yeniden düşünmenin önemine ve gereğine işaret ediyor. Konuya dair resmi belgelerde belki de hiçbir zaman göremeyeceğimiz gerilimlerin iki yüzünü ve bir şekilde görünmez kılınmış bütün sahici detayları bu hatıratta görebiliyoruz. Dolayısıyla Bölügiray’ın hatıratının en başında yer alan “Bir Komünistin Öldürülüşü” başlıklı sahici vak’a, en sondan başlayarak diğer ‘faili meçhullerin’ öyküsünü anlamak için bir ilk olabilir.
(Birgün)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder